Kategori arşivi: 3.07.Sabrın ve Şükrün Buluştuğu Yer

Sabrın ve Şükrün Buluştuğu Yer

SABRIN VE ŞÜKRÜN BULUŞTUĞU YER:

Şükür, nimet için yapılır. Sabır da belâya karşı gösterilir. Nimetin zıddı belâdır. Belânın zıddı da nimettir. Nimetin olmadığı yerde, belâ vardır. Belânın olmadığı yerde de nimet vardır. Nimet ve belâ, mutlak ve değişken olarak iki kısımdır. Mutlak olan belâ, nimete dönmez. Mutlak olan nimet de belâya dönmez.

Mutlak nimet: İnsanı Allah’a ve ahiret saadetine ulaştıran nimettir. Bu iman ve güzel ahlâktır.

Mutlak belâ: Allah’dan ebedi olarak uzaklaşmaktır. Marifet sahibi olamamaktır ve küfür, isyan, kötü ahlâk sebebiyle ahiret saadetine ulaşamamaktır.

Değişken nimet: Zenginlik, sağlık, ümit, v.s., gibi şeylerdir. Zenginlik nimet olarak algılansa bile, çoğu zaman nefsin aşırılığına sebep olarak, insanın helâkine sebep olabilir. O zaman da belâya dönmüş olur. Sağlık da aynı şekildedir. Şükrü bilinmez ise nefsin fahiş isteklerine dönerek, belâya dönebilir. Ümit, Allah’ın rahmetinden fazla ümitli olmak, mekrinden emin olmaya götürür. Bu da taatlerin yapılmasını lüzumsuz görmeye sebep olarak, ahiret saadetini kazanmaya engel olur. Görülüyor ki yukarıda saydığımız nimetler, aslında belâdır. Ancak güçlü ve dünyanın etkisinde kalmayanlar için veya bunların nimet olduğunu bilerek, şükrünü yerine getirebilenler için nimettirler.

Değişken belâ: Fakirlik, hastalık, korku,v.s., gibi şeylerdir.

Bunlar da kıymeti bilinirse, nimet olabilirler. Fakirlik ve hastalık insana acziyetini hatırlattıkları için nimettir. Ayrıca sabredildikleri ve bunlarla isyan edilmediği zaman da nimet olup, ahiret saadetine vesile olurlar. Korku ise, Allah’dan korkmaya sebeb olarak, belki doğru yola girmeye vesile olabilir.

Sonuç olarak nimetin iman ve güzel ahlâk dışında olanları, nimet olduğu halde, bazı kimseler için belâ olabilir. Küfür, isyan ve kötü ahlâk dışındaki belâlar da, bazıları için nimet olabilir.

Burada söylemek istediğimiz esas bir konu vardır ki; o da belânın mutlak olmayanı, “hayrihi ve hayrihi” hükmü gibidir. Yani Allah-ü Tealâ’nın: “Sizin hayır sandıklarınızın arkasında şer; şer sandıklarınızın arkasında da hayır olabilir” buyurduğu gibi. Ariflerden bazılarının belâsız kaldıklarında, belâ istemeleri gibi. Buna ancak kudretli olanların gücü yeter.

Allah-ü Tealâ hiçbir kuluna zulmetmez ve hiçbir kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemez diye bilmekteyiz. O zaman yaratılmış olan her şey, belâ da dahil olmak üzere, bir nimet ve bir hikmet üzerine yaratılmıştır. Dünyada karşılaşılan her belânın her birinde şükre sebep olan beş sebep vardır:

1)   Kişi müptelâ olduğu belânın daha ağır ve kötüsünün olacağını düşünüp, şükretmelidir.

2)   Kişi karşılaştığı belâya, dünyası ile ilgili olup, dini ile ilgili olmadığı için de şükretmelidir. Şu örnekler yerindedir: Sehl Hazretlerine biri gelip, evine hırsız girdiğini ve her şeyi götürdüğünü söyleyince “Şükret. Ya kalbine şeytan girip, imanını götürseydi” der. İsa a.s. “Ya Rabbim, felâketimi dinimde yapma” demiştir. Arifin biri sokaktan geçerken başından aşağı bir leğen kül dökülünce, secdeye kapanıp, şükretmiş. Bunu görenler, sebebini sorduklarında; “Ben tepeme ateş yağacağından korkuyordum. Allah ateş yerine kül yağdırdı, nasıl şükretmem”, demiştir.

3)   Kul, başındaki belâyı, dünyada iken verilen peşin ceza olarak düşünmelidir. Eğer cezası ahirette verilseydi, ahiret azabı elbette sonu olmayan bir azab olacaktı. Hiç olmazsa dünyadaki belânın sonu vardır. Ve dünyada iken peşin cezaya çarptırılanlara, ikinci defa azab olunmaz.

Kâfirler için: “Onlara fırsat verişimiz, ancak günahı arttırmaları içindir” buyurulmuştur.          Âl-i İmran/178

“Kul bir günah işleyip de bunun karşılığında dünyada bir sıkıntı ve felâket ile karşılaştığı vakit, artık ikinci bir defa ona azab etmekten Allah-ü Tealâ daha keremlidir. Yani  bir daha ona azab etmez”           Tirmizi/ İbn-iMâce

Kul başına bir sıkıntı geldiğinde, günahlarımın kefaretidir, inşallah ahirette bu suçum sebebiyle tekrar cezalandırılmayacağım,diye düşünmelidir.

4)   Kişinin başına gelen müsibet ve felâket ezelde takdir edilmiş, İlâhi bir hükümdür. Böylece bir felâket geldiğinde, hiç olmazsa ezelde takdir edilmiş olanların birinden daha kurtulmuş olmanın şükrü yapılmalıdır.

5)   Başına gelen müsibet ve felâketten dolayı ve bunlara sabretmekle alacağı sevabın çokluğu, başlı başına şükre sebeptir.

Bütün belâlara sabretmek, imandandır. Ama bütün belâlara şükretmek, sabrın sonucudur. Bu bakımdan sabır ve şükür art arda gelen bir iman bütünüdür. İnsanlar müsibet ve felâketlerin gelmesini istemezler. Bu isteksizliğin altında, dünya sevgisinin her çeşiti yatmaktadır. Dünya sevgisi başlı başına şirktir. İnsanlar, dünyadaki rahatlarının bozulmasını istemediklerinden, müsibet ve belâdan korkarlar. Bunlar bu bakımdan nimettir. Belki de asl olan dünya sevgisi, ancak belâ nimeti ile kalpten silinecektir. Belki belâya sabır ve şükretme olur da, başka hiçbir şekilde kalpten çıkmayacak olan dünya sevgisinden uzaklaşmak mümkün olur. Arifler bir gün müsibete uğramasalar: “Rabbim bizi unuttun mu?” derler, elem duyarlar ve belâyı isterler. Marifetullah zevkini üstün makamda yaşayanlar ise, ancak belâ ve müsibet içinde nefes alırlar. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) “Dünya Mü’minin zindanı, kâfirin ise Cennetidir” buyurmuştur.

Allah-ü Tealâ “ Kullarımdan her hangi birine bedeninde, malında veya evlâdında bir müsibet verdiğim vakit, bu müsibeti sabr-ı cemil ile karşılarsa, kıyamet günü onun için mizan kurmak veya defter açmaktan hayâ ederim” buyurmuştur.                                                         Enes(r.a.)

“Serveti kaybolmayan veya vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah-ü Tealâ bir kulu sevdiği zaman onu ibtilâ eder. İbtilâ ettiği zaman da ona sabretmesini öğretir”                                            Ebû Said-el Hudrî

“Kişinin Allah katında bir derecesi olur, o dereceye bedeninde bir belâ ile mübtelâ olmadıkça ulaşamaz. Bu belâ sayesinde, o dereceye ulaşır”                          Ebû Davud

“Allah-ü Tealâ bir kuluna hayır murad ettiği vakit, onun günahının cezasını acele ile dünyada kendisine çektirir”                                                     Ahmed ve Teberani