Kendiliğinden gelen hediyeyi kabulde, fakirin görevi:
Fakire bir ikram yapılırsa, fakire düşen ikramın helâl olup olmaması konusunda araştırma yapmasıdır. Ama arkadaşının helâl kazandığını biliyorsa, bunu yapmayabilir. Şayet şüpheli bir durum varsa, onu da almamalıdır. Alan kendi ihtiyacını gözden geçirmelidir. Verilene zaruri olarak ihtiyacı var mıdır? Yoksa meselâ bir aylık veya bir yıllık nafakası kenarında durmakta mıdır? Eğer verene ait bir şüpheli durum olmadığı halde, alan almakta nefsine ağır geldiği için zorlanıyorsa, bu, alma afetinden daha büyük bir afettir. O zaman nefsinin istediğinin aksini yaparak, almalıdır. Alimlerden biri: “İhtiyacı olduğu halde verileni iade edenin, tamah ile iptilâ edilmesinden veya şüpheli şeylere düşmesinden korkulur” demiştir.
Verene gelince; ya farz olan amelini yerine getirmek üzere zekât vermektedir. Yahut sevab olması ümidiyle, sadaka vermektedir. Ya da gönül almak ve sevgi tesis etmek için hediye vermektedir. İstenmeyen bir veriş şekli olmak üzere gösteriş için veya şöhret için de verebilir. Bazen de karışık maksatlarla verebilir.
Zekât veya sadaka veriliyorsa; fakir de zengin de bilmelidir ki, zekât helâl maldan verilir. Fakire düşen, araştırmaktır. Sadaka ise, farz olmayıp, cimrilik hududunu aşan bir durum olarak verilmektedir. Sadaka hak edene verilir. Alacak olan kişi eğer bunu hak etmiyorsa, verene hak etmediğini, kendisine sadaka düşmediğini bildirmelidir. Alan, hak etmediği halde alırsa, haram olur.
Hediyeye gelince; bunu almakta beis yoktur. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)’in sünnetidir. Kendileri de bazı hediyeleri kabul etmişler, bazılarını alıp, hemen başkasına hediye etmişler, bazılarını da iade etmişlerdir. Hediyenin külfetsiz olanı güzeldir. Peygamberimiz(s.a.v.)’e yağ, katık ve koç hediye edildiğinde, yağı ve katığı kabul etmiş, koçu iade etmişlerdir. Hediye veren, alanı minnet altında bırakmamalıdır. Böyle hediyede şüpheli bir taraf vardır. Hediyeleşmede; hediyeyi veren, alana karşı minnet duymalıdır. Hediyeyi alan minnet duyarsa, o hediye alınmamalıdır.
“İstemeden kendiliğinden bir rızık geldiği halde onu reddeden, Allah’a karşı reddetmiş gibi olur” Hadisi, hediyeyi kolay almayı mümkün kılarsa da, yine de, büyüklerin yaptıkları bize örnek olmalıdır. Büyüklerden birine elli dirhem hediye getirildiğinde, bu hadisi söyleyerek, keseyi açmış, içinden bir dirhem almış ve gerisini iade etmiştir. Böylece, hem Allah’tan geleni kabul etmiş, hem de minnet duymamak için tamamına yakını iade etmiştir. Horasan’lı bir zengin, Cüneyt-i Bağdadi’ye kendisine harcaması niyeti ile bir miktar servet getirmiş, fakat Hazret bunu fakirlere dağıtmak istediğini söyleyince, Horasan’lı; kendisinin yemesini arzu ettiğini, ama iyi gıdalar almasını arzu ettiğini söylemiş. Hazret hediyeyi kabul edince, Horasan’lı “bu hediyeyi kabul ederek beni minnet altına aldın. Bağdat’ta sana duyduğum kadar minnet duyacağım biri daha yok” diyince; Hazret: “İşte senin gibi adamın hediyesi kabul edilebilir” demiştir.
Bütün bu anlatılanlardan anladığımız; insanın şerefine uygun yaşaması gerektiğidir. Yukarıda anlatılan usullere riayet edildiği taktirde, ne fakir zenginin karşısında ezilir. Ne de zengin fakirin karşısında kibirlenir. İki türlü rahmet vardır. Sapla samanın ayrılması ile güzel ahlâk ortaya çıkar.
Veren eğer şöhret için veriyorsa, ve bu anlaşılıyorsa, kesinlikle kabul etmemelidir. Bütün verişlerde, verene fayda vardır. Fakir verilenlerle zengin olmaz. Fakir yine fakirdir.
Kendisine gönderilen şey, ihtiyacından fazla ise, bu kişinin iki hali olur:
1)Eğer sadece kendisi için kullanmayı düşünüyorsa, almasına gerek yoktur. Çünkü ihtiyacı yoktur. Yanında tutması ise, kendisi gibi Allah yolunda olan birine yakışmaz. Ama yoksulları düşünüyorsa, aşikâre alır, gizlice ihtiyacı olanlara dağıtır. Bu nefse zor gelen bir durumdur. Ancak nefsi mutmain olanların kaldıracağı durumdur. Sıddıkların halidir.
2) Veya daha ihtiyaçlılara vermesi için, almaz, terk eder. Yahut gizlice alır, gizlice dağıtır. Biliyoruz ki ihtiyaçtan fazla olarak gelen her şey, bizi imtihan içindir. İhtiyaçtan fazla olan her şeyin, hakkında isyana girilmese bile, hesabı vardır. Eğer isyana girilirse de cezası vardır. Bunu unutmamak lâzımdır.
Musa a.s.: “Ya! Rab rızkımı İsrailoğulları’nın eline verdin. Onlar da bazen sabah, bazen de akşam nafakamı elime verirler” dediğinde; Allah-ü Tealâ: “Ya! Musa, Ben dostlarıma böyle yaparım. Onların rızkını asilerin eline veririm ki, bu sayede ecir kazansınlar” buyurmuştur. Asilere merhameti görmekteyiz. Alan, kendisine verene ecir kazandırmaya sebep olduğunu, düşünmelidir. Alan da usulüne uygun alırsa, kendisine de elbet ecir vardır.