Kategori arşivi: ZEKAT

KARZ-I HASEN (Allaha Ödünç verme)

KARZ-I HASEN:(Allah’a ödünç verme)

 

 

Zekât, farz olan infaktır (sadece Allah rızası gözetilerek veriş). Sadaka ile karz-ı hasen  ise nafile olan infaktır. Ramazan Bayramından hemen önce verilen fitre sadakası ise vaciptir.

 

Zekât, malın şükrüdür. İnsanoğlu sahip olduğu her şeyin şükrünü her an yapamaz. Her malın da şükrünü yapamaz. Bazen şükretmeyi hatırlayabilir. İşte merhameten , Rabb-il âlemin nisap miktarı koyarak, malın ancak belli bir miktarının şükrünü yapmayı farz kılarak, insanları zaruri olarak şükretmeye sevk etmiştir. Böylece inanan kişi, farz emir olduğundan dolayı malının zekâtını vererek, malı ile ilgili şükrünü yapmış olacaktır. Zekât senenin içinde her zaman verilebildiği halde, insanlar tarafından genelde Ramazan içinde verme tercihi vardır. Malın veya paranın üzerinden bir yıl geçmiş ise, zekât düşeceği için, daha emin hesaplamak üzere ve Ramazan’da kalpler vermeye daha açık olduğundan dolayı böyle yapılmaktadır. Yoksa bu ayda verilmesi ile ilgili bir hüküm yoktur.

 

Zekât malın şükrüdür, demiştik. Buna göre meselâ; kırkta birlik nisap ile düşen zekâtını veren kişi, kırkta bir şükretmiş olacaktır ve bu veriş de Allah katında malının şükrü için yeterli olarak kabul edilecektir.

 

Elbette, daim şükür içinde olan için, malının hepsi nisap miktarı düşünülmeksizin, zekâttır. Nitekim böyle söyleyenler, böyle hissedenler ve böyle verenler olmuştur. Bu kişiler Allah yolunda canlarını feda etmişler, dünya hayatını hiçe saymışlar, dünya nimetlerinin hiç birinin beklentisine kapılmamışlardır. Böyle hissederek, böyle yaşayan için malın ne kıymeti olabilir ki? Bu kişiler, kendi varlıklarını bile göremez, bilemez olmuşlar; ortada kendileri kalmayınca, sahip oldukları mallarının nasıl sahibi olabilirler? Hem kendilerinin, hem kendilerine aitmiş gibi görünen her şeyin tek sahibini görmekle, malı asıl sahibine kolayca bırakmışlardır. Lâkin bu durum, kolay elde edilecek bir şey değildir. Varlıksızlık, ancak tevhid deryasının uçsuz bucaksızlığında kaybolmakla; yani Hak’da yok olmakla elde edilebilir. Ebubekir Sıdık(r.a.), bu konuda  en güzel örnektir.

Bedenin şükrü için verilen fıtır sadakası, vaciptir. Yani verilmesi, farza yakın bir önem taşır. Ama farz değildir. Bununla birlikte, mutlaka verilmesi icap eder. Farz olmamasının sebebine gelince; beden ile diğer insanlara bir şekilde hizmet verilerek, şükrü eda edilmiş olur. Meselâ; insan bir yaşlının paketini taşıyıp, hayır duasını alsa, bundan mutluluk duyar. Bedeni ile hizmet vermiş olur. İnsana bedeni ile hizmet etmek, malı ile hizmet etmekten daha kolay gelir. Zira böyle bir hizmetten sonra hemen sonucuna ulaşır. Dua alır, teşekkür alır. Ama meselâ; zekâtın karşılığını ancak, ahirette görecektir. Kısaca bu konu da ahiret imanı ile ilgilidir.

 

Buna karşılık, zekâtın farz oluşu gereklidir. Zira insan, malını biriktirmeye yönelik bir ahlâktadır. Ve giderek, biriktirdikçe daha çok biriktirme, toplama hırsı gelişir. Bu sebepten farz kılınarak, insanın bu aşağılık ahlâktan kurtulmasına yardım edilmiş olunur.

 

Sadakalar ise; nafile infaklardır. Nafile infak demek, farz olmadığı halde, Allah için farz olan verişi aşan verişler demektir. Biliyoruz ki, “kulum bana farzlarla yaklaşır” ve “ kulum bana nafilelerle yaklaşır” âyetleri vardır. Bu iki bilgi birbirinin zıddı gibi görünüyorsa da, birbirini tamamlayan bilgilerdir. Şöyle ki; kul önce farz olan ibadetleri yaparak, iman halkasına dahil olur. Böylece farzlarla bir miktar yaklaşmış olur. Eğer nasibi varsa ve gayreti devam ederse nafileleri de ibadetine katarak, yakınlaşmaya devam eder. Nafile ibadetler; sünnetler olup, bütün olarak, Peygamberimiz(s.a.v.)’in ahlâkıdır. Böylece nafileleri tamamlayarak, bütün insanlık için ideal olan ve tavsiye edilen “güzel ahlâka” ulaşmış olur. Böylece Kur’anda “ Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız. Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak için, Peygamberinizin ahlâkı ile ahlâklanınız” emrini yerine getirmiş olur.

 

İnanan insanların hepsi aynı manevi dereceye gelemezler. Bu insanların bir kısmı, farzlarla bir yere kadar gelebilir. Ama sadece daha az olan bir kısmı için, nafilelerle yaklaşmak söz konusudur. Bu bakımdan, bu iki gurup insan için de, “yaklaşmak” müjdesi, İlâhi bir rahmet olmaktadır. Her kes nasibi kadar yer, içer ve yol alır.

 

Sadakalara gelince; nafile infaklar olduğunu söylemiştik. Bu nafile verişler de çeşitli sebeplerle olur. Meselâ; yola çıkan kazadan korunmak üzere niyet ederek verebilir. Veya yoldan gelen kazadan korunduğunun şükrü için verebilir. Hastalıktan şifa bulunca, hastalığın içinde iken kurtulmak için verilebilir. Yemin kefareti için, oruç kefareti için verilebilir. Bu verişlerin hepsi, verenin ihtiyacı olduğu için verdikleridir.

 

Bir de sadakanın verildiği yerin ihtiyacını karşılamak üzere verilen nafile sadakalar vardır. Esas bunlardan söz etmek istiyorum ki, esas nafile sadakalar bunlardır. Burada veren kişi; hastalık, kaza, kefaret veya korunma gibi her hangi bir sebep olmaksızın, sadece karşısındakinin ihtiyacını gidermek amacıyla sadaka verebilir. Ve bu verişini yaparken, ne zekât hesabına dahil edecektir, ne de başka bir amacı vardır. Sadece Allah rızasını gözeterek, hatta bazen Allah rızası bile o anda aklına gelmeden, sadece karşısındakine derman olmak üzere verir. İşte bu verişler, en kıymetli verişlerdir. Zira kişi, zekâtını hesaplayıp, vermiş. Fitresini eda etmiş. Üzerinde mükellef olduğu bir borcu kalmadığı halde; önümüzdeki senenin zekâtına bile dahil etmeden, bunu aklından bile geçirmeden verişte bulunuyorsa, işte bu veriş umulur ki Allah katında çok kıymetli ve yaklaştırıcı olacaktır.

 

Ne Allah’dan ne de kuldan hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir hesaba kaydetmeden, malının kaçta kaçı olduğunu bilmeden, hesaplamadan yapılan bu sadaka yardımları elbette; kulun belli bir yere gelmesi ile mümkündür. Allah’ın güzel isimlerinin yansıması ve bilhasa “Rahim”, “Gani”, “Vehhab”, “Cevvad” şerefli isimlerinin yansımış olması ile mümkündür. Bu mertebeye gelmiş olan kul; malın aslında Allah’ın olduğunu, kendisinin ise içinde bulunduğu an için bekçilik ettiğini, malı verenin ve alanın kim olduğunu bilir. Kendisi sadece bir kepçe gibidir. Bu sebepten ihtiyaçlı olanı gördüğünde, hemen kendisinde olanı vererek rahata erer.

 

Bu verişler nafilede, ileri gidişlerdir ki Karz-ı Hasen olarak adlandırılır. Eğer, Karz-ı Hasenin ne kadar önemli olduğu, Allah katındaki değeri bilinmiş olsa, kimse bir aylık nafaka bırakmaz, belki de o bir aya çıkamayacağını düşünerek, elindekinin hepsini dağıtırdı. Bu sebepten aşağıda yazmış olduğumuz, Karz-ı Hasen ile ilgili âyetleri okuyunca, bunun değerini öğreneceğiz.

 

Allah’ın ahlâkı ile tam olarak ahlâklanan kişi, aynen bu yüce ahlâkta gördüğümüz gibi, sadece ihtiyacı olana değil, olmayana da vermekte devam edecektir. Bu veriş şöyle gerçekleşir: Allah-ü Tealâ, sadece ihtiyaçlı olana değil, olmayana da vermektedir. Bu yüce ahlâkla ahlâklanan kişi, elinde olmadan  bu ahlâk gereği verişlerde bulunur. Gönülleri neşelendirmek adına; zengin olduğu için hiç düşünülmeyen ve mahzunluk duyanları sevindirmek adına; ihtiyacı olmayıp, takvası gereği ifrat alışveriş yapmayan birine nefsine bir genişlik vermek adına; verişlerde bulunur.

 

İşte Karz-ı Hasen’in önemli bir kısmı bu verişlerdir. Umum Müslümanlar, ihtiyacı olana koşarken; bu kişiler kimsenin veremeyeceği, malını parasını savuramayacağı yerlere vermekle, hem Allah-ü Tealâ’nın ayırımsız olarak herkese verdiği gibi bir verişle vermiş olurlar, hem de bu veriş ile, parasını pul, malını çul etmiş olur. Bu zor elde edilen bir ahlâktır. Bu sebepten aşağıda okuyacağımız Âyetlerde “Allah’a ödünç veriş” olarak söz edilmiştir. Kim Allah-ü Tealâ’ya ödünç vermek istemez ki? Bu kadar cömert olan ve her şeyin sahibi olana verilen ödünç, kim bilir nasıl geri dönecektir?

 

Karz-ı Hasen’in bu veriş halini taşıyan kişi; Allah’ın güzel isimlerinin çoğu  ile isimlenmiştir. Hatta bazı sıfatlar ile sıfatlanmaya da başlamış olabilir. Bu konunun önemini güvenilir bir kaynaktan öğrenerek(ilimlenerek) uygulamaya başlamış olmak bile takdir edilir bir haldir. Ama esas olan, kişinin Allah yolunda yürürken, bu isimlerle isimlene isimlene bu hali içinde hissederek yaşamasıdır. Elbette bu haldeki kişiler, özel olarak Allah tarafından eğitilenlerdir: “Biri bir öğrendiği ile amel ederse, Allah da ona bilmediklerini öğretir”…

 

İnsanlar, ya hayır için, ya zekâtları gereği, ya sadaka için verirler. Ama verdikleri için genelde yerine ulaşmasını veya hiç değilse yoksula gitmesini gözetirler. Böylece verdiklerinin daha makbul olacağını düşünürler. Meselâ; hiç değilse Müslüman olsun isterler. Veya namaz kılsın ibadet etsin ki kendisine dua ederse, duası kabul olsun, isterler. İşte insanların kendi verişlerine koydukları bu sınırlar; verdiklerinin karşılığını alacakları gün kendilerinin karşısına koydukları sınırlarla çıkacaktır. Ama neticede, sınırlı da olsa verişlerin hepsi kıymetlidir.

 

Karz ile ilgili âyetlerde görmekteyiz ki, zekât ayrı anılmış, karz ayrı anılmıştır. Dolayısıyla karz bambaşka bir veriş olup, zekât dışında değerlendirilecek bir veriştir.

 

Muhtaçları doyurma ile ilgili ayet-i Kerimeler

 

 4) Muhtaçları doyurma ile ilgili âyet-i kerimeler:

 

Hacc 28. âyette: “Ta ki, kendilerine ait menfaatlere (dünyevi ve uhrevi) şahid olsunlar. Allah’ın rızk olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar üzerine malûm olan günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun”.

 

Hacc 36. âyette: “Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın şearinden( hacca ait şartlar) kıldık. Onlarda size hayır vardır. O halde onlar ayakta durup boğazlanırlarken üzerlerine Allah’ın ismini anın. Yanları üstü düştükleri vakit de onlardan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen fakire yedirin. Onları şükredesiniz diye, böylece size musahhar kıldık”.

 

Önsöz

Önsöz

             Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

Esirgeyen ve bağışlayan; kâinatın ve hesap gününün tek sahibi ve hakimi, varlığımızın da tek sahibi olan; sayısız maddi ve manevi nimetleri ile lutuflandıran, kullarını nuruna kavuşturmak için daimi vesileler yaratan, darda kalana yetişen, belâ ve imtihanlarını kazanç vesilesi kılan, kalpleri Zât’ı için mesken kılan, apaçık kitap ile zoru kolaylaştıran Allah-ü Tealâ’ya sayısız hamd olsun.

Peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin rahmeti, dinin doğru uygulayıcısı, insanlığın kâmili, vesilelerin en keremlisi, Allah’ın sevgilisi, ümmetine merhameti bol, şanı yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallah-ü aleyhi ve Sellim’e, Ehl-i Beyt’ine, Şerefli Ashabına, temiz ve pak soyuna ve bu soydan gelenlere, soyundan gelmediği halde şerefli yoluna tam uyarak ve o kıymetli ahlâkı benimseyerek O’ndan olan hayırlı insanlara selâm olsun.

Cep kitapları serisi olarak yayınlamaya niyet ettiğimiz serinin üçüncüsü olan “Zekât” kitapçığı da şükürler olsun tamamlandı. Umulur ki, fayda hasıl olur. Bu kitap ile zekât, sadaka ve karz-ı hasen anlatılmış oldu. İnsanı, Yardan’ına yaklaştıracak olan, İslâm’ın şartlarından  en önemlisi, şüphesiz ki zekâttır. Zira diğer şartların hiç birisi için, yerine getirilmediği takdirde, “kâfir olma” gibi bir tehlikeden söz edilmediği halde, “zekât vermeyenler” ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de “kâfirdirler” ithamı geçmektedir. Namaz kılmayanlar veya oruç tutmayanlar ya da Hac görevini yerine getirmeyenler için böyle bir tehlike haber verilmemiştir. Bu bakımdan, kitabımızın bilinen bir konuyu tekrar hatırlatma ve gündeme getirme bakımından önemi olduğuna inanıyorum.

Zekât, sadece Ramazan’da değil, senenin her vaktinde verilebildiği halde, insanlar kalplerin coştuğu bu ayda vermeyi tercih etmekte oldukları için, bu kitabımızı da Ramazan Ayında hizmete sunmaktan dolayı mutluluk duymaktayız.

Gayret bizden, tevfik ve inayet Yüce Rabbimizden…

 

Sadakaları gizli ve aşikar alışlar

  • Sadakaları gizli ve aşikâre alışlar:

Gizli almayı tercih edenler: Sadakalarını alırken, etrafın görmesinden saklayarak, gizlice almayı tercih edenler, şöyle aldanabilir: “Aleni alırsam, mevkim sarsılır, bundan da etrafım zarar görür. Hem veren arkadaşıma da görenler veya duyanlar iltifat yapınca, kibre düşmesine sebep olabilirim. Sonra etrafım beni hakir görürse, kendilerine günah olur, onların da günahına sebep olurum. En iyisi ben, sadakayı gizli alayım”, der. Bu kişi burada insaf ile kendine baktığında; eğer kendine sadakayı aleni verdiklerinde duyduğu üzüntü, yanında birisine sadaka verildiğinde duyduğu üzüntü ile aynı ise, düşüncesi halistir, gizli almalıdır. Yok eğer bir başkasının üzüntüsünü kalbinde hissetmiyor, sadece kendininkini hissediyorsa, aşikâre almalıdır.

Aşikâre almayı tercih edenler:Sadakayı  aldığını bildiren, aleniyete döken de, sanır ki bu bildiriş ile, verene dua etmiş, methetmiş, böylece gönlünü hoş etmiştir. Başkalarını da böylece coşturup, verişlerine sebep olmuştur. Halbuki hiç düşünmez ki belki de; methederken, sadaka verenlerden, methedilmeyi sevenlerin kendisini bulup, sadakalarını vermelerini ummaktadır. Bu gizli bir hastalıktır. Kişi nefsini şöyle kontrol etmelidir: Eğer,aleni verene dua ve methettiği gibi, gizli verene de, o kişi duymasa bile gıyabında aynı şekilde dua ve methediyorsa, burada nimete şükretmiştir. Nefsinin oyununa gelmemiştir, denir. Eğer veren, övülmeyi seviyorsa, övmez. Sevmiyorsa, teşekkür ve dua eder.

Sadakayı aleni vermeye gelince; “Ben aleni verirsem, vermeye niyeti olmayanları da teşvik etmiş olurum” diye nefsinin aldatmasına uğrayabilir. Bu kişi de nefsini  şöyle kontrol etmelidir: Eğer, sadaka verdiği duyulduğunda veya görüldüğünde övüldüğü zaman memnun oluyorsa, sadakayı gösteriş için vermiştir. Bu hastalıktan temizlenmek ve kurtulmak için, artık hep gizli vermelidir.

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), bazılarını över, bazıları için ise övülmeyi sakıncalı bulurdu. Huzurlarında övülen biri için: “Boynunu vurdunuz. Eğer methinizi duysaydı felâh bulmazdı” (Buhari, Müslim) buyurmuşlardır. Buna karşılık, kendilerine zarar vermeyip, hayra teşvik edeceğine inandığı, ve Yakîn elde etmiş olduklarına kanaat getirdiği bazı kişileri yüzlerine karşı övmüştür: “ Mü’min övüldüğü zaman, kalbindeki imanı artar” buyurmuştur.

Süfyan-ı Servî, “Kendini bilene insanların övmesi zarar vermez” demiştir.

Özet olarak: En iyisi sadakayı gizli vermek ve aşikâre almaktır. Ancak gizlilik ve aşikârelik kendisi için eşit olacak şekilde marifet bakımından kemal bulmuş  kimseler müstesnadır. Fakat bu kişiler, azın azıdır. Bu makamlara heves eden ve lâfını yapanlar, kendilerini yakıştıranlar çoktur, ama bu makama yükselen yoktur.

 

Sadaka verişler ile ilgili âyet-i kerimeler:

SADAKALAR

  • Sadaka verişler ile ilgili âyet-i kerimeler:

Bakara 215. âyette: “Onlar hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini Sana sorarlar. De ki: (Maldan vereceğiniz şey, ananın, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yolcunun hakkıdır. Her ne hayır işlerseniz şüphesiz, Allah onu çok iyi bilendir”. Bu âyet, ashabın zenginlerinden ve ihtiyarlarından olan Amr bin Cemuh(r.a.)’ın ( Ya Resulallah, hangi şeyi sadaka olarak verelim, infak edelim?) diye sorması üzerine nazil olmuştur. Allah-ü Tealâ; yiyecek, giyecek, içecek, binecek, kullanılacak her şeyin nafaka olduğu bilindiğinden, bu âyet ile kimlere verileceğini beyan buyurmuştur.

Bakara 254.âyette: “Ey iman edenler, içinde ne bir alış veriş, ne bir dostluk, ne de bir şefaat bulunmayan bir gün gelmezden evvel size verdiğimiz rızıktan(Hak yolunda) harcayın. Kâfirler zulmedenlerin ta kendileridir”.

Bakara 263.âyette: “İyi(güzel ve tatlı) bir söz ve bir ayıp örtme; ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstagnidir, halimdir(ceza vermede acele edici değildir)”.

Bakara 264.âyette: “Ey iman edenler, sadakalarınızı-malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan bir kimse gibi- başa kakarak ve incitmek suretiyle heder etmeyin…”

Bakara 267. âyette: “Ey iman edenler, infakı(Hak yolunda harcamayı) kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek adi, bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki şüphesiz Allah her şeyden müstagnidir, asıl hamde lâyık olan O’dur”.

Bakara 271. âyette: “Eğer sadakaları aşikâre verirseniz o, ne güzel. Eğer onları gizler, onları (bu suretle) fakirlere verirseniz işte bu, sizin için daha hayırlıdır. Günahlarınızdan bir kısmını yarlıgar(yahut, günahlarınıza kefaret olur). Allah ne yaparsanız ondan hakkıyla haberdardır.

Bakara 272.âyette: “…İnfak edeceğiniz hayır, kendi faidenizedir. Zaten siz Allah’ın rızasını aramaktan başka bir suretle infak da etmezsiniz ya. Maldan harcayacağınız size fazlasıyla ödenecektir. Siz haksızlığa uğratılmayacaksınız”.

Bakara 273. âyette: “(sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yer yüzünde dolaşmaya muktedir olmazlar. (Hallerini) bilmeyen, iffet ve istingalarından(ellerindeki ile yetinmelerinden) dolayı onları zengin(kimse)ler sanır. Sen (Habibim) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de(bir şey) istemezler. Siz (Hak yolunda) ne mal harcarsanız şüphesiz Allah onu hakkıyla bilicidir”.

Bakara 274. âyette: “Mallarını gece gündüz, gizli aşikâr (Hak yolunda) harcayanlar (yok mu?). İşte onların Rableri katında mükâfatları vardır. onlara hiçbir korku da yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir”.

Nisa 38. âyette: “Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde, mallarını insanlara gösteriş için sarf edenler. Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır”.

Nisa 39.âyette: “Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine verdiğinden harcamış olsalardı bu onlara zarar mı idi? Allah onları çok iyi bilendir”.

En-âm 141. âyette: “….Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin. Devşirildiği ve toplandığı gün de hakkını(sadakasını) verin. İsraf etmeyin, çünkü Allah, israf edenleri sevmez”. Burada hak olarak söz edilen, mahsulun toplandığı zaman hasıl olan haktır. Yani âyet zekât değil, sadakayı işaret etmektedir. Bu hak toplanırken, orada hazır olanlara yedirmek ve düşenleri ve bir kısmını fakirin hakkı olarak bırakmak gerekmektedir. Nitekim Zeyd bin Esam’ın naklettiğine göre, Medineliler, hurma dallarını, hurması olmayanlar yesin diye mescide asarlardı. Hurma salkımlarının bir kısmı dallarından toplanmaz, fakirin toplaması için bırakılırdı.

Tevbe 79. âyette: “Sadakalarda bağışlarda bulunan mü’minlerle(bir türlü, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan(fakir)lerle(diğer türlü), eğlenenler (yok mu?) Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıklı bir azap vardır”.

Tevbe 103. âyette: Tatavvu (zekât harici olan, zekâta göre nafile olan) sadakasından söz edilmekte. Tebük seferine katılmayan bir kısım sahabe,günahlarını itiraf ettikten ve haklarında âyet indikten sonra, Hz. Peygamberimiz(s.a.v)’e kendilerini sefere katılmaktan alı koyanın, malları olduğunu ve kendilerinden bu malları sadaka olarak almasını bu vesile ile temizlemesini rica ettiler. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) (Mallarınızdan bir şey almakla emr olunmadım) buyurdular. Bunun üzerine: “Onların mallarından sadaka al ki bununla kendilerini(günahlardan) temizlemiş, bununla onları bereketlendirmiş(kendilerini muhlisler mertebesine yükseltmiş) olasın” âyeti nazil oldu. Bu âyetin nazil oluşu ile, bu kişilerin mallarının 1/3ü tatavvu sadakası olarak alınmıştır.

 Ra’d 22. âyette: “Onlar ki Rablerinin rızasını isteyerek(her zorluğa) katlanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, onlar için bu dar-ı dünyanın iyi bir sonucu(ahiret saadeti) vardır”.

İbrahim 31. âyette: “İman eden kullarıma de ki: Namazlarını dosdoğru kılın, ne bir alış veriş, ne de bir dostluk olmayan bir gün gelmezden evvel rızk olarak size verdiğimiz şeylerden gizli ve aşikâr infak edin”.

İsrâ 26. âyette: “Hısıma, yoksula, yolda kalmışa haklarını ver. Malını israf ile saçıp, savurma” buyrulmakta ve eğer yardım edecek güce sahip değilse;

İsrâ 28. âyette: “Şayet Rabbinden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarfı nazar  edersen, o halde kendilerine yumuşak bir söz söyle” buyrulmuş, yumuşak söz ile mukabele etmenin, sadaka yerine geçeceği bildirilmiştir.

Hadid 18. âyette: “Hakikat, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a karz-ı hasenle(güzel bir gönül hoşluğu ile verilen borç) ödünç verenler(yok mu?), onlar(ın mükâfatı) kat kat arttırılır. Onlar için çok şerefli (başka) bir mükâfat da vardır”.

Mücadele 12. âyette: “ Ey iman edenler, siz Peygambere mahrem bir şey arz etmek istediğiniz vakit, mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Eğer bulamazsanız şüphe yok ki, Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir”  âyeti hakkında, İbn-i Abbas(r.a.) diyor ki; “Müslümanlar Resullullah(s.a.v.)’ı fazla müracaat ve sualleriyle rahatsız ederlerdi. Cenab-ı Hak bu âyet-i Kerime ile O’na biraz istirahat vermiştir”. Kadı Beyzavi de der ki: “Bu emir, Resullullah(s.a.v)’e saygı gösterilmesi, fakirlere bu sebeple de yardım edilmesi, sualde aşırıya gidilmemesi, dünya ehli ile ahiret ehlinin ayırt edilmesi, ihlâslı olanlarla münafıkların da ayırt edilmesi gibi hikmetleri ihtiva eder”.

Mücadele 13. âyette: “Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız.(Bununla beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O halde dosdoğru namaz kılın. Zekâtı verin. Allah’a ve Peygamberine itaat edin. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır”.

Münafikun 10. âyette: “Her hangi birinize ölüm gelip de(Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım) diyeceğinden evvel size rızk olarak verdiğimizden(Allah yoluna) harcayın”.

 

Sadakalarda gizli ve aşikâre verişler:

  • Sadakalarda gizli ve aşikâre verişler:

Bazılarına göre sadakayı  gizli veriş, bazılarına göre ise aleni(aşikâre) veriş daha makbuldür. Sadaka alanların ise; bazılarına göre gizlice alanlar, bazılarına göre ise açıkça alanlar makbuldür, denmiştir. Allah yanında kimin makbul olduğunu, yine Allah-ü Tealâ bilir. Lâkin, bu tercihleri inceleyecek olursak;

 Aşikâre verişi tercih etme sebepleri:

1)Sadakayı aşikâre vermek, nimete şükretmeyi yerine getirmektir. Çünkü: “Rabbinin nimetini söyle, anlat (ifşa et)”  Duha/11. âyeti vardır. ve: “Allah-ü Tealâ nimetini in’am ettiği kulunda, nimetinin eserinin görülmesini sever” hadisi vardır. Nimete şükür etmek teşvik edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.): “ İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiştir” buyurmuşlardır.

Biri, Salihlerden birine gizlice sadaka verince, alan kişi elini kaldırıp herkese göstererek: “Bu dünyalıktır. Bunun aşikâre olması daha makbuldür. Ahiret işlerinde ise gizlilik makbuldür” demiştir.

Bazıları: “Size aşikâre bir şey verilince, iade etmeyi düşünseniz bile alın. Sonra gizlice iade edebilirsiniz” demiştir.

Medine’ye hicret etmiş olan muhacirler, şöyle dediler: “Ey Allah’ın Resulü! Bu Ensar(yani Medineliler) servetlerini yarı yarıya bizimle bölüştü, bize pek çok ikramda bulundular. Korkarız ki bizim ecrimizi hep onlar alacaklar”. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurdular: “Sizin onlara teşekkürünüz ve onları meth-ü sena etmeniz, onların ikramlarına karşılıktır”.

2)Aşikâre verişte; sadaka vermekte zorlananlara örnek olmak vardır. Bütün sadaka verişler gizlide kalsa, sanki hiç sadaka verilmiyor gibi görünür. Vermemeye meyilli olan kişi de, “o zengin olup vermiyor da, ben mi vereceğim?” diyerek cimriliğe daha çok düşmüş olur.

3)Sadakayı aşikâre alan için ise büyük rahmet vardır. Sadaka alan her ne olursa olsun, insanların gözünde küçülecektir. Bu sebepten, alan için zillet söz konusu olup, alanı kibirden uzaklaştırır ki, bu da ahiret saadetine götürür.

4)Arifler ise; sadece Allah-ü Tealâ’ya baktıkları için ve başkalarının sözlerine aldırış etmedikleri için; bu kişilerde gizli ve aşikârelik bir olmuştur. Bazı arifler sırf bu sebepten; “Aşikâre vereni reddedip, gizli verileni alan kimselerin duasına kıymet vermeyiniz” demişlerdir. Bu durumda halka itibar ve iltifat vardır ki, kişideki halin noksan olduğunun delilidir.

Gizli verişi tercih etme sebepleri:

1) Sadakayı gizli vermeyi tercih eden kişi, sadakayı  alanın da gizli kalmasına sebep olur. Eğer veren gizli değil de aleni vermiş olsa;  alanın, halini sadece Rabbine arz edişini, insanlara belli etmeyişini ifşa etmeye sebep olmuş  olacak; o kişinin Allah katındaki sırrını açığa çıkarmış olacak; belki de her türlü yokluğu göze alarak ve ne çileler çekerek yıllardır sakladığı yoksulluğu ortaya dökülecek, böylece haysiyeti zedelenecektir.

2)Gizli vermek; hem vereni hem alanı halkın dilinden korur. İnsanlar haset ederler. “Hakkından fazla aldı veya zengin olduğu halde aldı veya benden daha iyi durumda olduğu halde aldı” diyerek, alanın hatta verenin hakkında dedikodu yapabilirler. Açıktan veriş ve alış insanları böylece su-i zan, haset ve dedikodu gibi büyük günahlara sokabilir. Bu sebepten gizli vermek ve almakta, insanları günahlardan korumak bakımından çok fayda vardır.

Ebû Eyyûb-i Sahtiyani: “Ben komşularımın hasede kapılmasından korkarak, yeni elbise giymem” demiştir. Zahidin biri: “ Komşularımın nerden buldu?, kim verdi? gibi su-i zanna kapılmaması için, evimde mevcut olduğu halde bir çok şeyi kullanmaktan vaz geçtim” demiştir.

İbrahim et- Teymi’ye giydiği gömleği nereden aldığı sorulduğunda: “Bu gömleği bana kardeşim Hayseme vermiştir. Eğer bana verdiğini ailesinin bildiğini bilseydim, giymezdim” demiştir.

3)Gizli veriş; daha fazla ecir kazanmak isteyen kişi için bir yardımdır. Böylece hem kişi amelini gizlemiş olacak, hem de sevabı yetmiş kat  daha fazla olacaktır. Burada sadakayı gizli vermek isteyenden bu gizliliğe riayet ederek alacak olan kişi, verene yardım etmiş olacaktır.

Biri, sofinin birine aşikâre bir sadaka verince, sofi reddetti. Adam: “Allah’ın sana gönderdiğini neden reddediyorsun?” dedi. Sofi: “ Sen Allah için olan bir şeyi verirken Allah ile yetinmedin. Başkalarını da bu işe ortak ettin. Ben de yaptığın bu şirki sana iade ettim” dedi.

Yine adamın biri, arifin birine  aleni bir hediye verdi, arif almadı. Gizlide verince aldı. Adam bunun sebebini sorunca: “Sen onu açıktan verince riya ederek Allah’a isyan ediyordun. Ben de bu isyana yardımcı olamazdım. Gizli vermekle, sadece Allah rızasını kastetmiş oluyordun, böylece Allah’a itaat etmiş oluyordun. Burada da sadakanı kabul etmekle bu iyiliğinde sana yardımcı oldum” demiştir.

İçinde bulunulan devirde, insanlar sadakalarını değerli kılmak üzere Süfyan-ı Sevri’ye vermek istediklerinde; O, kabul etmemiş ve reddetmişti. Sonradan kendisi:  “Verenlerin söylemeyeceğini ve kimseye açmayacaklarını bilseydim, ben de sadakalarını kabul ederdim” demiştir.

4)Aşikâre sadaka almada, alana zillet ve alçalma vardır. Bu durum, Allah yolunda ilerlemeye çalışan yolcu için, kibre düşmekten koruyan iyi bir hal olduğu halde; alimler ve arifler için, zillette olduğunu belirtmiş olmak iyi bir hal değildir. Alim için zillete düşmek, ilmi düşürmek olup; ilminden faydalanacak olanlar, böyle düşkün birini -her ne kadar ilmi üstün de olsa- kendilerinden düşük seviyede görecekleri için, ilminden istifade edemezler. “benim verdiklerimle geçimini temin edenden mi öğreneceğim?” düşüncesi, nefsinin oyunu olarak, beynini kemirip, durur.

Arifler için ise durum daha ciddidir. Ariflerin sözü kalplere tesir eder. Ama, insan oğlu, istifade edeceği mercii daima tam kemal sahibi olarak görmek ister. Bu sebepten de arifteki, dünyevi eksikliği de kabul edemez. Halbuki düşünebilse; arif, dünyadan yüz çevirmiş, paraya pula değer vermemiştir. Belki biriktirmeyip dağıttığı için, belki önem vermediği ve gerçekten “Allah kerim” dediği için, insanların sahip olduklarına asla sahip olmamıştır. İnsanların kalplerindeki kötü ahlâkı temizleyerek onları ihya ederken güzel kabul görmüş, ama paralarını kabul etmek suretiyle temizlerken, düşük görülmüş olur. İnsan böyle cahildir, böyle zalimdir ve hükmedemez(ahmaktır). Bu sebepten Süfyan, yukarıdaki sözü kullanmıştır. Yoksa, sadaka almakla halkın arasındaki sahip olduğu itibarı kendi adına kaybetmek korkusu ile değil…

5)Eğer sadaka aşikâre alınırsa, etrafta olanlarla ortaklaşa paylaşmak icap edebilir. Zira: “Kendisine hediye verildiği vakit, yanında bulunanlar o hediyede ortaktır” hadisi vardır. Bu sebepten gizlilikte fayda vardır.

Konuyu bir bütün olarak tekrar ele alırsak; bazen aşikâre veriş, bazen de gizli veriş makbuldür. Bu birbirine zıt olan tercihin sebebi; insanların içinde bulundukları hale göre değişmektedir. Bu sebepten, konuya ihlâs ve iyi niyet ile yaklaşmalıdır. Böyle yaklaşanların kendi nefislerine ve içinde bulundukları hale insaf ile bakmaları gerekir. Nefsinin varlığından bile haberi olmayanları, konumuzun dışında tutarak, deriz ki; nefsini kontrol edenlerde bile, hem sadaka alırken, hem de verirken nefsin hile ve aldatışına düşmek mümkündür.             İnsan verirken göstermek, alırken gizlemek ister. Nefsin ahlâkı böyledir.

 

Sadaka vermenin fazileti:

  • Sadaka vermenin fazileti:

(Sadaka ile ilgili Hadis-i Şerifler)

Ebû Zer-el Gıfari(r.a.) mal ve para biriktirmeyi, ihtiyaçtan fazla olanı biriktirmeyi haram görürdü. Bu görüşte Hz. Peygamber (s.a.v.)i örnek alırdı. Bu emin olduğu görüşünü halka anlatmaya çalışıyor ve onlardan sert konuştuğu gerekçesiyle tepkiler alıyordu. Bir gün yine bir toplulukta Ahnef b. Kays(r.a.) rivayetiyle, mal biriktirenlerin nasıl Cehennem azabına duçar olacağını anlatmış, topluluk işine gelmemişçesine anlattıkları ile ilgilenmemişti. O da orayı terk etmişti. Ahnef b. Kays peşinden gitmiş, kendisine insanların neden böyle davrandığını sormuş; Ebû Zer-el Gıfari: “Onlar bu sözlerden bir şey anlamazlar. Birgün dostum Ebû’l Kasım(s.a.v.), beni yanına çağırdı. Uhud dağını göstererek: (Benim bu kadar altınım olsa, hiç sevinmem. Çünkü üç dinardan başka hepsini Allah yolunda harcarım) buyurdular. Bunların ise bir şey bildikleri yok, dünyalık topluyorlar” dedi. Ahnef b.Kays kendisine (Kureyş’li kardeşlerinle aranda ne var? Ne yanlarına uğruyorsun, ne de onlardan bir şey alıp, veriyorsun), diye sorunca, Ebû Zer: “ Rabbime yemin ederim ki, Allah’a ve Resûlüne kavuşuncaya kadar, ben onlardan ne dünyalık bir şey isterim; ne de din hakkında onlara bir şey sorarım” diye cevap vermiştir.

“Sizden biriniz, fakir ise kendine baksın, biraz fazla malı varsa bakımı kendisine ait kimselere harcasın; yine daha fazla malı olan kimse yakın akrabalarına ve böyle böyle(derece derece akrabaya ve daha başkalarına harcasın”                                       Ahmed b. Hambel

“Bir hurma da olsa sadaka verin. Çünkü o bir hurma açlığı giderir, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları da söndürür, yok eder”                                İbnü’l Mübarek

“Bir hurmanın yarısıyla bile olsa cehennem ateşinden korunun, onu da bulamazsanız tatlı ve güzel söz ile”

Buhari ve Müslim

“Kim helâl kazancından (Allah helâl ve temizi kabul eder) bir sadaka verirse, Allah onu kabza-i kudretiyle(kudret eliyle) alır. Sizden birinizin deve yavrusunu büyüttüğü gibi, bir hurmayı Uhud dağı kadar büyütür”

Buhari(Tirmizi)

“Çorba pişirdiğin vakit suyunu çok koy ve komşularına bak, onlara (muhtaç olanına) ondan ver”            Müslim

“Kim ki sadakayı güzelleştirir, yani helâlinden, gönlü coşarak güler yüz, tatlı sözle verir ve vermekte acele ederse, Allah-ü Tealâ da onun vereselerini (mirasçılarını) güzelleştirir. Yani evlâtlarını afetten muhafaza eder”                                                         İbnü’l Mübarek

“(Kıyamet günü) hesap görülünceye kadar herkes sadakasının gölgesinde olacaktır”                    İbn Hibban

“Sadaka yetmiş şerrin kapısını kapatır” İbnü’l Mübarek

“Gizli sadaka Allah-ü Tealâ’nın gadabını teskin eder”

 

“Varlıkta veren, darlıkta alandan ecir olarak daha faziletli değildir”                                                 İbn Hibban

Darlıkta alan, nefsini açlık dolayısıyla ölümden korumuştur. Bu vaziyete düşen için dilenmesi ve kendisini koruması da boynuna borçtur. Varlıkta veren ise, varlığın hesabının bir kısmından kurtulmak için bu sadakayı vermeye muhtaçtır. Her ikisi de kendi nefislerini korumaktadır.

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)’e bir gün hangi sadakanın daha faziletli olduğunu sormuşlardır. O da:

“Sıhhatli olup, malına hevesli, yaşamayı umar, fakirlikten korkar olduğun halde verdiğin sadakadır. Sakın can boğaza gelinceye kadar bekleme de o zaman bu falancaya, şu falancaya diye vasiyete başlarsın. Halbuki hepsi mirasçına intikal etmiştir”                 Ebû Hureyre

Bir gün Peygamber Efendimiz(s.a.v.), ashabına “sadaka veriniz” buyurduklarında, biri çıkar ve “bende bir dinar var” der. “Onu kendine harca” denir. “Bende bir dinar daha var” diyince, “onu hanımına ver” denir. “Bende bir tana daha var” deyince, “onu çocuğuna ver” denir. “Bende bir tane daha var” deyince, “onu hizmetçine ver” denir. “Bende bir tane daha var” deyince, “onu vereceğin yeri sen daha iyi bilirsin” denir.

Ebû Davud ve Nesei

“Kuş başı kadar bile bir yiyecek olsa, isteyicinin sizi yermesini bertaraf edin(onu susturun)”               Ukayli

“Sâil (muhtaç olup,isteyen) sadık olup cidden muhtaç halde ise, onu kovan felâh bulmaz”                     Ukayli

Hz. İsa a.s. : “İsteyiciyi eli boş geri çeviren eve bir hafta melekler uğramaz” buyurmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.), iki hususta kimseden yardım talebinde bulunmazlardı. Biri geceleyin kullanacağı abdest suyunu kendi eliyle hazırlar, diğeri miskine sadakayı bizzat kendi eliyle verirlerdi.

“Miskin dediğin, bir hurma, iki hurma; bir lokma, iki lokma verip başından savdığın kimseler değildir. Asıl miskin, iffet sahibi olup, kapılarda dolaşmayan yoksullardır. İsterseniz(insanlardan ısrar ile istemezler) mealindeki Âyet-i Celileyi okuyun”         Buhari ve Müslim

“Kim bir Müslümana bir elbise giydirirse, o elbiseden o fakir üzerinde bir yama kaldığı müddetçe elbiseyi giydiren, Aziz ve Celil olan Allah-ü Tealâ’nın himayesindedir”                                                              Tırmizi

“Kötülükten uzak durmak bir sadakadır”            Buhari

“Her iyilik sadaka yerine geçer. (Tesbih,tekbir,tahmid, tehlil, iyiliği emrediş, kötülükten alıkoyma ve hatta cima)”                                                                Müslim

“Ölüler için de sadaka verilebilir”                     Tırmizi

“Kadın haddi aşmadan kocasının malından sadaka verebilir”

“Bilmeden sadaka verilmemesi icap eden yere (sadaka düşmeyene), sadaka veren kişinin sevabı eksilmez”

 

Sadakaların önemini bildiren büyük sözler:

  • Sadakaların önemini bildiren büyük sözler:

Urve bin Zübeyr, “ Hz.Aişe baş örtüsü yamalı olduğu halde elli bin dirhem sadaka vermiştir” demiştir.

Hz. Ömer (r.a.) duasında: “ Allahım! Fazla serveti, hayırlı olanlarımıza ver. Umulur ki onlar da bizden olan ihtiyaç sahiplerine yardım ederler” derdi.

Ömer b. Abdülaziz: “ Namaz seni yolun yarısına, oruç tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise Melik’in huzuruna çıkarır” demiştir.

“Sadaka yetmiş kötülük kapısını kapatır. Gizli verilen sadakalar, aşikâre verilenlerden yetmiş derece üstündür, aynı zamanda yetmiş şeytanın çenesini susturur”

İbn Ebi Ca’d

“Geçmiş zamanlarda bir kişi yetmiş yıl ibadet ettikten sonra işlediği bir zina ile, bütün amelini mahvetti. Sonra karşısına çıkan bir miskine bir çörek verdi ve bu sayede Allah-ü Tealâ kendisine mağfiret etti”

İbn Mes’ud

Lokman oğluna: “Oğlum bir hata işlediğin zaman hemen bir sadaka ver” demiştir.

Abdullah b Ömer(r.a.), şeker çok severdi ve şeker tasadduk ederdi. Ve: “Sevdiğinizden infak etmedikçe iyilerden olamazsınız” Âl-i İmran/92. âyeti okur, “Allah bilir ki benim en çok sevdiğim şekerdir” derdi.

Nehai de: “Allah rızası için infak edeceğim şeyin kusurlu olasını istemem” derdi.

Übeyd b. Ümeyr: “İnsanlar kıyamet günü en çok açlık, en şiddetli susuzluk ve en büyük çıplaklık içinde haşr olacaklar, ancak Allah için yedireni Allah doyuracak, Allah için içireni Allah içirecek, Allah için giydireni Allah giydirecektir” demiştir.

Hasan-ı Basri: “Allah-ü Tealâ dileseydi hepinizi zengin eder, aranızda fakir bulunmazdı. Fakat bazınızı zengin, bazınızı fakir etmekle, sizleri birbirinizle imtihan ediyor” demiştir.

Şa’bi: “Fakirin sadakaya ihtiyacından fazla, kendisinin sadaka sevabına ihtiyacı olduğunu bilemeyen zengin, sadakasını iptal etmiş ve ecrini kaybetmiştir” demiştir.

İmam Malik: “ Sebil olarak dağıtılan ve Camilerde sadaka olarak verilen sulardan zenginlerin içmesinde mahzur görmem. Zira bu gibi sular yalnız fakirler için değil, susamış olan herkes  için dağıtılmaktadır”, der.

 

Takva sahiplerinin özelliği olarak veriş, Allah için infak(harcamak):

2)Takva sahiplerinin özelliği olarak veriş, Allah için infak(harcamak):

 Bakara 3.âyette: “Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler(Allah yolunda harcarlar)” . Bu âyetteki “onlar”, bir önceki âyette “müttakiler” olarak yani; sakınan, korunan, korkanlar olarak geçmiştir. ( “Bu o kitaptır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur, o takva sahipleri için doğru yolun ta kendisidir” Bakara/2)

Bakara 177.âyette: “(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz; birr(insanları Allah’a yaklaştıran her türlü iyilik, hayır ve taat) değildir. Fakat birr; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve Peygamberlere iman eden, malı(nı Allah) sevgisiyle (veya mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna( yolda kalmış yolcuya), dilenenlere, köle ve esirler(i kurtarmay)a veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtını veren(kimselerin) ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler(in), sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr-ü metanet gösterenler(in birridir). Onlar (yok mu? İmanlarında ve birr-ü taat iddiasında) sadık olanlar onlardır ve onlar takvaya erenlerin ta kendileridir”. Burada takva sahiplerinin kimler olduğu ince ince tarif edilmiş ve ayrıca zekâtın verilebileceği sekiz gurup sayılmıştır.

Bakara 265.âyette: “Allah rızasını istemek ve ruhlarında olan (iman)ı kökleştirip, takviye etmek için mallarını harcayanların hali de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin haline benzer ki ona bir yağmur isabet etmiş de meyvelerini iki kat vermiştir, ona bol bir yağmur düşmese de, bir çisinti bulunur. Allah ne yaparsanız, hakkıyla görücüdür”. Bu âyette de imanın kuvvetlendirilmesi için, mallarını harcayanların niyetlerinin ve amellerinin karşılığının verileceği anlatılmaktadır.

Âl-i İmran 92. âyette: “ Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş(birr-ü taat etmiş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilicidir”.

Âl-i İmran 134. âyette: Bollukta ve darlıkta verişin kıymeti özellikle belirtiliyor. Bu âyetten bir önceki âyette: “Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan Cennete (ki göklerle yer kadardır) koşuşun” denmiş. 134. âyette ise bu takva sahiplerinin özellikleri tarif edilmektedir: “ Onlar( o takva sahipleri bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar(ın kusurların)dan af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever”.

Nisa 162.âyette: “Şu kadar ki onlardan ilimde yüksek payeye erenlerle mü’minler; gerek sana indirilen (Kur’an-ı Kerim)e, (gerek) senden evvel indirilen (kitap)lara iman ederler. (Onlar) namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlardır. İşte onlar(böyle), Biz onlara çok büyük bir ecir vereceğiz”.

Hacc 35. âyette: Bir önceki âyette“Sen mutıy(itaat eden) ve mütevazı olanları müjdele” buyrulmuştur. Bu âyette de: “(Öyle mutıy ve mütevazı olanlar ki) Allah anılınca onların kalpleri kork(u ile oyn)ar.Onlar kendilerine isabet eden(mihnet ve zorluklara) sabredenlerdir. Namazı dosdoğru kılanlardır. Kendilerini rızıklandırdı-ğımız şeylerden(Allah için) harcarlar”.

Hacc 41. âyette: “Onlar( o mü’minlerdir ki) eğer kendilerine yer(yüzün)de bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namaz kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar. (Bütün) umurun akıbeti (nihayet) Allah’a(raci)dir.

Mü’minûn 4.âyette: Bu surenin 1. âyetinden 9. âyete kadar mü’min olanların özellikleri tarif edilmektedir. Birinci âyet: “Mü’minler muhakkak felâh bulmuştur (korktuklarından emin, umduklarına nail olmuşlardır)” diye başlayıp, bu mü’minlerin yaptığı iyi şeylerden bahs olunur. İşte 4. âyette de: “ (Öyle mü’minler) ki onlar zekât(vazife)lerini yapanlardır”, buyrulmuştur.

Nûr 37.âyette: “(Öyle) adamlar (vardır ki) onları ne bir ticaret, ne bir alış veriş Allah’ı zikretmekten, namazı dosdoğru kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar”. (Takva ile hareket etmenin başlangıç hallerinde bu korku fevkalade hakimdir).

Rûm 38. âyette: “Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna (yolcuya) hakkını ver. Bu Allah’ın Cemalini dilemekte olanlar için (her şeyden) hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olanların ta kendileridir”. (Takvanın ulaştırdığı hal)

Rum 39. âyet: “İnsanların mallarında artış olması için faizden verdiğiniz şey( nakit, mal, sadaka, v.s.) Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, sevaplarını kat kat arttıranlar onlar(onu verenler)dir.

Leyl 17 ve 18. âyetler: “Halbuki çok sakınan, malını (Allah nezdinde sırf) temizlenmek için veren, ondan( o ateşten) uzaklaştırılacaktır.

 

Zekât ile ilgili âyet-i kerimeler:

  • Zekât ile ilgili âyet-i kerimeler:

Kuran-ı Kerim’de; farz olan zekâtın yanı sıra, zekâtın dışındaki verişlerden olarak: Takva sahiplerinin özelliği olan veriş, cimrilikten korunma ile ilgili veriş, sadaka olan veriş, karz-ı hasen olan veriş ile ilgili âyet-i kerimeler vardır. Ayrıca zekât vermeyenlerin kâfir oluşu ile ilgili âyet-i kerimeler de vardır.