VÂRİS (el- Vâris) (97)
Mahlukatı yok olduğunda,her şeyin vârisi olan
Kur’an-ı Kerim’de:
1) Allah’ın yücelik ve üstünlüğünü bildirip, azamet çoğulu ile Allah’ı niteler: Hicr 23/ Kasas 58
2) “hayrü’l vârisin” olarak,Zekeriyya (a.s.)ın bir duasının nakledildiği: Enbiyâ 89
3) Bütün mahlukatında önce de sonra da mülk ve gerçek tasarruf hakkının Allah’a ait olduğunun bildirildiği, meselâ: Âl-i İmrân 180/ Meryem 40,80/ Hadid 10
Vâris ismi, aynı zamanda “Bâki” yani ölümsüz anlamını da taşır. Mahlûkatın hepsi fânidir. Yalnız Allah Bâki’dir. Mahlûkatını yaratmadan önce de, hepsi öldükten sonra da mülkün sahibi daima Allah-ü Teâlâ’dır. O yarattıklarına geçici bir süre için mülkiyet ve üzerinde tasarruf hakkı tanımıştır. İsminin insanlara yansımasının delili olarak, kendi mülkünden, dilediğine mülk verir. İnsan da bunu gerçekmiş gibi sahiplenir. Mü’min suresi 16. Âyette: Kıyamet kopuşundan sonra mahşerde toplanan ahaliye Allah-ü Teâlâ “ Bu gün mülk kimindir?” diye soracak, onlar da “Bir ve Kahhar olan Allah’ındır”diye cevap vereceklerdir. Bu hakikatı bilerek cevap vereceklerdir. Dünyada iken bilmedikleri bütün hakikatler kabirde öğrenilecektir. Lâkin Allah, kullarını dünya mülkü ile lûtuflandırırken, bunun emanet olduğunu bilmelerini, gerçek mülk sahibinin Allah olduğu hakikatini bilerek, geçici sahip olduğu mülkü, Allah rızasına uygun kullanmalarını dilemiştir. İnsanlar ise lûtfedilen her şeyi kendi hak ettikleri olarak görmüşler ve çok ciddi sahiplenmişlerdir.
Bu ismin insana yansıması: Ancak fiilde tevhidin hakikatini kavrayan için mümkündür. Ef’al-i hakikat ise kişinin Rabbi ile kendisi arasında hiçbir şeyi görmemesi, bulmaması ile mümkündür. Meselâ kendine kötülük yapanları görmemek, esas Dâr olanı görmektir. Bütün işlerin O’nun tarafından yaratılıp, yapıldığını sadece ilmen bilmek yetmez. Her an yaşantısının içinde bunun böyle olduğunu hatırlamadan, yani kesin olarak bilmesi lâzımdır. “Bu gün mülk kimindir?” İlâhi hitabını daima duyar ve olaylarda da müşahede eder.
Vâris ismi ile isimlenen kişiler, aynı zamanda peygamberlerin de varisi olurlar. Allah’a gidiş yollarını, bu yolda yapılması gereken şeyleri, sahip oldukları ve peygamberlerden gelen mirası insanlara intikal ettirirler. Bu kişiler, hem beden mülklerinin, hem güya sahip oldukları her şeyin ve hem de kendilerine intikal etmiş olan irfanî bilginin sahibini bilirler. Bu sebeple mülkü sahibine bırakarak, aradan çekilirler. Yani iradeleri Allah’ın iradesine ait olmuş olur. Bilirler ki bir şeylerin veya herşeyin sahibi değildirler, ancak geçici olarak bekçilik yapmaktadırlar. Bu sebepten de onlarda yüklenmiş olan emanetten başka şeye sahiplenme durumu olmaz, bu ise sahiplenmeden daha ziyade, emaneti korumaktır. Mal, mülk, evlât, ayal, makam, ilim gibi şeylere sahip olmadıkları gibi; geleneklere, âdetlere, örflere, kendilerinde mevcut güzel ahlâka, basîretlerine, hitabetlerine, faziletlerine, amellerine, zühd ve takvalarına, imanlarına da sahip olamazlar. Bilirler ki eğer Allah dilerse hepsi ellerinden alınır. Alan ile vereni bir görüp, rezillikle vezirliği bir ederler.