Kategori arşivi: 5.04.Zaruri Şeylerde Zühd

Zaruri Şeylerde Zühd

Zaruri şeylerde zühd:

İnsanların heves ettikleri ve kalplerini meşgul ettikleri şeyler, zaruri ve fuzuli olmak üzere iki kısımdır. Fuzuli olanın sonu yoktur. Her nefis arzu ettiğini elde ettikçe, bir sonrakini elde etmek ister. Veya eline geçirdiği ile yetinmeyip, onun yanına onu tamamlayacak başka şeyler icat eder. Meselâ; hiç halısı yoksa, senelerce halı diye arzu eder, bir halı versen, artık sevinip oturacağına, perdelerini değiştirmek ister. Hadi perdeyi de versen, hemen ondaki hevesi biter, o perdeye ve halıya uygun eşya, mobilya ister. Sonunda çıplak taşta oturup, halı ihtiyacı ile yola çıkar da, kendini çay bardağının tabağında oyalanırken bulur. Zira o eve artık, uygun çay bardağı tabağı gerekmektedir. Böylece, eğer çay tabaklarına kavuşamazsa, senelerce ister, durur. Kavuşunca nefsi hemen başka bir şeye yönelir.  Kavuşamadığı taktirde, belki de son nefesinde etrafına vasiyeti, bu olur.
Zaruri ve önemli olan şeyler şunlardır:
1)Yiyecek: İnsanın belini doğrultacak kadar helâl yiyeceğin temini, zaruridir. Zühdün yemekle ilgili en üstün derecesi, sabah yiyince akşamı, akşam yiyince sabahı düşünmemektir. Bir alt derecesi bir aylık veya kırk günlük nafaka teminidir. Daha alt derecesi bir yıllık nafaka teminidir. Bu zayıf zahit derecesidir. Bir yıldan fazla toplayana zahid denmez.
Yemeğin miktarı da önemlidir. En üst derecesi 24 saatte bir müd’dür. Bir müd; yemin ve oruç kefaretinde bir fakirin iki öğün doyacağı miktardır. Gıdanın cinsi bakımından, en ehveni kepek ekmeği, en üstünü de buğday ekmeğidir. Katıklar da sınırlıdır. Yemek yeme süreleri ise üç günde bir oruç tutmaktır. Görüldüğü gibi zühd yolu zor bir yoldur. Sahabe devrinde, etrafın genel olarak yediklerine göre yapılan bu tanzim, bu gün için aynı şekilde olmaz. Bu gün, hamburger, çikolata, tatlı devri yaşanmakta olduğundan, bu güne göre zahitlik de farklı olacaktır. Ama nefsine illâki bir terbiye vardır, olmalıdır.
2)Giyecek: En azı kişinin avret yerini örten ve sıcaktan, soğuktan koruyan miktardır. Orta derecesi gömlek, başına örtü( erkek için) ve nalinlerdir. Üstün derecesi şalvar ve mendilin bulunmasıdır. Zahidliğin şartı, elbisesini yıkadığında, kuruyana kadar evden dışarı çıkmamaktır. Kumaş da kalın ve kaba olmalıdır.
Hz. Peygamberimiz(s.a.v.): “Allah, giydiğine aldırış etmeyen müptezel insanları sever” buyurmuşlardır. (Ahmed). Bir defa ipek bir elbise hediye edildiğinde, giymiş ve hemen çıkarıp bir müşrike hediye etmişler, erkeklere de ipek giymeyi yasaklamışlardır. Başka bir sefer de altın bir yüzük takmış ve akabinde çıkarıp, erkeklere haramdır, demişlerdir. Bir sefer de işlemeli bir elbise giyip, namaza durmuşlar; sonra selâm verince hemen çıkarmışlar, işlemelerin kendilerini meşgul ettiğini söylemişlerdir. O, rahmet vesilesinin ahlâkları böyleydi.
“Beni seven benim sünnetime uysun” buyurmuştur, Allah-ü Tealâ da:
“De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmran) buyurmuştur.
“Alimler yanında seni meşhur etmeyecek, cahiller yanında da hakarete uğratmayacak elbiseyi giy”            Süfyan-ı Sevrî
“Her kesin sana bakacağı elbiseyi değil, sokakta karışıp gideceğin elbiseyi giy”                                           Selef-i Salihin
“Elbisenin hayırlısı bana hizmet edeni, kötüsü de benim hizmet ettiğimdir”                                                    İbn Şibrime
“Üç çeşit elbise vardır: Biri Allah içindir ki setr-i avret edecek elbisedir. Diğeri kişinin kendisi içindir, sıcak ve soğuktan korur. Bir diğeri insanlar içindir, göz alıcı ve parlak kumaşlardır”                                               Süleyman Dârâni
Allah-ü Tealâ, Peygamberlerinden birine; “Dostlarıma söyle, düşmanlarımın giydiği gibi giymesin. Düşmanlarımın girip, çıktığı yerlere girip, çıkmasın. Sonra onlar nasıl düşmanım ise, bunlar da düşmanım olur” diye vahyetmiştir.
Kişinin kendisini zahit göstermek üzere, yukarıda tarif edilen şekilde giyinmesi ise riya olur.

3)Mesken: En üstünü hiç mesken edinmeden, Ashab-ı Suffa gibi cami kapısında barınmaktır. Orta derecesi penceresi olmayan kamıştan bir meskendir. En aşağı derecesi ise inşa edilmiş bir binaya sahip olmak veya kiralamaktır. Eğer evde süs ve zinet bulunmaz ise, aşağı derecedeki zühdden çıkılmış olmaz.

“İhtiyacından fazla inşaat yapana  kıyamet gününde, bunu sırtına al, diye teklif edilir”                                        Taberani

“Bir millet gelecek, çamuru yükseltecek ve fakat dinlerini düşürecektir. Geniş sahaları kullanacaklardır. Sizin kıblenize dönüp namaz kılacaklar fakat başka dinde öleceklerdir”

İbn-i Mes’ud

4)Ev eşyası: En üstünü Hz. İsa a.s. gibi olmaktır. O’nun bir tarağı ve bir bardağı vardı. Bir gün bir adamın sakalını parmakları ile taradığını görünce, tarağı attı. Bir başkasının da avucu ile su içtiğini görünce, bardağı attı.

Orta derecede olanı ise, yetecek kadar sağlam kap kacak bulundurmaktır. En aşağı derecesi, kıymetsiz kaplardan ihtiyacı için her çeşidini bulundurmaktır. Yatak yastık ve diğer eşyalar da aynı şekildedir.

5)Evlenmek: Evlenmenin zühd üzerine bir etkisi olmadığı kabul edilir. Ama bazı hallerde bekârlık üstündür, evlenmemek zühd kabul edilir. Şayet evlenmek suretiyle, Allah’dan gafil olmayacağını bildiği halde evlenmiyorsa; bu zühd sayılmaz. Kişinin gönlü evlenmek ile meşgul oluyor ve bu da o kişiye Allah’dan gaflete düşme korkusu veriyorsa, bu kişi bu sebepten evlenmiyorsa, bu zühddür. Kişi, evlense de gaflete düşmeyeceği halde, dünyaya ait meşru olan bir zevkten kendini uzak tutmak için evlenmekten geri durmamalıdır. Çünkü o zaman hem nesil zarar görür, hem de yaptığı zühd değildir.

6)Mal ve mevki: Mal ve mevki, yukarıda sayılan beş hususun temini için vesiledir. Servet yetecek kadar olmalıdır. Eğer kişi bir senelikten fazla ihtiyacını karşılayacak kadar kazanırsa, zahitliğin en düşük derecesinden de çıkmış olur. Özetle; insanın ihtiyacı olan mal ve mevki mahzurlu değildir. İhtiyaçtan fazlası ise, öldürücü bir zehirdir. İhtiyaç kadar olması ise, ilâç kadar değerlidir. Şu bakımdan ilâç gibidir: İnsanlar bazı işlerini gördürmek, yardım almak için, gönüllerde yer almak isterler. Buna “cah” denir ve çok kötü bir ahlâktır. Bu vesile ile hürmet ve saygı da görürler. Bu bakımdan, saygı görmezse hizmetine bakılmaz. İşte serveti olan için, buna ihtiyaç olmaz ve parası ile hizmet görür. Yine parası ile yardım yaparak saygı da görür. Mal bu bakımdan, kişinin cah gibi kötü bir hale düşmesini önlediğinden, ilâç kabul edilir. Mevki de böyledir. Kişinin parası olmasa bile, mevkii sayesinde işlerini gördürebilir, itibar görebilir.

Cah; ya menfaat temin etmek için veya bir zararı def etmek için ya da bir zulümden korunmak için vardır. İşte mal ve mevki de bunu sağladığından dolayı, cah hastalığına karşı önleyici bir ilâç olarak kabul edilir. Zira cah, kişiyi Hâviye Cehennemine kadar sürükleyebilir.

Zahit bir yandan dünyadan ve belki de ahiretten sıyrılmaya gayret ederken, diğer yandan zühdü ile öyle memnun ve hatta mağrur olur ki, zühdünü etrafına bildirerek, kendisine zühdü sebebiyle hürmet gösterilmesini, övmelerini bekler. Halbuki nefsi ile belli bir noktaya gelmiş iken, tekrar başlangıca dönmüş, gayretleri boşa çıkmış olabilir. Bu bakımdan, zühdü de kendisinedir. Etrafının takdirinin ne önemi vardır, Allah’ın takdiri önemlidir, şeklinde düşünmesi gerekir.

Zahitliğe niyet eden kişi, aile efradını zahidliğe sürükleme hakkına sahip değildir. Kendisi uygular.