Kategori arşivi: Elif’den Yansımalar

Önsöz-Eliften Yansımalar

ÖNSÖZ

            Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adı ile,

Esirgeyen ve bağışlayan, kâinatın ve hesap gününün tek sahibi ve hâkimi, varlığımızın da tek sahibi olan, sayısız maddi ve manevi nimetleri ile lûtuflandıran, kullarını nûruna kavuşturmak için daimi vesileler yaratan, darda olana yetişen, belâ ve imtihanlarını kazanç vesilesi kılan, kalpleri mesken kılan, apaçık kitap ile zoru kolaylaştıran Allah-u Teâlâ’ya sayısız hamd olsun.

Peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin rahmeti, dinin doğru uygulayıcısı, insanlığın kâmili, vesilelerin en keremlisi, Allah’ın sevgilisi, ümmetine merhameti bol, şânı yüce Peygamberimiz Hz.Muhammed sallallah-ü aleyhi ve sellem’e , temiz ve pâk ehl-i beytine, şerefli ashabına, yolundan gelen hayırlı insanlara selâm olsun.

Şüphe yok ki nimetlerin en kıymetlisi İman ve İslâm ile şereflenmek, öğrenilenlerin ışığında, bilgileri hayatımıza geçirmektir. Bu kitabı yazmaya sevk eden şeylerin başında, Esmâ’nın hayata geçirme konusundaki faydasına olan inancım gelmiştir. Eğer insan din konusunda ciddi ise, yani imanı Allah’ı tanımaya yönelmiş ve bu yöneliş her türlü yönelişin önüne geçebiliyorsa, Esmâ’dan muhakkak bir fayda sağlayacaktır. Çünkü Esma, bir bakıma bize Allah’ın Ahlâk’ını öğretirken, diğer bakımdan da umarım bizi bu ahlâkla ahlâklandıracaktır.

Yine bu yazılış sebeplerinden bir diğeri, bu konuları anlattığım arkadaşlarımın not tutmaya çalışmaları ve zorlanmalarıdır. Yoksa böyle bir konuda umuma açılmak asla haddim değildir. Kendim senelerdir zevk alarak Gazzali hazretlerinin İlâhi Ahlâk adlı kitabını okuduğumda, bizden genç olanların anlayabilmesi için biraz daha anlaşılabilen dil ile olsa diye düşünürken, bu dili kendim kullanacağım aklıma bile gelmemişti. Acizane olsa da iyi niyet içinde hazırlanmış olan bu kitabın yararlı olacağını ümit ederek, seviniyorum.

Bu konuda bana destek veren gönül dostlarıma teşekkür ediyorum, çalışmalarıma yaptıkları katkılar dolayısı ile, hepimizin bu isimlerle isimlenmemiz için  dua ediyorum.

Son olarak, yoluma ışık olan büyüklerimi ve varlığımın sebebi olan babamı rahmetle, annemi de hürmetle anarak Allah’a emanet olunuz, diyorum.

1 Mayıs 2003  Meram Konya

Ayşegül Erdoğ

Giriş-Elif’den Yansımalar

ESMÂ-İ  HÜSNÂ

 GİRİŞ

            Esmâ: İsimler, Hüsnâ: Güzel,  Esmâ-i Hüsnâ: Güzel isimler demektir. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a nisbet edilmiş olan isimlerin sayısını 313’ e kadar çıkaranlar vardır. Bu konu ile ilgili meşhur hadis ise, hadis alanında reddolunamayan Buharî ve Müslim tarafından haber verilmiş hadistir ki; Buharî Tevhid bölümünde, Müslim ise Zikir bölümünde rivâyet etmişlerdir. Bu hadis Ebû Hüreyre(r.a.)’ye dayanır.Şöyledir: “ Allah’ın doksan dokuz ismi (yüzden bir eksik)vardır. Bunları ihsa eden(ezberleyip,benimseyen) Cennet’e girer.”

 

Allah’ı anlamak yaratılmış için dört kademede mümkündür. Bu dört kademe her insan için aynı şekilde değildir. Şöyle ki Allah, bütün yaratmış olduğu mahlûkuna yansır. Bu, her yaratılmış için farklı yansımalar şeklinde olur. Bazılarına yansımış olsa dahi bu yansımayı yine kendi muradı ile perdeler. Yansımaya tasavvuf lisanında tecelli diyoruz. Allah’ın hem canlı ve cansız varlıklara, hem de olaylara tecellisi vardır. İşte dört kademeli tecelliyi şu şekilde anlayabiliriz:

–       Fiil tecelliyatı

–       İsim tecelliyatı

–       Sıfat tecelliyatı

–       Zâti tecelliyat

 

Fiil Tecelliyatı: Allah’ın, bütün işlerin sahibi olduğunu bilmektir. Bir kulda fiil tecelliyatı meydana gelmiş ise o kişi, işlerin sahibi olarak Allah’ı görür. Her işte işi yapanla birlikte yaptıranı da görür. Fiil tecelliyatında önemli bir husus sadece kendisi için değil karşısındaki için de fiil tecelliyatını işler halde görmektir. Bu husus üzerinde, konumuz dışı olduğu için fazla durulmayacaktır.

İsim Tecelliyatı: Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde geçen Allah’ın 99 isminin insana yansıması mümkün olup hatta teşvik edilmektedir. 99 isim Allah’ın ahlâkını tarif eder.Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın Ahlâkı ile ahlâklanınız” âyet-i kerimesi bütün insanlara İlahi Ahlâk ile ahlâklanmayı tavsiye etmektedir. Bu bakımdan isim tecellisi çok önemlidir. İnsanın Allah’a yakınlığı, ne kadar çok isimle ve her bir isim ile ne kadar miktarda isimlenmiş ise, o ölçüdedir. Bir kişiye ne kadar az isim tecelli etmiş ise o kişi o derece Allah’dan uzak düşmüş olur.

Sıfat Tecelliyatı: Allah’ın zâti ve subûti sıfatları vardır. Bu sıfatların insana  yansıması, fiil ve isim yansımalarından sonra olur. Bir insanın Allah’ın güzel isimleri ile isimlenmeye çalışarak, her an bir gayret ile ahlâkını İlâhi Ahlâka değiştirme süreci yaşaması isim yansımasıdır. Lâkin bu isimlerin , yani İlâhi Ahlâkın o kişide gayretsiz olarak tabii bir şekilde mevcut olması, bu güzel isimlerle sıfatlanmak demektir. Sıfat tecellisi İlâhi Ahlâkın meleke haline gelmesi demektir. Bu konu anlatacaklarımızın dışında olduğu için bu kadarı kâfi görüldü.

 

Zâti Tecelli: İnsan-ı kamil için mümkün olan bir tecelliyat olup, bu hale sahip olan nadirin nadiridir . Hz.Peygamber(s.a.v) ve varisi olan arif-i billâhların bir kısmıdır.

ESMÂ-İ  HÜSN    (ALLAH’IN AHLÂKI)

 Kur’anda Esmâ-i Hüsnâ’nın varlığını 4 âyette buluruz: A’râf 180/ Tâhâ 8/ İsrâ 110/ Haşr/24.âyetler. Ayrıca 20 yerde “isim” kelimesi Allah’a izafe edilerek geçer. 9 yerde “ismullah” ve “ismü rabbik” tarzında, iki âyette de”ismuh” şeklinde geçer.

 

Allah’ın 99 ismini bazı iman sahipleri ezberlemeye veya belli zamanlarda okumaya itina gösterirler. Elbette bu isimlerin manâlarını da bilerek okumanın faydası vardır. Lâkin esas olan bu isimleri öğrenip kendi ahlâkımızda yerleştirmek,  yani bu isimler ile isimlenmek, hatta vasıflanmak asıl olan faydayı sağlayacaktır. Bu sebepten :

 

“…o günde ki ne mal fayda verir, ne oğullar.Meğer ki Allah’a menfi ihtiraslardan temizlenmiş ve İlâhi vasıflarla bezenmiş bir kalp ile gelenler ola.” Şuarâ  88,89

 

Esmâ-i Hüsnâ’da her isim bir, Allah’a ait olan yönü ile ve bir de eğer insanda tecelli ediyor ise insana yansıması yönü ile ele alınacaktır. Bazı isimler insanda top yekûn tecelli etmeyebilir.

 

“ En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’nu onlarla çağrınız.” A’râf 180

 

“Yaratıp tesviye eden Rabbinin yüce ismini tesbih et”                                   A’lâ  1,2

 

 

“Siz O’nu bırakıp, sizin ve atalarınızın isimlendirdiği isimlere tapıyorsunuz.”         Yusuf 40

“Adem’e bütün isimleri öğretmişti…” Bakara 31

 

“ Allah o (Allah) dır ki kendisinden başka hiçbir İlâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.”  Tâhâ 8

 

(Habibim) de ki: “İster Allah diye dua edin, ister Rahman deyin.Hangisini deseniz,en güzel isimler hep O’nundur.”                                             İsrâ  110

 

 

Hadis kaynaklarında Esmâ-i Hüsnâ:

 

*  Buharî’nin Tevhid ve Da’avât bölümlerinde,

*  Müslim’in  Zikir bölümünde,

*  Tirmizî’nin  Da’avât bölümünde,

*  İbn Mâce’nin Du’â bölümlerinde pek çok esma hadisleri vardır.

Allah

ALLAH  (1)   

İSM-İ ÂZAM yani bütün isimlerin en büyüğüdür. Meselâ: Allah’ın Rahmet’i,Allah’ın Lûtfu, Allah’ın Adaleti denir de Rahman’ın Allah’ı denmez. Burada Allah isminin âdeta bütün isimleri kapsadığını görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de 2697 defa tekrarlanır. Aynı zamanda Lâfza-i Celâl diye de anılır. Allah kelimesi, O’nun vasıflandığı bütün sıfatların tümünü kapsar. Bu isim insanlık tarihi içinde hiçbir varlığa ad olarak verilmemiştir.

“ Hiç sen O’nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?” Meryem 65

Bu âyet ,bu yüce ismin tarih boyu başka hiç bir varlık için kullanılmadığının delilidir.

 

Bu isim 99 ismin en büyüğü olup,bütün ulûhiyyet (ilâhlık) sıfatlarını kendinde toplayan ve tek olan Zât’a delâlet eder.  Zira mevcut olan her şey yokluğa mahkûmdur. Ama Allah bâkidir. Diğer isimlerden farkı şudur ki , her isim ayrı bir manâya delâlet eder, bütün ulûhiyyet sıfatlarını kapsamaz ama Allah ismi bütün ulûhiyyet  sıfatlarını kapsar. Onun için 99 ismin en büyüğüdür ve bu yüzden bu isim sadece Allah için kullanılır. Meselâ Samed, Rahim, Lâtif gibi isimler insanlarda kullanılabilir, lâkin Allah ismi insanlar için kullanılmaz.

 

Bu ismin kula yansıması, ancak Allah’ın büyüklüğünü anlamaya çalışmak, belki bu anlayıştan sonra kabul edip kendi acziyetini anlamaktır. O’nun ezeli ve ebedi aynı zamanda asla yok olmayan yaratıcısı olduğunu kalben de hissedip, O’ndan gayri hiçbir şeyden medet ummamak, O’ndan gayrine iltifat etmemek, O’ndan gayri hiçbir şeyden korkmamak. Sahip olduğu her şeyin, hatta sahip olamadıklarının ve de kendisinin de sahibinin O olduğunu bilmek; O’nun mülkünde ,O’nun muradı üzere ve O’nun iradesine tâbi olarak yaşadığını bilmek .

 

Kul, Allah’ı böyle bilirse Allah’ın kulu olur. Eğer böyle bilmez de başka şeyleri, bu bilgiye ortak ederse, ortak ettiklerinin kulu olur. O zaman anlıyoruz ki gerçek kulluk; Allah’ı bilmek ve Allah’lı olmakla olur. Mal, evlat, makam gibi dünya sevgileri bu ortaklıkta yer alır. Halbuki Allah hiçbir ortağı kabul etmez.

 

Beşerin dünya hevesinden sıyrılarak, Allah lâfzını bütün azalarında hissetmesiyle Allah’ın o kula şöyle bir yansıması olur: “Kulum nafilelerle bana o kadar yaklaşır ki ben o kulumun gözü, kulağı, eli, ayağı olurum.Kulum benimle görür, benimle işitir, benimle yürür.” Bu kudsî hadiste söz edilen nafile ibadetlerin bir kısmı da Allah’ın Ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu isimler ile vasıflanan kişinin gözü çirkinlikleri görse de çözüm bulmak için görür. Nifak için değil. Ve gördüğü her şeyde Allah’ın varlığını hiç unutmadan görür. Ve yine bu isimlerle vasıflanan kişinin kulağı her ne işitiyor ise, orada Allah varmış gibi işitir. Kendisine bağırılmış olsa bunu hak ettiğini düşünür. Veya Allah’ın ahiret gününde kendini azarlayabileceğini hatırlar. İltifat duysa Allah’ın imtihanı olarak değerlendirir. Kulağını gıybet için veya çirkin işlere alet etmek için kullanamaz. Elini hak sahiplerinin haklarına uzatamaz. Her an Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu bilip helâle uzanır. Helâle yürür.

 

Allah isminin kulda hasıl ettiği bir özellik de gafletsiz olmaktır. Bu gafletsizlik her an ve her şartta Allah’ın varlığını hissetmek demektir. İnsana yakışan odur ki bir nefes almak veya vermek kadar bile olsa Allah’sız kalmamaktır. Gaflet ise Allah’ın yakınlığını yani şah damarından yakın olduğunu unutmak halidir. İnsanın sadece Allah’a kul oluşu ile Allah o

kuluna öyle bir hürriyet verir ki bu hürriyet ilim ile desteklenen ve kudret ile belirlenen bir hürriyettir. Fani olan herhangi bir şeye esaret, insanı maddeye karşı bağımlı ve maddeye karşı aciz yapar. İşte bu da çok kıymetli olan kudretin yenilgisidir.İnsanı ve toplumları kudretli yapan ise sadece Allah’a boyun eğiştir.

 

Allah ismini zikretmek bu  manâlar ışığında faydalıdır. Allah’dan gayrisine tâbi olanlar, medet umanlar, bağımlı olanlar yüz binlerce defa Allah ismini zikretse bir fayda bulamazlar.Allah, Allah Lâfz-ı Celâli ile bütün ulûhiyyet vasıflarını Zât’ında öylesine toplamıştır ki; kuluna merhameti sebebiyle bu vasıflardan hiç bir şey bırakmamıştır..Bizim bu bilgiye sahip oluşumuz, belki de Allah’ın yüceliğini kavramamıza sebep  olarak, Lâfza-i Celâli anlamamıza yardımcı olacaktır.

 

Her ne varsa âlemde Zâtından eser,

Celâl ile Cemali cem etmek yeter.

Rahman – Rahim

RAHMAN/RAHİM(er-Rahman/er-Rahim) (2,3)

Esirgeyen     ve     Bağışlayan

Her ikisi de rahmet aslından türemiş iki isimdir. İnananlar her işlerine başlarken bu iki isim ile başlarlar. Her işe başlarken kullandığımız Bismillâhir Rahmanir Rahiym (esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adı ile), Kur’an-ı Kerim’de de her sureye başlık olarak gelir. Kur’an-ı Kerim’de 114 sûre vardır, Tevbe Sûresi hariç hepsi Besmele ile başlar. Tevbe Sûresinin başında bulunmayan Besmele, Neml suresi/30.Âyetin içinde geçer. Böylece Kuran’da 114 yerde geçmiş olur.

 

RAHMAN: Allah’ın rahmeti hem tam, hem de umumidir.Tam oluşu muhtaç olanların ihtiyaçlarını giderdiği içindir. Umumi oluşu ise hem hak edeni hem hak etmeyeni, hem dünyayı hem ahireti, hem zaruri ihtiyaçları hem de zaruri olmayanları kapsadığı içindir.

Rahman ismi, Kur’an’da 57 defa geçer. Rahman ismi şefkat, rikkat, yürek yumuşaklığı, af, ihsan, acıma gibi manâları kapsamasından dolayı Cemal isimlerinden olmakla birlikte; heybet, kibriya ve kahır manâlarını da kapsadığından dolayı Celâl isimlerindendir.

 

Rahman ve Rahîm merhamet eden manâsına olup, Rahman, merhametin Allah için kullanılanıdır. Bunun kula yansıyan şekli Rahîm ismini alır. “Erhamerrahimin = merhametlilerin en merhametlisi” Rahîm kula isim olarak verilebilir, Rahman verilemez. Rahimin kemal noktasında oluşuna Rahman denir. Rahman ismi daha özel olup Allah ismine yakındır.

 

“De ki: İster Allah diyerek çağırın, ister Rahman olarak çağırın. Hangisi ile çağırırsanız , en güzel isimler O’nundur.” İsrâ  110

 

RAHÎM: Kur’an’da 154 defa geçer. Tevbe suresinde Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’i  vasıflandırırken kullanılır(Râuf-ür Rahim). 154 Âyetin üçünde yalnız başına (er-Rahîm) olarak kullanılmakta,diğerlerinde ise, Allah’ın diğer isimlerinden biri ile beraber kullanılmaktadır.Bunlar:

 

1) Fatiha ve Besmele’de olduğu gibi: er-Rahman er-Rahîm şeklinde kullanılır.

Besmele, Fatiha2/ Bakara163/Neml30/  Fussilet  2/ Haşr  22

 

2) et-Tevvâb ismi ile birlikte: Tevvâbü’r-Rahîm(merhametle tövbeleri kabul eden) olarak kullanılmıştır.Bakara 37,54,128,160/ Nisâ 64/ Tevbe 104,118/ Hucurât   12

 

3) el-Azîz ismi ile: Azizü’r-Rahîm(merhametlilerin en aziz olanı).Şuarâ  9,68,104,122,140,159,175,191,217/ Rum 5/  Secde  6/ Yâsîn 5/Dûhan 42

 

4) er-Râuf ismi ile birlikte kullanılmıştır. Râufü’n Rahîm(çok esirgeyip merhamet eden) manâsınadır.  Bakara 143/  Tevbe   117/  Nahl 7/ Neml 47/ Hacc    65/ Nûr 20/ Hadîd  9/ Haşr 10

 

5) Rahîmü’n- Vedûd (çok esirgeyip,çok seven) manâsında: Hûd  90

 

6)  Rabbü’n- Rahîm (çok esirgeyen Rab) manâsında Yâsîn58

7)   Berrü’r-Rahîm (ihsanı bol ve esirgeyen) manâsında Tûr 28

 

8) Büyük bir çoğunlıkla el–Gafûr ismi ile kullanılmıştır. Gafûrü’r-Rahîym (yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyici) manâsında kullanılmıştır. Bakara173,182,192,199,218,226/ Yunus 107/ Yusuf  98/ Hicr 49/ Furkan  6/ Kasas 16/Zümer 53/ Şûrâ 5/  Ahkâf   8

 

9)  Rahîmü’l-Gafûr   olarak: Sebe’2

 

10) Zü’r-Rahme (rahmet sahibi) olarak: En’âm  123/  Kehf 58. Zû rahmetin vâsia (bol rahmet sahibi) olarak: En’âm 147

 

11) Erhamü’r Rahimin (Merhametlilerin en merhametlisi) olarak ise bazı  Peygamberlerin dualarında yer alarak Kuran’da geçer:  A’râf 151/ Yusuf 64/ Enbiyâ 83

12) Hayrü’r-Rahimin (merhametlilerin en hayırlısı)olarak : Mü’minûn 109,118

 

13) Rahmetinden ümit kesmemek olarak: Zümer 53 

 

Rahman isminin kula yansıması: Bu isimden hissesini alan kul, gaflette olan diğer kullara merhamet eder. Günahkârlara merhamet nazarı ile bakar. Onları güzellik ve yumuşaklıkla , gücünün yettiğince günahlardan alıkoymaya çalışır. Dünyada işlenen her günahdan kendini sorumlu tutar.İnsanları gafletten ayırmaya çalışırken, niyetinde insanlar  Allah’ın gazabına uğramasın ve O’na yakınlık kazansınlar dileği vardır.

 

Rahim isminin kula yansıması: Bu isimden nasibini almış olan, muhtaç olanların ihtiyacını gücü yettiği kadar görür. Hakları kaybolmuş insanların hakkını korumaya çalışır. Bunun için parasını, mevkiini, yetkilerini kullanır. Eğer hiçbir şekilde yardımcı olamayacak halde  ise duaları ile Allah’dan yardım isteyerek merhametini ortaya koyar. Ve bütün bunları yaparken muhtaç olan sanki kendisiymiş gibi yapar.

 

Rahman ve Rahim isimleri bazen anlaşılamamaktadır. Muhtaçlık bakımından bu isimlerle isimlenip hareket etmek yukarıda anlatıldığı gibidir. Lâkin gerçek manâda bu isimlerin Allah’ın Ahlâkında nasıl olduğunu anlamak basîret ister. Meselâ, Bosna ve Hersek’ de Müslümanların kırılışında Allah’ın merhameti yokmuş gibi görülse de basîret ehli buradaki inceliği anlamıştır.

 

Ve bu isimler düşünülürken sadece dünya hayatı ile sınırlı düşünmemeli mutlaka ahiret hayatını da hesaba katmalıdır. Çünkü Allah merhametini lûtfederken sadece bu dünya hayatı için değil, ebedi hayat için düşünerek lûtfeder. Meselâ, bir annenin uykuda olan yavrusunu sabah namazı için uykusundan uyandırması, bu dünya için merhametsizlik gibi görünse de ebedi hayat için bir kazanç değil midir? Keza, çok varlıklı bir ailenin evladını yetiştirirken harcamalarını dikkatli yapmasını, fakirleri de düşünmesi gerektiğini tavsiye edişi; onun ahlâkının güzelleşmesini, fakirler için ihsanda bulunarak ebedi hayatı kazanmasını sağlamak  değil midir?  Bu örneklerden anlaşılacağı gibi Rahman ve Rahim isimleri derin manâda bir sırdır. Ve bu isimlerin insana Allah’ın Ahlâkındaki gibi, aynen o incelikte tecellisi ile; insanda bu isimler, kendisinin dışındakinin, kendisinden önce düşünülmesi ile mümkündür. Ancak kişinin karşısındakine olan merhameti, kendisine olan merhametini aşınca, Allah’dan gafil olmayan bir merhamet hasıl olmuş olur. Gafletsiz merhamet, merhametin kemalidir.

 

Allah’ın Rahim ismi, bütün insanlarda az veya çok görülür.(Annenin yavrusuna merhameti gibi). Ayrıca hayvanlarda da görülür.İnanmış olan insanlarda bu isim tecelli edince bu insanlar, diğer ihtiyaçlıların ihtiyacını karşılamaya çalışırken güç ve takatlarının yeterliliği, ancak dünyevi hayat için geçerli olur. Yani ihtiyaçlı olanların dünyada biraz olsun rahat etmelerini, nefes almalarını sağlamış olurlar.Rahman isminden hissesini almış olan kişi ise, hem dünyevi hem de uhrevi (ahiret hayatları için) o kişilerin bütün ihtiyaçlarını karşılar. Yani bu kişiler bir nevi toplumun gerçek merhametli kâmil kişileridir.

 

Rahman ismi belli bir kemal mertebesi ile tecelli ettiği için, Allah’ın diğer şerefli isimlerinin önemli bir kısmının tecellisi de bu ismin tecellisi ile olur. Bir kudsi hadisde “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyrulmaktadır. Buradaki gadabın lugat manâsı öfkedir. Allah’ın gadablanması yapılmasında hayır olmayan bir işin yapılması sebebiyle olur. Normal bir insan herhangi bir konuda merhamet duyduğu zaman, aynı anda o kişi tarafından öfkesine sebep olacak bir şey zuhur ederse, aynı merhamet duygusu ile o kişiye yönelebilir mi? Meselâ bir  âmâyı yolun karşısına geçirirken âmâ bastonuyla merhamet edenin  başına vursa ve canını yaksa o kişi merhamet duygusu hiç eksilmeden âmâyı karşıya geçirir mi? İşte Allah’ın rahmetinin öfkesini aşmış olması gibi bir durum, insan için bir kemaldir. Ve insanlarda da Rahman ismi şerifinin tecelliyatı ancak böyle bir kemal ile mümkündür.

 

Rahmanın rahmetinden ümid kesme sen,

Rahmette yok olmak kolay, canı verirsen. 

Melik

MELİK (El-Melîk) (4)

Hükümran

            Allah Gayb (görünmeyen) ve şehadet (görünen,bilinen) bütün alemlerin sahibi ve yöneticisidir.

 

            Melîk, Allah’ın bütün mevcudattan müstagni oluşudur. Bütün mevcudat O’na muhtaçtır. O hiçbir şeye muhtaç değildir. Mutlak Melîk  Allah’tır. Kulun mutlak Melîk olması düşünülemez,zira her şeyden müstagni olsa, yani hiç bir şeye muhtaç olmasa bile Allah’a muhtaçtır.

 

Kur’an-ı Kerim’de: Melik, Mâlik, Melekût, Meliyk olarak kullanılmıştır.

 

1)Melîk kullanılırken, dünya ve ahiretin sadece Allah’a ait olduğu manâsında kullanılmıştır: Âl-i İmrân 189/ Fâtır 13/ Mülk 1

 

2)Melekût kullanılırken, tasarruf ettiklerinin üzerinde tam hükümran olmak manâsında kullanılmıştır: En’âm 75/ A’râf 185/ Mü’minûn 88/Yâsîn 83

 

3)Mâlik olarak ise,her şey ve herkes üzerinde tam bir hakimiyet sahibi olmak manâsında kullanılmıştır:

Fâtiha 3/ Âl-i İmrân 26

 4)Meliyk şeklinde ise Kamer 55’ de kullanılmıştır.

Ayrıca:

 

5)Melikü’n-nâs (bütün insanların hükümdarı) anlamında,

Nâs 2

 6)Melikü’l- hakk ( hak olan gerçek hükümdar) anlamında Tâhâ 114/ Mü’minûn116

7)Melikü’l- kuddûs (her türlü eksiklikten münezzeh olan hükümdar) anlamında Haşr 23 / Cum’a 1

 

Melik isminin kula tecellisi: Bu isim bir kulda hakkıyla tecelli edince, Allah’dan başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış olur. Böylece Allah’a doğru yaklaşmış olur. “Kulum bana bir adım gelirse ben ona yüz adım giderim” kudsî hadisi gereği kul Allah’a malik olur ve Melîk ismi tecelli etmiş olur. Kul beşeri özelliklerinden, nefsin istek ve ihtiyaçlarından kurtulmadan Melîk ismi tecelli etmez. Melîk ismi yansımış olan kul, beş duyusuna, şehvetine ve nefsinin arzularına mâliktir. Böylece kendi memleketinde yani bedeninde Melîk olmuş olur. Eğer bu hali ferdi olmayıp insanların gerek dünyevi gerek uhrevi meselelerde kendisine muhtaç olmalarını da kapsarsa, bu kişi yeryüzünde  Melîk’tir.

 

 

İnsan   ruh  ve  nefis  gibi  iki  ana  unsurdan  ibarettir.  Bu  ikisi  ile  birlikte  yaşamını sürdürür. Nefis, Yusuf Sûresi 53.âyette“ …muhakkak ki nefis,bütün şiddeti ile kötülüğe meyyaldir…” diye geçmektedir. Yani nefis daima kötülüğe sevk etmeye çalışır. Böylece ahlâk da kötü işler ile kötü ahlâk olarak, kişide yerleşmeye başlar. Her kötü ahlâk ile ruhun bünyesindeki hakikat bir kat daha gizlenerek, ruhda da kalın perdeler oluşur. İnsan nefsin kötü işlerinden uzak durdukça  ve onun fahiş isteklerine cevap vermedikçe, giderek nefis zayıflar. Artık kendi arzularını bildiremez veya istese de cevap bulamaz. O zaman bu kişinin nefsinin mâliki oluşundan söz edilir. Bu durum sebat bulup iyi ahlâk olarak belirince ruh ve içindeki hakikat belirmeye başlar.İşte ruhda mevcut olan hakikat ,her hakikatin ortaya çıkışı ile çoğalarak ortaya çıkmış olur (bir adıma yüz adım misali) .

 

İnsanın kendindeki mevcut olan güzellikleri insana aittir.Bu sebeple insan bu hazineye mâlik olmuş olur. Yani insanın Allah’dan başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmayınca, kul Allah’a mâlik olur sözünün açıklaması da yerine getirilmiş olur. Kul kendinde mevcut olan, ama vaktiyle gizlenmiş olan hazinesinin sahibi olmuş olur. Bu hazine Esmâ-i Hüsnâ olup,Allah’ın Ahlâkı dır. Her insanda gizli bir potansiyel olarak mevcuttur. Bu hazineyi ortaya çıkarıp, sahiplenmek ve kullanmak ise bizim hepimiz için gereklidir, farzdır. Çünkü “ Allah’ın Ahlâkı ile ahlâklanınız!” buyurulmaktadır. İnsanoğlunun tek ihtiyacı budur. Bu ihtiyaç öyle bir ihtiyaçtır ki, hem aramak ve bulmak lazımdır, hem de sahip olunca bütün ihtiyaçlarımızın bittiğini görerek, Allah’ın Melîk ismi ile isimlendiğimizi bilip, şükretmek lazımdır.

İnsanda Melîk isminin tecelli edişi, insanı başka şeylere esir olmaktan men eder, ve de çok kıymetli olarak yaratılmış olan insanı ucuz olmaktan korur. İnsanın insan olarak olması gereken değerini ortaya çıkarmış olur. Eğer düşünülürse; insanın sahiplendikleri fânidir, eninde sonunda bunlardan ayrılmak vardır. Ve bunlar insanın kudretini sağlamazlar. Ama eğer bâki olana sahip isek, ebediyen var olan ve hiç tükenmeyecek olana sahip olmuş oluruz ki bu da insanın kudretini sağlar. Dolayısı ile Melîk ismi ile isimlenmiş olmak, aynı zamanda insana sonsuz bir kudret verir ki bu da Allah’ın kudret sıfatı ile sıfatlanmış olmayı beraberinde getirmiş olur.

 

 

Ya! Mâlik-el Mülk, bütün ihtiyaç sana,

                  Başka şey lâzım değil, geldim kapına…

Kuddûs

KUDDÛS   (EL-Kuddûs)    (5)

Her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzak,tüm kemal sıfatları ile donanmış

 Kur’an’ı Kerim’de :

 

1)Meleklerin Allah’ı tesbih etmesi ve takdis etmesi manâsında: Bakara /30

 

2)Rûhu’l Kudüs,yani Cebrail manâsında:Bakara 87,253/ Mâide 110/ Nahl102

 

3)Aynı kökten gelen Mukaddes manâsında;Tâhâ 12/Nâziat 16/ Mâide 21

 

4)Allah’ın nitelenmesi olarak,el-Kuddüs vasfı ise Haşr 23/ Cum’a 1

Yani Kur’an’da Allah’ın ismi olarak iki yerde geçer. Allah; tasavvur edilen, hissedilen, düşünülen, sanılan her türlü vasıftan münezzehtir (yani uzaktır). Daha önemlisi insanların kemal sıfatları sandıkları sıfatlardan da münezzehtir. Kemalât yani güzelleşme ve mükemmel olmaya gidiş, kul için vardır. Allah’ın kemali yoktur. Allah kul için mümkün olan noksanlık sıfatlarından (cehalet, körlük, sağırlık, dilsizlik, acziyet…gibi) ve de yine kul için mümkün olan kemal sıfatlarından (ilimlenme, iradelenme, görmede derinleşme, daha gelişkin konuşma…gibi) münezzehtir.

Bu isimden kula düşen nisbet şöyledir: Bu ismin tecellisine uğrayan kimse Allah’dan başka hiçbir şeyi murad etmez. Kuddüs ismi kutsal, aziz manâsına gelir. Ve bir insan için Kuddüs isminden pay almak ,bu ismin tecelliyatına uğramak demek ; insanın önce kemal sıfatları ile donanması demektir. Kulun kuddüs oluşu yani bu ismin yansıması ilmini ve iradesini tenzih etmesi ile olur. İlmin tenzihinden murad edilen, duyularla bilinen ve hayallerin karıştığı ilimden sıyrılmaktır. Bu marifetullahtır. Marifetullah’da kalbî biliş vardır. İradenin tenzihinden murad edilen ise, ne zahiri duyular vasıtasıyla, ne de kalp ile nail olunan zevklere iltifat etmeyip; iradesini Allah’ın iradesine bırakmaktır. Böylece cüz’i irade ile hareket etmekten kurtulup, yani artık gayretten sıyrılıp, sadece iyiliğe yönlendiren külli iradenin hükmüne kendini bırakmaktır. Bu asla kolay olmayan bir haldir. Ancak yüksek makamda olan evliyada görülen bir isimlenmedir.Onların kutsallığı nefislerinin kötü tavsiyelerinden iradeleri ile kurtulmuş olmak, bu hali sabitlik içinde devam ettirebilmek, hatta bu yaşam tarzını tabii olarak benimseyip ahlâklı yaşamayı  tabii olarak başarabilmek ile olur.

Bu ismin ahiret inancı ile çok yakın bir ilgisi vardır. Zira ahiretin yani ebedi hayatın olduğuna inanılmasa, bu derece dünya hayatının terk edilmesi mümkün olmazdı. İnsanların çoğu Allah’ın varlığına inanır, lâkin ebedi hayatın varlığına sadece lisanen inanır, kalben inanmak çok zordur. İşte kalbin inanışı Allah’ın verdiği bir sırdır. Kalpte Allah’ın mevcudiyeti ile alâkalıdır. Bu sebeple bu isim ile isimlenen az bir kısma hürmetle bakmalıyız.

 

Bütün isimlerden varsa birer nokta,

Alamazsın Kuddüs’ten bir cüz asla.

Olur ise noktalar bir derya,

Verirler kuddüsten bir hırka.

Selâm

SELÂM    (es-Selâm)   (6)

Esenlik veren

Selâmette olan ve selâmette kılan manâlarındadır. Kur’an’da 33 yerde geçer.

Kur’an-ı Kerim’de:

 

1)   Allah’ın ismi olarak sadece Haşr  23

 

2) Barış manâsında (selm, silm, selem kökleri ile): Enfâl 61/Muhammed 35/ Bakara 208 /Nisâ 90

 

3)  Kurtardı (selleme) anlamında, Allah’a izafe edilerek: Enfâl 43 ve bu fiilin çeşidi  olarak , Hûd 48 / Enbiyâ 69

 

4) İnsanlara ait kullanmalar,genellikle selâm verme,söz ile esenlik dileme manâsında;

Nisâ 94/ Meryem 47/  Nûr 27/ Ahzâb 56

 

5) Selâm verme Allah’a izafe edildiğinde; esenliği bizzat ve mutlaka gerçekleştirme anlamı taşır: Mâide 16/ Yunus 25/ Hûd 48/ Meryem 15

 

6) Dünyevi başarı ve ahiret kurtuluşu manâlarında: Hicr 45, 46/ Neml 59

 

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) “ Müslüman dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu (zarar görmediği) kişidir.” Buharî 1/9, Müslim İman-4, Ebû Dâvud Cihad Hadis 2481, buyurmuşlardır.

 

Selâm ismi selâmet, islâm, teslim gibi kelimeler ile aynı köktendir. Allah fiilleri ile şer işlerden, sıfatları ile noksanlıklardan, Zât’ı ile de ayıp ve kusurlardan sâlimdir. Yani selâmettedir. Bazı şer gibi görünen işlerin arkasındaki hayrı bilmekteyiz.

 

“…olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o, sizin için hayırlı olur; bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz” Bakara 216

 

Bu âyetten Allah’ın hakikatte hayrı murad ettiğini anlıyoruz.

 

Selâm isminin kula yansıması yani tecellisi iki basamaklıdır. Birincisi kulun kendi halinin içinde selâmette olmasıdır, diğeri ise kulun diğer insanlara zarar vermeyen, selâmette olan kişi olmasıdır. Müslüman elinden, dilinden emin olunan kişidir. Yani hiçbir şartta hiç kimseye bir fenalığı dokunmayacak ve yine hiçbir şartta ve hiç kimseye dili ile sataşmayacak. Bu çok zor ele geçen bir haldir. Kalbi selim sahipleri diye geçen tarifler, kalbinde selâmeti bulmuş olanlardan söz eder. Bu da insanlar hakkında kötü düşünmeden, haset etmeden, kinlenmeden, öfkelenmeden, su-i zanda (kötü zanda) bulunmadan,v.s.yaşayabilenler içindir. Kalbinde selâmet olanda kötü ahlâktan eser olmaz. İşte bu kişiler, elinden dilinden emin olunanlardır. Şerefli Peygamberimiz(s.a.v.) daha vahiy gelmeden, yani peygamberlik ile görevlendirilmeden önce Muhammed-ül Emin diye çağrılırdı.

 

İnsanın gerçek selâmeti de, bu hali kalben ve hayaten yaşaması ile olur. İnsanlarda Selâm ismi kısmen yansımış olabilir. Tam olarak tecelli zordur. İnanmış olanların pek azında tam yansımayı buluruz. Meselâ böyle kişiler, suçlu olsa dahi kendilerine sığınmış olan kişileri ele vermezler. Selâm ismi ile şereflenmiş olanlar, kimse ile iddiaya girmezler, kimse ile alıp verecekleri yoktur, kimseyi alt edip kendileri üste çıkmayı düşünmezler, yanları emindir, kalbleri emindir, kimsenin aleyhinde bir şey düşünmeyi bilmezler. Onların yanına gelen kalbin bu halini hisseder de kötü niyetli olsa niyeti değişir. Allah’ı hatırlar. Ana yurduna kavuşmuş gibi olur. Yanında dünya işleri aklına gelmez. Sanki orada bir ömür geçirecek gibi, dünya ile ilgili her şey önemini kaybeder. Selâm ismi kalbin temizlenmesi ile yakından ilgilidir. Bu sebepten özel kalp tasfiye metotları ile çalışmak lazımdır. Kalb-i selim sahibi kişiler, kalpleri selâmete ulaşmış olanlardır. Selâmete ermenin ilk adımı bu ahlâkı içine yerleştirme gayretini göstermektir. İkinci adımı ise hakikati olup, bu ahlâkı yaşamaktır.

 

Kalbimi selâmete erdir Ya Selâm,

Dilimden çıkmasın eza verici kelâm.

Halkı elimden, dilimden emin kıl

Niyet ettim, geleceğim vesselâm…

Mü’min

MÜ’MİN       (el-Mü’min)  (7)

Güvenilen, Vaadinde Güvenilir Olan

Kur’an-ı Kerim’de :

 

1) Allah’ın ismi olarak: Sadece Haşr  23

 

2) Allah’ın insanlara güvence vermesi, emin kılması manâsında: Kureyş 4

 

3)    Kullara ait: Pek çok âyette geçer.

 

            Her türlü emniyet ve emanın sahibi olan Allah’tır. İnsanlara hem dünya ve hem de ahiret için her türlü yardım O’ndan gelir. O halde mutlak Mü’min Allah-ü Teâlâ’dır. Her işte O’na sığınılır. Korkuları kaldırıcı sebepleri yaratan yine O’dur.

İnsanlar zayıf yaratılmış olduklarından dolayı korkuları her zaman olur. Korkular dünyaya ve ahirete ait olabilir. Dünyaya ait olanlar meselâ; sahip olduklarını kaybetmek korkusu olup, parasız kalmaktan, işsiz kalmaktan, evlâdını, gençliğini, güzelliğini kaybetmekten korkmak, alıştığı hayatı devam ettirememekten korkmak, sahip olduğu makamı kaybetmekten korkmak, adını, sanını, şöhretini kaybetmekten korkmak imanâ zarar veren korkulardır. Burada kişi yapıştığı sebebi ilâh edinmiştir. İmanını tekrar kontrol etmesi gerekir.

“ La ilâhe illallah benim kalemdir. Kim ki benim kaleme sığınırsa, azabımdan emin olur…”

Burada “La ilâhe illallah” kelime-i tevhid olup, Allah’dan başka ilâh yoktur demektir. Bu söylem hayata geçmek durumundadır. Eğer insan hem Allah’dan başka ilâhım yok diyorsa, hem de yukarıda sayılan sebepleri kaybettiğinde helâk olacak kadar ilâh ediniyorsa, bu sözün samimiyeti şüphelidir.

 

İnsanlar ahiretten de korkarlar. Orada azabım olur mu, Cehennem’e girer miyim,diye korku olur . Bu korku, eğer kişi bir yandan kalbini, lisanını, yani kısaca ahlâkını düzeltme yolunda ise masum bir korkudur. Allah’ın azabından emin olunmadığı için hissedilen bir korkudur. Hatta her insanda  bulunması gereken bir korkudur. Müslümanda yüzde elli umut ve yüzde elli korku bulunması arzu edilendir. Müslüman böylece umut ve korku çizgisinde sağlıklı yol alır.

 

Bir de Allah’ın azametinden korkulur. Âfatlarından, başkalarına muhtaç olmaktan korkulabilir. Bunlar masum korkular olup imanâ zarar vermez. Böylece Allah korkusunun değişik dereceleri vardır. Gaflette olduğunu bilmek veya gaflette olmaktan korkmak da masum korkulardır. İnsanın eksikliğini bilmesi marifettir.

 

            Mü’min isminin insanda tecelliyatı: Bu isim ile şereflenen eman sahibidir. Korkusu olanların cevabıdır ve onlara medetkârdır. Bu isim Selâm isminden daha geniş kapsamlıdır. Bu isim ile isimlenen için korku kalmaz. Hayatı tamamen alt üst olsa da karşılaştığı ile aynı eski hali gibi yaşar. Hayatından eksilenler bu kişiyi üzmez, mahzun etmez. Korku ve telaş kalpte olur. Bu kişilerde kalpte böyle bir şey için hareket olmaz.

 

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler.(Allah’ın) lûtfu inâyetinden, kendilerine verdiği ile hepsi de şâd olarak rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da< Onlara hiçbir korku yoktur.Onlar mahzun da olacak değillerdir>diye müjde vermek isterler.” Âl-i İmrân 169-170.Âyetleri ile müjdelenmişlerdir.

 

Esasen korku, insanın kendine verdiği değer ile alâkalıdır. İnsan kendi var oldukça  elbet korkuları da olacaktır. Kendi dışındakiler, insanlık âlemi var olmuşsa ve kendinin kendine bir değeri kalmamışsa, elbet kendi için var olan istekleri ile birlikte, korkusu da olmayacaktır. Yani insanın Mü’min ismi ile isimlenmesi tevhid denizine dalması ile olur. Zira tevhid ,Allah’dan başka bir şey bırakmayacak, bu arada kendi varlığını da silecektir.

 

 

Yolunda öleyim ölmeden evvel,

Tevhidine dalayım  gelmeden ecel.

Varlığımı sileyim, Mü’min olayım,

Âl-i İmran müjdesini alayım.

Müheymin

MÜHEYMİN   (el-Müheymin) (8)

Kâinatın bütün işlerini düzenleyen,gözetip,yöneten; insanları daima murâkabe eden manâlarını taşır.

 

Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçer:

 

1) Haşr 23.âyet’te Allah’ın ismi olarak,

 

2) Mâide  48.âyette ise, daha evvel gönderilen semavi kitapları genel esaslar bakımından tasdik etme ve bu kitapların da aynı ilâhi kaynaktan olduklarına şahid olma bakımından kullanılmıştır.

 

Allah’ın, yarattığı bütün mahlûkatına muttali olması, istilâ etmesi ve hıfz etmesidir. Muttali olmak amelleri, rızıkları ve ecelleriyle mahlukatına hakim oluşudur. Bu hakimiyet Allah’ın ilmi ile olur. İstilâ etmek, Allah’ın kudreti ile olur ve mahlukatın hepsi için hatta aynı anda mümkündür. Hıfz etme ise koruma, muhafaza etme manâsınadır.

Bu  özellikleri sebebi ile, eş-Şehîd, er-Rakîb, el-Hafîz isimlerindeki manâyı da içinde taşır.

Bu isim kullara yansır. Hatta bütün kullara yansır. İnsanda Müheymin isminin tecellisi ile en alt kademede olmak üzere kişinin kendisi ile ilgili kalbine sahip olması, kalbindeki hakikati bilmesi ve koruması şeklindedir. Bunun biraz daha kuvvetli yansıması diğer insanların iç alemlerine vâkıf olarak onların doğru yolda devam etmelerine göz kulak olmakla olur. Bu Müheymin isminin daha kemalli tecellisidir.

 

İnsan-ı Kâmil’de Müheymin ismi kemal ile zuhur etmiştir. Hem kalplere vâkıftır (muttalidir), hem o kalblerde yer alır (istilâ eder) ve hem de kalbde mevcut olan güzel halin devam etmesini sağlar (hıfz eder).

 

Allah’ın bu ismi ile isimlenmemiş olan kişi kalbinden ve kalbinin hallerinden haberdar bile değildir ki, nereden kalbini korumayı bilsin. Bu sebeple insan bu isimden nasiplendiğinde ilk fayda kendi kalbine olur. Kendi kalbine , yani kendine olur. Sonra kendini aşabilir.

 

Kalbime dolunca, gölgem kayboldu; özüm apaçık zâhir oldu.

Hakikatimle barışık yaşayınca, sebat imanım oldu.

Kalbime doldun, kalplere aktım; özümü gördüm, özlere baktım

Aldanışlara aldanmayıp ta, pazarımda salt hakikat sattım.

Kalpte mekân tutmasan, yaşanan hayal idi.

Böyle bir aldanışla son nefes hüsran idi.

Lûtuf Sensin; aldanmadım,  aldatmadım kamuyu

Sen bildirdin, ben gösterdim doğruyu.

Ya Muheymin! Sensizlik, hiçbir şeyle dolmazmış

Varlığınla var olmak, ebedi var olmakmış.

Azîz

AZÎZ  (el-Azîz)    (9)

Eşi benzeri bulunmayan;değerli,şerefli,güçlü;daima galip olan

Kur’an-ı Kerim’de takribi 90 kadar âyette geçer. Tek başına hiç kullanılmamış olup, ya bir başka isimle birlikte veya Allah’ın izzet sahibi olduğuna dair bir niteleme ile geçer.

1)  Alîm,Hamîd,Rahîm isimleri ile birlikte , Lâfza-i Celâl yerine kullanılmıştır.

Azîzü’l- Alîm, Azîzü’l- Hamîd, Azîzü’r- Rahîm gibi…

En’âm 96/ İbrahim 1/ Şuarâ 217

 

2) Allah, Zât’ını izzet sahibi olarak nitelendirir, Sâffât 180

 

3) Allah’a ait sıfat olarak:

“Kim izzet ve şeref istiyor idiyse ,bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.”Fâtır 10

 

“ Ey Resûlüm! İnkârcıların sözleri sakın seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük Allah’a aittir.” Yunus  65

 

4) İzzetin Allah’a, Peygamberimiz’e ve mü’minlere ait olduğuna dair:            “Asıl üstünlük (izzet) Allah’ın, Peygamberinin, ve Mü’minlerindir.” Münafikûn 8

 

5) Firavun’un  kibir ve benliğini belirtmek üzere,yine izzet kullanılmıştır,lâkin çirkin bir sıfat olarak işaret edilmiştir;

“ Böylesine (Allah’dan kork!) denilince, benlik ve gurur-izzet- kendisini günaha sevkeder.” Bakara 206

“Öğüt veren Kur’an’a yemin ederim ki küfredenler, iddialarının aksine,bir gurur-izzet- ve tefrika içindedirler.”                                                               Sâd  1,2

 

6) Allah’ ın, suçluların cezasının büyük olacağına dair mutlak güç sahibi olduğunu bildiren âyetler: Âl-i İmrân 4/ Mâide 95/ İbrahim 47 / Zümer 37

“ Azîzün zü’ntikam”  intikamın aziz oluşu manâsındadır.

 

7) Azîz ismi ekseri bir başka isimle birlikte kullanılıp, diğer ismin manâsını,Azîz ismi ile birlikte kuvvetlendirmek, birbirini doğrulamak üzere kullanılmıştır:

Azîzü’l- Hakîm, Azîzü’l- Alîm, Azîzü’l- Hamîd, Azîzü’l- Kavî, Azîzü’l-Muktedir, Azîzü’r- Rahîm, Azîzü’l- Gafûr, Azîzü’l- Vehhâb  gibi…

            Emsali az bulunan, kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan, ulaşılması güç olan, bu üç manâyı kendisinde toplayan, Azîzdir. Bu ise Allah-u Teâlâ’dır.

 

Emsali az bulunandır: Zira Allah emsal bakımından tektir. Fiileri, isimleri, sıfatları, Zât’ı bakımından tektir. Allah’ı hakkıyla ancak yine Allah bilir sözü emsalinin olmadığına delildir. Emsalinin olmayışı sebebiyle Allah’ı bilmek, hakkıyla tanımak çok zordur. İnsanlar isimlerin kemali ile isimleriyle; sıfatlarının kemaliyle sıfatlarıyla, Allah’ı bilseler bile, Zât’ı ile bilmek müşküldür.

 

Kendisine şiddetle ihtiyaç duyulandır: Zira insanlar Allah’a her zaman ihtiyaç duyarlar. Dünya hayatında , sıkıntılı anlarda kalp medet isteyeceği yeri bilir.Belâlarda, musibetlerde ve çaresiz durumlarda Allah’dan yardım istenir. İnsanın imanı olmasa bile hiçbir şey ile çözülemeyen sıkıntılarda mecburen Allah’a sığınılır. Ahiret için de O’na şiddetle ihtiyaç vardır.Allah’ın dünya ve ahiret için bol olarak sebil ettiği merhameti(rahmeti) sığınma sebebidir.

 

Ulaşma güçlüğü:  O merhametlilerin en merhametlisi olup, insanları kendine çağırırken bir yandan da insanların kolayca  ulaşamayacağı şekilde Zât’ını  perdeler. Azizliği sebebiyle bahâsının bilinmesini ister. İnsanların kıymet verdikleri her şeyden daha kıymetli ve tercih edilebilir olduğunu belirtmek için binlerce perde ile bâtınını gizlemiştir.

 

Aziz isminin insana yansıması: Bu ismin yansıdığı kişiler bu üç özelliği taşır. Emsali zor bulunûr çünkü, kalplerinde dünyayla ilgili bir istek ve ahiret ile ilgili bir beklenti kalmamıştır ve kendi varlıkları Aziz olan Allah’ın varlığında yok olduğu için  kendisiz kalmış, diğer yaratılmışlara hakkıyla yönelmişlerdir.

 

Kendilerine duyulan ihtiyaç şiddetlidir çünkü, her devirde aldanmadan Allah’a giden ve aldatmadan götürenler pek az olmuştur. Bu sebeple böyle bir yol göstericiye ihtiyaç elbette fazladır. Bu kişiler insanların dünyevi sıkıntılarını giderip, ilmî sorularına cevap olmakla kalmazlar, ahirete ait kazanç yollarını ve bu yollardaki  hakikatleri apaçık bildirirler.

 

Ulaşılması zordur çünkü, kendilerini şöhrete götürecek yolları kaparlar, insanlardan kaçarlar. Kendilerini belli etmezler. Bilirler ki Allah ihtiyaç sahibini bir şekilde kendisine gönderecektir. Hatta insanları zorla düzeltmeye kalkmazlar. Sadece ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamakla yetinirler.

 

Azîz isminin tam olarak yansıması kutbiyyet makamıdır. Dereceli yansımaları ise inanan herkes için mümkündür.

 

Zât’ını Aziz kıldın, emsalin hiç bulunmaz

Sana ihtiyaç duyan, başka şeye duyamaz