Kategori arşivi: 30.Adl

Adl

ADL    (el-Adl)                   (30)

Çok adil,mutlak adalet sahibi

Kur’an-ı Kerim’de :

 

1)         “Rabbinin sözü, doğruluk (sıdk) ve adalet (adl) bakımından tamamlanmıştır.” En’âm 115 Âyetinde, sözünün adaletinden bahsedilmiştir.

 

2)    Pek çok Âyette hak ve kıst sözleri,adl manâsında kullanılmıştır: Âl-i İmrân 18/ En’âm 57/ A’râf 8/ Yunus 4

 

3)    Hak ve adaletinin mutlak olduğunun belirtildiği : Enbiyâ 47/ Yunus 54/ Zümer 69

 

4) Toplumda adil olmamızı isteyen:“Şüphesiz Allah adaleti ve iyiliği emreder” Nahl 90

 

5) Hakimin adaletle hükmetmesi :  Nisâ 58

 

6) Yazanın adaletle yazması :  Bakara 282

 

7) Toplulukların arası bulunurken adaletle hükmedilmesi: Hucurât 9

1)    Konuşmalarda bile adaletten ayrılmamak gerektiği: En’âm 152

 

Manâsı adaletli olmasıdır. En adil olan şüphesiz Allah-ü Teâlâ’dır. Adalet zulmün zıddıdır. Adl ismini anlayabilmek için,  sınırsız düşünceye erişebilmek gerekir. Yoksa sınırlı düşünen insanî aklımızla ne bu ismi, ne de başkalarını anlayabiliriz. Meselâ yaşam, ebedi olmakla sınırsız olmuş olur. Yaşam derken sadece dünya hayatını düşünürsek, sonu olan bir şeyi yani sınırlı bir şeyi düşünmüş oluruz. Ebedi hayata inananlar için muteber değerlendirmeler, sonu olmayan ebedi hayat esas alınarak yapılan değerlendirmelerdir. Şimdi meselâ bazıları bu noktaya dikkat etmeden, falancayı fakir etmekte Allah’ın adaleti nerede? diye sormaları, düşüncelerinin sınırlı olması sebebi ile, adaleti anlamamaya varır. Oysa ki ebedi hayatın yanında sonu olan bu hayatta uğranılan sıkıntılar, belki de esas hayat için bir gerekliliktir. O zaman ne kadar iyimser düşünsek bile, Allah’ın adaletini anlamamız mümkün olmayabilir.

 

“ Âfâkta da , kendi nefislerinde de yakında âyetlerimizi onlara göstereceğiz.” Fussilet 53

 

Mevcut olan her şey Allah’ın işleridir. Yani fiilleridir. Hem ayrıntılı olarak, hem de bütün olarak Allah’ın fiillerini bilmeyenler için, isimler sadece lûgat manâsı ile bilinebilir. Yani anlayış ve kavrayış olarak anlayabilmek için, Allah’ın ahlâkını tanıyabilmek için fiil tecelliyatını anlamış olmak lazımdır. Fiilleri tafsilatı ile biliş, insan için takat dışıdır. Buna rağmen nadiren de olsa bütünüyle biliş mümkündür. Bunun için de insan kendi iç alemindeki yolculuğunu tamamlamalı, kendinden giderek, bu manâyı kavrayabilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de Hızır (a.s.) ve Musa (a.s.) kıssası  malumdur. Bu manâ yolculuğunda, Musa (a.s.), Allah’ın fiillerini kemali ile anlama noktasına daha sonra  erişmiş olmalıdır. Bazı ters gibi görünen şeylerin ne kadar düz olduğunu , beşeri özellikler içinde göremeyebiliriz. Yine Kur’an-ı Kerim’de Allah-ü Teâlâ; şer bildiklerimizin arkasında hayır olabileceğini bildirerek, kulunun beşeri özellikleri ile nasıl itiraz edebileceğini bildiğinden, hatırlatıyor.

 

Bu ismin yansıdığı kişiler; önce kendi nefsinde adil olmalıdır. Sonraki aşama ise, kendi nefsinde adil olduktan sonra dışarıda adil oluşudur. Adalet anlayışı iki türlüdür. Kulca adil oluş ve Hak’ça adil oluş. Aslolan  Allah’ın adaleti gibi adil oluştur. Fakat bu noktaya geliş zordur, hatta belki de mümkün olmadan da hayatın sonuna gelinebilir. İnsana düşen görev, Hak’ça adaleti buluncaya kadar, kulca adaleti yaşamak ve yaşatmaktır. Meselâ; insanların haklarını çiğnememek, kimseye eliyle, diliyle ezada bulunmamak, hakaret etmemek, yakın çevresinin haklarını mümkün olduğu kadar yerine koymak, öfkelenmemek, çirkin söz ve davranışlarda bulunmamak, ayırımcı muamelede bulunmamak, insanların emeklerinin karşılığına sahip çıkmak,v.s., … gibi.

 

İşte bunlara riâyet ederken, diğer taraftan kendi nefsine insaf nazarı ile bakmak, bakabilmek lâzımdır. Herhangi bir konuda kendi nefsini kontrol ederken, kendi muhasebesini yaparken, yaptığı işi ne için yaptı, esas sebep ne idi? Örttüklerinin altından nefsinin muhasebesini yapabilmelidir ki, bu da insaf nazarı ile bakabilmektir. Bir başka manâda insaf nazarı, önce kendimize karşı dürüst olmaktır. Yani yaptığımız işlerde esas nedeni bulmamız, bir başka daha hoş görünen sebebe sığınmamamız demektir. Meselâ birine aleni yardım ederken, eğer etraf görsün de benim iyi biri olduğumu anlasın diye yapmışsak, bunu merhamet edip de yapmış gibi göstermemek lazımdır. Yine aleni yardım yaparken etraf görsün, örnek alsın, onlar da yapsın,böylece insanlara yardım çoğalsın niyeti ile yapılmışsa , bu güzeldir. Saklı bir şey yoktur. Zira sadakanın gizlisi de alenisi de muteberdir. Ve Eshab Hazretleri bunun ikisini de yapmışlardır. Burada görünüm aynı olduğu halde, niyetler farklı olduğu için fark vardır. İnsanların bilmesinden daha önemlisi Allah’ın bilmesi olduğu unutulmaz ise, yani Allah yakında hissedilirse, niyetler dürüst olmuş olur. Eğer kişi o anda Allah’sız ise, yani Allah görmüyor, duymuyor, bilmiyor şuurunda ise niyetler kolayca yamuk olacaktır.

 

Kişi insaf nazarını ibadetler ile yakalayamaz. Bu ancak iç alemine bakışı ile yani içine, özüne yolculuğu ile mümkündür. Sonra dışarı  taşan bir adalet başlar. Allah’ın Adl isminin  tam olarak  yansıdığı kişiler, bazen adaletsiz zannedilebilir. Anlaşılamayabilir. İlm-i Ledün sahipleri bazen umumun anlamadığı hal içinde bulunabilirler. Musa (a.s.) kıssasında olduğu gibi.

 

Allah kullarını tanıdığından, onların tamahlarını bildiği için,  zekâtı farz kılmıştır. Böylece en alt seviyeden bile olsa, kulca adaletin başlangıcını farz olarak tesis etmiştir.

 

Ey Adil Padişah, adaletin hep lûtuftur

Varlığımı tarumar et, gayriyi de unuttur.