Kabir Azabı:
Berâ b. Azib anlatıyor: “Resûl-i Ekrem ile birlikte ensardan birisinin cenazesine gitmiştik. Resûl-i Ekrem başı eğik olarak, mezar başında oturdu. Sonra üç defa, (Allah’ım kabir azabından Sana sığınırım) dedi”.
“Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çatınca (tekrar tekrar) şöyle diyeceklerdir: (Rabbim beni geri gönder. Ta ki zayi ettiğim ömrüm mukabilinde iyi amelde bulunayım)” Mü’minun/99,100
Bu ayetle, Allah-ü Tealâ bu kişiye (ne istiyorsun ve neye heves ediyorsun? Servet edinmek, sular akıtıp, bağ bahçeler yetiştirmek mi istiyorsun?) diye sorar. Kişi: (Hayır, salih ameller yapmak isterim) der. Allah(c.c.): “Hayır, ondan iş geçti. Bu ölüm anında herkesin söyleyeceği sözdür” buyurur.
Kişi, dünyada yaşarken, dünyada bağlandığı bağları (evlât, eş, eşya, mal, mülk gibi) ne kadar kuvvetli ise, azabı da o derece çok olur. Bu bağları ne kadar az ve kuvvetsiz ise o derece selâmet bulur.
“Bir dirhemi olanın hesabı, iki dirhemi olandan daha hafiftir” Hadis-i Şerifi düşündürücüdür.
Burada bağlanılan şeylerden kast olunan, insanın alâka kurduğu ve alâkasını hiç ölmeyecekmiş gibi sağlam tuttuğu, tutkulaştırdığı hak olmayan bağlardır. Yoksa insanın sahip olduğu şeyler, gönle sokulmadıktan sonra bir zarar vermez. Gönle sokulmaması demek ise, varlığı ile yokluğunun eşit derecede olması demektir. İnsanın ise yaradılış özelliğinden dolayı, sahip olduğu her şeyi gönlüne sokma ahlâkı vardır. Hem (gönlüme sokmuyorum) der, hem de ayrılamayacak kadar gönlünde taşır. Nefsi ile sahiplenmesini örter, ölünce de, sahip olduklarından ayrılmanın acısını yine kendi çeker.
Kabirde ilk sorgulama, Münker ve Nekir meleklerinden gelir. Görünüşlerinin ne kadar korkunç olduğu, Hadislerde bildirilmiştir. Ölmüş olanın verdiği cevaba göre, kabri daraltır veya genişletirler.