ALLAH SEVGİSİNİ KUVVETLENDİREN SEBEPLER:
Bütün mü’minler marifetin aslından ayrı değillerdir. Dolayısıyla hepsinde, hakiki sevgiden eser vardır. Fakat aşk derecesine yükselen kuvvetli sevgiye hasrettirler. Bunun sebebi ise dünya sevgisine düşkünlük ve ilim eksikliğidir.
Önce dünya sevgisini kalpten çıkarmak gerekir. Dünya sevgisi, Allah(c.c.) sevgisine engeldir. Bir kalpte iki sevgi olmaz. Ahzâb/4. âyette, Allah-ü Tealâ: “Allah insanın içine iki kalp koymamıştır” buyurmaktadır. Böylece kalbi Allah sevgisi ile doldurmak için, başka her şeyden temizlemek lâzımdır. Dünya ile ahiret birbirinin zıddı şeylerdir. Biri ile meşguliyet, diğerini uzaklaştırır. Dünya demek, dünyada hoş olan ve ele geçirilen her şey demektir. Bunlarla yaşanır, o bakımdan bunların hepsi hayatımıza girecektir. Ama kalbimizde yer etmemelidir. Bu durumda olan için, yani dünya sevgisini kalbinden söküp atmış olan için, dünya bir hapishanedir. Ölüm ile bu hapishaneden kurtulup, sevdiği ile buluşacaktır. Hz. Mevlâna ölümü için, düğün gecesi demiştir. İşte Allah ehlini, dünya ehlinden ayıran husus budur. Her biri diğerini akılsızlık ile itham eder.
Dünya sevgilerinin içine eş, evlât, bağ, bostan, mal, mülk, servet ve sahip olduğu veya sahip olmak istediği her şey girer. Bunların içinden hiç biri, konunun dışında değildir. Bunlara sahip olunduğunda, bir emanetçi sıfatı ile sorumluluğunu bilmek ve yerinde davranmak ayrı bir şeydir. Ama aslında gönlünde dünya sevgisi olmayan kişi, asla bunlara sahip olmamış olur. İnsanların çoğu, Allah hakkında marifete sahip olduktan, yani bilgilendikten sonra; dünya sevgisinin kötü bir şey olduğunu öğrenerek, bundan kurtulma çareleri arayanlardır. Yoksa, işin başında bunu bilenler, zaten kalplerinde böyle bir sevginin yerleşmemesi için mücadele verenlerdir.
İlimlenmek: İşte dünya sevgisinin, kişinin yol alması için en önemli engel olduğunu bilmek bile, ilimlenmek ile olur. Burada ilimden maksadımız, elbette marifet yani Allah(c.c.)’ı bilme ilmidir. Ama bu ilimden önce, ilk öğrenilecek ilim, muamele ilmidir. Muamele ilmi ile, kişi amel etmeyi öğrenir. Amel, muamele ilminin sonucudur. Salih ameller ile, kalp temizlenmeye ve parlamaya başlar. Bir yandan insan, amellerine aksatmadan devam etse bile, bu ameller ile birlikte helâke götürecek şeyleri de öğrenir. Bunlar; kibir, ucub, gıybet, hased, kin, nefret, riya gibi pek çok olan şeylerdir. Amellerini yok etmek istemiyerek, bu kötü ahlâkından kurtulmaya ve amellerini ziyan etmemeye çalışır. Bir taraftan da kalbi cilâlanmaya başlar. Eğer nasib olur da nefis ilmini öğrenirse, kendinde meğer ne kadar gizlilikler içinde kötülüklerin mevcut olduğunu fark eder. Böylece bir yandan nefsin serkeşliklerinden kurtulmaya çalışırken, diğer yandan da öğrendiklerini hayatına geçirmeye çalışarak mücahedeye devam eder. Bu arada pek çok inişler, çıkışlar olur. Her inişte kendisinden daha aşağılarda kimse yok sanarak, her çıkışta da kendisinin geldiği yere henüz kimsenin erişemediğini sanarak, yaşar. Hayatı bu olmuştur. Birgün bir de bakar ki, masiva ona uğramıyor. Tek gayesi Allah için veya Allah hakkında ya da Allah(c.c.)’ın rızasına ulaşmak olmuştur.
Merakı, Allah(c.c.)’dır. O’nu tanıdıkça daha çok tanımak ister. Kendi işlerinde ya da başkalarının işlerinde O’nun lûtuflarını, ihsanını, geniş rahmetini, kudretini, iradesini görerek; daha çok tanımak, anlamak, yakın olmak ister. Böylece isimlerini, sıfatlarını, fiillerini öğrenir. Öğrendikçe sevgisi çoğalır. Sevgisi arttıkça daha çok tanımak ister. İşte bu ilim marifet ilmidir. Artık kulca da olsa Yaradan’ını tanımaya başlamıştır. Bilir ki Allah(c.c.)’ı yine en iyi Allah bilir. Buraya kadar anlatılanlar, mükâşefe ilmi olup, marifet ilminin son kısmıdır. Mükâşefe ilminin sonu yoktur. Ama marifet ilminin son kısmı olduğu için, böyle denmiştir. Marifet ilmi hazır olunca, muhabbet oluşur. Gerçek Allah sevgisi, marifetullah ile başlar. Bundan öncekiler, Allah(c.c.)’ı sevmeyi sevmektir.
Marifetullah’ta bu merhaleye ulaşanlar iki kısımdır:
Bir kısmı, önce Allah(c.c.)’ı bilirler, sonra Allah(c.c.)’dan diğer varlıkları bilirler. Bunlar kuvvetlilerdir. Hakk’tan halka delil çekerler. Bunların sayısı azın azıdır. Makbul olan da bunlardır. Zira bu kişiler, eserin sahibine gözlerini dikmişler, bir daha da başka yere bakmamışlardır. Necm suresinde Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında: “ O’nun gözü asla şaşmadı” denmektedir. Nefislerini bilmek şöyle dursun, nefislerini kaybetmişlerdir ve farkında bile değillerdir.
Diğer kısım ise, Allah(c.c.)’a yaklaşanların, yakin olanların çoğunluğudur. Bunlar önce işleri görürler, sonra işlerin sahibini görürler. Bu kişiler zayıflardır. Önce eserleri görürler, sonra eserin sahibini görürler. Kuran-ı Kerim’de tavsiye edilen bu yoldur. Çünkü insanlar eserlerle oyalanmayı ve esere hayran olmayı daha çok başarabilirler. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” Hadis-i Şerifi ile bilirler.