Ölümün Hakikati
Ölüm hakkında insanların çeşitli yanlış kanaatleri vardır. Bir kısmı, insan ölümünü bitki ve hayvanların ölümleri gibi görerek, yok oluş sanırlar. Bunlar, Allah ve ahiret hakkında bir imana sahip olmayanlardır.
Bir kısmı ruhun baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını ama cesedin tekrar dirilmeyeceğini, bütün muamelenin ruha olacağını sanarak aldandılar.
Bir kısmı da esas hayatın sadece dünya hayatı olduğunu, bu hayatın içinde yeniden bedenleşerek, kemalâtlanıldığını sanarak, yanıldılar.
Ölüm gaybe aittir. Böyle olduğu için de oradan bir haber alınmaz. Lâkin, Allah kelâmı olan âyetler ve Peygamberimiz(s.a.v.)’in haber verdiği hadisler ile, ölüme ait gerçek olan bilgiye kavuşulmuş olunur. Bu bilgiler ışığında ölüm; ruhun bedenden ayrılarak, artık bedeni kullanamaz hale gelmesi veya azab üzere veya nimet üzere baki kalışı demektir. Aslında ruh dünya hayatında gizlide kaldığı için dünya hayatının şartlarına uygun olmak üzere azalara ihtiyaç duyar. Meselâ göz ile görür, kulak ile duyar. Bedende hapis olduğu için, azalara ihtiyaçlıdır. Ölüm ile beden hapishanesinden kurtulan ruh, gözsüz görür, kulaksız duyar. Yani hiçbir uzva ihtiyacı olmadan, her şeyden haberdardır. Ölüm bir bakıma azaların, ruha isyanıdır. Artık ruhun o azaları kullanamamasıdır. Ruh azaları kullanamamakla birlikte, anlayış, bilgi ve ilmini kaybetmez. İnsanın aslı, yani hakikati ruhudur. Anlayış, idrak, sevinme, üzülme, eziyetlenme hep ruha aittir. Azaların hastalığı da ruh ile hissedilir. Meselâ ölünün bacağı kesilse, ağrı hissede bilir mi? ama ağrıyı sinirlerin ilettiği söylenir. Ruh olmadan sinirin ağrı merkezine ulaştırdığı bilgi de hissedilemez. Ruh yaşam sırasında özgürleştikçe, yani hapsinden kurtuldukça, bu kurtuluşu kadar daha fazla hisseder. Dolayısıyla bu manadan bakıldığında; “İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar” ayetini daha iyi anlamaktayız.