Kategori arşivi: 2.02.İhlasın Hakikati

İhlasın Hakikati

İhlâsın hakikati:

Bir şeye başka şeyin karışmaması, halis olması demektir. Yani saf olan bir şeydir. Bir işin safi ve karışıksız olmasına ise, ihlâs denir. İhlâsın zıddı şirktir. Halis olmayan müşriktir. İhlâsın ve şirkin yeri kalptir. Şirkin gizli ve aşikâresi olduğu gibi; ihlâsın da gizli ve aşikâre olanı vardır.
İhlâsın hakikati, niyetin hakikatine bağlıdır. Bu da içten doğan sese uymaktır. İçten kişiyi harekete geçirecek olan ses, tek olursa o sesle yapılan işe ihlâslı iş denir. Meselâ: Sırf riya maksadıyla, gösteriş için sadaka veren kişi halis riyakârdır. Riyasına başka bir şey karıştırmamıştır. Sırf Allah (c.c.) rızası için sadaka veren kişi, halis Allah rızası gözetmektedir. Her ikisi de niyetine başka bir şey karıştırmamış olduğu için, halistirler. Biri halis kötülük, diğeri halis iyilik içindedir.
Eğer kişi bir işi yaparken, yaptığı işte hem Allah(c.c.) rızasını gözetir, hem de dünyalık bir menfaat de beklerse; böylece yaptığı iş kendisine daha kolay gelirse, ameli Allah rızası için olmaktan çıkmıştır. Bu amele ortaklık yani şirk karışmıştır. Misal olarak verilirse; oruca niyet edilirken hem Allah (c.c.)rızası gözetilir, hem de bedeninin zayıflayıp, daha endamlı olması için niyet edilirse, bu ibadetin ihlâsını giderir. Lâkin niyet bahsinde, niyetleri çoğaltmaktan bahsederken, bir iş için pek çok niyete girilebilir demiştik. Buradaki ince nokta, niyetlerin hepsi Allah Rızası için olmalı, içine dünya menfaati asla katılmamalıdır.
Aynı şekilde Hacc yaparken; aynı zamanda seyahat etmiş olmak veya ailesinden uzaklaşıp, bir süre için bile olsa ailesinin sorumluluğundan kurtulmak gibi düşünceler, amelinin ihlâsını bozar. Ama asıl hacc görevini yapacakken, bu arada o mübarek beldeleri görmek, Arafat’ta günahlarından kurtulmak, Peygamberini(s.a.v.) ziyaret etmek, Peygamberinin ve Sahabe Efendilerimizin dolaştığı topraklarda dolaşmak, O’nların bastığı yerlere basma şerefine nail olmak gibi niyetler, ihlâsını bozmadığı gibi, niyetlerinin karşılığını ecir olarak  alması da söz konusu olur.
Keza; abdest alırken, elini yüzünü temizlemek niyeti ile almak, ihlâsı bozar. Abdest almaya niyet etmelidir. Evden uzaklaşmak için mescitte oturmaya gitmek de böyledir. Hem mescitte oturup itikâfda bulunayım, hem de evin telâşından kurtulayım diye düşünmek ve niyet etmek sadece ihlâsı bozmakla kalmaz; itikâfa girmesi sebebiyle, gizli niyetini bilmeyen halkın övgüsü ile, ameline riya da karıştırmış olur.

Dilenciye ısrar ettiği için, etrafındakilerden de çekinerek sadaka vermek; cenaze namazına usulen yani ayıp olmasın diye katılmak; hasta ziyaretine usulen gitmek; kendisine tazim edilsin diye, iyi ahlâk sergilemek… ve çoğaltılabilecek diğer pek çok örnekler, ihlâsı safiyetinden çıkaran, bozan şeylerdir.

Bu türlü işleri yaparken, meselâ; hasta ziyaretine giderken “hasta olan kardeşim beni görünce sevinir, gidip gönlünü hoş edeyim” düşüncesi içinde ise, sadece bu niyet ile gitmek gerekir. Bu ihlâstır. Ama niyeti böyle olduğu halde “Allah rızası için gidiyorum, hasta ziyareti sevaptır” diye göstermek, şirktir. Eğer hasta ziyaretine gitmeyi arzu etmiyor iken, hasta ziyaretini Allah(c.c.)’ın sevdiği o anda aklına gelir ve gönlünde Allah Rızası için gitmek arzusu belirirse, o zaman Allah rızası için gittiğini söyleyebilir. Bu da ihlâstır.

Belki özetle şöyle dememiz gerekir: Allah-ü Tealâ, kulunda ihlâsı ararken, kulun kendini kandırmasına mani olmak istemektedir. Kendi kalbindekini apaçık görmesini ve bunu doğru olarak ortaya çıkarmasını istemektedir. Böylece Rabbini de kandırdığını zannetme duygusuna kapılmamasını istemektedir. Bu zan ancak, uzaklık içinde mümkündür. Yakın olan kul, Rabbinin, her haline vâkıf olduğunu bilir. Kalbindeki niyetinden mutlaka haberi olduğunu bilir. Niyeti başka, dışa vurduğu lisanı başka olanın ise zararı, yine kendinedir.

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımız, amellerimizi yok etmemek ve az ya da çok da olsa,  şaibeli durumlardan kurtarmaktır.

“Ey Muhammed! (Size amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?) de. Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Halbuki onlar sağlam iş yaptıklarını sanıyorlardı”

Kehf/ 103, 104

Mü’min için ihlâs çok önemlidir. İnsanların çoğu, dinin içinde oldukları halde bu meseleleri bilmediklerinden ve öğrenmek için bir gayret sarf etmediklerinden dolayı, amellerini zayi etmektedirler. Bunun baş sebebi ise bildiklerini yeterli görmeleridir. Halbuki üzerinde önemle durduğumuz bu meseleler, kul için yaklaşma sebebleridir. Mü’min bunları öğrenip, samimiyetle o güne kadarki ihlâssızlığını kabul etmekle, amellerinin kurtulmasını sağlayabilir. Belki her şeyimizin kıymetinin kaybolduğu zamanda sadece ihlâs ile yaptığımız az bir amelimiz, kurtulmamıza vesile olacaktır.

Mü’min ihlâsını temin edemezse, tevhide ulaşamaz. Zira tevhid, kalbin Yaradanını birlemesidir. Kalpte sadece Allah fikri varsa, ihlâs vardır. Eğer başka düşünceler, çokluk varsa ihlâsa karışma olur.

İhlâs; ameli her türlü şaibenin azından da, çoğundan da kurtarmaktır. Halis olana muhlis denir ki bu kişi Allah(c.c.)a yakınlıktan başka bir gaye gütmez. Kalpte harekete sebep olacak başka bir hareket kuvveti kalmazsa, Allah(c.c.)’a yöneliş tek olur. Yani ihlâs olur. Bu ise yalnız Allah(c.c.)’ı sevip, ahireti düşünen ve kalbine dünya sevgisi ve alâkası uğramayanda, hattâ yemeyi içmeyi bile def-i tabii gibi bir zaruri ihtiyaç kabul eden kimselerde olur. Uykuyu da böyle görürler. Bunlar muhlislerdir.

İhlâsı temin edebilmek çok zordur. Nefsin arzularını kırarak, dünyadan bütün beklentiyi keserek, her halinde ve işinde sadece Allah(c.c.)’a yönelerek temin edilebilir. Elbette en önemli olan ise, o ana kadar ihlâssız olduğunu görerek, kabul edebilmektir.

Biri ihlâssızlığını anlayınca, 30 yıldır cemaatle kıldığı namazlarını iade etmiştir. Her namazında birinci safta kılıyorken, bir gün gecikip, ikinci safa kalınca, insanlardan çok utanmış. Daha önceden birinci safta kıldığı namazlarda ise son derece huzur duyuyormuş. O zaman bu duyduğu huzurun, insanların onu birinci safta görmeleri sebebiyle duymuş olduğunu anlamış.

Bu işler bu derece ince ve gizlidir. Ancak Allah(c.c.)’ın tevfik verdikleri anlayabilir. Gafiller ise böyle ibadetlerinde duydukları bu çeşit huzuru iyi bir şey sanarak aldanırlar. Halbuki;

“Onlara Allah’dan hiç hesap etmedikleri şeyler beliriverir. Onlara işledikleri kötü şeyler belli olur” (Zümer/ 47,48)  buyurulmuştur.

İnsanlar içinde en çok bu fitneye uğrayacak olanlar, âlimlerdir. Zira onları ilime en çok sevk eden sebep, övülmek ve bundan gurur duymaktır. Eğer kendinden kuvvetli biri çıksa ve halk ona yönelse üzülür. Halbuki, şayet maksatı Allah(c.c.)’ın ilmini yaymak ise, bu işi yapanların sayılarının artması ile sevinmesi lâzımdır.