Kategori arşivi: 4.02.Nefsin Makamları

Nefsin Makamları

Nefsin Makamları:

Nefis, anlaşılan odur ki, insanı Allah(c.c.)’a yaklaştırmaya vesile olan en önemli vasıtadır. Yolun duraklarına göre, nefis yedi makam üzere olur.

Nefs-i emmare; hayvani ahlâk taşıyan ve kötülüğü emredendir. Bu nefis sahibi, bu ahlâktaki nefsini islâh etmeden ölürse, karşılaştığı son acı olur.

Nefs-i levvame; emmarede olan nefis ile mücadele sonunda, ikinci nefis mertebesi olandır. Bu nefis, günaha girer, tevbe eder, tekrar yükselir, tekrar aynı başlangıca döner. Kendini suçlayan, yaptıklarından pişman olan ve tekrar aynı suça yönelebilen nefistir. Bu nefsin sahibi iyi halde iken, yani yükselmiş iken ölürse, umulur ki affolabilir. Lâkin kötü hale girdiğinde ölürse, aynen nefsi emmarede imiş gibi muamele görür.  Levvamede olan kişide zulmet perdeleri kalkar, fakat tekrar günaha dönülünce, yeniden oluşur.

Nefs-i mülhime; ilhamların başladığı, iyiliğe yönelmenin daha çok olduğu, bir günah işlemişse pişmanlık duyulduğu, tekrar aynı günaha dönmemek üzere gayret sarf edildiği nefsin üçüncü makamıdır. Buraya kadar ulaşmak bile, ancak mürşit öğretisi ile mümkündür. Tasavvuf yoluna girenlerden yol alanların çoğu, belki ancak bu makama kadar ulaşabilmiştir. Bu bakımdan önemli bir makamdır, fakat ayakların kolay kaymasının mümkün olması bakımından da tehlikeli bir makamdır. Bu makamda artık zulmet perdeleri yanmıştır. Baş edilmesi gerekenler, nur perdeleridir. Zulmet perdelerinin tamamen kalkmış olması, bir daha olmayacak manasına gelmez. Her zaman düşme tehlikesi olduğu için, zulmetlenmek de mümkün olur. Bu makamda en çok rüyalara takılma olur. Bir de nefsin işaret etmesi sebebiyle, sebeplere takılma çok olur. Tevhid-i ef’al henüz kalbe yerleşmemiş olduğundan, her ne kadar yeri geldiğinde her şeyin Allah’tan olduğu ve her işin sahibinin O olduğu dil ile söylense de, olayların içinde bu bilgi tamamen unutularak, kuldan bilme hatasına çok düşülür. Buraya kadar anlatılan bu üç nefis makamı, ilm-el yakîn oluştur. Yani kul Allah(c.c.)’a ilmen yakın olmuştur. Birinci ve ikinci makamın , üçüncü ile farkına gelince; amellerin uygulanmasına riayet, amellerin önemini kavramak, iyilik ile kötülüğün bir arada bulunmasına kayıtsız kalamamak gibi durumlardır. Kul bu makamda Esma-ül Hüsna ile meşguldür. Allah’ı isimleri ile tanımak hoş gelir. Kendisi de bu isimlerin tecellisine bir nebze de olsa uğramak ister, uğramıştır da.

Fakat burası, kişinin varlığının en çok var olduğu makamdır. Varlığın ne kadar kötü olduğunu bildiği halde ve bundan kurtulmaya çalıştığı halde, tam yokluğa asla giremez. Hep varlık alâmetleri gösterir. Acıdır ki, bu makamda olan kişi, kendi varlığını göremediği halde, kendisinin dışında olan kişilerdeki varlığı müşahede etmektedir. Buradaki aldanışının sebebi; karşısındaki kişide görmüş olduğu varlık belirtisinin aynısı kendisinde yok olduğu içindir. Ama bilmez de aldanır. Zira kendisinde de karşısında tespit ettiğinden başka varlıklar vardır. Görmesi tam olmadığı için, kendini kemal mertebesinde sanır. Karşısındakini de noksan yerde sanır. Bazen buraya kadar yükselmesine vesile olan yol göstericisinden bile yüksek olduğunu zanneder. Bu kişilere kendileri hakkında aldanmalarında en büyük desteği de, çevresinde toplanan bir avuç sevdikleri verir. Bunların iltifatı, sevgi ve kıymet verişleri, bu kişilerin kendi hakkındaki olumlu kanaatlerine destek sağlar.

Cehd ve gayret ile, bir de varlığının olduğunu tesbit ve kabul etmek sureti ile uğraşarak, bir sonraki makama geçebilirse, varlığı saklanarak, yokmuş gibi görünebilir. Lâkin esas varlığından kurtulma, fenafillâh makamında olduğu için, bundan emin olmak üzere, mardiye makamına geçmek için duada bulunur. Tevhid denizinde yüzmeden varlık kaybolmaz. Tevhid denizinde boğulmakla, sapkın yollara girilmiş olur. Tevhid denizinde, katre olmakla ise, gaye hasıl olmaya başlar.

Nefs-i mutmainne; emin nefis, kendinden emin olunan nefis demektir. Artık zulmet perdelerinin yeniden hasıl olması çok zor bir ihtimaldir. Bu bakımdan bu makamın ancak sonuna varıldığında yani tamamlandığında, kesinlikle düşme olmaz, denilebilir.

Dördüncü makam olup, edinilmiş olan güzel ahlâk artık sahibine ait olur, yapıştırma olmaz. Kişinin uzun zaman üzerinde durarak elde ettiği güzellikler hakkında, halinde bir meleke oluşmuştur. Yani olaylar karşısında güzel hal ve davranış; iyi olduğu için özenerek, taklid ederek değil,  kendiliğinden çıkar. Bu makamın eseri; kişinin kalben fiillerin tevhidini keşfetmesidir. İlim yolu ile öğrenmek suretiyle değil, kendi keşfi ile sebeplerin yaratıcısını bilir. Bu yüzden, keşfi kadar tevhid-i ef’ale yönelir ve bu kadar ile emin olunan kişi olur. Makamı tamamladığı zaman, bütün fiiller hakkında ayn’el yakîne gelmiş olur ki, işte düşmesine engel olan da, budur. Velâyet makamıdır.

Bu kişiler, insanların nefisleri hakkında bilgilidirler. Onun için daha hoş görülü olurlar. Etrafları tarafından sevilen, aranan kişilerdir. İtaatleri apaçıktır. Simaları ise huzur verir. Yanında bulunmaktan hoşlanılır. Onlar da Hak’tan aldıklarını, cömertçe halka saçarlar. Affedicidirler, kalplere hem korku, hem de ümit verirler. İsim tecellilerinin çoğunu yüzlerinde ve kalplerinde taşırlar. Sıfat tecellilerine de uğramaya başlamışlardır. Varlıkları henüz yok olmamıştır. Nur perdelerinin var oluşu, bu kişileri var eder.

Nefs-i radiye; razı olan nefis olup, beşinci makamdır. Allah(c.c.)’ın kâza ve kaderine rıza gösterirler. Bu makamda olanlarda asla düşme olmaz. Bu kişiler kendileri hakkında razı oluşlarını bile, bilmezler. Bu makamın gereği olarak, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bilinen ve bilinmeyen bütün sünnetleri tamamlanmıştır. Rıza makamının gereği olan, ayn-el yakîni yaşarlar. Her ahlâkları tabii olarak hasıl olur. Hareketleri, gayri iradidir. Asıl iradenin hükmünde hareket ederler. Hadis-i Şerifi ile bildirilen “ölmeden evvel ölme” sırrına ermişlerdir. Akıl olarak da kötülüklere akıl erdiremeseler de; olaylarda ve konularda, külliyen düşünmeyi bilirler. Kudret ve irade sıfatlarının aşikâr tecellisine(yansımasına) uğramışlardır. Semi’ ve Basar tecellilerine de uğradıklarından, Allah ile oldukları zamanlarda, Allah ile görür, Allah ile işitirler. Bir Kudsi Hadis’de: “Kulum nafilelerle bana öyle yaklaşır ki, ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Bu kulum benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür” buyurulduğu gibi olur. Allah ile beraber olmadıkları zamanda varlıkları az da olsa vardır.

Nefs-i mardiye; kendisinden razı olunan nefis, demek olup, altıncı makamdır. Burada kulu, Hak Tealâ kendine çekip, almıştır. Hakk-el Yakîn mertebesi başlamıştır. Bu mertebe, bu makamın sonuna kadardır. Ondan sonra tam olarak “fena” ya geçilir.

Burada isimlerin çoğu kula yansımıştır, hattâ Hak’kın sıfatları ile donanmıştır. Nur perdeleri de kalmamıştır. Tevhidin aslı yaşanmaktadır. Burada kul, Zât’ı Zât ile bilir. Fena başlamıştır.  Kul, Hak’ta ifna(yok) olmuştur. Kendi varlığının var olduğu bilinci dahi kalmamıştır. Tevhidin aslı yaşanmakta olduğundan, hiçbir şey kendisine değmez, hakaret edilse, alınmaz. Gözünde iltifat ile zemmedilmek birdir. Kolay özür diler, kolay affeder. Kendi var olamadığından dolayı, menfaate dayalı işleri olmaz. İnsan ayırmaz. Kimsenin kötülüğünü istemez. Kendisine kötülük için giden, kötülük yapamadan döner. Her kes tarafından sevilir, saygı duyulur. Huzurunda oturulduğunda, Allah’ı hatırlatır. Hiç konuşmasa da sohbet etmiş gibi, kalplere feyz verir. Her kesin derdini yüklenme halindedir. Ölümü sever ama dileyemez. Bütün dünya ile barışık yaşar. Buraya kadar ulaşma,  nadirin nadiri olarak mümkündür.

Nefs-i Safiyye; yedinci makam olup, bu makama vasıl olmak nadirin nadiri olarak bile mümkün değil gibidir. Hak ile bekada oluş makamıdır.

İşte böylece; nefsin makamlarını yüzeysel  olarak anlatmış olduk. Nefis ile mücadele, böyle zor olan bir şeydir. Nefis de zora gelmeyi sevmediği için, sahibini bu yollara girmekten alı koymak için; daima vesileler yaratır. En başarılı olduğu konu ise, dünya sevgisini, kalplere sokmaktır. İnsanlar ise, ilim öğrenme yollarına girmedikleri için, nefislerine uyarak, nefisleriyle geçinip, giderler. İlim öğrenen için ise, bu yollar açılır. İlmin başlangıcı; dinin usullerini öğrenmek, âyet ve hadislerin ne söylediği hakkında bilgi sahibi olmak, helâl ve haramları tanımak ve yaradılış amacına uygun yaşamaya çalışmaktır. Sonra öğrenilenler ise; kurtuluşu temin edecek konuları öğrenmektir.

Şimdi, nefsin korkmasını sağlamak üzere, hiç okumadığımızı var sayarak, bazı âyetlerden örnekler vererek, nefis ile mücadele etme yollarını açmış olalım: