Tevhidin mertebeleri:
Muamele ilmi ile anlatılabilen tevhid, dört mertebededir:
Tevhidin birinci mertebesi: Taze olarak koparılmış olan cevizin dış, yeşil kabuğu gibidir. Eğer yenmek istenirse, ağzı burar ve ağızda acı bir tat bırakır. Asla yutulamaz. Bu da; Allah’dan gaflette olan bir kalp ile veya inkâr eden bir kalple, dil ile “Lâ İlâhe illallah” demektir. Münafıklıktır. Bu kişiler,dünya hayatını esas almış gibidirler. Asla dünyadan vaz geçmezler. Ahiret imanları ya yoktur veya “ya varsa” kabilinden olmak üzere çok zayıftır. Bu sebepten dilleri ile tevhid sözünü söylerler, fakat bu söz kalbe inmez. Eğer şeriat ile idare edilen ülkede ise, sahibini ancak kılıçtan korur. Cevizin dış kabuğu nasıl cevizin aslı olan içini, meyvesini bir müddet için dış şartlardan korur ise; bu mertebedeki tevhid de, ölene kadar bedeni korur. Ölümden sonra ruhun tekâmülü için bir fayda sağlamaz. Kârı yoktur, zararı çoktur.
Tevhidin ikinci mertebesi: Cevizin tahta kabuğu gibidir. Dilinin söylediğini kalbi yalanlamıyor, demektir. Kalbi de, Allah’tan başka İlâh olmadığını tasdik eder. Yani Allah(c.c.)’a iman etmiştir. Umum Müslümanların ve avamın itikadı böyledir. Bu kalpte böylece kalır. Keşif olmayan kalbin tasdiki, ancak bu kadardır. Açılıp, genişlemesi mümkün değildir. Açılıp genişlemesi ve kalbi kaplaması için, keşif ve müşahedenin olması lâzımdır. Böylece orada parlamaya başlayan NUR ile genişleme olur.
“Allah kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse, onun göğsünü İslâm için açar” En’âm/125
“Allah’ın göğsünde İslâm için inşirah verdiği bir kimse – ki Rabbinden bir nur üzerinedir-(kalbini mühürlediği kişi ile) bir midir?” Zümer/22
Tevhidin ikinci mertebesinde olan kişiler, şayet isyan sonucu imanda zayıflama olmaz ve bu iman ile ölürlerse, sahibini ahiret âzabından korur. Bu mertebede iken imanın zayıflamasından korkulur. Zayıflama sebebi ise iki türlü olur. Biri isyan ile, diğeri bid’atler iledir. Dünya işleri iyi giderken, çoğu kez isyan olmaz. Ama ağır bir imtihan ile karşılaşılınca, isyana girilebilir. Bid’atler ise bu noktada çok etkili olurlar. Bid’at ve bid’at sahiplerini yenmek ve imanı aynı kuvvette korumak zordur. Ayaklar çoğu kez burada kayar. Bunu yenmek için “kelâm” ilmine ihtiyaç vardır. Cevizin tahta kabuğu, dış kabuğa nâzaran daha faydalıdır. Özü korur ve kendisi de odun olarak yanar. Özetle; keşif olmayan kalbin tasdiki, ancak bu kadar fayda sağlar. Yoksa tevhid sözünün hakikatine kalbi zorlayarak, daha üst derecede bir tevhid elde etmek mümkün değildir. Avamın ve kelâmcıların tevhidi ve imanı böyledir. Kelâm alimleri de tevhidlerinde avam ile aynı durumdadırlar. Fakat bunların yapabildikleri, bid’atçıların bid’atlerini alt edecek ilme sahip olmalarıdır.
Tevhidin üçüncü mertebesi: Keşif yolu ve Hak nuru ile gerçeği müşahede edenlerin mertebesidir. Bu kişiler mukarreblerdir (yakın olanlardır). Bu kişiler, varlıkları gördüklerinde, hepsinin Vahid-i Kahhar’dan yaratıldığını bilirler. Bu mertebe tevhid-i ef’al de denen fiillerin tevhidi mertebesidir. Yani bütün işleri yapanın Allah-ü Tealâ olduğunu bilmektir. Varlıkları görür, onları çokluk olarak müşahede eder. Yani kesrettedir (çokluktadır). Fakat her neyi görse, her gördüğü ile Hakk’ın varlığının bilincindedir. Yahut ta her gördüğünün öncesinde Hakk’ın olduğu bilinci ile görür. Bu makamda fiil tecelliyatı olmuştur. İşlerin sahibi bilinir. İşte tevekkül de bu makamda hal olarak başlar. Burası cevizin içindeki özün etrafını saran ince zar gibidir. Her ne kadar ceviz bu ince kabukla yenilirse de, yendikten sonra ağızda burukluk bırakır. Ama soyulup, çıkarılırsa, özün tadına varılmış olunur.
Tevhidin dördüncü mertebesi: Cevizin özünün özü gibidir. Cevizin en faydalı kısmı bu özün özüdür. Cevize ait bütün yararlı kısım ve cevher burada gizlenmiştir. Özün özüne ulaşmış olan kişi, âlemdeki mevcudu tek olarak görür. Sıddıkların görüşüdür. Tasavvuf ehli buna, “fena fi’t-tevhid” yani tevhidde yok olma makamı derler. Kişi sadece bir olanı gördüğü için kendini de göremez olur. Tevhidde son nokta ve en yüksek makamdır. Kişi, Zât tecelliyatı ile her şeyi bir görür. Bunun açıklanması mükâşefe ilmine girer ki, yasaklanmıştır. Bu konuyu, kalpleri keşfe kapalı olanlar inkâr ederlerse de, bir şeyi görmemek o şeyin olmadığının delili değildir. Reddedip inanmamaktansa, tasdik edip iman ederek, kişi mükâşefe muvahhidi (keşfederek birleyen) olmasa bile, nasiptar olur. Kişi nasıl ki Peygamber olmadığı halde, Peygamberlere iman etmek suretiyle, imanın Peygamberlere iman kısmından nasibini alıyorsa, bundan da alır.
Tevhidin dördüncü mertebesi, her şeyde tek olan Mevcud-u Hakikiyi müşahede hali olarak, nadiren devam eder. Çoğu zaman şimşek gibi gelir, geçer.
Tevhidde ilim olarak bilinmesi gereken; her şeyde, her işte hakikat, bütün işleri yapanın Allah (c.c.) olduğunu bilmektir. Her mevcudu yaratan Allah (c.c.)’tır. Fakirlik, zenginlik, hastalık, ölüm gibi her hali icad eden de O’dur. Korku O’ndan, ümit O’na. Sadece O’ndan kuvvet alınır, sadece O’na dayanılır. Tek başına gerçek yapan O’dur. O’ndan başka her şey O’nun emri altındadır. O’nun iradesi olmadan kimsenin kımıldama imkânı yoktur. Mükâşefe kapısı açıldığında açık ve net olarak bu gerçek görülür.
“Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı”
Enfal/17