Recanın hakikati:
Reca, insanın iradesi ile yapabileceği her şeyi yaptıktan, hazırladıktan sonra, sevdiği şeyi beklemesidir.
Reca; Allah(c.c.) yolunda ilerleyen yolcuların (salikin), makamıdır. Talep edenlerin ise halidir. Reca vasıftır. Bir vasıf süratle geçerse hal denir, yerleşir istikrar bulursa makam denir.
Reca da dinin diğer makamları gibi; ilim, hal ve amelden meydana gelir. Reca hakkında bilgilenince, kul, Allah’dan ümitlenecek sebepleri hazırlamaya yönelir. Buna hal denir. İşte bu sebeplere sarılması ve yerine koyması da ameli meydana getirir. Sebepleri iradesi ile hazırlarken, bir yandan da ahirette iyi şeylerle karşılaşacağını ümit ederek, bekler. Reca kalbin hoşlandığı şeyleri beklemesidir. Beklenilen iyi şeylerse reca, kötü şeylerse havf, denir. Kişinin ümit etmesini sağlayacak olan sebepler hazırlanmışsa, reca olur. Yok eğer hazırlanmadan bekleniyorsa, ahmaklık demek olup, aldanıştır. Boş yere beklemedir. Aynen ekin ekmeden, başında ümitle beklemek gibidir.
Kul, iradesi ile yapması gereken sebepleri hazırlar, geriye iradesinin dışındakiler kaldıktan sonra, Allah(c.c.)’ın fazlından ümit ederek bekler.
Kul Allah’dan, ileriye yönelik şunları umar:
1)Ölürken iyi bir son ile ölmek. Buna “hüsn-i hatime” denir. İyi bir son ise; son nefesini verirken, kalbinde şüphe ve inkâr olmadan ölmektir. Eğer kalbinde Allah’ın Zât’ı, sıfatları ve fiilleri hakkında hakiki olmayan bir imanı varsa, ölüm anında ölüm meleğini görünce inancının bâtıl olduğunu anlar. Bu ise kötü sondur. Bir diğer önemli sebep de imanı zayıf olduğundan dolayı dünya sevgisi ile kalbinin dolu olması gerçeğidir. Eğer kişi dünyayı sevmekle birlikte, Allah sevgisine sahip olduğunu biliyorsa, ve Allah (c.c.) sevgisi daha ağır ise, kötü sondan kurtulabilir. Bu sebepten aldanmamış olmayı arzu eder. Çünkü nefislerin, insanı kendisine iyi göstereceğini ve aldatacağını bilir.
2)Ahirette hesabını kolay vermek, orada vaad edilen Cennet’e gitmek. Veya Cehennem’e mümkünse hiç uğramadan, Sırat’ı aşmak.
3)Veya Cemalullah’ı seyretmek…
İşte Reca’nın hakikati ve en üstün olanı; kulun kalbine iman tohumunu ektikten sonra, taat suyu ile sulaması sonucunda, kötü huylardan temizlenmesi ve bu hali ölene kadar devam ettirmesi, yani kalbine iyicene yerleşmesini sağlaması, mağfirete ulaştıracak olan iyi son ile ölmeyi Allah’dan ummasıdır. Kesin olan şeylerde havf ve reca yoktur. Kişi sonundan emin olsa, bir şey ummasına gerek kalmayacaktı. Veya sonunun kötü olduğundan emin olsa, “olan oldu” diyerek, artık korkmasına lüzum da kalmayacaktı. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “Nefsini hevasına tâbi kılıp, şehevi arzularının peşinde ömrünü tükettikten sonra, Allah’dan Cennet isteyen ahmaktır” buyurmuşlardır. Bu gibiler hakkında Allah-ü Tealâ: “Sonra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar ve şehvetlerine uydular” Meryem/ 60 buyurmuşlardır.
Reca; arzu etme yolu ile kulu, Allah(c.c.)’a yaklaşmaya tahrik eder. Böylece taatten zevk alınır. Lütufların kıymeti bilinir. Böylece kul, Yaradan’ına yalvarmaktan, itaat etmekten zevk alır. Recadan hasıl olan eser ise; devamlı olarak Allah-ü Tealâ’ya dönmekten zevk almaktır.
Demek ki taat ve ibadette gayret eden, aynı zamanda günahlardan kaçınan kimsenin; Allah-ü Tealâ’nın fazlından olarak üzerindeki nimetini tamamlamasını umması, hakkıdır. Günahkâr olanın da geçmişteki günahlarına tevbe edip, eksiklerini tamamlamaya çalışmakla, tevbesinin kabulünü umması hakkıdır. Bu kişinin isyanı sevmeyip, tevbeye haris olması, tevbeye ulaştırıcı sebeplerdendir. İşte reca, tevbeye ulaştırıcı sebepler gibi, sebepleri hazırladıktan sonradır.
Yahya b. Muaz : “Bana göre en büyük aldanmak, hiç nedamet duymadan günaha ısrar ettiği halde Allah’dan mağfiret dilemek, taatsız yakınlık ummak, Cehennem tohumu ekerken Cennet mahsulü beklemek, isyan ederken itaatkârların derecesini istemek, amelsiz mükâfat beklemek ve ifrat derecede Allah’dan temennide bulunmaktır” demiştir.
Allah yolunda olanlara, vaaz eden kişi; korku ve ümidi yerine göre anlatmalıdır. İyi bir vaiz ne daha çok korkutup, ümidi keser, ne de daha çok ümitlendirip, gevşemeye ve günaha girmede lâkaytlığa sebep olarak, korkuyu azaltmaz.