Kategori arşivi: 34.Azîm

Azîm

AZİM   (el-Azîm)       (34)

Zât’ı ve sıfatlarının manâsı anlaşılamayacak kadar ULU olan

Kur’an-ı Kerim’de:

 

1)    Allah’ın sıfatı olarak: Altı yerde geçer:Bakara 255 / Şûrâ 4 /Vâkıa 74,96/Hakkâ 33,52

 

2)    “Kur’an-ı azîm” olarak Hicr 87

 

3)    “Azabün azîm” olarak: Bakara 114/ Âl-i İmrân 105, 176/ Mâide 33,41/ Enfâl 68/ Nahl 94, 106/ Câsiye 10

 

4)    “Ecrün azîm”  olarak: Âl-i İmrân 172,179/ Mâide 9/ Tevbe 22/ Hucurât 3/ Tegâbün 15

 

5)    “fadlün azîm” olarak Enfal 28

 

6)    100 defa büyük başarı, büyük mükafat, büyük ahlak, büyük haber, büyük gün, büyük günah gibi, yarattıklarının sıfatı olarak geçer.

Bu isim ile Allah’ın büyüklüğü öylesine bir tariftir ki; bu büyüklüğü akıllar kavrayamaz. Allah’ın Azîm oluşu tek oluşu sebebiyledir. Çünkü benzetilip teşbih yapılacak başka bir şey daha yoktur. Meselâ kâinat, evren, güneş sistemleri de büyüktür. Lâkin bu büyük şeyleri yaratan yine Allah-ü Teâlâ’dır.

Meselâ, karınca için üzerine gelmekte olan, kendisini ezecek olan ayak en büyüktür. İnsan için ise, uzaklık, büyüklüğü küçültür. Uzaktan gelen bir gemiyi tırnağımızın ucuna yerleştirebiliriz ama yaklaştıkça biz geminin yanında nokta kadar kalırız. Geminin büyük olarak müşahadesi için mutlaka yakınında olmak icab eder.

İnsanların Allah’ın büyüklüğünü idrak edebilmeleri için; O’nu fiilleri, isimleri, sıfatları ile müşahade etmek; Zât’ını da Zât’ı ile bilmek icab eder. Bu ise, yakînden daha yakînde, Azametini, yani Ululuğunu bilmektir.

 

Fiilerini bilmek: Fail (yapan) olarak  O’nu  görmektir. Bu görüş: “ (taşları) attığın zaman sen atmadın, biz attık” âyetinde pekiştirildiği gibi, bütün işlerin O’na ait olduğunu hiç olmazsa ilmen bilmektir. Sonra bu biliş hayatın içinde yaşanarak, bütün işlerin Allah’a ait olduğunu kendiliğinden kabul etme haline geçer. Yani, gafletsiz olarak işlerin sahibi bilinir. O’nun yanında kendi muradının olmayacağı veya ancak Allah murat etmiş ise olabileceği fark edilir. Böylece kul, kendi acziyetinin bir kısmını anlamış olmakla, zannındaki Allah büyürken kendi küçüklüğü fark edilir olacaktır. Uzakta nokta gibi görünen geminin biraz daha yaklaştığında dumanın çıktığını fark etmek, ışığının yanıp yanmadığını fark etmek ne kadar yeterli bir biliş ise ; fiilleri ile Allah’ı biliş de bu kadar yeterli bir biliştir. Allah’ı fiilleri ile biliş, “kim?” sorusunu siler.

 

İsimleri ile biliş: İsimlerin manâlarını öğrenmek, bu isimlerin Allah’ın Ahlâkı olduğunu bilmek, bu isimler ile mümkünse isimlenmek, bu isimlerin hepsinden az bir miktar bile olsa pay alabilmek ve sonunda Allah’ın Ahlâkı ile ahlâklanmanın kolay olmadığını anlamak, bu pek az olan payı alabilmenin dahi zorluğunu anlayarak, Allah’ın azametini, bu payların hepsini kendinde topladığını düşünerek anlamaya çalışmaktır. Bu gemi örneğinde,

geminin rengi, yüksekliği, uzunluğu, sesi ile gemiyi tanımak gibidir. Allah’ı isimleri ile biliş, “Ne,Neden?” sorularını siler.

 

Sıfatları ile biliş: Allah’ın isimlerini ahlâk olarak, isimlerin doruğunda taşıması, O’nun vasıflarının bir kısmıdır. Bir diğer sıfat gurubu ise subuti olan sıfatlarıdır. (Zât’ına ait) Bu vasıfları ile Allah’ı biliş, kulu, O’nun tek olduğuna götürür. Burada yani teklikte kul o kadar küçülmüştür ki Allah’dan başka bir şey kalmamıştır.  Geminin burnumuzun dibine girdiği an gibidir. Allah’ı sıfatları ile biliş, “Nasıl, Nereye,Kiminle, Nereden?” sorularını siler.

“Nereye baksanız, Allah’ın vechi ordadır.”

“Allah’dan geldik yine Allah’a gideceğiz.”

“O sizi bir bulanık sudan yarattı.”

Zât’ını Zât’ı ile biliş: Burada kul, ilahi azameti, uluhiyyeti, vahdaniyyeti, samediyyeti hakkı ile bilmiş olur. Bu hakkı ile biliş kulda ruh ile nefs arasında hiçbir perdenin kalmadığı çok yüksek makamlardan sonra ulaşılan makamsızlıkda yani Hak ile bâkî oluşta mümkündür.

            Bu ismin insana yansımasına örnek:  Peygamberler ve ariflerin kâmilleridir. Hz.Peygamberimiz dualarında,  “Ya Rab! Seni hakkıyla senâ edemedim” derken, bu bilişin kademelerinden, ümmetlerine haber vermekte idiler. Peygamberlerin mirası olarak bu ilim, ümmetin varlığından kurtulmuş kişilerine aktarılmıştır. Bu sebeple onlar, Allah’ın lûtfu keremi ile dilediğine verdiği bu zenginliği, hazineyi insanlar için sebil ederler.

 

İnsanlardan bu isimden nasibini alanlar, Allah-ü Teâlâ’yı fiilleri, isimleri, sıfatları ile müşahede edebildiği kadardır.