Niyetin hakikati:
Niyet, şu anda veya gelecekte, arzuya uygun olana meyil ve heves ile, nefsin irade etmesidir. Yani istemektir. Her amel ilim, irade ve kudret ile oluşur. Bir şeyi istemek için, o şey hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. İnsan şu anda veya gelecekte kendi için fayda oluşturacak şeyleri ister, yani irade eder. Zararlı olanları ise istemez. İşte irade etmesi veya murad etmesi, kalbinin meyl etmesi demektir. İrade meydana gelince, kudret ile âzalar hareket eder. İşte insanı muradına uygun bulduğu şeye hareket ettiren şey, niyettir. Böylece amel meydana gelmiş olur.
Kudretin ameli meydana getirmesi değişik sebeplerle olabilir ki, bunları dört gurupta toplayabiliriz:
1)Tek sebebin yeterli oluşu: Burada irade ile amel meydana gelirken, tek sebep yeterli olduğu durumdan bahsedilir. Meselâ; bir adamın bir tehlike karşısında koşması. Burada koşma amelini sadece tehlikeden uzaklaşmak için yapmaktadır. Buradaki niyet halistir. Buradaki hareketine ortak başka hiçbir sebep yoktur. Buradaki halis niyetine uygun olarak yaptığı hareketine de ihlâs denir.
2)İki sebeple hareket etmesi: Meselâ; hem fakir hem de akrabası olan bir kimsenin, iyi durumdaki birinden istemesiyle, istediğini vermesidir. Bu adam zaten, sadece fakir olduğu için veya sadece akrabası olduğu için, her iki durumda da verecektir. Burada iki sebepten her biri kendi başına hareket ettirebilecek iken, birleşmiştir. Biz buna, sebepte arkadaşlık diyebiliriz.
3)İki sebeple kudretin harekete geçtiği, fakat eğer iki sebep beraber olmasa, harekete geçemeyeceği durum: Burada da meselâ; hem övülmek, hem de sevap kâzanmak bir araya geldiği zaman sadaka vermekten söz edilir. O kişi sadece övüleceğini bilse belki vermeyecekti. Yahut sevap olduğunu bildiği halde belki vermeyecekti. Ama iki sebep birleşince, sadakayı vermiş oldu. Buna da ortaklık denebilir.
4)Mevcut iki sebepten biri kalbi harekete geçirmek için yeterli olduğu halde; ikinci sebep de tek başına kalbi harekete geçirecek kudrette olmadığı halde; birinciye katıldığında, birincinin kudretini arttırmakla, hareket işini kolaylaştırmış olur. Birinin âdet haline getirip, esasen yaptığı nafile bir ibadeti, nasılsa yapacak olduğu halde, kalabalık yanında daha da şevkle yapmasını misal olarak verebiliriz. Burada o kişi yalnız olsa da yapacaktı fakat başkalarının oluşu hareketini şevklendirmiş oldu. Burada amele riya kokusu karışmış oluyor.
“Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır” Taberani
Bu Hadis-i Şeriften yola çıkarsak; meselâ; amel namaz ise, niyet de namaza niyetlenmek ise; namaza niyet etmek, namaz amelinden daha hayırlıdır gibi bir sonuç çıkarmamalıyız. Zira böyle değildir. Anlayışımızı açarak bakmalıyız. Niyet kalbin amelidir. Amel ise âzaların amelidir. O zaman belki şöyle diyebiliriz: Kalbin ameli, âzaların amelinden efdaldir. Elbette böyledir. Zira, kalp iyi olursa, âzalar da iyi olur. Kalp kötü olursa, âzalar da kötü olur. Ve ameli âzalar ile yapmaktan murad edilen, kalbin selâmete ulaşmasıdır. Maksat, âzaları kalbin hükmüne almaktır.
Meselâ secdede başımızı toprağa koymanın zahiren, yani görünüş itibarıyla tevazu’u gösterdiğini bilmekteyiz. Ama bu eğilişte, başı yere koyuşta aslolan kalbin tevazu’unu sağlamaktır. Ama eğer kalp, dünya işleri ile dolu ise, secdeye vardığında ne anlayabilir? Belki de bu namazın kâzası lâzımdır. Eğer kişide dünya sevgisi hakim ise, amelini dünyadan bir şeyler kazanmak için yapacak, dolayısıyla, ameline riya katmış olacaktır. Böyle amel, belki de kişiyi daha da çok zarara uğratır.
Dil ile “Lâ İlâhe İllallah” demekle, dil âzamız mutlaka kötü şeyler söylemeyip, tevhidi söylemekle iyi bir amel içindedir. Ama aslolan kalbin, Allah (c.c.)’dan başka İlâh tanımamasıdır. Yani kişi kalbine, uğrunda ahiretini feda edeceği hiçbir sevgiyi yerleştirmemelidir. Sadece Allah(c.c.)’ın kulu olmayı başarabilmesi, sadece Allah(c.c.)’dan ummayı, sadece Allah(c.c.)’a güvenmeyi, Allah(c.c.)’dan başka hiçbir şeyden kuvvet almamayı bilmesidir. Servetini, mülkünü, evlâdını öne geçirmemesi, nefsini İlâh etmemesidir. Tevhid kelimesi dilden, kalbe inince böyle olur. Şimdi dil âzasının ameli mi daha hayırlıdır? Kalbinin niyeti ile kalbinde hasıl olan amel mi hayırlıdır? Bunu çok iyi anlamak lâzımdır. Bu bakımdan konuyu uzatmış olduk.
İbadetlerden maksat iki türlüdür. Bir defa Allah(c.c.) emretmiştir, yapılması mutlak farzdır. İkincisi de, ibadetler ile kötü ahlâk, iyiye dönecektir. Kişi vasıflarını, kemalâta doğru değiştirip, düzeltecektir. Allah-ü Tealâ da, taat ve ibadetleri bunun için istemektedir. Bir kimse, amellerinin neticesini alamıyorsa; yani amellerinden evvelki hali ile amellerinden sonraki hali arasında bir fark yok ise, bu amellerin kendisine nasıl bir fayda sağladığını düşünmelidir.
Bu sebepten Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “ Bir iyilik yapmaya azmedip, yapamayan kimseye bir hasene yazılır” buyurmuştur. Ve yine: “ Medine’de kalmış öyle kimseler var ki, bu cihaddan alacağımız her mükâfatta onlar da bize ortaktır” buyurmuşlardır. Zira o kişilerin, savaşa katılamayışlarının sebebi, bedenlerine arız olan sebeplerdi. Yoksa kalplerinin isteği değildi. Onlar şehadet mertebesine aşık idiler. Onlar her an canlarını, mallarını fedaya hazırdılar. Ve Peygamberimiz (s.a.v.) bunu biliyordu. İşte cihad ameline katılmayıp, aynı sevabı alış müjdesi; kalplerinin ameli, yani niyeti sonunda olmuştur.
Bütün sayılan sebeplerden ötürü niyet, amelden daha hayırlı olmuş olur.
Halktan bazıları, ibadetleri olduğu halde, meselâ kul hakkına giren kişileri görüp, onları yermekte ve “Ben ibadet etmiyorum ama benim kalbim temiz” demektedirler. Kalplerinin temizliğini emin olarak biliyorlarmış gibi, ibadet yapmasalar bile kalp temizliği ile kurtulacaklarını sanarak böyle söylemektedirler. Bu da elbet cahillikleri sebebiyle söylenmiştir. Zira eğer cahil olmasalardı, kalplerinin temiz olduğunu kabul etsek bile; niye daha iyi duruma gelmek istemesinler ve hazır kalpleri de bu kadar temiz iken neden Allah(c.c.)’a yakın olmayı istemesinler? Kalplerin sahibi, kalpleri bilir.