KİŞİNİN KURTULAMADIĞI SABIRLAR:
1) Hoşuna giden şeylerin bolluğu karşısındaki sabır:
“Ey! İman edenler! Sizi ne mallarınız, ne de evlâtlarınız, Allah’ı anmaktan alıkoysun” Münafikun/9
“Ey!İman edenler! Eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde size hakikaten düşman olanlar da vardır” Tegabün/14
“Muhakkak mallarınız ve çocuklarınız fitnedir”
Tegabün/15
Varlıkta sabır, yoklukta sabırdan daha zordur. Varlık sebebi olan her şey mübah olmasına rağmen, bunlara meşrudur diyerek fazla dalış, nefse azgınlık getirir.
Ariflerden birisi: “Felâket ve müsibetlere her Mü’min sabredebilir. Afiyet ve bolluğa ise ancak sıddıklar sabredebilir” demiştir.
Sehl b. Tusteri ise: “ Afiyete sabır, müsibete sabırdan daha zordur” demiştir.
Ashab-ı Kiram : “ Darlık ve sıkıntılarla karşılaştık. Bunlara karşı sabretmeyi bildik. Şimdi bollukla karşılaştık, buna sabredemiyoruz” demişlerdir.
Afiyet ve bollukta sabretmek için, elinde bol olan imkânlara güvenmemeli, hepsinin emanet olduğunu iyi bilmelidir. Sahip olduklarının bir anda elinden gidebileceğini düşünmeli, onların kendisine emanet edilme haklarını, muhtaç olanlara vermelidir. Bedeni ile genişlikte ise, bedenini hizmet için kullanmalıdır. Diğer azaları için de durum aynıdır. Bollukta olan sabrın, yine kişinin kendisine dönmesi mümkündür. Elindekiler daralıp, yokluğa düştüğü zaman, emanet olduklarını bildiğinden, onların yokluğu ile kılı kıpırdamaz. Bu sebepten bolluğa sabır, ancak sıddıkların işidir. Yokluğa sabretmek ise, mecburiyetten dolayı sabretmektir.
2) Hoşuna gitmeyen şeylere sabır:
A)Hoşuna gitmeyen şeyler kendi iradesi ile olanlar: Taat ve Masiyetlerdir.
TAAT(itaat): Kul taatin ağırlığına sabretmek durumundadır. İnsanın nefsi, taat ve ibadetlere karşıdır. Bunlardan nefret eder. Nefis İlâh olmaktan hoşlanır. Etrafındaki diğer insanlar üzerinde hüküm kurmaktan, onları emri altına almaktan, övülmekten, yüceltilmekten hoşlanır. Halbuki kul olmada, Allah’ın hükmüne girmek, önünde eğilmek, şanını yüce bilmek vardır. Nefis dünyaya ait bir şeydir ve hoşlandıkları da dünya ile ilgilidir. Sahiplenme arzusu, efendilik iddiası, başkalarını küçük görme tabiatı hep bu sebeptendir.
Taatlerin hem farz olanları hem de nafile olanları için sabra ihtiyaç vardır. Taate sabır için üç hale ihtiyaç vardır:
Önce sağlam bir niyette bulunulur. Niyette ihlâs şarttır. Niyette ve taatte riya tehlikesinden korunmalıdır.
“Ameller niyetlere göredir” Hadis’i niyetin önemini anlatır.
“Sabredenler ve Salih amel işleyenler hariç” Hûd/11
Sonra ameller gelir. Amel sırasında, Allah’dan gaflet etmeden, amelin edep ve sünnetlerine riayet ederek, tembelleşmeyerek devam etmek, sabırdandır.
“Amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir ki, onlar sabretmişlerdir” Ankebut/58
Son hal ise, ameli bitirdikten sonra, amelini riyadan saklamak için sabra olan ihtiyaçtır. İnsanın nefsinde Allah’ın bilmesinden daha önemli olan, kulların bilmesi arzusu vardır. Bu sebepten yaptığı bir iyi ameli illâ ki duyurmak, fark ettirmek arzusu olur. Bundan korunabilmek için, her ne yaptı ise Allah-ü Tealâ’nın bildiğini nefsine hatırlatmalı ve diğerlerinin bilmesi ile bir kazancının olmayacağını düşünmelidir.
“Amellerinizi iptal etmeyiniz” Muhammed/33
MASİYET(Allah’ın gayrı): İnsanların en muhtaç olduğu sabır, isyana sabırdır. İsyan nefsin arzularına uymak olduğundan, nefsin arzularına uymamak için gösterilen sabır da denir. İnsanın en çok zorlandığı sabır, adet haline gelmiş olan günahlara sabırdır. Adet, nefsin arzularına eklenince, günahı işlemek daha kolay olur. Meselâ yalan, gıybet, riyakârlık, yağcılık, şakacılık ve hakaret için anlatılan hikâyeler gibi… Sohbetlerde bunlarla konuşulur. Alışkanlık haline geldiği için, kimse bunları konuşmakta veya dinlemekte bir sakınca görmez. Meselâ ipek giyen bir erkek eleştirildiği halde, bunları konuşanlara bir şey denilmez. Halbuki gıybetin, zinadan daha ağır olduğuna dair, haber vardır. İşte bunlara sabretmek gerçekten zordur. Bu konuşmalardan kendini alamayanlara, yalnızlık ve uzlet tavsiye edilir. Yalnızlığa sabır, diline hakim olma konusundaki sabırdan daha kolaydır. Böyle günaha girilen toplantılarda, günaha orada bulunan herkes ortak edildiği ve yaygınlaşmasına sebep olunduğu için, günah daha da ağır olacaktır.
B)Karşılaştıkları, kendi iradesinin dışında olanlar: Bunlar kişiye hakaret gibi veya canına sataşmak gibi durumlardır. Her ne kadar bu olaylar kendi iradesinin dışında gelişse bile, kendi iradesi ile bunları def edebilir. Bu gibi eziyetlere sabır bazen vacip, bazen de fazilet olur. Sahabeden bazıları, eziyetlere sabretmeyen Mü’minlerin imanlarına kıymet vermediklerini söylemişlerdir.
“Onların ezalarına aldırış etme. Allah’a güvenip, dayan” Ahzâb/48
“Onlar ne derlerse katlan. Onlardan sızıltısızca ayrıl”
Müzzemmil/10
“And olsun, biliyoruz ki, onların söyleyip durduklarından göğsün cidden daralıyor. Sen hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol” Hicr/ 97,98
“Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a eş tanıyanlardan da her halde incitici birçok lâflar işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu hadiselere karşı bir azimdendir” Âl-i İmran/186
“Eğer her hangi bir ceza ile mukabele edecek olursanız, ancak size reva görülen ukubetin misillemesiyle ceza yapın. Sabrederseniz, and olsun ki bu, tahammül edenler için elbet daha hayırlıdır” Nahl/ 126
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Gelmeyene git, vermeyene ver, sana kötülük edeni affet” buyurmuştur.
Eziyet verene sabır, eziyet vermemekten daha önemlidir. Peygamberimiz (s.a.v.)’e Kureyş’ten çok eziyet edilmiştir. Bir bakıma eziyete katlanmak, sünnettir de.
C) Kişinin ne gelişi ne de gidişi iradesiyle olan şeylerde sabrı: Bunlar müsibet ve felâketlerdir. Kişinin servetinin kaybolması, şiddetli hastalığa düşmesi, aza kaybı, evlâtlarının kaybı gibi büyük acılar, felâketlerdir. Bunlara sabır en yüksek sabırdır. Belâ gibi olanlara sabretmek ancak sıddıkların işidir. Ancak Peygamberlerin güç getireceği bir şeydir.
“Allah’ım, dünya müsibetlerini bana kolaylaştıracak olan yakîni, Senden isterim” Tirmizi
“Sabırla kurtuluşu beklemek, ibadettir” Tirmizi
“Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak sen bizim gözlerimizdesin” Tûr/ 48
“Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir”
Zümer/10
“Acıya uğrayıp,kimseye duyurmaman ve şikâyette bulunmaman; Allah’ı tazim ve O’nu hakkıyla bilmendendir” Hadis-i Şerif
Davud a.s. “Ya Rabbi! Senin rızan uğrunda müsibetlere sabreden kederli adamın mükâfatı nedir?” diye sorunca, Allah-ü Tealâ “Ondan asla soymayacağım iman kisvesini ona giydirmemdir” buyurmuştur.
Fuzayl’a sabırdan sorulduğunda, Allah’ın kazasına rızadır, demiştir. “Bu nasıl olur?” dendiğinde ise: “Razı olan kimse, bulunduğu halden daha üstününü istemez” demiştir.
Davud a.s., Süleyman a.s.’a “Mü’minin takvasına üç şey ile delil çekilir. Ulaşamadığı şeye tevekkül, eline geçene rıza ve kaybolana da sabır ile” demiştir.
SABR-I CEMİL: Bir felâkete uğrayanın, o felâkete uğramayanlar gibi bir tutum içinde olmasıdır. İçinden acı duyması, gözünden yaş akması sabrın değerini düşürmez. Nitekim, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), oğlu İbrahim öldüğünde gözlerinde yaşlanma olmuştur. Bu, Allah’ın kalplere yerleştirdiği merhamet sebebiyledir.
Sonuç olarak fakirlik başta olmak üzere müsibet ve felâketleri gizlemek, sabrın kemalindendir.