Kategori arşivi: 5.03.Zühdün Dereceleri

Zühdün Dereceleri

Zühdün Dereceleri:

Zühd, kuvveti itibariyle üç derecedir:

1)En düşük derecede zühd: Nefsi dünyaya meyleder, kalbi de ona uyar ve kendi de dünyalığı arzu ederken; mücahede ile uzaklaşmaya çalışır. Bu zühdün başlangıcı sayılır. Bu kişiye Mütezehhid denir. Mütezehhid nefsini arıttıktan sonra, kalbinden dünyayı çıkarmaya çalışır. Bu sebeple tekrar  dünyaya dönmesi mümkündür. Fakat zahit önce heves ettiklerini gönlünden çıkarır, sonra nefsini arıtmaya devam eder. Bu bakımdan ikisi arasında fark vardır. Zahit terk ettiği şeylere sabretmek üzerinde durmaz. Çünkü gönlünden çıkarmıştır. Mütezehhid ise, henüz kalbinden çıkarmadığı için, tekrar terk ettiklerine dönebilir.

2)Orta derecede zühd: Cennet’e istek duyarak, dünyayı hakir görür ve gönül hoşluğu ile dünyayı terk eder. Burada sanki bir alış-veriş var gibidir. Bu halin tehlikesi ise; zahitin zühdünü ve dolayısıyla kendini beğenme temayülüne düşmesidir. Ama zühdünden dönme ve terk ettiği dünyaya meyletme ihtimali yoktur. Bu hale ilim ile girmiştir ve zahitliğin kemal derecesi de budur.

Marifet erbabına gelince: Bu yüksek zümre nazarında, ahiret için dünyanın terki bir şey değildir. Elbette dünyaya heves ile dolu olmaktan iyidir. Ama marifet erbabı, esasen dünyanın fani olduğunu ve itibar edilmemesi gerektiğini bilmişlerdir. Zahitin zühdünün farkında olması demek, dönüp tekrar terk ettiği şeye bakması demektir. Bu da terk ettiği şeyin kıymet taşıması manasına gelir. Terk ettiğine dönüp bakması ise, marifetteki noksanlığı sebebiyledir. Yani Allah-ü Tealâ hakkındaki ilmi eksiktir.

Zahitler ya korku sebebiyle, ya da ümit sebebiyle zahittirler. Korkuları; Cehennem azâbı, kabir azâbı, hesap zorluğu ve sırat tehlikesi gibi şeylerdendir. Ümitleri ise Cennet ve sonu gelmeyen nimetleridir. Korku ile zühd daha aşağı seviyededir. Ümit ile zühd, daha yüksek seviyededir.

3)En üstün derecedeki zühd: Ne azap korkusu ile ne de sonu olmayan zevk ve nimetlere kavuşmak için değil; ancak Allah(c.c.) için ve Allah’a kavuşmak için yapılan zühttür. Bu kişilerin bütün arzusu Allah(c.c.) ve O’nun rızasıdır. Bu hal içinde olan kişi, Allah’dan başkasına meyletmeyen gerçek muvahhiddir. Bu kişiler muhibdir. Yani sadece Allah(c.c.)’ı severler. Bu zühd, muhiblerin zühdüdür. Gerçek arifler bunlardır. Sadece Allah’ı sevmek, O’nu bilmek ile mümkündür. Bu en üstün derecedeki zühd, zor ele geçendir. Dinin diğer makamlarında sebat ederken, zühd konusunda da meşrû olanlardan da sakınmak sonucunda, diğer makamlarda yol alınırken, zühd konusunda da ilerleyerek yol alınabilir. Lâkin bu üstün olan zühd, çoğu zaman çalışma ile, gayretle değil; Allah tarafından ihsan ile verilmiş olur. Şöyle ki: Kulun kalbine İlâhi nazar ulaştığında, orayı boş bulur da tamamen kendi ile doldurur. O zaman o kalpte bir muhabbet ateşi yanmaya başlar. Ve bu ateş kendi varlığından başka her şeyi, her alâkayı yakar, yok eder. O kalpte artık sadece Allah sevgisi kalmış olur. İşte böyle bir kalbin sahibi neye dönüp, bakabilir? Kalbinde terk etmesi gereken neyi bulabilir? Gönlünde mevcut olan her şey yok olmuştur. Kalbi boşalmış, sadece Allah sevgisinden başka bir şey kalmamıştır.

Vaktiyle sevdiği, meylettiği her şeyin vefasızlığını, değersizliğini görmüş olur. Böylece, kalbinde değerli ve vefalı olarak sadece Allah’ı bulur. Bu değerli olana tam meyleder. Terk ettikleri ise, kendi terk ettikleri değil; kendindeki kıymetinden kendi kendine düşenlerdir. İşte bu yüce bir hal olup, Allah’ın dilediklerine verdikleridir. Esas zühd budur.

Zühd için terk edilen şeyleri şöyle sınıflandırabiliriz:

1. derecede zühd: Allah(c.c.)’dan başka her şeyi, hatta kendi nefsini de terk etmektir.

2. derecede zühd: Nefse kuvvet veren kötü sıfatlardan zühddür. Gadap, kin, kibir, riyaset sevgisi, mevki ve mal sevgisinden uzaklaşmaktır.

3. derecede zühd: Mal, dünya mevkii ve bunları husule getiren bütün sebeplerden zühd etmektir. Nefsin bütün arzuları bunları kapsar.

4. derecede zühd: İlim, kudret, altın, gümüş ve mevkiden zühd etmektir. Bunları temin için ilim ve kudret kullanılır. Buradaki sahip olunan ilim, gönüllere hakim olmak için elde edilen ilimdir. Mevki ile gönüllere sahip olunur. Mal ile de maddeye hakim olunur.

Özetle zühd; nefsin bütün arzularından uzaklaşmaktır. Böyle kişilerin, uzak emelleri, hayalleri de kalmaz. Şehvetlere meyl eden, dünyada kalmayı ister. Dünyada kalmayı isteyen ölümü sevmez ve kendisi için uzak görür. Uzun ömrü olduğunu hayal eden ise, uzun emeller içinde olur.    Emeli azalan ise, şehvetlerden yüz çevirmiştir. Dünya tam olarak terk edildiği zaman, yaşamaya bile takati kalmaz. İnsanı ayakta tutan, ihtirasla kazanç elde etmeye sevk eden güç, nefsin arzularıdır. Nefsin arzuları kalmayınca, hal ve makamlar da sonlanır. İşte bundan sonra, makamsızlık makamında yol alınır.

Hal ve makamlar; dinin her bölümünde (yani sabır, şükür, rıza, v.s. gibi), bir önceki hoş olmayan halden, bir sonraki daha hoş olan hale geçme ile ve bu geçişlerin her birinden sonra elde edilenlerdir. Birine, hal ehli dendiğinde, bir kademenin kendine ait vasıflarını ihtiva ettiği anlaşılır. Makam da böyledir. Haller topluluğu makamları oluşturur. İki makam arasında pek çok haller vardır. Her hal ve makam; bir öncekine göre kâmil, bir sonrakine göre ise noksandır. Kişiye gereken ise, nefsin terbiyesi ile bu makamları aşarak yakınlık makamına ulaşmasıdır. Makamlar ve haller tasavvuf erbabının, yani marifetini tamamlamak isteyenin yol azığıdır. Kişiye gereken hiçbir makamda oyalanmadan, hemen bir sonrakine geçmesidir. Kitaplarımızda arifleri sözlerinden örnek verdiğimizde; onların da o sözü söyledikleri andaki hallerinden konuştuklarını bilmemiz lâzımdır. Zira kişi, ancak içinde bulunduğu halden konuşur. Bir sonrakine gelince de, ondan konuşur.

 

Güzel sözler:

“Dünyada zühd, insanlardan zühddür”    Bişr-i Hafî

Meselâ burada, Bişr, insanlarla bulunmanın kalbine zevk verdiğini, belki bir büyüklenme getirdiğini görünce, onlardan uzaklaşmayı ilke edinmiş, belki de zorlanmış ve bu sebepten, zühdün insanlardan uzaklaşma ile mümkün olduğunu kabul etmiş ve söylemiştir. Belki birkaç yıl daha önce sorulsaydı, “asıl zühd, beş çeşit yemeği terk etmektir” diyecekti. Bu sebepten güzel sözleri değerlendirirken, bu bakış açısı göz önünde bulundurulmalıdır, derim. Belki dört beş yıl sonra sorulsa, “insanlar ile ünsiyetin gönlünde yer etmedikten sonra, onlarla beraber iken onlarsız olup, Hakk ile olmaktır” diyecekti.

“Dünyada zühd, midede zühddür. Midene malik olduğun sürece zahitsin”                                                   Kasım el Cû’i

“Zühd kanaattir”                                                       Fudayl

“Zühd emeli kısaltmaktır”                              Süfyan-Sevrî

“Zühd, tekeffül edilen şeyin peşinden gitmemek demektir. Zahit bir şeyi aramak için çıktığında, zühdü kaybolur”.Burada Üveys, zühd için tevekkülü şart koşmuştur.

“Zühd herkesi kendinden üstün görmektir” Hasan-ı Basri burada zühdün tevazu olduğuna işaret etmiştir.

“Bize göre zühd, seni Allah’dan meşgul edecek her şeyi terk etmektir” diyen Süleyman Dârâni ise, en üstün zühdü tarif etmiştir.

“Farz olan zühd haramdan kaçınmaktır. Nafile olan zühd helâlden kaçınmaktır. Selâmet olan zühd ise, şüphelilerden sakınmaktır”                                         İbrahim b. Ethem

Halbuki öğrendik ki zühd, helâllerden ve şüphelilerden sakınmaktır. İbrahim Ethem, farz olan zühd haramlardan kaçınmaktır derken, haramlardan kaçınmak bütün Müslümanlara farzdır. Bütün Müslümanlar, haramdan kaçınmakla zühd etmiş olurlar ve Kur’an ile müjdelenen zahitliğin karşılığını da almış olurlar. Allah-ü Tealâ’ya varış yolları, insanların kudretlerine ve meşreplerine göre çeşitlidir. İlim yolu, ibadet yolu, zühd ve takva yolu, aşk ve muhabbet yolu, irfan yolu olmak gibi çeşitlidir. İşte dinin şubelerinden olan zühd yolundan da mahrum olmamak üzere, diğer yol ile gidenler de zahitliği tatmış olurlar. Her bir şubenin içinde, her bir yola ışık vardır.

Bu bakımdan bir yol kendisine açıldı diye, diğer yola küçümseyerek bakmak doğru olmaz. Her yol, asli görevini yaparak, Sevilen ile seveni kavuşturur.

Zühdün en alt derecesi, sakıncalı olanlardan hatta şüphelilerden kaçınmaktır. Bazıları daha da ileri giderek, zühd şüphelilerde değil, helâllerde olur demiştir.

Dünya hayatı, Allah’a ulaşmak için şarttır. Burada iken, aradaki engelleri kaldırabileceğiz. Bu bakımdan, bedenin sağlıklı kalması için zaruri ihtiyaçlara yönelip, temin etmek; zühde aykırı olmayıp, aslında zühdün şartıdır.