Kategori arşivi: 1.Niyet

Vesselam-Şiir

VES-SELÂM

 

Niyetler amellerin kaderini çizince

Din inceldi, kalp açıldı; lûtuflar oldu belâm.

Lâl oldu dilim, kilitlendi, çıkmıyor hiçbir kelâm,

Ayrıldık ana, baba, ata ocağından; vesselâm…

 

Girince ince, uzun, kıvrıntılı bir yola

Düşünemedik sonu nerde, nasıl ve ne yaman

Açılınca kalbin kapıları “İnşirah” âyatına

Hürmet ettik, huşû duyduk, vesselâm…

 

Vardırmadı vardırmayan, dünya tadına

Her şey silindi gözümden, ahret adına.

O da gitti, Peygamberim aşkına,

Dost “gel” dedi, niyet ettik, vesselâm…

 

Sarılayım dedim, sarılacak hal yoktu

Durulayım dedim, durulacak yer yoktu.

Avunayım dedim, avunacak han yoktu,

“Dost, Dost” dedim, “bekle” dedi, vesselâm…

Neye niyet etti isem, pazara çıktı

Dost elinde gönlüm, mezata çıktı.

Yağmalandım, ipim fezaya çıktı

Nazargâhım, hazan oldu vesselâm…

 

Niyet Sensin, amel Sensin, hal Sensin

Kerem Sensin, Lûtuf Sensin, Yar Sensin

Canan gözetlerken, verdiğim can Sensin,

Ayrılıktan bizar oldum, vesselâm…

 

Yaklaştırdın, yakîn tadı almadım

Uzaklardan seyretmeye doymadım.

Bir “ah” ile tevhidine boyadın,

Adım adım gelemedim, vesselâm…

 

Evvelimi gösterince ezeli ilmin

Kime ait olduğumu, o zaman bildim.

Perdeyi kaldırınca, sırrına erdim,

Senden Sana gidilmezmiş, vesselâm…

 

Sırrına bürünüp çıktım, bedenden

İsimlerin, isimlerim olmuş ezelden.

Bir tek şey öğrendim, ben O güzelden.

Aczim ile geleceğim, vesselâm…

 

Emrini tac ettim, başım üstüne

Namaz mirac oldu, halkın üstüne.

Bir ömür daha versen, ömrüm üstüne,

Niyetimi değiştirmem, vesselâm…

 

Yaratansın, kahrı, lûtfu  sunansın

Hem sevilen, hem aranan, kalbe dolansın.

Tüm işleri yapar, sonra sorarsın,

Ben bu sırra şaşar oldum, vesselâm…

Niyet-Mektup

Mektup

Ya! Rab!

Yeni öğrendim ki, amellerde niyet esasmış. Daha önceden, dinin bu kadar ince olduğundan haberim yoktu. Ben sandım ki, Sana dönmek kâfi idi. Aslında samimi bir niyet ile Sana dönülebilse, bu dönüş bir defada ve kâfi olan dönüş olacak. Lâkin kullarının ne kadar aciz olduğunu biliyorsun. Hz.Peygamberimiz (s.a.v.), bir defa baktı ve gözü bir daha asla şaşmadı. Kulların ise, bir yandan Senin kıymetini öğrendikçe, Sana ve vaaad ettiklerine kavuşmak ümidi ile ahirete dönüyorlar. Ama dünyadan bir şey tekrar bakışları Senden ayırıyor. Boyunlar Sana kesilirken, tekrar eski haline dönüyor. Sana dönüş yakînin zevkini ve huzurunu getirirken; nefsin arzuları bunun önüne geçerek, gaflete sürüklüyor. Ne kadar zor, Rabbim. Sen hiç kul olmadın, kulluğun zorluğunu kulların yaşıyor. Elbet bizleri bizden iyi bilirsin, bu sebepten zorluklarımıza yardımın gelecektir umuyorum. Kitabında “her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır” buyuruyorsun. Bu bilgi ile zorlukları yenme azmimizi arttır, Ya! Rab!

Geçenlerde “Kevser” Suresinin vahyedildiği gibi bir vahy ile kalbime indiğine şahit oldum. Ne kadar yücesin. Bazen lisanını anlıyorum, bazen ise uzak düşüyor. Nefsimizi Zât’ından başka alâkalardan kesmemizi, yani kurban etmemizi anladım. Böylece  arkamızdan gelenlerin devam ettirecekleri bir şeyler bırakacağımızı ve neslin bekasının da ancak bu olduğunu anladım. Nice kalabalık evlâtları olanlar var ki, isimleri silinmiş. Geriye bir iz, bir sünnet aktaramamışlar. Biz Peygamberimiz(s.a.v.)’in yolunu anlayıp, sahip çıkıp o günü bu güne taşıyabildiysek, O, ebter değildir. Nesli devam etmektedir. Biz de bizden sonrakilere ondört asırlık bilgiyi doğru olarak, batıla sapmadan aktarabildiysek, biz de ebter değiliz demektir.

İşte bu gün bu niyet içindeyim. Tekrar gözden geçirdiğim hayatımda artılardan çok, eksilerle buluştum. Niyetimin tertemiz ve saf olmasına dikkat etmem gerektiğini biliyorum. Aynı doğduğum gün kadar temiz.

Kalbimizin sahibisin. Böylece her an içindekileri bilmektesin. Bazen bizler yanılsak da, Sen gerçek olan halimize vâkıfsın. Kalbimizden çıkan niyeti tek eyle, önce bir niyet, sonra bir niyet gibi değil; her zaman aynı niyet, aynı çıkış. Niyetimizi sadık niyetlerden eyle. Böylece amelimize riya katmayalım. Aynı arzuyu duyan bir kalp ile, Sana gelmeyi nasip et. Bu niyet, sadece Seni arzu eden bir şey olsun ve kalbim bundan asla dönmesin Ey! Âlemlerin Merhametli ve Affedici Rabbi!,  Ya! Zül Celâl-i ve’l İkram, Ya!Hannan, Ya! Mennan!

İtaat Bakımından İnsanların Niyetleri

İtaat bakımından insanların niyetleri :

1)Bir kısmı Cehennem korkusu ile bir kısmı da Cennet ümidi ile ibadet ederler. Bunlar sahih niyetler olmakla birlikte, muteber niyetlerden değildir. Âyet ve Hadisler ile Cennet; Huri ve Gılmanların bulunduğu, yemek ve içmek istenilen her şeyi arzu eder etmez yanında buldukları yer olarak, ipekler, tahtlar, hizmet edenlerle tarif edilmiştir. Allah-ü Tealâ yarattıklarının zaaflarını bildiği için, kullarının zaaflarına göre arzu edecekleri Cennet’leri hazırlamıştır. Dünyada yaşarken, insanların önemli bir kısmını, en çok ilgilendiren konular, mide ve cinselliktir. Bu iki konuda aşırılık, meşru hudutlarda kaldığı zaman mesele yoktur. Ama meşrunun dışına taşıldığında, eğer insan inanıyorsa, aşırılığını tutmaya çalışıp, buna karşılık ahirette bu arzu ettiklerimi bol olarak bulurum, ümidi içine girer. İşte girmiş olduğu bu mücadelenin sonunda, umulur ki Allah(c.c.), ona umduğunu verecektir. Yani Cennet bu isteklerin tam olarak karşılanacağı yerdir. Elbette kul hakları gibi günahlar olmadığı taktirde. Bu sebepten ehlullah, Cennet ümidi ile amel edeni, şehveti için amel ediyormuş gibi görerek, böyle amellerin muteber olmadığını düşünür. Dünyada yaşarken bu iki şeyden zevk al, ama meşru sınırlarını aşmayıp, ömür boyu mücahede et, ve sonra kavuşulan yine bu arzu edilen olsun. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “Cennet halkının çoğunu eblehler teşkil edeceklerdir” buyurmuşlardır. Bu sebepten böyle amel edenlerin derecesi saflık ve ahmaklık mertebesidir.

2)Diğer kısım ise, basiret sahiplerinin taatleridir.  Daha derin ve ince olan zevklerle karşılaşan için, yukarıda anlatılan bu zevkler daha kalın seviyede kalır. Basiret sahibi olup, beş duyunun hissiyatından başka kalpleri ile gören, bilenlerin ibadetlerindeki maksatları başkadır. Onlar Rablerinin Cemalini hisseder, kalpleri ile anlayışları açılmış olduğu için, esas zevkin, Allah-ü Tealâ’yı seyretmek olduğunu bilirler. Bu temaşadan bir an dahi ayrı kalmaya katlanamazlar, bu sebeple onları Cennet cezbedemez. Zira asıl cezbeden tarafından cezp edil-mişlerdir.

Niyetlerin en üstünü budur. Ahirette sevap veya ikab düşünülmeden, itaati farz kılanın isteğine tâbi olmak üzere saygı ile ve Allah-ü Tealâ’ya muhabbet duygusu ile, Celâl ve Cemal için ve her şeyden çok da Allah(c.c.) rızası için yapılan ibadetlerin niyetidir. Bu, basiret sahiplerinin kulluğudur. Yer yüzünde bunu başarabilen değil, anlayan bile az bulunur. Onların asıl ibadetleri zikir ve fikirdir. Diğer ibadetleri ise, farz olduğu için, zikir ve fikirlerini takviye için yaparlar.  Hiçbir muradları, Hakkın muradından ayrı düşmez. Hiçbir konuda Hak olmaksızın, fikirleri olamaz. Bu kişilerin şehvetle işleri kalmamıştır. Herkesin itibar ettiği dünyaya ait bir alâkaları, iltifatları olmaz. Allah(c.c.)’dan tam manasıyla razı olmuşlardır. Allah(c.c.) da bu kişilerden razıdır. Her işlerinde Allah(c.c.)’ın rızasını gözetirler.

Horasan ileri gelenlerinden, Belh’li Hızreyev’in oğlu Ahmed, rüyasında Allah(c.c.)’ı gördüğünde, Allah-ü Tealâ kendisine: “Ey Ahmed, herkes benden isterken, Ebû Yezid beni ister” buyurmuştur.

Birisi, ölümünden sonra rüyasında Şeyh Şibli’yi görmüş ve Allah(c.c.) ile muamelesinin nasıl geçtiğini sorunca: “Ben bir defa Cennet bilindiği halde, onu kâzanamamaktan daha büyük hüsran olur mu, demiştim. Bana: ( Bana mülâki olamamaktan daha büyük bir hüsran olur mu?) diye sordu” demiştir.

Kalpte niyetler bazen pek çok olur. Fakat hangi niyet galip ise, önce onun gereği olan ameli yapmak lâzımdır. Zira galip olanı bırakıp, diğerine geçmek kolay olmaz. Bu gerçeği anlamak ve kabul etmek, ayrıca kalpte hasıl olanları seçebilmek için dünyanın bütün süslerinden geçmiş olmayı ve dünyayı ehline terk etmiş olmayı icap ettirir. İkisi bir araya geldiğinde, her birinin kendi ilminin doğru ve üstün olduğunu iddia ederek, iddia ve savunma mücadelesi  içinde olan fıkıh âlimlerinin bir kısmı, bunları inkâr ederek, reddederler.

Allah(c.c.) yolunda gidiş, şeytan ve nefisle mücadele ve kalbi tedavi etmekle mümkündür. Basiret sahipleri ve akıl sahipleri bunu temin etmek için öyle şeyleri feda ederler ve öyle nefsi yenecek oyunlara baş vururlar ki, zayıf görüşlülerin tenkidine uğrarlar. En doğrusunu Hakk bilir, Hakk söyler…

Hz. Ali (k.v.): “Gönüllerinizi ara sıra dinlendiriniz. Zira gönül hep aynı şeyle meşgul olunca, ona karşı körleşir” demiştir.

Ebû’d Derdâ: “Hak ve hakikate daha iyi hazırlanmak için, bazen kendimi oyun ile eğlendirir ve dinlendiririm” demiştir.

Hz.Nakşibendî ise: “Bazen nafile namazları terk edin ki, terk ettikten sonra yeniden başlayınca kıymetini anlayasınız” buyurmuştur.

İnsan devamlı baklava yese, bir gün gelir baklavanın özel bir kıymeti kalmaz. Arada tuzlu bir şeyler yenirse, sonra tekrar baklava yenildiğinde, baklava kıymet kazanır. İşte dinin ince noktaları bunlardır. Bunları ilmin özüne inmiş olanlar bilir, kabukta kalmış olanlar ise anlayamazlar.

Kalpten dünya sevgisi tam olarak çıkmış olsa bile, bazen başka şeylerle oyalanmanın da nimet olduğu, tekrar asli haline dönünce anlaşılır.

Niyet İradeye Dahil Değildir

Niyet iradeye dahil değildir:

Niyet olmayan amel hayırlı olmaz. Esasen, niyet etmeden hiçbir amel yapılmamalıdır. Büyükler niyet olmayan ameli tehir ederlerdi. Niyet etmek, özellikle o işi yapmak için kalbin meylini gerektirir. Dil ile “niyet ettim” demek yeterli değildir. Böylece irade ile niyet edilemeyeceği anlaşılır. İrade yani dilemek, istemek kalbin o konuya meyli ile olur. Kalp murad ettiği zaman, dil niyet eder. Asıl olan kalbin meylidir. Bu bakımdan, niyet iradeye dahil değildir, deriz. Mutlaka kalbin o konuya yönelmesi, arzu etmesi lâzımdır. Bu da bazı vakitlerde mümkün, bazı vakitlerde  de mümkün olmaz.  O yönelme ile, niyet etmek doğru ve sahih olur. Bu sebepten, Selef-i Salihin, içlerinde böyle bir niyet doğmadıkça; birçok nafile ibadetlerden sarf-ı nâzar etmişlerdir. Zira sâdık olmayan niyet ile yapılan amelin riya ve yorgunluk olduğunu bilirlerdi. Ve yine böyle amelin yakınlığa değil, uzaklığa sebep olacağını da bilirlerdi. Hattâ ilim bile, niyete göre öğrenilip anlaşılmakta değişiklik gösterir.

Niyet bu anlatılanların ışığında, irade ile doğrudan alâkalı değildir. Ancak irade ile meselâ; ilme yönelinir, ilim öğrenilir. İlim öğrenmek için irade kullanılır, ilim öğrenmek arzusu doğunca ilim öğrenmeye yönelirken, niyet edilir.

Kalbinde iman galip olanlarda, çoğu kez hayırlı şeylere niyet hazırdır. Kalbi dünyaya meyilli olanlarda ise, çoğu kez kalpte hayırlı işlere  niyet pek olmaz. Hatta farzlarda bile bu niyeti zor elde edebilir. Böyle durumlarda, niyet oluşmuyor diye, farz amelden kaçmak olmaz. Burada kalpte hayra yönelme hasıl olmaması, nefsin etkisi ile olur. O zaman nefse Cehennem hatırlatılmalı, nefsin çekinmesi sağlanmalıdır. Veya Cennet hatırlatılarak nefsin hoşlandıklarının orada olduğu yeniden hatırlanarak, buraya ulaşmak için, kalbin ameli sevmesi sağlanabilir. Ama zayıf bir uyarmadır. Kalp yine ne ile meşgul ise, oraya meyledecektir. Lâkin kalbin hayırlı işlere yönelmesini sağlayıncaya kadar, nefis ile mücahedeye devam etmek gerekir.

Niyet İle İlgili Amellerin Sınıflandırılması

Niyet ile ilgili amellerin sınıflandırılması:

Ameller; günahlar, taatler ve mübahlar diye üç gurupta toplanırlar.
Günahlar: “Ameller niyetlere göredir” hadisini delil alarak, bazı cahiller iyi niyet ile günah işleyip, bunu sevaba, iyi amele döndüreceklerini sanıyorlarsa, aldanmaktadırlar. Zira hiçbir günah, iyi niyet ile işlense bile günah olmaktan çıkmaz. Ammenin kullandığı cami, okul, hastane gibi yerleri haram para ile yapıp, sonucundan sevap ümit etmek, cahilliktir. Bunlardan hayır olmaz. Haram olarak kâzandığı para affolmadığı gibi, Allah(c.c.)’ı kandırabileceğini düşündüğü için de günahı daha da büyümüş olur. Şeytanın en kolay aldatacağı kişi, cahillerdir. Bu sebepten, dinini bilecek kadar, helâl ve haramları tanıyacak kadar, hayır ve şerri ayırt edebilecek kadar ilim öğrenmek, her Müslüman’a farzdır. Sehl Tusterî: “Cehaletten daha büyük bir günahla Allah(c.c.)’a isyan edilmemiştir” demiştir. Ve: “Cehaletten daha kötüsü ise, bilmediğini bilmemektir. Yani cehalete cehalettir” demiştir.
“Bilmiyorsanız, kitaplılara sorun”                         Enbiya/7
Böyle günahları insana güzel gösteren, gizli şehveti ve saklı olan nefsinin arzusudur. Bu günahlar bilerek yapılırsa, Allah(c.c.)’ın hükmüne cephe alınmış olur. Şâyet bilmeden yapılırsa asi olunmuş olur. Hadis’te: “Cahil, cehaleti sebebiyle mazur sayılmaz” buyurulmaktadır.

Cehaletine cahil olan kişi için ise, durum daha vahimdir. Zira bunlara ilim kapısı kapanmıştır.

Amellerde niyet çok önemlidir. Gerçek âlimler ve ehlullah; böyle niyeti bozuk olan kişilere, hele ki bu bozuklukta sebat ediyorlarsa, ilim öğretmek konusunda cimri davranırlar. Kul hakları başta olmak üzere, yetim malı yiyen ve devam eden, harama dikkat etmeyenleri meclislerine almazlar. Bu yüksek  kişiler, günahkâr cahilden (bilmeden günah işleyen) çok, sünnetleri tamamlamış facirden Allah(c.c.)’a sığınırlar. Âlim kisvesinde olan, facirler de vardır. İlimlerini dinlerini kendi hallerine uydurmakta kullanırlar. Meşhurdurlar, tanınırlar. İnsanlar âlim diye hürmet eder. Fakat nefislerinin galebesinden kurtulamazlar. Ölüp gittikten sonra da bıraktıkları kötülükler, insanlar tarafından benimsenmiş ise, vay hallerine!…Onlar dünya ehli âlimler olup, maksatları dünyadır. Maksatlarına nail olmuşlardır.

Taatler:  Niyet önemlidir. Niyet ile, hiçbir isyan taate dönüşmez; lâkin niyet ile, taat isyana dönebilir. Mübah bir şey de niyet ile isyana da dönebilir, taate de dönebilir. Taatin sıhhati ve sevabının çokluğu, niyete bağlıdır. Taatin sıhhati, taati yalnız Allah(c.c.) rızası için yapmak ile mümkündür. Eğer taate riya ve gösteriş karışırsa, isyana dönüşür.

Taatin sevabının çokluğu da niyete bağlıdır. Bir taati yaparken fazlaca niyete  girerek, niyetlenilirse, fazileti çoğalır. Meselâ oruca niyet ederken, Allah(c.c.) rızasını kâzanmak için, emre itaat etmek için, fakirlerin halini anlamak ve şükrü arttırmak için, “az yiyin” hadisine uyabilmek için, vücut sağlığına kavuşup, daha iyi ibadet edebilmek için, çocuklarına örnek olmak için, nefsini islâh etmek için, sofrasına misafir almak için gibi pek çok niyetler yapılabilir. Büyükler, nasıl niyet edileceğini öğrenmemizi bu sebepten tavsiye ederler.

Mübahlar: Mübah; yapılmasında bir sakınca olmayan ve yapılmaması ile de bir sevap kâzanılmayan şeylerdir. Bazen mübahlar, niyet etme şekline göre, Allah(c.c.)’a yaklaştırıcı bir sebep haline geçebilir. Bu niyetlerden gaflet etmemek lâzımdır. Mübahlar boş şeyler olup, bu boş şeyleri boşuna geçirmemek lâzımdır. Meselâ; israf olmasın diye elektriği boşa yakmamak, bir iki ampulü söndürmek, “israf haramdır” sünnetine niyet edilerek yapılırsa, yaklaştırıcı sebep olur. Yine koku sürerken, Peygamberim(s.a.v.) kokuyu severdi, ben de severim, O’nun bir sünnetini yapayım, diye sürülürse, insanlara kötü kokmamak için sürülürse, yaklaştırıcı sebep olur. Kıyamet günü herkes aldığı nefesin hesabı ile meşgul olacaktır. Boş olan mübahlar da sorulabilir. Onun için bu boşları boşa geçirmemek lâzımdır.

Hayatın içindeki her türlü mübah olan şeyler, meselâ evlât büyütmek, çocuk sahibi olmak hepsinde Allah(c.c.) rızası için yola çıkmak mümkündür. Böylece nesil yetiştirirken, ailesinin haklarını verirken, hattâ bulaşık yıkarken bile, Allah(c.c.) rızası için insanlara hizmet etmek niyetine girmek, amel olmaları bakımından boş olan işlerin içlerini dolduracaktır. Kişi böyle mübah olan konularda, sevap almak üzere niyetini güzel şeyler için yaptıktan sonra, sevap almayacağına dair, kalbinde asla şek ve şüpheye yer vermemelidir.

Niyetin Hakikati

Niyetin hakikati:

Niyet, şu anda veya gelecekte, arzuya uygun olana meyil ve heves ile, nefsin irade etmesidir. Yani istemektir. Her amel ilim, irade ve kudret ile oluşur. Bir şeyi istemek için, o şey hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. İnsan şu anda veya gelecekte kendi için fayda oluşturacak şeyleri ister, yani irade eder. Zararlı olanları ise istemez. İşte irade etmesi veya murad etmesi, kalbinin meyl etmesi demektir. İrade meydana gelince, kudret ile âzalar hareket eder. İşte insanı muradına uygun bulduğu şeye hareket ettiren şey, niyettir. Böylece amel meydana gelmiş olur.

Kudretin ameli meydana getirmesi değişik sebeplerle olabilir ki, bunları dört gurupta toplayabiliriz:

1)Tek sebebin yeterli oluşu: Burada irade ile amel meydana gelirken, tek sebep yeterli olduğu durumdan bahsedilir. Meselâ; bir adamın bir tehlike karşısında koşması. Burada koşma amelini sadece tehlikeden uzaklaşmak için yapmaktadır. Buradaki niyet halistir. Buradaki hareketine ortak başka hiçbir sebep yoktur. Buradaki halis niyetine uygun olarak yaptığı hareketine de ihlâs denir.

2)İki sebeple hareket etmesi: Meselâ; hem fakir hem de akrabası olan bir kimsenin, iyi durumdaki birinden istemesiyle, istediğini vermesidir. Bu adam zaten, sadece fakir olduğu için veya sadece akrabası olduğu için, her iki durumda da verecektir. Burada iki sebepten her biri kendi başına hareket ettirebilecek iken,  birleşmiştir. Biz buna, sebepte arkadaşlık diyebiliriz.

3)İki sebeple kudretin harekete geçtiği, fakat eğer iki sebep beraber olmasa, harekete geçemeyeceği durum: Burada da meselâ; hem övülmek, hem de sevap kâzanmak bir araya geldiği zaman sadaka vermekten söz edilir. O kişi sadece övüleceğini bilse belki vermeyecekti. Yahut sevap olduğunu bildiği halde belki vermeyecekti. Ama iki sebep birleşince, sadakayı vermiş oldu. Buna da ortaklık denebilir.

4)Mevcut iki sebepten biri kalbi harekete geçirmek için yeterli olduğu halde; ikinci sebep de tek başına kalbi harekete geçirecek kudrette olmadığı halde; birinciye katıldığında, birincinin kudretini arttırmakla, hareket işini kolaylaştırmış olur. Birinin âdet haline getirip, esasen yaptığı nafile bir ibadeti, nasılsa yapacak olduğu halde, kalabalık yanında daha da şevkle yapmasını misal olarak verebiliriz. Burada o kişi yalnız olsa da yapacaktı fakat başkalarının oluşu hareketini şevklendirmiş oldu. Burada amele riya kokusu karışmış oluyor.

“Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır”               Taberani

Bu Hadis-i Şeriften yola çıkarsak; meselâ; amel namaz ise, niyet de namaza niyetlenmek ise; namaza niyet etmek, namaz amelinden daha hayırlıdır gibi bir sonuç çıkarmamalıyız. Zira böyle değildir. Anlayışımızı açarak bakmalıyız. Niyet kalbin amelidir. Amel ise âzaların amelidir. O zaman belki şöyle diyebiliriz: Kalbin ameli, âzaların amelinden efdaldir. Elbette böyledir. Zira, kalp iyi olursa, âzalar da iyi olur. Kalp kötü olursa, âzalar da kötü olur. Ve ameli âzalar ile yapmaktan murad edilen, kalbin selâmete ulaşmasıdır. Maksat, âzaları kalbin hükmüne almaktır.

Meselâ secdede başımızı toprağa koymanın zahiren, yani görünüş itibarıyla tevazu’u gösterdiğini bilmekteyiz. Ama bu eğilişte, başı yere koyuşta aslolan kalbin tevazu’unu sağlamaktır. Ama eğer kalp, dünya işleri ile dolu ise, secdeye vardığında ne anlayabilir? Belki de bu namazın kâzası lâzımdır. Eğer kişide dünya sevgisi hakim ise, amelini dünyadan bir şeyler kazanmak için yapacak, dolayısıyla, ameline riya katmış olacaktır. Böyle amel, belki de kişiyi daha da çok zarara uğratır.

Dil ile “Lâ İlâhe İllallah” demekle, dil âzamız mutlaka kötü şeyler söylemeyip, tevhidi söylemekle  iyi bir amel içindedir. Ama aslolan kalbin, Allah (c.c.)’dan başka İlâh tanımamasıdır. Yani kişi kalbine, uğrunda ahiretini feda edeceği hiçbir sevgiyi yerleştirmemelidir. Sadece Allah(c.c.)’ın kulu olmayı başarabilmesi, sadece Allah(c.c.)’dan ummayı, sadece Allah(c.c.)’a güvenmeyi, Allah(c.c.)’dan başka hiçbir şeyden kuvvet almamayı bilmesidir. Servetini, mülkünü, evlâdını öne geçirmemesi, nefsini İlâh etmemesidir. Tevhid kelimesi dilden, kalbe inince böyle olur. Şimdi dil âzasının ameli mi daha hayırlıdır? Kalbinin niyeti ile kalbinde hasıl olan amel mi hayırlıdır? Bunu çok iyi anlamak lâzımdır. Bu bakımdan konuyu uzatmış olduk.

İbadetlerden maksat iki türlüdür. Bir defa Allah(c.c.) emretmiştir, yapılması mutlak farzdır. İkincisi de, ibadetler ile kötü ahlâk, iyiye dönecektir. Kişi vasıflarını, kemalâta doğru değiştirip, düzeltecektir. Allah-ü Tealâ da, taat ve ibadetleri bunun için istemektedir. Bir kimse, amellerinin neticesini alamıyorsa; yani amellerinden evvelki hali ile amellerinden sonraki hali  arasında bir fark yok  ise, bu amellerin kendisine nasıl bir fayda sağladığını düşünmelidir.

Bu sebepten Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “ Bir iyilik yapmaya azmedip, yapamayan  kimseye bir hasene yazılır” buyurmuştur. Ve yine: “ Medine’de kalmış öyle kimseler var ki, bu cihaddan alacağımız her mükâfatta onlar da bize ortaktır” buyurmuşlardır. Zira o kişilerin, savaşa katılamayışlarının sebebi,  bedenlerine arız olan sebeplerdi. Yoksa kalplerinin isteği değildi. Onlar şehadet mertebesine aşık idiler. Onlar her an canlarını, mallarını fedaya hazırdılar. Ve Peygamberimiz (s.a.v.) bunu biliyordu. İşte cihad ameline katılmayıp, aynı sevabı alış müjdesi; kalplerinin ameli, yani niyeti sonunda olmuştur.

Bütün sayılan sebeplerden ötürü niyet, amelden daha hayırlı olmuş olur.

Halktan bazıları, ibadetleri olduğu halde, meselâ kul hakkına giren kişileri görüp, onları yermekte ve “Ben ibadet etmiyorum ama benim kalbim temiz” demektedirler. Kalplerinin temizliğini emin olarak biliyorlarmış gibi, ibadet yapmasalar bile kalp temizliği ile kurtulacaklarını sanarak böyle söylemektedirler.  Bu da elbet cahillikleri sebebiyle söylenmiştir. Zira eğer cahil olmasalardı, kalplerinin temiz olduğunu kabul etsek bile; niye daha iyi duruma gelmek istemesinler ve hazır kalpleri de bu kadar temiz iken neden Allah(c.c.)’a yakın olmayı istemesinler? Kalplerin sahibi, kalpleri bilir.

Niyet

NİYET

Niyetin fazileti

Âyet-i kerimeler:

“… Kim dünya menfaatini dilerse kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını dilerse ona da bundan veririz… ”.

Âl-i İmran/145

“Bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını bulur”.                                                                                    Nisa/35

“Sabah akşam rablerinin rızasını irade ederek O’na yalvaranları huzurundan çıkarma”.                                     En-am/52

“De ki: Dilediğinizi yapın. Çünkü hareketinizi Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Gizli ve aşikâre bilene döndürüleceksiniz de, O size ne yapar olduğunuzu haber verecektir”                                                                          Tevbe/ 105

“…Bir kavim, kendilerini değiştirip bozuncaya kadar, Allah şüphesiz ki onları değiştirip bozmaz…”                 Ra’d /11

“İnsanlardan kimi de Allah’a yalnız bir tarafından ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüz üstü döner…”                         Hacc/11

“Hepiniz O’na dönün, O’ndan korkun, namazı dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın.”                                        Rûm/31

Hadisler:

“Ameller niyet iledir ve herkese neye niyet ettiyse, o vardır”.                                                                 Buhari veMüslim

“Ümmetimin şehidlerinin çoğu başı yastıkta ölenlerdir. Savaş alanında nice ölenler vardır ki, onların niyetini ancak Allah  bilir”.                                  Ahmed ve İbn-i Mes’ud

“Kul iyi ameller işlediğinde, melekler bunu Allah-ü Tealâ’ya sunduklarında; (bu amelleri atınız, zira bu amellerde rızam kastedilmemiştir) buyurulur. Sonra da bir kul için meleklere (şu amelleri ona yazınız) diye buyurulduğunda, melekler (Ya Rab, o, bunların hiçbirini yapmadı) dediklerinde, (yapmadı ama niyet etti) buyurur ”.                                   Enes

“Helâlinden kâzanıp, meşrû yerde harcayanın ve bu hale heves edenin kâzancı aynıdır. Helâl ve harama aldırış etmeden malını kullanan ile; bu hali tasvip edip, heves edenin de günahı aynıdır”.                                                                                 Enes

“Kim ki bir iyiliği niyet eder ve sonra bir mani sebebiyle yapamazsa, tam bir sevap yazılır”.                               Teberanî

“Öldürülenler, niyyetlerine göre öldürülürler”.

                                                       Ömer bin Hattâb

“İki Müslüman kılıçları ile karşılaştıkları vakit, ölen de, öldürülen de cehennemdedir”.                           Buhari-Müslim

Burada ölenin suçunun ne olduğu sorulduğunda: “Zira o da, onu öldürmek istemişti” buyurulmuştur.

“Allah için koku süren, kıyamet günü misk gibi kokar. Başka maksatla süren ise leş gibi kokar”                       Ebû Talha

“Herkes hangi şey için hicret ederse, onun nasibi o şeydir”

Taberani

“Kim ki gâza ve savaşta yalnız ganimeti niyet ederse, ona da niyet ettiği şey vardır”                                           Ubâde Ra.

“Herkes nasıl ölürse, öyle dirilir”                            Müslim

“Nikâh mehrini vermemeye niyet ederek ölen adam zina etmiştir. Borç alırken vermemeye niyet ederek ölen adam da hırsızdır”.                                                                           Ahmed

Güzel Sözler:

“Amellerin efdali; farzları edâ, haramlardan kaçmak ve Allah katında sâdık niyettir”                  Ömer bin Hattâb

“Bilmiş ol ki Allah-û Tealâ’nın kuluna yardımı, niyeti nisbetindedir.”                                                  Sâbir bin Abdullah

“Nice küçük ameller vardır ki, niyetleri onları büyütür. Nice büyük görünen amelleri de, niyetleri küçültür”

Selef-i Salihin’den

“İyi adamın himmeti takvâ olur. Bütün âzaları, O’nu dünyalığa çekse de; onun salih niyeti, bir gün onu doğru yola götürür”                                                                   Dâvûd-i Tâi

“Eskiler nasıl amel edeceklerini öğrendikleri gibi, nasıl niyet edeceklerini de öğrenirlerdi”                      Süfyan-i Sevrî

“Hayrı niyet ettiğin müddetçe, hayır üzerinesin”

“İnsanlar niyetlerine göre haşr olunurlar”       Ebû Hüreyre

“Cennet ehlinin ebedi Cennette, Cehennem ehlinin de Cehennemde kalmalarının sebebi, niyetleridir ”       Hasan-ı Basri