ŞÜKRÜN TARİFİ VE HAKİKATİ:
Şükür, bütün nimetlerin Allah’dan olduğunu bilmektir. İster vasıtalı, ister vasıtasız gelmiş olsun.
Allah Yolunda giden yolculara ait makamlardandır. Diğerleri gibi ilim, hal, amelden meydana gelir. Şükrün nimetler ile ilgisi vardır. Nimetleri düşünürken dünya ve ahiret nimetleri olarak; ya da maddi ve manevi nimetler olarak her türlüsünü düşünmek lâzımdır.
İlim: Her türlü nimetin kimin eliyle gelirse gelsin, Allah’dan geldiğini bilmektir. Yarattıklarının hepsini nimetlendiren Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederek, tek olduğunu anlamak takdistir.
Arada sebep olan biri olsa, o kişi şu durumdadır: Veren kişinin kendisine verme imkânını ve verme iradesini bahşeden Allah’tır. Vermesi ise hem dünyada hem de ahirette kendisi için hayırlıdır. Bu inanca sahip olduktan sonra, vermemesi artık mümkün olmaz. Ayrıca verdiğinin kendi için kâr olduğunu, eğer kârı olmasa vermeyeceğini bilir. Bu durumda, verenin kendi için umduğu bir nimete kavuşmak üzere vermesi, söz konusudur. Bu arada umduğu nimete kavuşmak için, verdiği kişiyi de sebep etmiş olmaktadır.
Allah’ın fiil tecelliyatını böylece anlayarak, sebepler yaratılmıştır, fakat bütün işlerin sahibi Allah’tır diyerek, ilmen tevhide erilmiş olunur. Bundan sonra şükredilebilir.
Yani: Önce takdis( Sübhan Allah), sonra tevhid(Lâ İlâhe İllallah), daha sonra da tahmid( Elhamdülillah) gelir. Sebeplere takılanlar, yani sebeplerin kanalından nimete kavuşanlar, sebepleri nimetin sahibi gibi görenler, gerçek manâda şükretmiş olmazlar. Sebeplere can ve gönülden teşekkür ederlerken, esas nimeti verene de dillerinin ucu ile teşekkür ederler. Bu şükür dilleri ile olan şükürdür, şükürden sayılmaz. Şükrün hakikatinde tevhidden sonra, şükre vasıl oluş vardır.
“Sübhanallah diyene on hasene, Lâ ilâhe İllallah diyene yirmi hasene, Elhamdülillah diyene otuz hasene vardır” Hadisinde, şükrün yapılabilmesi için önceden takdis ve tevhidin yapılması gerektiği buyurulmuştur.
Şükür bütün nimetlerin, Allah’dan olduğunun bilinmesi olduğuna göre, gerçek şükür sahipleri fiil tecelliyatına uğramış, efal-i tevhide ulaşmış kimselerdir. Veya üzerinde fiil tecelliyatı hükmeden kişiler, şükrünü yapabilenlerdir.
Hal: Nimeti verene marifet geliştikten sonra, yani nimeti vereni bildikten sonra, devam eden ferahlık, sürûr durumudur. Eğer kişi nimeti vereni seviyor ve bu nimetle, nimeti verene hizmet edeceği için mutluluk duyuyorsa, bu ferahlık ve sevinç şükürdür. Yok eğer nimete seviniyor ve bu nimete sahip olduğu için seviniyorsa, bu, şükür değildir. Nimet sebebiyle sevinmek üç türlü olur:
1) Verilen nimetin arzusuna uygun olması durumunda, nimete sevinmek. İnsanların çoğu böyle sevinir. Şükür değildir.
2) Nimeti verenin kendisine nimet vermesi ile yanında bir kıymeti olduğu için sevinmek, kendisinin kendine verdiği önem yüzünden, sevilmesinin kıymeti sebebiyle sevinmektir. Burada da nimeti verenin Zât’ına değil, in’ama sevinmek söz konusudur. Allah yolunda ilerlemeye çalışan saliklerin durumu böyledir.
3) Nimet verenin verdiği nimete sevinirken; o nimet ile nimeti verene yaklaşabilmek, Cemal’ini seyredebilmek, o nimet ile belki de hizmet edebilmek sevincidir. Bu en kemalâtlı şükürdür. Bu kişiler, sevinmek şöyle dursun, kendilerini Hak’tan ayıracak diye, nimetin verilişine üzülürler bile.
“Şükür nimeti değil, nimeti vereni görmektir” Şiblî
“ Avamın şükrü yemek, içmek, ve giymek ferahlığında olur. Fakat havasın şükrü, kalbe gelen İlâhi Nefha’lar iledir” İbrahim Havas
Amel: Nimeti vereni bilmenin ferahlığı ve sevinci ile, amel etmektir. Bu amel bütün azalar ile olur. Kalp ile olan, iyiliğe niyet etmek ve bunu herkesten gizlemektir. Dil ile olan şükür, Allah’dan razı olduğunu Rabb’ine bildirmesidir. Bunun aksi Rabb’ini aciz bir kula şikâyet etmesidir. Gözün şükrü, Müslüman kardeşlerinde gördüğü kusurlar görmemiş gibi olması ve örtmesidir. Kulağın şükrü ise duydukları başkalarına ait ayıpları duymazlıktan gelmektir.
Kişinin aciz olup, sıkıntıya dayanamaması veya verileni az görerek şikâyet eder hale girmesi durumunda, şikâyetini aciz birine değil, yine Allah’a yapması lâzımdır. Böylece Allah’ın karşısında istekli olmaktan dolayı zillete düşse bile, bu zillet(küçük düşme), aciz birinin karşısında zillete düşmekle bir olabilir mi? Kulun Mevlâ’sına zillet göstermesi de aynı zamanda izzettir. Hz. Cüneyt : “ Şükür, nefsini o nimete lâyık görmemendir” demiştir.