Korkunun Hakikati:
Korku; kişinin gelecekte olmasını istemediği, hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma ihtimalini düşünerek, endişe içinde kalbinin yanıp, üzülmesi demektir.
Ancak müşahede ehlinin, Allah ile ünsiyetlerinden dolayı, korku ve ümitleri kalmamıştır. Onlar tüm vakitlerini Hakk’ın Cemalini müşahede ile geçirirler. Kalplerinde Hakk’dan başka bir şey yoktur. Hakk’ın tecelli ettiği kalplerde de korku ve ümit kalmaz. İşte böyle müşahedenin devam ettiği makam, en üstün makamdır. Bu makamın sahipleri daima huzur ve safâdadır.
Korku ve ümit, nefsin sükûnete ulaşmasına engel olan bir manidir. Vâsıtî buna işaretle; korkunun Allah ile kul arasında bir perde olduğunu, Hakk’ın tecelli ettiği gönüllerde korku ve ümit diye bir şeyin kalmadığını söylemiştir. Korku, makamların başlangıçlarındandır. Kul müşahedeye ulaşıncaya kadar, bu makamın hakkını vermelidir.
Korku da, diğer makamlar gibi ilim, hal ve amelden meydana gelir. İlim; kişinin hoşlanmadığı sona götürecek sebepleri öğrenmesidir. O güne kadar bilerek veya bilmeden işlediği günahlarının, kendisini götüreceği yer hakkında ilimlenmiş olur. Şu anda tevbe edip, hidayete ulaşmış olsa ve günahlarının affedildiğine inansa bile, kul haklarının ayrı ve özel olarak tek tek yerine koyulması lâzımdır. Bir de, sonradan, yani önündeki verilmiş olan süre içinde günaha girmeden durup, duramayacağından da emin değildir. İşte ilerideki tehlikelerin sebeplerini öğrendikçe, içinde bir yanma başlar, kalbi yanar ve üzülür. Bilgisi arttıkça, korkusu da artar. Meselâ işlerin sahibi olarak, Allah(c.c.)’ı bildiği için, dilediği zaman dilediğini yapar, diye korkar. Vereceği cezaları öğrendikçe, korkar. Azametinden ve dolayısıyla ikabından korkar. Bilmesi, korkmasına; bilgisinin artması da, korkusunun artmasına sebep olur. “Ben Allah’dan en çok korkanınızım” Hadis’ini hatırlayarak, korkar.
Bu korku kalbin yanmasıyla kalmaz, Allah(c.c.) hakkında marifet (ilimlenme) arttıkça, kalpten bedene sirayet eder. Ağlamak, feryad etmek, hayranlık duymak, bazen baygınlık şeklinde tezahür edebilir. Korku bazen o kadar şiddetlenir ki, tamamen ümitsizliğe düşmeye sebep olabilir. Korku yangınının âzalara sirayeti ile; âzalar isyandan çekilir, taat ve ibadete yöneltilerek, geçmiş, telâfi edilmeye çalışılır. Ebû’l-Kasım: “Herkes korktuğundan kaçar. Yalnız Allah’dan korkan O’na yaklaşır” demiştir.
Korku, zaman içinde ahlâka da yansır. Kişi şehvetlerin kötülüğünü öğrenince, şehvetlerini atarak kurtulmaya çalışır. Zevk aldığı gayri meşru olan işlerini bırakma gayretine girer. Sevdiği şeylerin kötü sona sebep olabileceklerini öğrendikçe, pişmanlık duyar, bunları artık çirkin görmeye başlar. Kibir ve çekemezlik gibi huylarından kurtulur. Bütün gayreti ile akıbetini düşünür ve başka bir düşünceye vakti ve isteği kalmaz. Bütün didinmesi nefsi ile olur. Onu murakabe eder, muhasebesini yapar, mücahede eder. Sahabe ve Tabiin’in halleri böyleydi. Onların kalplerini korku sarmıştı.
Korkunun en küçük derecesi, şüpheli şeylerden çekinmektir. Buna “vera” denir. Korkunun şiddeti artınca, hakkında çok az şüphe edilen şeylerden de çekinme başlar. Buna da “takva” denir. Bazen takva daha da ileriye gider. Kişi şüpheli şeylere düşmemek için, şüphe olmayan şeylerden de elini çeker. Buna “takvada sadakat” denir. Bu haller, nefsi korumak üzere yapılan işler sonucu oluşur. Kişi takvada sadakat makamına ulaştığında, yalnız Allah(c.c.) için hizmet ederse, buna da “sıddıklık” denir. Sıddık olan; oturmayacağı evi yapmaz, yemeyeceğini toplamaz. Kısaca nefsi için bir şey yapmaz. Sıddıklık makamında olana, “sadık” denir.