- Zekât vermenin zahiri ve Batıni edepleri
Zekât vermenin zahiri şartları(edepleri):
1)Niyet: İçinden yapılır. Yakını olan çocuğun veya delinin malından zekât verecek olan, niyeti onlar adına kendi yapar.
2)Bir sene tamamlanınca, hemen uzatmadan zekâtı vermek gerekir. Geciktirenler günahkâr olur. Malının tamamı kaybolursa, İmam-ı Âzam’a göre zekât borcu düşer.
3)İmam-ı Şafii’ye göre zekâtı bedel olarak değil, aynen ödemelidir. Altının zekâtı altın olarak verilmelidir. İmam-ıÂzam’a göre bedelen verilmesine de müsaade vardır.
4)Zekâtı bulunduğu beldenin dışına çıkarmadan, bulunduğu beldede vermelidir. Bu; hem çevresindeki insanların zekâtı verip vermediği ile ilgili şüpheye düşmemesi için ve hem de kendi beldesindeki yoksul insanları kalkındırması içindir. Öyle ya her zengin kendi bölgesinin hakkını vermekle, orta kararda bir düzen sağlamış olmaz mı? Kendi bölgesindeki kendi yakınlarına ve yabancılara verilebilir. Ama ihtiyaçlı olduğunu bildiği bir akrabası uzakta oturuyorsa, ona da göndermesi iyi olur.
Zekât vermenin Batıni şartları(edepleri):
1.Edep:
Zekât ve sadakalar mali ibadetlerdir. Bunun manâsını anlamak için, malını ve parasını vererek Allah’a yakîn olmanın alâkasını keşfetmek lâzımdır.
Birinci manâ : Tevhid ile ilgilidir. Şehadet kelimesini telâffuz, tevhide yöneliş ve tek Allah’a inanmak manasındadır.
Tevbe/111.âyette: “ Şüphesiz Allah-ü Tealâ, Cennet karşılığı olarak, Mü’minlerden mal ve canlarını satın alır” buyrulmaktadır. İnsanlar ise, mal ve servetlerine düşkünlerdir. Bunun sebebi dünya sevgisidir. Dünyayı seven kişi, ölümü kendi için hiç aklına getirmez. Dünyaya bağlanmanın en önemli sebebi ise, mal ve serveti sevmektir. Bunları korumak, üretmek, kullanmak , saklamak için ölmeyi istemez, hatta ölümden nefret eder. Halbuki ölüm, Yaradanına kavuşmaktır. Bu sebepten, Allah’a yakin olmak arzusu ile, bu şuura ulaşan kişi, severek canını verecektir. Canını vermeden önce, daha ehven olan malını vermek daha kolaydır.
Mallarını Allah yolunda veren insanlar bu bakımdan üç kısımdır: Bir kısmı tevhidlerinde sadakatlerinde durarak, üzerlerine zekâtın gerçekleşmesini beklemeden, kendilerinde bir dirhem bırakmamak üzere bütün varlıklarını Allah yolunda infak etmişlerdir. Bu kişilere belli bir dirheme ne kadar zekât düştüğü sorulduğunda; “avama göre kırkta bir, bize göre hepsidir” demişlerdir. Ebû Bekir(r.a.) servetinin hepsini, Hz. Ömer(r.a.) ise yarısını tasadduk etmişlerdir.
Diğer bir kısmı; derece olarak sadık olanlardan ve kırkta birin üzerinde verenlerden daha aşağıdadırlar. Bu kişiler sadece zekâtlarını vermekle kalmazlar, önlerine çıkan hayır yollarında sarf ederler. Onlar:
“Sevgisi üzerine malı, yakınlarına verir” Bakara/117
“Onlar rızıklandırdığımızdan infak ederler” Bakara/3
“Sizi rızıklandırdığımız mallardan infak edin” Münafikun/10
âyetlerinin hakikatini anlamışlardır.
Üçüncü kısım ise; en düşük derece olup, sadece zekât farzlarını yerine getirenlerdir. Böyle yapanlarda ahiret sevgisi az, dünya sevgisi galiptir. Bu gibiler hakkında, nerdeyse cimri olacaklardı manasında: “Eğer sizden malınızı istese ve sizi iyice sıkıştırsa, siz cimrilik gösterecektiniz” Muhammed/ 37. âyeti nazil olmuştur.
İkinci Manâ: Cimrilikten kurtulmaktır. Cimrilik en kötü huylardandır.
“Kim ki nefsinin cimriliğinden korunursa, işte felâh bulanlar ancak bunlardır” Haşr/9
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “Üç şey muhlikattandır (insanı helâke götüren sebeplerdendir): Son derece cimrilik, şehvetin peşinden gitmek ve kendini beğenmek” buyurmuşlardır.
Cimrilik; parayı, malı aşırı sevmektir. Bir şeyden sevgiyi kesmek ise, ondan ayrılmakla mümkündür. Bu manada zekât, sahibini tehlikeli olan cimrilik pisliğinden temizler. Cimri olanlar, zekâtı vermemek üzere, kaçış noktaları ararlar. Eğer imanları galip gelirse, hiç değilse zekâtını verebilir.
Üçüncü manâ: Allah’ın verdiği nimete bir şükürdür. Allah-ü Tealâ’nın kullarının üzerinde bedenlerinde ve mallarında olmak üzere iki türlü nimeti vardır. Beden nimetinin şükrünü, beden ile yapılan ibadetler ile yaparız. Mal nimetinin şükrünü ise, mali ibadet olan zekât ile yaparız.
2.Edep:
Zekâtı ödeme vaktindedir. Üzerine zekât vermek farz olan kişi, bu emri yerine getirmek için acele etmekle kazanacağı ecri düşünmelidir. Aynı şekilde üzerindeki bu farzı geciktirme ile gireceği günahı düşünmelidir. Böylece kalbinde iyi duygular hakim olup, bu duygularla iyiye yönelerek hareket ettiğinde, ilk fırsatı ganimet bilmiş olacaktır. Şeytan daima fakirlik ile korkutur. Bu hiç unutulmamalıdır.
3.Edep:
Zekât ve sadaka verirken gösteriş ve riyadan korunmak için, gizli vermelidir. Bazıları sadakalarını gizli vermede o kadar ileri gitmişlerdir ki, meselâ gözü görmeyen fakir aramışlar veya fakir uyurken eteğine tutturmuşlardır. Duyulması veya görülmesi arzu edilen verişler, sanki Allah’ın bu iyilikten haberi olmayacakmış gibi, kuldan şahit aramak gibidir. Ya da doğrudan gösteriş için “verdi” desinler diye verişlerdir.
“Eğer sadakaları gizler ve gizlice fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır” Bakara/271
“Sadakanın efdali, fakirin gücü nisbetinde, gizlice başka bir fakire verdiği sadakadır”. Ebû Zer
“Üç şey iyilik hazinelerindendir. Bunlardan biri de verdiği sadakayı gizlemektir” İbn Abbas
“Kulun gizli işlediği amele, Allah-ü Tealâ gizlilik mükâfatını yazar. (Bu amelin aşikâre olandan 70 derece faziletli olduğunu bildiren hadisler vardır). Eğer bu ameli aleni olursa, mükâfatını da aleni ameller meyanına alır. Eğer yaptığını söylerse o vakit ameli riya defterine geçer”
“Allah’ın rahmet gölgesinden başka bir gölge bulunmayacak olan bir günde yedi kimseyi, Allah-ü Tealâ rahmetinde gölgelendirecektir. Bunlardan birisi de sağ elinin verdiği sadakadan, sol elinin haberi olmayacak şekilde gizliliğe dikkat edendir” Ebû Hureyre
“Gizli sadaka Allah’ın gazabını söndürür” Ebû Ümame
4.Edep:
Verişlerin aşikâre olmasının da müstehab olduğu yerler vardır. Bu, etrafta olan diğer kişileri özendirmek veya onlara bu erdemi hatırlatabilmek içindir. Ya da yoksul olan aşikâre istemiş olabilir ki gizlide vermek niyeti ile, isteyen reddedilemez. Kişi kendi nefsinden haberdar ise, riya ve gösteriş yapma korkusu taşımıyorsa, karşısındaki yoksul kendisine ortalıkta el açmışsa verilebilir. Bunu destekleyen âyet de vardır:
“Sadakaları aşikâre verirseniz o ne güzeldir”
Bakara/271
Fakat aşikâre sadaka verişte en büyük mahzur, fakirin gönlüne dokunmaktır. Buna çok ciddi dikkat etmelidir.
5.Edep:
Verdiğimizi başa kakmak suretiyle karşımızdakine eziyet vererek, sadakalarımızı mahv etmemeliyiz.
“Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet vermek suretiyle heder etmeyin” Bakara/264
Başa kakmanın sebebi, kişinin kendisinin fakire ikram ettiğini sanmasıdır. Halbuki verdiği kendisini temizleyecek ve Cehennem ateşinden koruyacaktır. Bu sebeple kişinin verdiği sadakayı yoksulun kabul etmesi bir ikramdır. Böylece üzerinde vermesi farz olan bir borç kalkmıştır. Yani işin hakikati; fakirin zengine değil, zenginin fakire minnet duymasıdır. Fakir bu Allah’ın hakkını kabul etmek üzere elini uzattığında, eli Allah’a vekâlet etmektedir. Nitekim:
“Muhakkak ki sadaka, sailin eline geçmeden Allah-ü Tealâ’nın kabza-i kudretine(kudret eline) geçer” buyrulmuştur.
Ayrıca iyi bilinmelidir ki, mal da mülk de Allah-ü Tealâ’nındır. Kendisi, üzerine borç olanı ödemekle temizlenmiş, korunmuş ve cimrilik huyundan kurtulmuş olacaktır.
Eziyet etmek de; sadaka veya zekât verdiği fakire hakaret etmek, surat asmak, büyüklenmek, teşhir etmektir. Eza nefsin iki halinden olur. Ya servetinin azalması kendisine ağır gelmekte ve bundan hoşlanmamaktadır. Veya kendisi veren el olduğu için, kendini fakirden hayırlı görmekte ve fakiri kendinden düşük görmektedir. Bunlar ise doğrudan cehalet sebebiyle olur. Eğer servetinin azalmasından hoşlanmıyorsa, ahmaktır. Çünkü bir verip, bin almaktan ancak ahmaklar hoşlanmaz. Kendini fakirden hayırlı görmesi ise tam cehalettir. Zira zenginlerin Salihleri, fakirlerden beş yüz sene sonra Cennete girecektir. Hem de, kendisi türlü uğraş içinde çalışıp, fakirin rızkını verdiğinden dolayı, esas kendisi fakire hizmet etmektedir. Onu nasıl hakir görür?
Büyüklerimiz, fakirin incinmemesi için, o nasıl dua ederse, onlar da öyle dua ederek karşılık verirlerdi. Ve fakirin eli aşağıda kalmasın diye, kendi ellerini açıp, parayı avuçlarına koyup; fakirin eli üstte kalarak almasını sağlarlardı.
6.Edep:
Verenin verdiğini küçümsemesi ve hiçe saymasıdır. Zira verdiğini büyük görürse, kibire düşer ki büyük günahtır. Denilir ki taat küçümsendikçe, Allah katında büyür, kıymetlenir. Günah da büyük sayıldıkça, Allah katında küçülür. Yine bilinir ki hayır nimeti üç şey ile tamamlanır: Küçümsemek, hayır etmede acele etmek, gizlemek.
7.Edep:
Malın en iyisini, en güzelini, en kıymetlisini, en helâl olanını, en temiz ve en sevimli gelenini vermektir. Zira Allah-ü Tealâ temizdir. Ancak temizi kabul eder.
8.Edep:
Zekâtı, mümkün olduğu kadar, ihtiyacı için kullanan, iyi işler içinde bulunan kimselere vermelidir. Dünyaya meyletmişe nazaran, Allah ehline vermelidir. İlim sahibi olan fakirler tercih edilmelidir. Tevhidinde ve takvasında sadık olana vermelidir. Bu kişiler, verene karşı minnet duymayıp, doğrudan Allah’a şükretmeyle diğerlerinden ayırt edilirler. Kulların içinde şükrün hakikatına ulaşanlar, nimeti Allah’dan bilenlerdir. Sonra halinden şikâyetçi olmayana vermelidir. Sonra ailesi kalabalık olan ve ayrıca hastalık veya herhangi bir sebeple dışarı çıkıp kazanamayan fakire öncelikle vermelidir. Sonra akraba ve yakınlarından muhtaç olanlara öncelikle vermelidir. Böylece akraba arasında husumet olmamış olur ve kaynaşma sağlanmış olur.