Mektup
Ya, İlâhi! Bize verdiğin değerin kıymetini biliriz, İnşallah. Zira bizi sevdin de, biz de Seni sevmeyi bildik. Eğer Sen sevmeseydin, nasıl severdik? Gönüllerimizin durulmasını bekleyerek, nazar ettin. Bildin de bekledin, bekledin de nazar ettin. Sen ki, Azametli, secde edilmeye tek lâyık olan, Yüce bir Yaradan olarak; bizleri muhatap aldın. Elbette bunun hakkını acizler olarak da olsa yerine getirmeliyiz. Sana hiçbir şeyle, üzerimizdeki hakkının karşılığını veremeyiz. Sana secde az gelirdi, Sana senâ az gelirdi, Sana hamd ve şükür az gelirdi. Sana, Zâtın için hiçbir şey yapamamanın acizliği içindeyim. Fakat gözümü bu âleme açtığımdan beri, Senden başka bir şey görmedim. Bunu da yapanın Sen olduğunu bildiğim için, yine bir şey yapamamış oldum. Bu dünyanın içine değil, kenarına oturtan da Sendin. Önüme koyulan hiçbir şeyle oyalanamadım. Beni hiçbir yerde, hiçbir şeyle oyalamayan da Sendin. Sana bir şey yapamayınca, Senin için, hoşlanacağını umduğum bir şeyler yapmaya çalıştım. Yarattıklarına olan merhametini ve alâkanı bildiğim için, onlara döndüm. Yine biliyordum ki, döndüren Sendin. Onlara hizmet etmeye çalıştım. Bildirdiklerini bildirdim, verdiğin her şeyi bölüştüm. Ululuğun öylesine yok etti ki, vermenin sınırını göremedim.
Bir ömür boyu, hiç şaşmadan nasıl istedinse, öyle oldum. Ne yapmamı istedinse, onları yaptım. Lâkin hep, olanı ve yapanı yani esas kaynağı görerek. Sonunda bana, benim yapabileceğim, dayanma noktasını zorlayan, sadece aşk kapısını açık bıraktığını bildirdin. Bu kapıyı açan Sendin. Bu kapıyı, nefsine itibar etmeyene açtığını biliyorum. Süzülerek girdim, içeri girmem için bütün sebepleri yaratmıştın. Bana kalan sadece sevmek idi. Sadece yapabileceğim, bu kalmıştı. Sevindim. Sanmıştım ki orada aşkımla yaşayacağım. Fakat o kapının arkasında ahali vardı. Şimdi onlarla, Senin için, Senin hatırına beraberlik vardı. Nasıl razı olmazdım. Elime ilk defa Senin için bir şey yapmak fırsatı geçmişti. Zira o ana kadar Senin için henüz bir şey yapamadığıma samimiyetle inanıyordum. Ayrılık vardı, ama geçiciydi. Dünyada ne yaşadımsa geçici nazarı ile bakarak nasıl metanet gösterdiysem, aynı şekilde metin oldum. “Bu da geçer Ya! Hu!” dedim. Hep demiş olduğum gibi… Yalnız bir fark vardı. Dünyadaki şeyler için, geçer demek kolaydı. Ama burada büyük bir fark vardı. Buna katlanmak, sabrı da, rızayı da zorluyandı.
Şimdi alışmışlığın veya bizarlığın gölgesindeyim. Acizane, kulca yaptırdıklarını ve yaptırmadıklarını yaşayarak, yaşıyorum. Senin bildiğin gibi. İstifade var mı, bilmiyorum. Bana? Bilmiyorum. Tek bildiğim, tayin ettiğin vaktin dolmasını, tayin ettiğin işlerle beklemedeyim. Burada sabırsızlığımın rızaya dönmüş olmasına şaşmaktayım. Nasıl razı olunur?
Seni bildiğim kadarıyla, Seni bildikten sonra bildiğim tek şey, muhabbetim. Seni diğerlerine nasıl anlatayım da, onlar da ben gibi bilsin? Benim elimde kalan tek şey de bu muhabbet. Onun da sahibi Sensin, fakat benden halisane, aşıkane, sadıkane çıkan tek fiilim ile Sana yalvarıyorum. Eğer bu fiilimin bir değeri var ise, çevremde olan her kese, tanıdığım her yüze, bu yazıyı okuyanlara Yüce ve İzzetli Dergâhında yer ver. Eğer onlar Seni yeterince tanıyamadılarsa, bütün eksiklikler bu kuluna aittir. Yeterince anlatamamışımdır. Eğer nefislerine yenilip, Seni unuttularsa, bana lûtfettiğin muhabbeti dağıtamadığım içindir. Eğer gözleri açılmayıp, göremedilerse, işaretlerini belirtemediğim içindir. Eğer aşkları kendi nefislerine ise, muhabbeti arz edemediğim içindir. Sen Keremlilerin en Keremlisi, Sen Yücelerin en Yücesi, Sen mülkün ve hepimizin sahibi, Sen merhametlilerin en merhametlisi olarak affedersin. Bizler affını ummaktayız. Ve Senin affediciliğin, sevginden. Bizleri affınla, merhametinle, sevginle; muhabbetine dahil et, Ya! Rab!