Ümitsizliğin Tedavisi ve Recayı Arttıran Sebepler:
İki sınıf insan, ümit bakımından tedaviye muhtaçtır. Biri ümitsizliğe düşerek, ibadeti tamamen terk eden, diğeri ise korkuya fazla kapılıp, kendini ve etrafını rahatsız edecek derecede ibadete dalandır. Bu iki gurup da orta yoldan ayrılmıştır. Bir gurup aşırıya gitmiş, diğer gurup geri kalmıştır. Bu iki gurup için ayrı tedavi metodları vardır. Ümitsizliğe düşenleri, ümit ile ilgili âyet ve hadisler ile ve mevcut nimetlerden delil getirme ile orta yola çekmek lâzımdır. Korkuya fazla kapılanları da aynı şekilde âyet ve hadisler hatırlatılarak; ayrıca kulundan vaz geçmeyen Allah-ü Tealâ’nın ahlâkından, nimetlerinden, rahmetinden, mağfiretinden bahsederek orta yola getirmek lâzımdır.
İsyana dalıp, taati hafife alarak, Allah’dan ümitli olanların ise ilâcı, korkutmadır. Hastalık zıddı ile tedavi edilir.
Reca, yani ümit hali sonsuz olan ebedi hayatın nimetleri düşünülürse, kuvvetlenir. Bunun için dünyadan misal getirilir. Dünyanın nimetlerinin çokluğu düşünüldüğünde, kimse dünya nimetlerinden ayrılıp, ölmeyi istemez. Kısa olan dünya hayatı için bile, bu nimetlerden ayrılmak istemeyen kişi, elbette ahiret nimetlerine kavuşmayı ister. Recayı kuvvetlendirecek olan âyet ve hadisler ise şunlardır:
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” Zümer/53
“Melekler Rablerine hamd ile tesbih ediyorlar. Yerdeki kimselerin de yarlıganmasını istiyorlar” Şûra/5
“Kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının”
Âl-i İmran/131
Bu âyette ateşin kâfir için hazırlandığını öğrenen, ümitsiz kişi, kendisinin kâfir olmadığını bildiğinden, ümidi artacaktır.
“Hakikat Rabbin, zulümlerine rağmen, insanlar için mağfiret sahibidir” Ra’d/6
“Muhakkak ki Rabbin sana verecek de hoşnud olacaksın”
Duhâ/5
Hz Peygamberimiz(s.a.v.), daima ümmetinin affını dilerdi. Duhâ/ 5. âyeti nâzil olunca; (Bu âyet nâzil oldu, halâ razı olmadın mı?) denildiğinde;
“Ümmetinden bir kişi Cehennem’de iken, Muhammed razı olmaz” buyurmuştur. Ehl-i Beyt’ten olan İmam Cafer-i Sadık, Kur’anda en büyük ümit âyetinin, Duhâ/ 5. âyeti olduğunu bildiklerini söylemiştir.
“Ümmetim rahmet olunmuş bir ümmettir. Ahirette onlar için azab yoktur. Allah-ü Tealâ onların cezalarını, deprem ve kargaşa gibi şeylerle acele olarak dünyada verir.”
Ebû Davud ve İbn Mâce
Bu hadisteki müjdeye muhatap olmak için; elbette Hz. Muhammed(s.a.v.)’e iman etmek ve sünnetlerini kabul ederek, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak, böylece “ümmetim” diye işaret buyurduğu zümreden olmak lâzımdır.
“O gün Allah, Peygamberini ve iman edip, O’nunla beraber olanları rüsvay etmeyecek” Tahrim/8
“Kul bir günah işleyip, akabinde tevbe ettiği vakit, Allah-ü Tealâ meleklerine: (Kuluma bakın, günah işledi, günahların cezasını veren ve mağfiret eden bir Rabbi olduğunu da bildi ve tevbe etti. Şahit olun, onu mağfiret ettim) buyurur”
Buhari ve Müslim
“Eğer kulum göklerdeki bulutlara kadar yükselecek günah işlese, benden ümidini kesmeyip mağfiret diledikçe, ben onu mağfiret ederim” Tirmizi
“Kulum bana yer dolusu günah ile gelse, ben ona yer dolusu mağfiret ile mülâki olurum” Müslim
“İnsan bir günah işlediği vakit, altı saatlik bir süre melek o günahı yazmadan bekler; adam tevbe ederse hiç yazmaz. Tevbe etmezse bir günah olarak yazar” Beyhaki
Hz. Peygamber(s.a.v.): “Allah Kâbe’yi şereflendirdi ve yüceltti. Eğer biri Kâbe’yi yıksa ve yaksa, Allah’ın velilerinden birine hakaret edenin günahı gibi bir günah işlemiş olmaz” buyurunca; bir Bedevi Allah’ın velilerinin kim olduğunu sorması üzerine: “ Mü’minlerin hepsi Allah’ın velileridir” buyurmuş, sonra:
“İman edenler, Allah’ın velileridir, onları karanlıklardan nura çıkarır”(Bakara/257) âyetini duyup, duymadığını sormuşlardır. İbn Mâce’den gelen bazı haberlerde ise:
“Mü’min Kâbe’den üstündür”
“Mü’min temiz ve tahirdir”
“Mü’min Allah katında meleklerden efdaldir” buyurulmuştur.
“Allah-ü Tealâ’nın yarattığı hiçbir şey yoktur ki, ona galip geleni yaratmış olmasın. Rahmetini de gadabına galip kılmıştır” Ebu’ş-Şeyh ve İbn Hâtem
“Muhakkak rahmetim, gadabıma galiptir” Buhari/Müslis
“Lâ ilâhe illallah diyen Cennet’e girer” Taberani
“Son sözü (Lâ ilâhe illallah) olana, cehennem ateşi temas etmez” Ebû Davud
“Allah’a ortak koşmadan, O’na mülâki olan kimseye, Cehennem ateşi haram olur” Buhari/ Müslim
“Kalbinde zerre kadar imanı olan, Cehennem’e girmez”
Ahmed
“Eğer kâfir, Allah’ın geniş rahmetini bilseydi, Cennet’ten ümidini kesmezdi” Buhari/ Müslim
“Eğer siz günah işlemeseniz, Allah sizi helâk eder, başka mahluk yaratır, onlar isyan ederler ve onları mağfiret ederdi. Çünkü O, fazlasıyla mağfiret edici ve büyük rahmet sahibidir”
Müslim
“Eğer günah işlemeseniz, günahtan daha fenası olan ucubdan sizin için korkardım” İbn Hibban
“Allah-ü Tealâ, kıyamet günü, kimsenin hatırına gelmeyecek şekilde büyük bir umumi af ilân edecek, hatta şeytan bile, bu afdan kendisine bir şey isabet eder mi diye ümitlenecektir”
İbn Ebi’d-Dünya
“Sizden hiç birinizin ameli ne Cehennem’den kurtarabilir; ne de Cennet’e koyabilir. Beni de koyamaz, ne ola ki Allah rahmeti ile kusurlarımı bağışlıya” Buhari/ Müslim
“Amel edin ve amelinize sevinin. Fakat iyi bilin ki, kimseyi ameli kurtaramaz” Buhari/ Müslim
“Şefaatimi ümmetimin büyük günah sahipleri için sakladım. Siz, onu itaat eden müttakiler için mi sanıyorsunuz? Hayır. O günahı ve sevabı karıştıran mülevvesler içindir”
Buhari/ Müslim
“Allah-ü Tealâ kuluna, şefkatli bir annenin yavrusuna olan merhametinden çok daha şefkatli ve merhametlidir”
Buhari/Müslim
“Kul istiğfardan usanmadıkça, Allah-ü Tealâ da mağfiretten usanmaz. Kul bir hayra niyet ettiği zaman, daha o işi yapmadan sağdaki melek hemen defterine bir sevap yazar. Bu iyiliği yaptığı vakit ise, hemen bire on nisbetinde arttırarak yazar, sonra yedi yüz dereceye yükseltir. Kötülüğe niyet ettiği vakit, kötülüğü işlemeden defterine yazılmaz. Kötülüğü yapınca defterine bir günah olarak geçer. Bununla beraber ilerde Allah-ü Tealâ’nın af ve mağfireti vardır” Beyhaki
“Ben hak, kolay ve âsân bir din ile gönderildim”
Ahmed
“Dinimizde müsamaha ve cömertlik bulunduğunu, Yahudi ve Hristiyanların bilmelerini isterdim”
“Şimdilik sen aldırış etme, onlara karşı güzel muamelede bulun” Hicr/85.âyeti nazil olduğunda, Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), bunun manasını Cebrail a.s.’a sordu. Cebrail a.s.(Sana kötülük edeni affettiğin vakit, artık ona sitem etme, demektir) dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem: “Ey Cebrail, Allah affettiğini itabdan (azarlamadan) daha keremlidir” diyerek, Cebrail ile ağlamaya başladılar. Allah(c.c.) hemen Mikâil a.s.’ı göndererek: “ Elbette affettiğimi itab etmem benim keremime yakışmaz” buyurdu.
Muhammed b.Hanefiyye,Ali’den
“Allah’dan yüksek dereceler isteyin, zira istediğiniz Zât , kerem sahibidir” Taberani/Müslim
“Allah’dan istediğiniz vakit, rağbeti yükseltin ve Firdevs-i Alâ’yı isteyin. Zira Allah’a hiçbir şey büyük ve güç gelmez”
Müslim
“Allah’ın yüz rahmeti vardır, dünyaya birini indirdi. Halkın birbirine rahmeti, annenin evlâdına şefkati, hayvanların yavrularına merhameti hep bu bir rahmetin tesiridir. Allah, kıyamet günü o bir rahmeti doksan dokuza ekler ve halka yüz rahmet olarak açar. O gün tam manasıyla helâke hak kazananlar helâk olur” Buhari/ Müslim
Ümidin artmasına sebep olacak olan, büyüklerin verdiği haberler de şöyledir:
“Dünyada kişinin günahını gizleyen Allah-ü Tealâ, ahirette de onu açığa çıkarmaz. Zira onu ahirette açıklamak, O’nun keremine yakışmaz. Dünyada günahının cezasını çekene, ahirette ikinci defa ceza çektirmez” Hz.Ali k.v.
“Hesabımın annemin, babamın eline dahi verilmesini istemem. Çünkü Allah, onlardan daha merhametlidir”
Süfyan-ı Servî
Selefden bir zât, “Mü’min gizli bir günah işlediğinde, Allah o günahı defterine yazmamaları için, meleklerin gözünden bile saklar” demiştir.
İbrahim b. Ethem, karanlık ve yağmurlu bir gecede tavafta tek başına kalmış ve Kâbe’nin kapısı önünde “Ya Rab, beni günahlardan koru” diyerek dua etmiş. O zaman şöyle bir nida işitmiştir: “ Herkes benden bunu ister. Herkesi korursam neyi affedip, bağışlayacağım?”
“Mü’min günah işlemeseydi, göklerin gizliliklerinde seyrederdi. Allah-ü Tealâ günahı sebebiyle, onu bundan alı koydu” Hasan-ı Basrî
“Allah’ın kereminden gözün perdesi bir kere açılaydı, kötüler iyilere katılırdı” Cüneyd-i Bağdadî
Rivayete göre, İsrail oğullarından biri kırk sene eşkiyalık yapmış. Sonra İsa a.s. ile karşılaşınca, havarilerine katılmış. Daima kendini yerer ve (ben bunlara lâyık değilim) diye düşünürmüş. Havarilerden biri de (bu yol kesici kim ki, yanımıza katıldı) diye düşünürmüş. Allah(c.c.), Hz. İsa’ya vahyeder ki: “İkisinin de geçmişini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için Havarinin ibadetini; kendini küçük gördüğü için de eşkiyanın günahını mahvettim” buyurur. İsa a.s. da eşkiyayı havarileri arasına katar.
Yine İsrail Peygamberlerinden biri secdede iken, âsilerden biri başına basmış ve Peygamber de “Allah seni affetmesin” demiş. Hak Tealâ, Peygamberine: “Benimle kulumun arasına girmek mi istiyorsun? Ben onu mağfiret ettim” buyurmuştur.
Hammad b. Vakt
Resul-i Ekrem(s.a.v.) müşriklere kızıp, onları namazda tel’in ettiği vakit:
“Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir”
Âl-i İmran/128
Âyeti nazil olmuştur. Ve Resul-i Ekrem bedduasından vaz geçmiştir. Bunun üzerine de onlar topluca Müslüman olmuşlardır. Bu nakil İbn Abbas’ dandır.
“Ölümü sırasında Malik b. Enes’in huzuruna girdik ve durumunu sorduk. O da: (size nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Ancak siz de yakında Allah’ın ne büyük affedici bir kerem sahibi olduğunu göreceksiniz) dedi” Ebû Bekir b. Süleym
“Ya Rab! Nerde ise günah işlerken, Sana olan ümidim; amelimdeki ümidimden daha üstün olacaktır. Çünkü amelimde ihlâsa güveniyorum. Halbuki bu kadar afetlerle karışık olan amelde ihlâs zordur. Günahımda ise affına dayanıyorum. Sen cömertlikle vasıflı olduğun halde, nasıl mağfiret etmezsin?”
Yahya b. Muaz
Denilir ki; İbrahim (a.s.)’a bir Mecusi misafir olmak istedi. İbrahim Peygamber de “Müslüman olursan, seni misafir ederim” deyince, adam çıkıp gitti. Allah-ü Tealâ, İbrahim (a.s.)’a : “Neden onu misafir etmek için dinini değiştirmesini şart koştun? Bana bakmadın mı? Yetmiş senedir Beni tanımadığı halde, ona bakıyorum. Onu misafir etseydin, hakkında hayırlı olurdu” buyurmuştur. Bunun üzerine, İbrahim Peygamber adamı bulup, evine getirdi, misafir etti. Mecusi bunun sebebini sorunca da, durumu anlattı. Mecusi: “Mademki Allah-ü Tealâ benim hakkımda böyle muamele etti, o halde dinini kabul ediyorum, bana İslâm’ı öğret” dedi.
İbrahim Atruş anlatıyor: “Bağdad’da Mâruf Kerhî ile Dicle’nin kenarında oturuyorduk. İçkili, çalgılı bir gurup yanımızdan geçtiğinde, yanımızdakiler Mâruf’a ( bunlar aleni isyandalar, bunlara beddua et) dediklerinde, O: (Allahım, bunları ahirette de huzur ve zevke kavuştur) diye dua etti. Yanımızdakiler beddua yerine dua etmesinin sebebini sorunca da: ( Ahirette onları ferahlandırması, onları affetmesi ile mümkündür. Affetmesi için ise günahlarına pişman olmaları gerekir) dedi”.
Bütün bu anlatılanlar, ümidini kaybetmiş olanları ümide kavuşturmak içindir. Ümide ulaşan ise, gayrete gelecektir. Fakat ümitsizlik için bu anlatılanları bilen bazı ahmaklar, her türlü amellerini terk edip, ayrıca isyana da girip, “Allah kulunun zannı katındadır” diyerek, kendilerine zulmetmekte, aldanışa düşmektedirler. İşte ilim bu ayırımı yapmak için lâzımdır.
Burada ince olan noktaları tek tek tesbit etmeliyiz:
İnsan, nasıl olur da ümitsiz olur? Önce bu soruya cevap vermeliyiz. İnsan Allah yolunda ilerlerken bazen amellere sabrı kalmaz, zorlanır. Bir yandan amellere devamda zorlanır, diğer yandan nefsine söz geçirmekte zorlanır. Çoğu kere de nefsi ile mücadele etmekten usanarak, artık kendinden ümidi kesilir. “Ben adam olamam” diyerek sonsuz bir üzüntüye düşer. Kişinin kendinden ümidini kesmesi, Allah’tan kesmesi gibidir. Çünkü kendinden ümidi olsa; yani nefsini idaresi altına alabilse, söz geçirip, itaat ettirebilse, yani sağlam ve kuvvetli olsa; o zaman elbette kendine ait ümidi var olacaktır. Dolayısıyla kötülükten uzak ve iyiliğe yakın olacak, böylece Allah-ü Tealâ’nın da kendi hakkında hayırdan yana karar vereceğinden ümitli olacaktır.
İşte burada çok büyük bir incelik vardır ki, dinin ilmine hakim olanların bile, bazen görmekte zorlandıkları bir inceliktir. Bu da, kulun amellerinden çok, kulluğunu yani aciz olduğunu bilmesi ile, Allah’ın rahmetinin coşacağı hakkındaki bilgidir. Doğru olan, kişinin kendini var eden amellerini görerek veya cahilce her türlü günaha bilerek girip, sonra da Allah’ın rahmetine güvenerek değil; kendi varlığını yok mesabesinde önemsiz görerek, İlâhi rahmete sığınmaktır. İşte ümit reçetesi, ancak kendi hallerini beğenmeyerek, mahfiyete düşmüş olanlar içindir. Mahfiyete düşmeden kendi şehvetlerini ve nefislerinin arzularını yerine getirmek suretiyle varlıkları büyümüş ve canavarlaşmış olanlar için değildir.
Bu sebepten Allah(c.c.), yoklukları ile gelenleri sever. Bu sebepten ameller emredilmiştir. Kişi kul olduğunu bilsin diye. Yukarıda geçen bazı Kudsî Hadislerde, “günah işleyen topluluk yaratırdım” şeklindeki sözler ile; insana yakışanın günah ile acziyetini bilmesi ve belki de bu günah dolayısıyla kalbinde pişmanlık duyması, epeydir amelleri ile devleşmiş olan kendinin, ne kadar aciz ne kadar muhtaç olduğunu görmesi içindir. Yoksa Allah-ü Tealâ elbette itaati sever, günahdan men etmiştir ve rızası yoktur.
Ama kul daha İslâm’a ilk adımı atar atmaz, vaktiyle ne halde olduğunu unutur da, etrafına fetva vermeye başlar. Hemen kimin Cennet’lik, kimin de Cehennemlik olduğu kararını verir. Giderek öğrendikleri ve öğrendiklerinden hayatına geçirdikleri ile, kendi gözünde öyle büyür, öyle önem kazanır ki; sanki kendisinden başka kimse kalmaz. İşte bu hal Allah’ın hiç hoşlanmadığı ve rızasının olmadığı haldir. Kibriya ismi sadece O’na lâyıktır.
Bu halin içinde olanda ister istemez, başka bir hal gelişir. Amellerini tamamlamış, hiç amel borcu kalmamış, iyilikten yana sevapları bol, kötülükten yana günahsız, ahireti tercih ederek, dünyasını görmemiş. İşte böyle hal içinde olan kişinin sanki Allah’a da ihtiyacı kalmamış gibi olur. Yaptıkları ile öylesine büyümüş ve varlıklanmıştır ki, adeta Yaradan’ını unutmuştur. Hep kendi yaptıklarının bilinci içindedir. O kadar kendi yapmıştır ki, yaptıranın kim olduğunu hiç düşünmemiştir. Halbuki kendisine yaptıranı görebilmiş olsaydı, yaptıkları yaptıranın elinde kalacak ve kendine ait bir şeyinin olmadığını anlayacaktı. İşte büyüklerden birinin söylediği gibi: “sana günah olarak, varlığın yeter. Daha başka bir günaha sıra gelmeden…”
Ben de derim ki; Yokluğa yani makamsızlığa ulaşmadan, günah bitmez. Yokluk ise, kendini aciz olan her hangi bir varlıktan daha aşağı görmeyi, kalbinde daima hissetmendir. Böyle olanda dava, iddia, üstün gelme duygusu, bilgide yeterlilik, talep etmeyene öğretme isteği, talep etmeyene iyilik yapma isteği, kalmaz. Bunlar yokluğun alâmetleridir. Makamlar ise var olanlar içindir.