DÜNYADA İŞLENEN SEVAP VE GÜNAHLARIN AHİRETTE KARŞILIKLARI:
İnsanlar ekim yeri olan dünya hayatını yaşarken, burada yaptıklarının veya yapmadıklarının karşılığını ahiret denilen, şu anda görmediğimiz için gayb kabul ettiğimiz, sonsuz hayatta bulacaklardır. Bu konu Kitap ve Sünnet yolu ile apaçık bildirilmiştir. Bilmediğimiz âlem ile ilgili bilgileri de anlayabilmemiz için misaller ile verilmiştir.
Beşerin kurtuluşu ahirete iman ile başlar. Allah(c.c.)’a inanan birinin, O’na inanması sebebiyle bildirdiklerine inanması, ahirete inanması gibi değildir. Fakat bu dahi bazı kötülüklerden koruyabilir. Ancak buradaki ahirete iman, uzak bir imandır. Ahirete iman ederek, iman edenin ahiret imanı ise, müşahede yolu ile veya Allah hakkında daha mufassal bilgilenmek yolu ile olduğu için, ahiret imanı yakîn bir iman olmuş olur.
Allah(c.c.)’a iman, görünmez olana iman olduğu halde, eserlerinin görülmesiyle, bir nevi görünene iman gibi olur. Uzakta olan Allah(c.c.)’a iman başkadır, yakında olduğu hissedilen Allah(c.c.)’a iman başkadır. İman sahibi eğer Allah(c.c.)’ın çok yakınında olduğunu, meselâ hiç değilse şah damarından yakın olduğunu biliyorsa, bu iman her anının gözetlendiğinin, her konuşmasının duyulduğunun bilincini getirerek, hatta daha da ötesinde kalbinden geçenleri de bildiği bilincini getirerek, yakîn bir imana sahip olmasına sebep olacaktır. Bu da kulu hem ahiret imanına götürecek ve hem de ahirete dair yakîn bir imana da sahip olmasına sebep olarak, günahlardan koruyacaktır. İnsanda imanın bütün cüzlerine birden iman etmek çok nadirdir. Bu sebepten bütün işlerin başı Allah sevgisidir. Bununla başlamak, kişiyi istenilen ve arzu edilen yere götürür.
Ahiretin dünyada eseri de yoktur. Allah hakkında mufassal bilgi edindikçe, yani isimleri, sıfatları ve fiilleri hakkında bilgilendikçe kalpte imanın nuru kuvvetlenmeye başlar. Eğer iman sahibi ahiret gününe tam olarak iman edebilseydi, elinden, dilinden hatta kalbinden kötü addedilebilecek hiçbir kötülük hasıl olmazdı.
İnsanlar kıyamet günü dört derecededirler. Her bölüm de kendi içinde bölümler bulundurur:
1) Birinci derecede olanlar: Helâk olanlar.
2) İkinci derecede olanlar: Azâb görenler.
3) Üçüncü derecede olanlar: Selâmete erenler, kurtulmuş olanlar.
4) Dördüncü derece: Umduklarını bulan mukarrebinler.
HELÂK OLANLAR
Ahiret Saadetine, Allah(c.c.)’a yakîn olmak ve Cemal’ine nazar etmekle ulaşılır. Bu saadete şüphesiz iman ve tasdik ile ulaşılır. İşte helâk olacak olanlar, Allah(c.c.)’ı, Ahiret’i, Peygamberleri inkâr ederler. Hayatı sadece dünya zannederler ve dünya için çalışırlar. Bu zümre Allah(c.c.)’ın rahmetinden mahrum kalacak olanlardır. Allah(c.c.)’dan uzaklıktan üzülmezler, yaklaşmaktan da bir zevk almazlar. Vücutlarını Cehennem ateşi yakarken, kalplerini de orada anlayacakları, ayrılık ateşi yakar. Bu kişilerin kalbindeki ateşi yakan da Allah-ü Tealâ’dır.
Allah(c.c.)’a arif olanlar bunu bildiklerinden: “ Bizim korkumuz Cehennem değil, Cemal mahrumiyetidir. Ümidimiz ise Cennet ve Huriler değil, O’na ulaşmaktır” derler.
“Şüphesiz ki bunda kalbi olan kimseler için öğüt vardır” Kâf/37
Bu âyet ile Rabbi’l Âlemin, bazı insanların kalplerinin olmadığını bildirmektedir. Allah ile ilgilenmek kalbi olanlara mahsustur. Allah(c.c.)’ı tanımaya çalışmak, sevgi beslemek, yakın olma arzusu hep kalbe ait olanlardır. Kalpten kast edilen ise, emir âleminden inen ve İlâhi olarak yaratılmış olma özelliğini kaybetmemiş olan, ruhani kalptir. Bu sadece İman etmiş olanlarda mevcuttur. Allah(c.c.)’a ait bir kutsal gizlilik, Rabbani bir lâtifedir. Allah(c.c.)’ın kuluna bahşettiği Zât’ından bir İlâhi nefhadır.
AZÂB OLUNACAK OLANLAR
Bu kişilerin imanı vardır. Fakat imanlarının gereğini yerine getirememişlerdir. İman tevhiddir. Tevhid Allah(c.c.)’ı birlemektir. Dil ile “Lâ İlâhe İllallah” demek değildir. Tevhid Allah(c.c.)’dan başka bir şeyi Mâbut edinmemek demektir. Nefislerinin hevasını yani isteklerini, Allah(c.c.)’ın isteklerinin önüne geçirmek, nefsini İlâh edinmek demektir. Bu, eğer gerçek değilse, abartılı bir suçlama olur. Ama Allah-ü Tealâ, Kitabında:
“ Onlar ki Rabbimiz Allah(c.c.)’dır dediler, sonra da istikamet ettiler” Fussilet / 30
“Allah de geç ve sonra onları bırak ki, daldıkları batakta oynayadursunlar” buyurmuştur. En’âm / 91
Tevhidin gerçek manası, Allah(c.c.)’tan başka her şeyi terk etmek, demektir. İnsanoğlu, imanının zayıflığı veya kuvveti nispetinde, nefsinin arzularına az veya çok uyacaktır. Bu da istikamet üzerinde aynı halde kalışa mani olacaktır.
“Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (Cehennem’e) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin üzerine kat’i olarak aldığı, kaza ettiği bir şeydir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız. Zâlimleri ise orada diz üstü çökmüş bir halde bırakacağız” Meryem/72, 73
Seleften bir kısmı bu âyeti duyduktan sonra korku haline girmişler ve: “ Bizim korkmamızın esas sebebi, Cehennem’e gireceğimizi kesin olarak bildiğimiz halde, çıkacağımızı kesin olarak bilmememizdir” demişlerdir. Cehennem’de kalmak bir andan yedi bin seneye kadar olabilecektir. Bu konuda haberler vardır. Yani azâbın hem bir süresi vardır, hem de değişik kişilere ait olmak üzere şiddeti vardır:
“ Bugün herkes kazandığı ile cezalanacak”
Mü’min/ 17
“ Hakikat insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur” Necm /39
“İşte kim zerre kadar hayır yapıyor idiyse, onun sevabını görecek; kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor idiyse, onun cezasını görecek” Zilzâl/ 7,8
“ Bir iyilik olursa, onun sevabını kat kat arttırır. Kendi cânibinden pek büyük bir mükâfat verir” Nisâ/40
Ahiret günü herkes hesaba çekilecektir. Beş vakit namaz, Cuma Namazı ve Ramazan; Kur’an ve Hadis kaynaklı bilgilerimizden öğrendiğimize göre, eğer büyük günahlardan kaçınılmış ise küçük günahlara kefaret olur. Kefaretin en küçük derecesi ise, hesabı kaldıramasa da azâba mani olmaktır. Durumu böyle olanın hesabı sona erdikten sonra, sevabı ağır geldiği takdirde, lâyık olduğu yere gidecektir. Meselâ Ashâb-ı Yemin (defteri sağdan verilenler) veya mukarrebin (Allah’a yakınlık kesbeden-ler) zümresine katılarak, Adn Cennet’ine ya da Firdevs Cennet’ine gidebileceklerdir. Ashâb-ı Yemin olanlar, taklidi veya tahkiki iman sahibi olabilirler. Taklidi imana sahip olsa bile, Ashâb-ı Yemin’den olan kişiler büyük günahlardan kaçınıp, İslâm’ın beş şartına uymuş kişiler olarak, Cennet’e girerler. Ashâb-ı Yemin olanların bir kısmı tahkiki imana sahip olanlardır. Bu kişilerin derecesi Mukarrebin olanlardan daha düşüktür.
Bir veya birkaç büyük günah işlemiş olan kimse, yahut İslâm’ın rükünlerinden birini ihmal edip terk eden kimse, şayet ölümünden önce Nasuh tevbesi ettiyse, hiç günah işlememişlerin arasına katılır. Zira günahlardan tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir. Eğer tevbe etmeden ölürse, günahta ısrarı ile imanı sarsılmış gibi olup, son nefeste imansız gidebilir. Taklidi iman sahipleri için bu durum daha önemli bir tehlike arz eder.
Basiret sahibi Arifler ise, son nefeste imansız gitmekten daha uzaktırlar. İster taklidi, ister tahkiki iman sahibi olsunlar, büyük günah işlemekten tevbe etmeden ölürlerse, Allah(c.c.)’ın Fazl-ı Kerem’inden affettikleri hariç, azâba muhatap olurlar. Azâbın süresi bitince, taklidi iman sahipleri Ashâb-ı Yemin’in yanına, Arifler de A’lâ-i İlliyyin’e yükselirler.
Azâbın sebeplerinden en önemli olanı, Allah(c.c.)’ı unutmaktır. Kişi Allah(c.c.)’ı unuttuğu zaman, Allah da ona nefsinin varlığını ve buradan gelebilecek afetleri unutturur. O zaman bu kişi sadece nefsi için yaşar. Allah(c.c.)’ı unutmak demek aynı zamanda kaba seviyede kalmak demektir. Beş duyunun varlığı ve bildirdikleri ile yaşamak, derin his âleminden haberdar olmadan yaşamak demektir ki, bu da insanı inkâra götürür. Göremediğini, duyamadığını reddetmeye götürür. Hayvanlar bile duyularının yanı sıra pek çok derin hissi anlayabilmektedirler. Depremleri önceden hissederler, yanlarına sokulan kötü niyetli insandan kaçarlar. Koklayarak bazı şeyleri sezerler, hastalandıklarında kendilerine şifa olacak otu bulabilirler. Sevgiyi bile hissederler. Derin hissetmek, insanın incelmesi ile ilgilidir. Aksi takdirde, insan hayvanlardan aşağı seviyede yaşar.
“Günahkârlar, Rableri huzurunda başlarını eğdikleri zaman, sen görsen onları” Secde / 12
İşte insan, derin hislerden uzak, kaba seviyede yaşamakla bu hale gelir. İnceldikçe kalbin görüşü başlar, buna basiret denir. Mevcut olan ve gaybde olan sezilmeye başlar, buna firaset denir.Dilden harikulâde sözler, bilgiler dökülür, buna da hikmet denir.
İnsanı Cehenneme sokacak en önemli günah, kul haklarıdır. Kul haklarından kurtulmak ve özel bir af yoktur. Bu sebepten Cehennem’den çekinen ve korkan kimseler, dünyada yaşarken, tevbe etme ile de bu haklardan kurtulamazlar. Hak sahiplerini bulup, haklarını iade etmeleri lâzımdır. Dünyada yaşarken helâlleşme imkânını bulamayanlar için, öbür âlemde helâlleşmek vardır. Kul hakkına girmiş olan, hakkını gasp ettiğine nice sevaplarından vererek, razı etmeye çalışacak, Cehennem’e girmemek için belki de bütün güzel amellerini verecektir. Kul haklarından anlaşılan, sadece maddi olan hakları değil; gıyabında dedikodu yapmak, iftira etmek gibi dil ile yapılan günahların hakları da söz konusudur. İnsanların çoğu bu sebeple kul haklarından kurtulamaz. Zira hiç kimse, “senin hakkında bunları söylemiştim” diyecek kudrete sahip olamaz. Olsa bile hakkında geçmişte konuştuğunu nereden bulacak veya bunu söylediğinde karşısındakinin nefreti sebebiyle nasıl razı edecektir?
Şüphesiz Cehennem’den çıkacak olanlar, muvah-hidlerdir. Yani tevhid ehli olanlardır. Bu da değişik derecelerde olur. Dil ile olan tevhidin, ahirete bir faydası olmaz. Tevhid ile aranan, tevhide sâdık oluştur. Bu da şu demektir. Kişi başına gelen ve karşılaştığı her işin sahibini görmelidir. İşlerin sahibi Allah(c.c.)’tır. Sebepler ile oyalanmadan, esas müsebbibi görmek, tevhidde kemale ermek demektir. Bu kişi işlerin sahibi olarak Allah(c.c.)’ı gördüğü için, işlere sebep olanlara kızmaz, hatta daha ileri derecelerde, tüyü bile kıpırdamaz. Bu konu da iman ile ilgilidir. İmanın dağlar kadar diye tarifi olduğu gibi, zerre kadar diye de tarifi vardır.
Cehennem’den en son çıkacak olan kalbinde zerre kadar imanı olandır.
“Rabbin kullarına zulmedici değildir” Fussılet/ 46
“Şüphesiz Allah zerre kadar haksızlık etmez”
Nisâ/40
KURTULMUŞ OLANLAR
Necat bulmuş olanlar, selâmete erenlerdir. Ne Cennet ne de Cehennem ehlidirler. Allah(c.c.) hakkında marifetleri olmadığı gibi inkârları da yoktur. İbadetleri de yoktur, isyanları da yoktur. Bunların gideceği yer, A’raf’dır. Burada deliler, mecnunlar, din ve hükümleri hakkında hiç bir şey duymamış olanlar, sahrada, kutuplarda ferdî olarak yaşayıp, dinden hiç bilgisi olmayanlar bulunacaktır.
UMDUKLARINI BULANLAR
Bunlar taklidi imana sahip olmayan, hakiki iman sahipleri olup, Arifler ve Sâbikundan olan mukarreblerdir.
“Artık onlar için, yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak, gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş olduğunu kimse bilmez” Secde/ 17
Bu kişiler, Allah(c.c.)’a karşı öylesine sevgi ve muhabbet duyarlar ki, Cennet’in sahibini düşünmekten, Cennet’i, dünyada yaşarken her şeyi ve hatta kendi nefislerini bile unutmuşlardır.