Şaibe karışmış amelin hükmü:
Ameller; ya yalnız Allah(c.c.)rızası için veya yalnız riya veya gösteriş için, ya da her ikisinin de karışık olduğu şekilde yapılabilir. Eğer sırf Allah(c.c.) için yapılmışsa, bunun ahirette karşılığı elbette mükâfattır. Sadece gösteriş ve riya ile yapılmışsa, bunun ahiretteki karşılığı da ikab olacaktır. Şaibeli amelden kast edilen ise, ihlâsına riya karışmış olan amellerdir. Kul eğer, hem Allah(c.c.) rızası ve hem de gösteriş için amelde bulundu ise, işte bu amel karışık ve şaibeli olarak kabul edilen amellerden olur. Bu amellerin ahiretteki karşılığı için, çeşitli şeyler söylenmiştir. Bir kısmı ikab vardır, demiştir. Bir kısmı da sevab olur, demişlerdir. Doğrusunu Allah-ü Tealâ bilir. Lâkin belki şöyle söylenebilir: Eğer amelin riya tarafı ağır geliyorsa, ikab olunmakla birlikte, sırf riya için yapılan amel gibi değildir. Eğer Allah rızası ağır basıyorsa, o ağırlığın fazlalığı nisbetinde mükâfat alır, denmiştir.
“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onu görür” Zilzâl/ 7,8
“Şüphesiz Allah zerre kadar haksızlık yapmaz; zerre kadar iyilik olsa, onu kat kat arttırır” Nisâ/ 40
Bu âyetlerden anlaşılan odur ki, insanların hayra yönelik niyetlerini yok etmek, Allah(c.c.)’ın şanına yakışmaz.
Amellerin kalp üzerindeki etkileri, sıfatların yani vasıfların kuvveti nisbetindedir. Şüpheli durumlar, kalpte ayrı ve zıd olan iki sıfatın bulunması ile olur. İhlâs, insanı kurtuluşa götüren sıfatlardandır. Riya ise helâke götüren sıfatlardandır. Kalpte Allah rızası için yapılan amel, ihlâsın orada olduğunun delilidir. Aynı zamanda bu amel gösteriş için de yapılıyorsa, kalpte riya sıfatı da vardır, denir. Bu ise, tevhid makamından önceki ikiliktir. Şaibeli ameller, en az ikilik, bazen de, daha da çokluklardan oluşur. Bu iki zıd eşit ağırlıkta ise, kişi yerinde sayıyor demektir. Burada, Hz.Peygamberimiz (s.a.v.)’in “ kötülüğün ardından onu yok edecek bir iyilik yap” buyurarak, hayrın ağır gelmesi için, tavsiyede bulunmuştur.
“Rabbine kavuşmayı uman kimse, yararlı iş işlesin. Ve ibadetinde Rabbine hiç kimseyi ortak koşmasın” Kehf/110. âyet ile, Allah-ü Tealâ, kulunun hiçbir işte, ortak koşmamasını istemiştir.
“Riyanın en küçüğü de şirktir” Taberâni
“Amelinde şirk edene (kim için amel ettinse mükâfatını ondan al) denir” Ebû Hureyre
“Ben ortaklıkta müstagni olanların en müstagnisiyim. Kim ki benim için amel eder ve başkasını da bu amele katarsa, hissemi o ortağıma devrederim” Ubâde
“Kim ki dünyalıktan bir şey elde etmek ümidiyle hicret ederse,onun nasibi odur” İbn-i Mes’ud
Yukarıda yazılı olanlardan anlıyoruz ki, dini benimsemiş olan, dini kullanarak dünyalık peşinde koşarsa, amelini yok eder. Yoksa dünyalık kazanmak haram değildir. Allah’ın işlerinde nefsi ortak etmek, tehlikelidir. Zira ibadet yapıyor sanıyorken, iş aleyhine döner de amelini zayi ettiği gibi, ikaba da uğrayabilir.
Tavsiye edilen ise, kimsenin ameline güvenmemesidir. Ahirette red ile kabul arasında kalabileceğini hiç unutmamalıdır. Basiret sahipleri bunu iyi bilirler ve bu hal üzeredirler. Riya ve afet korkusu ile ameli terk etmek ise asla olmamalıdır. Şeytan bu kişileri buradan yakalar. Kula düşen, nefsine ait bu bilgilere agâh olmak; mümkün olduğu kadar riyadan uzak kalmaya çalışmak, ihlâs kısmını ise kuvvetlendirmeye çalışmaktır. Bunları yapabilmek için ise; kula değil, Allah(c.c.)’a hoş görünmeli; kuldan değil, Allah’tan çekinmeli; kulun övmesine değil, Hakk’ın övmesine ihtiyaç duymalıdır.
Bilmeliyiz ki daima izleyen, gözleyen bir Murakıp vardır. Ve her ne kadar biz O’nu görmesek de, O bizi görmektedir. Allah (c.c.)’ın şah damarımızdan yakın olduğunu, aklımıza, kalbimize, fikrimize rapt etmeliyiz. Herkesi ve kendimizi de aldatabileceğimizi, ama Allah-ü Tealâ’yı asla aldatamayacağımızı da iyi bilmeliyiz.