DÂR (ed-Dâr) / NÂFİ (en-Nâfi) (94/95)
Zarar veren her şeyi yaradan/ fayda veren
Kur’an-ı Kerim’de bu isimler, yukarıdaki gibi isim olarak geçmez. Fayda veren ve zarar veren fiiller olarak vardır. (Nef’an ve la darran olarak). Kur’anda beraber kullanılır:
1) Allah’dan başka ilâh olarak kabul edilenlerin, ne kendilerine ne de başkalarına fayda veya zarar sağlayamayacakları ile ilgili olarak, meselâ: Mâide 76/ Yunus 18,49/ Enbiyâ 66/ Hacc 12/ Furkân55
2) İnsanın başına gelen zararın ancak Allah-ü Teâlâ tarafından giderileceği ile ilgili olarak, meselâ: En’âm 17/ Yunus 12,107/ Yusuf 53/ İsrâ 56,67/ Enbiyâ 84
3) Fayda veya zarar vermekten aciz olan putlara tapmanın mantıksızlığını, meselâ: Şuarâ 70,73
Dâr isminin kendi başına kullanılması caiz olmayıp, Nâfi ismi kendi başına kullanılabilir. Allah zarar veren şeyleri de fayda veren şeyleri de yaratandır. Yani hayırı da şerri de yaratan O’dur. İnsanlar fiil tecelliyatı ile Allah’ı tanımakta zorlanırlar. Aslında Allah’ın muradı ne ise o olur. Hiçbir olan da O’nun bilgisinin dışında cereyan etmez. İnsandan hasıl olan işlerin sahibi de yine Allah-ü Teâlâ’dır. Bunun böylece bilinmesi ve bu konuya iman edilmesi, kişide fiil tecelliyatının olduğunun delilidir.
Dâr ismi, zarar veren manâsında değil, zarar verenler de olmak üzere her şeyi yaratan manâsındadır. Allah’dan başka bir kudret daha yoktur ki, zarar veren şeyleri yaratsın. Zarar veya şer diye düşünülen şeyler, uzağı göremediğimiz için şu anı nitelediğinden dolayı veya sonunu beklemeye sabrımız olmadığı için şer olarak değerlendirilir. Belki de daha sonra aslında şer olmayıp,hayır olduğunu göreceğiz. Bir kısmı da ahirette sonucunu göreceğimiz şeylerdir. Bazı mutasavvıfların söylediği “ hayrihi ve hayrihi min Allah-ü Teâlâ” inancına katılmamak mümkün değil gibi görünüyor. Biliyoruz ki taşıyamadığımız yüklenmez. Bu durumda bize gereken verilecektir, ne olursa olsun can feda, baş üstüne; kahrı ve lûtfuna hayran.
Nâfi ismi ise fayda veren manâsını taşır. Aslında kul için önce Dâr ve Nâfi isimleri vardır. Ama daha sonra sadece Nâfi kalır. Zira kul bilir ki, Allah’ın Zât’ı esasen faydadır. Bu kişiler için bu iki isim faydada yani Nâfi’de toplanır, bir olur. Kul var ise zarar da vardır. Yoklukta sadece fayda vardır. Allah-ü Teâlâ bu iki ismini bildirirken, hem var olan hem de yok olan kullarına lûtfetmiştir.
Bu isimlerin insana yansıması: Nâfi isminin yansıması daha kolay gibi görünse de, aslında esas fayda Dâr ismi ile olur. Kul bu isimler ile isimlendiğinde, tevhid şuuru başlar. Böylece kahrı ve lûtfu aynı manâda hissediş ile bütün isimleri Allah İsm-i Şerif’inde bulur. Burada rıza makamının hoşnutluğu aşikârdır. Allah’ı kendi arzu ettiği şekilde değil (vehm ettiği şekilde değil), asli hüviyyetinde tanıma başlar. Bu başlangıç, seyr-i sülûkta sonun başıdır. Halk için açılım başladığında ise bildiği, tanıdığı, yakîn kesbettiği Allah’a varış yollarını gösterir. Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.