Kategori arşivi: 1.04.Tevhid ve İrade

Tevhid ve İrade

Tevhid ve İrade:

Tevhid ilmi ile ilimlenirken, insanların bir kısmı, yukarıdaki anlatılanların neticesinde sebeplerin Allah’ın emrinde musahhar olduklarını kabul etse bile; irade (cüz’i) sahibi olduğu düşünülen insanın, hareketinde iradesini kullanırken, onun da Allah’ın emrinde musahhar olduğunu düşünmesi veya kabulü zor olabilir. Eğer kulun iradesiyle dilediğini yapıp, dilediğini yapmadığı düşünülürse, böyle düşünme tehlike getirir. Yani kulun iradesi kendi emrinde diye düşünülürse, o zaman kul dilediğini gerçekleştirir, dilemediğini de gerçekleştirmezdi. İnsan birçok şeyi istediği halde gerçekleştiremez veya pek çok şeyi istemeden yapar. Meselâ; çok istediği halde evlât sahibi olamaz, yine çok istediği halde servet sahibi olamaz. Meselâ; iyi olmaya niyet eder, niyetinde sabit kalamaz, günaha girer, sonra pişman olur, “elimde olmadan yaptım” der. Halbuki iradesinden söz etmekteydi. Dilerse yapabileceğini zannetmekteydi. Dilemeyince de yapmam sanıyordu. Haydi yapsın o zaman veya istemediklerini önlesin.

İrade, istemek murad etmek manasınadır. Bir şeyi irade etmek, o şey hakkında bilgi sahibi olmak demektir. O halde irade, ilimden hasıl olur. Bir şeyi irade ettikten sonra, onu yapmak ise kudret ile olur. O halde ilimden irade, iradeden kudret hasıl olur, denebilir.

İrade akla tabidir. Çünkü bir şeyi kendi için uygun gösteren akıldır. Kişi uygun gördüğü için, ister, irade eder. Refleks olarak yapılan hareketler de böyledir.

İhtiyar ise, daha özel bir irade olup, bazen aklın, neyin kendisi için hayırlı        olduğunu kestiremediğinde, düşündükten sonra, hayırlı olana yönelmesidir. İnsan ihtiyari işlerinde, hayırlı olana yönelmeye mecbur gibidir. İşte insanın ihtiyari işlerinde mecburcu olması, bütün bunların kendisinden değil, başka bir kaynaktan çıktığını gösterir. Refleksler, hayrı tercih, şerden kaçış gibi.

İrade tasavvufta çok söz edilen bir konudur. Bazı bâtıl (bozuk) mezhebler de böyle türemiştir. İrade konusunu anlamamak suretiyle yanlışa yönelinmiştir. İrade külli ve cüz’i olarak iki kısımda mütalâa edilir. Külli irade, Allah’ın sıfatı olan iradedir. Cüz’i ise kula ait bir paydır. Elbette tevhid nâzarıyla bakışta, tek olan Allah-ü Tealâ’nın iradesi de tektir. Kula özgürce kullanması için bırakılmış olan irade de külli olan iradedendir. Lâkin, kul mülk âleminde kendini var edecek olan nefsi ile bırakılmıştır. Kula Allah’a ulaştırıcı bütün yollar öğretildikten sonra, nefis-akıl-irade gibi üç cevher ile, tercihini özgür olarak yapması istenmiştir. Allah(c.c.), hiçbir kulunu cebren (zorla) kendisine çekmez. Zât’ının kıymeti gereği, kıymetinin bilinerek gelinmesini, hatta koşulmasını murad eder.

Bunun için yarattıklarını, tercih hususunda serbest bırakmıştır.

İradenin aklın hükmünde olduğunu söylemiştik. Akıl ise çok kıymetli bir cevher olup; ya nefh edilmiş olan ve iyiliğe yönlendirici olan ruhun, ya da mülk âleminde yaşamayı mümkün kılan ve kötülüğü emredici olan nefsin etkisindedir. Nefsin etkisinde olan ve kararları böylece vererek, hükmeden akıl, cüz’i akıldır. Ruhun etkisinde olup, hükmeden akıl ise külli akıldır. İnsanın başarması gereken ise; nefsini terbiye ederek, iyi hale getirmek ve aklını da bu terbiye edilmiş olanın etkisine teslim etmektir.

Böylece; nefsin etkisi ile doğru olduğuna hükmeden akıl, cüz’i iradeyi hasıl edecektir. Ruhun etkisi ile veya terbiye edilmiş olan nefis hasıl olunca, ruh ile arasındaki perdeler açıldığı için aynı letafete ulaşmış olan temiz nefsin etkisi ile hükmeden akıl, külli iradeyi hasıl edecektir.

İyice anlaşılmalıdır ki; cüz’i irade de aynı kaynaktandır. Lâkin, insanın kendisine bırakılmış olan tercih haklarını kullanacak kadar, insana hediye edilmiş bir cüzdür. Böylece; bozuk fırkaların, “Bize kötülüğü yaptıran da, O’dur. Dolayısıyla bizim bir vebalimiz yoktur” sözlerinin, cahillikleri sebebiyle söyledikleri ve inandıklarının batıl olduğu anlaşılmış olur. Bu arada ihtiyar dediğimiz özel irade ise, doğrudan külli iradeden olup, yaratılmış olan kulda, İlâhi bir rahmet olarak, cebren Allah(c.c.) tarafından kullanılan bir koruma yoludur. Bu ihtiyarda kulun hiçbir dahli yoktur. Bu, öyle bir rahmettir ki, hem kulu çeşitli şeylerden korumaktadır, hem de İlâhi iradenin kulların her birinde oluşabileceğine dair, delil olmaktadır.

Tevhid noktasına erişmiş olan kulda ise durum şöyle olur: Nefis islâh olmuş, ruhun hükmü altına girmiştir. Akıl küçük kalmış, külli aklın himayesine sığınmıştır. İrade ise; kulun Allah(c.c.)’da yok olma hasıl olduğundan, kulun kendine ait bir isteği, iradesi kalmamış, ancak Yaradanın hükmüne tabi olmuş ve O’nun iradesi ile hareket eder hale gelmiştir. Bu, ancak bu kadar anlatılabilir, yaşayanlar daha iyi anlar. “Kulum bana nafilelerle öyle yaklaşır ki; onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı Ben olurum. O kulum Benimle görür, işitir, tutar, yürür” Kuds’ı Hadisi ile konu daha iyi anlaşılmış olur.