Kategori arşivi: 52.Hakk

Hakk

HAK (el- Hakk)        (52)

Mevcudiyeti ve ilahlığı gerçek olan

Kuran’ı Kerim’de:     10 defa, Allah’a izafe edilerek geçer. Ayrıca, (doğru, hak, hisse, adalet, gerçek) anlamında 218 defa geçer.

1)    Tek olarak ve Allah’ı niteleyerek, meselâ: Kehf 44 / Hacc 6 / Nûr 25 / Lokmân 30 / Fussilet 53

 

2)    Esmâ-i Hüsnâ’dan bir isimle beraber olarak: “Melîkü’l- Hakk”, “mevlâhümü’l-Hakk”, “rabbükümü’l-hakk” En’âm 62 / Yunus 30,32 / Tâ-hâ 114

 

3)    “Hakku’l-mübîn” yani apaçık bir gerçek manâsında: Nûr 25

 

4)    Hak olan Allah’ın sözü de haktır. “Doğruyu ben söylerim” :  Sâd 84

 

5)    Fiillerinin de “Hak” oluşu; Yunus 5,82/Lokman 33

 

6)    Kulların, Allah’ın hakkını hakkıyla ölçemeyişleri: Hacc 74.

 

7)    Kuran’ı hakkıyla okuyanların iman edenler olduğu : Bakara 121

 

8)    Hak ve adaletle hükmetmek konusu : Sâd 26

 

9)    Hak sahiplerine  haklarını vermek konusu :  En’âm 141

 

10) Hacc 78. Âyette “ Allah uğrunda hakkıyla cihad edin…”diye, gerektiği şekilde manâsı verilmiştir.

 

Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’in dualarında “Allah’ım! Hak sensin , vaadin de hak, sözün de hak , sana kavuşmak da hak” şeklinde niyazda bulunduğu bilinir. Buharî    “Da’avât”9 Müslim”Mûsafirin”199

 

Kelime manâsı  hakikattir. Sözlükte “bâtıl”ın zıddıdır. Hakk kendi Zâtı ile var olan hakiki mevcuttur. Bu öyle mevcud oluştur ki, ezelden ebede hiç sonlanmayacak olan bir mevcud oluştur. Her Hakk olan mevcud da hakikatini O’ndan alır. Bir şeyin mevcudiyetinin hakikati, o şeyin varlığının devamınca olur. O şeyin varlığı sona erince, onun mevcudiyeti hakkında bilinen bilgi artık hakikat olmaz, bâtıl olur. Böylece sonu olan her şey asıl manâda hakikat değildir. Allah’ın Zâtı’ndan başka her şey fani olduğu için gerçek manâda Hakk, yüce Allah-ü Teâlâ’dır.

 

Bir de sözlerin hakk olanı vardır ki bu bakımdan incelenirse, en hak olan yani en doğru olan söz “Lâ ilâhe illallah” dır. Çünkü bu söz ezelden ebede doğru ve hak sözdür.

 

“ De ki Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şüphesiz ki bâtıl daim zeval bulucudur.” İsrâ  81

 

“ Hem göklerle yerde ve hem de kendilerinde âyetlerimizi yakından onlara göstereceğiz.  Nihâyet O’nun Hakk olduğu şüphesiz kendileri için de sabit olacaktır. Rabbinin her şeye şahid olması sana kâfi değilmi?”  Fussilet  53

 

“ Onlar, göklerdeki ve yerdeki o muazzam mülk ve saltanata, Allah’ın yaratmış olduğu her hangi bir şeye hatta ecellerin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi söze iman edecekler ki?” Â’raf  185

 

Bu ismin tecellisine uğramış olan kişi, kendi fâniliğini ve bu sebeple bâtıl oluşunu kabul eder. Asıl Hak olarak sadece Allah’ı görür. Kulda Hak ismi zuhur etse bile, kendiliğinden hak değildir, Allah’ın varlığı ile haktır. Bu ismin yansıdığı kişi, kendi dışındaki her şeyi hak bilebilir. Meselâ, karşısındakinden bir söz duysa Allah söyletiyor diye düşünür. Başına gelen iyi ve iyi olmayan her şeyi Allah’ın verdiğini bilir. Elde ettiklerinin, başarılarının, her şeyin sahibi olarak Hakk’ı görür. Bu kişilerde bazen merhametsiz gibi görülen bir adalet anlayışı olabilir. Bu durum zamanla belki anlaşılır, belki de anlaşılmayabilir. Yani insanın aklı ile değerlendiremediği bir durum olabilir. İnsanda bu ismin yansıması azdır. Bu kişileri de daha çok “Hak” bilir. İnsanlar bilemeyebilirler. Asıl Zâti tecelliyat ile bu isim tam olarak, kemali ile tecelli eder.

 

Kendi arzuları, beklentileri, menfaatleri, emelleri ile var olan için Hakk isminin zuhuru söz konusu değildir. İnsanın kendini fâni olan şeylerle var edişi, esas var oluştan çok farklıdır. Dolayısıyla bu fâni ölçüler ile var oluş, sanal bir ortamdır, kişiyi hak ve hakikatten uzaklaştırır. Yani Allah’tan uzaklaştırır. Bu uzaklık aslında azap verir. Kendi varlığı önde olarak yapılan, yani Allah’ın gölgesinde değil de kendi var oluşu ile kendinden bilerek yapılan her şey insana sıkıntı verir, zulüm gibidir. Uzaklık getirir. Her uzaklık tekrar bir uzaklık getirerek böylece Allah’ı unutmak hasıl olabilir. Fâni olan şeylerle var oluştan kastedilen meselâ: Serveti, kazandığı her şey, yükseldiği dünyevi makamlar, şöhreti… İşte bunlar hep bitebilecek şeyler olup, o anda varsa bile bir gün bitecektir,yani fânidir. Böyle fâni olana ne derece sarılınır ve bunlarla ne derecede kuvvet bulunabilir? Ne zaman sonu geleceği belli olmayan bütün bu şeyler bir hayal hüviyetinde değil midir?

 

ENE-L HAKK meselesi: Burada konu icabı bu meseleden bahsetmek gerekir. Ene-l Hakk demek lûgat manâsı ile (ben Hakk’ım ) demektir. Lâkin bunu (ben Hakk ile beraberim) diye anlamak daha doğrudur. Bu sözler bazı manevi kendinden geçme hallerinde gayri iradî olarak söylenmişse olabilir. Bu da kişinin kendini Hakk ile kuşatılmış olarak ve kendinde Hakk’dan başka bir şeyin kalmadığını, müşahede etmesi ile ve bu müşahedenin de aklı ile çözümleyemediği bir şey olarak söylenmiş olabilir.Daha da doğrusu kendi fâni ve önemsiz varlığını, Hakk’ın yanında âdeta gölge gibi ya da hayal gibi gördüğünden söylenmiştir. Aslında bu sözü söyleyen sanki büyüklenme göstermiş gibi  sanıldığı halde, hakikatte kendini söz edilecek bir şey gibi görmemek, hatta kendini bir nevi küçümsemek vardır. Hakk’ın hakkı verilmiş gibi olduğundan bu söz bu açıdan hakikattir. Aslında manen yüksek bir makam olan tevhid makamlarında böylesi zor anlaşılan meseleler vardır. Ene-l Hak hali tevhidin başlangıç yerlerinde belki yer alır. Zira tevhid teklik halidir. Orada Hakk’dan başka bir şey yoktur. Ama ben Hakk’ım diyen ikiliktedir. Zira bir kendi bir de Allah vardır. Tevhidin bir ileri aşamasında “sen ve her şey Hak” vardır. En zirvede ise (Allah var, başka da bir şey yok. Ezelde, şu anda ve ebediyyen böyledir) kavramı vardır. Hz.Ali (r.a.) böyle bilmiş, böyle demiştir.

Tasavvuf ehlinin ileri gelenleri bu konuyu bilir. Kendi Zâtlarının yönünden fâniliklerini bilir, bâki olanı anarlar. Anmaya, konuşmaya değer olarak sadece Hakk’ı bilirler. Tevhide heves etmez, tevhidin bilgisinin tevhidin aslına zıt olduğunu bilerek, bu konuyu yaşamadan dillerine dolamazlar, böylece günahtan da sakınmış olurlar.

 

Kelâmcılar ise, kelâm ile meşgul olup, kelâmın sahibinden uzak düşmüşlerdir. Çoğu Allah’dan başka her şeyi görür ve gördüklerini Allah’ın varlığına ve kudretine şahid ve delil gösterirler.

 

Sıddıklar ise, O’ndan başka bir şey görmezler. O’nun varlığına  ve kudretine delil olarak yine O’nu şahid ve delil gösterirler. O’nlar yukarıda yazılmış olan Fussilet suresinin muhataplarıdır.