ÖNSÖZ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile,
Esirgeyen ve bağışlayan, kâinatın ve hesap gününün tek sahibi ve hâkimi, varlığımızın da tek sahibi olan, sayısız maddi ve manevi nimetleri ile lûtuflandıran, kullarını nuruna kavuşturmak için daimi vesileler yaratan, darda olana yetişen, belâ ve imtihanlarını kazanç vesilesi kılan, kalpleri mesken kılan, apaçık kitap ile zoru kolaylaştıran Allah-ü Tealâ’ya sayısız hamd olsun.
Peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin rahmeti, dinin doğru uygulayıcısı, insanlığın kâmil’i, vesilelerin en keremlisi, Allah’ın sevgilisi, ümmetine merhameti bol, şânı yüce Peygamberimiz Hz.Muhammed Sallallah-ü aleyhi ve sellem’e, ehl-i beyt’ine, şerefli ashabına, temiz ve pak soyuna, yolundan gelen hayırlı insanlara selâm olsun.
Dünyamızın gidişatı, maddenin öne geçmesi ile, insanın önemini unutturan, insanın yaradılış amacından uzaklaşmasına sebep olan bir hale çoktan girmiş. İnsanlık âlemi önce maddenin hakimiyetine kapılarak, bu gidişata ayak uydurmuşken, kaybolan maneviyatın etkileri görülmüş, bunalımlar, psikolojik destek arayışlarının artması, uyuşturucu bağımlılıkları, suç işlemelerin artması devrimizin özelliği olmuştur. İnsanlık âlemi artık bütün sorunlarını, daha iyi yemek, daha iyi gezmek, eğlenmek, daha çok para kazanmak ve harcamak üzere çözeceğini sanma aldanışına düşmüştür. Böylece mutluluğunu da kendi imkânlarını daha büyütmekle sağlayacağı gafletindedir. Halbuki eğer işler böyle gitseydi, en mutlu insanlar en varlıklı insanlar olurdu. Halbuki en mutlu insan, en huzurlu kişi başkaları için bir şeyler verebilen, yapabilen kişiydi. Bunun böyle olduğunu Batı düşünürleri de ifade etmişler; “eğer mutlu olmak istiyorsanız, birilerini sevindirin” demişlerdir.
İşte tam da mutluluk yollarının tıkanmaya başladığı şu zamanlarda, insanlık âlemi için üzülmenin yetmeyeceğini düşünerek, “ne yapabilirim?” sorusu ile kendimi sorguladığım zamanlardan birinde, bir şeyler yazmaya başladım. Bu yazdıklarımın insanlık için bir derman olabileceğini düşünmeden, sadece yazdırana tâbi olarak yazmaya başladım. Sonunda deryadan bir katre çıktığını fark ettim. Olsun. Bir katre misali de olsa belki çorbada bizim de bir tuzumuz var diyerek, mutlu oldum.
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.), Tebük seferinden dönerken, Sahabi Efendilerimiz’e “Hazırlanınız. Cihad-ül Ekber’e!” buyurmuşlardı. Onlar: “Ya! Resulullah! Şimdi cihattan dönmekteyiz. Yeniden cihada mı gideceğiz?” deyince, “Henüz döndüğümüz savaş cihad-ül asgardı. Biz esas şimdi cihad yapacağız. Bu savaş nefsimizle yapacağımız savaştır.Onun için adı da cihad-ül ekberdir. Nefis ile yapılacak savaş, büyük savaştır” buyurmuşlardır.
Hayatımda ilke olarak hep bu kıymetli hadisin davetini öncelikli tuttum. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” hadisi ile destekledim. Nefsin tuzaklarını, hile ve aldatmacalarını bildiren Rabbim, samimi olan niyetimin karşılığını verdi. Böylece söylenmesi kolay, fakat yazılması daha zor olan incenin incesi meselelerde görüşümü ve hissiyatımı açarak yardımını ulaştırdı. Bize düşen ise sadece O’nun yazan eli olmaktı.
Kitap, bir nasipli kişinin kendine ilk defa insaf nazarı ile bakmasıyla başlıyor. Bir kerelik bir bakış bu kişiyi nerelere götürüyor. Önemli olan sadece bu bakışı yakalayabilmek. Başlangıç kısımları, iç âlemin tahlilleri ile biraz yoğunluk taşıyor. Anlatımın en kısa yolu ile anlatmaya çalıştığım halde, ancak bu kadar başarılı olabildim. Ama bu kısımlar da esas anahtar olmuş oluyor. Eğer bu anahtar ele geçirilebilirse, sonrası daha akıcı ve anlaşılabilir olarak seyrediyor. Kitap giriş ve son bölümle birlikte on altı bölümden oluşuyor. Her bölümün içinde ayrı konular yer alıyor. Ama hepsi, adı belli olmayan bu kişinin etrafında, hayatında. Adın ne önemi var, diye düşünerek, kahramanımıza isim vermedim. Cinsiyet de vermedim. İnsan olması yeterli gelmişti. Kahramanımız nefsini bilme yollarında ilerleyen biri idi. Ben kitabın hiçbir yerine kendimi koymadım. Lâkin her yerinde vardım. Biraz o kişilikte, biraz öteki kişilikte. Böylece toplumun içinden birileri olarak, yazmaya devam ettim.
Çok iyi biliyorum ki, nefsin terbiyesi burada anlatılanları okumakla olmaz. Bu bilgiler, insana bu konuya ilmî olarak bir yakınlık verir. Ama ancak bunları hayatımıza geçirebilirsek, başarılı olmuş oluruz. Bu da ayn-el yakîndir. Başarabildiğimiz bu ahlâk artık bize ait olur, yani tabii olarak bizde mevcut olan olur veya meleke kazandığımız olursa, o zaman Hakk-el yakînden söz edilir. Yazarken bunları bilerek yazıyordum. Ümidim ise, bir kavram ile kalbe tesir eden bir açılım olsun. Her insan için farklı yakalanabilecek ip uçları olsun. Yani okuyanlar kendilerine yarayacak bir başlangıç noktası, bir hareket noktası bulsun. Nereden başlayabilirim, diyerek ümitsizliğe düşmüş olanlara, “daha her şey kaybedilmedi, yapacak bir şeyler var” diyerek, ümitlerini canlandırmaya vesile olsun. Hayatlarına bir ışık, bir aydınlık getirsin. Böylece Allah indinde ne kadar önemli olduklarını ve ait oldukları yerin O’nun yanı olduğunu hissetsinler. Asla başı boş olarak dünyaya bırakılmadıklarını ve her insanın farklı bir yaradılış amacının olduğunu anlasınlar. Kendilerinin gerekli olduğunu, dünyada hiçbir şeyin boşa yaratılmadığını düşünsünler.
Ve istedim ki; din geniş açıdan bakılan, hoş görüye dayanan, asla daraltılmayıp, genişletilen, korkutulmayıp, müjdelenen olsun. Ve yine istedim ki Allah’a yaklaşmanın sevgiyle, muhabbetle daha kolay olduğu bilinsin. Sevmeyi başaramayanlar hiç değilse sevmeyi sevsin. Ve yine istedim ki en büyük mutluluğun huzurda durmak olduğu bilinsin.
Kitapta özen gösterdiğim önemli bir konu ise, mümkün olan en sade ifadeleri kullanmaya çalışmak oldu. Buna çok dikkat ettim. Gençlerin anlayabilmesi ve zorlanmaması için, bilhassa günümüzün Türkçe’sini kullanmaya dikkat ettim. Bazen yerine bir başkasının koyulamayacağı ve kendi ifadesini korumam gereken kelimelere dokunmadım. Onlar belki de hepimizin öğrenmesi gerekenlerdi. Elimden geldiği kadar az sayıda olmalarına özen gösterdim.
Bu kitabın yazılmasına manevi destek veren, yakın çevremdeki nefis yolculuklarını neredeyse tamamlamak üzere olan gönül dostlarıma, bizden bir şeyler öğrendiklerinde, Sahabi Efendilerimiz misali hemen hayatlarına geçiren ya da en azından geçirmeye gayret eden bu güzel insanlara, beni önemseyerek verdikleri destek için teşekkür ediyor, hepsinin iki cihanda saadetlerini temenni ediyorum.
Dünyaya gelişime vesile olan babamı rahmetle, annemi de hürmetle anıyorum. Varlıkları ile Allah’tan şerefli birer hediye olan Kerem ve Emre’mizin, yolumda kolaylaştırıcı olan hallerindeki güzelliği, okuyucularımızın şahitliğinde teslim ediyorum. Işığı görmem ve nura kavuşmam hususunda her zaman manevi destek veren, muhterem eşime teşekkürü borç biliyorum.
Daha önceki kitabımızın ve bu kitabın basılması konusunda emek veren, Sayın Yılmaz Özkaya’ya da özellikle teşekkür ediyor; iki cihanda saadette olmasını diliyorum.
Nefisleri ile mücadeleye karar verecek olanlar için de, kitabımızın bir başlangıç nefesi olmasını dileyerek, Allah’a emanet olalım, diyorum.
Ayşegül Erdoğ
Meram/Konya 26. 10. 2004 – 11.Ramazan. Salı Saat 4.22