Kategori arşivi: 29.Hakem

Hakem

HAKEM  (el-Hakem)          (29)

Hüküm verme yetkisinin sahibi,son hükmü verecek olan

 

Gerçek hakim, karar verici olmasıdır. O’nun hükmünü kimse bozamaz.

 

Kur’an-ı Kerim’de:

1)     Hakem ismi,Hakem olarak tek âyette geçer:

“ O,size kitabı apaçık indirmişken,ben Allah’dan başka hakem mi ararım?” En’âm 114

 

2)    Hükmün ancak Allah’a ait olduğuna dair : Kasas 70

 

3)    Hakimiyetin kayıtsız, şartsız Allah’a ait olduğunu belirten: En’âm 57/Yusuf 40,67

 

4)    En güzel şekilde hükmedenin Allah olduğunu belirten: Mâide 50

 

5)    O’nun hükmünü hiçbir şeyin bozamayacağını belirten: Ra’d 41

 

6)    Hükmüne kimseyi ortak etmez: Kehf 26

 

7)    Allah’ın kuralları ile hükmetmeyenlerin durumlarına göre Kâfir, zalim veya fasık olacaklarını bildiren: Mâide 44,45,47

 

8)    “Hayrü’l- hâkimin”yani hakim olanların hayırlısı manâsında: A’râf 87/ Yunus 109

 

9)    “ahkemü’l-hâkimin” yani verilen hükümlerin hakimi manâsında : Hûd 45/Tîn 8

 

Allah’ın yarattıkları arasında vermiş olduğu hükümlerden birkaç örnek verirsek

 

“ Şüphesiz iyiler Naim Cennetinde, kötüler ise Cehennemdedir.”   İnfitâr 13-14

 

“ İnsan için ancak yaptığının karşılığı vardır. Şüphesiz onun yaptığı ileride    görülecektir.” Necm  29- 30

 

“ Böylece onları yedi kat gök olarak iki günde yarattı

ve her bir göğe ona ait emri vahyetti” Fussilet 12

Daha pek çok örnek olabilecek, hükmünü anlatan âyetler vardır. Bu âyetlerde Allah’ın hükmünü anlıyoruz. Bu hükmünü sürerken de çeşitli sebepleri yarattığını ve bunların da birer hüküm olduğunu görmekteyiz.

 

Hakem ismi Hikmet ile ilişkilidir. Hikmetin manâsı, sebepleri tertipleyip, meydana gelen hadiselere yöneltmektir. İşte bu bakımdan düşünülürse, Allah mutlak hakemdir.

 

İlk emri olan “ol”emri, ilk hükmüdür. Kader ise, artmayan ve eksilmeyen belirli bir miktarla, sebepleri ölçülü ve hesaplı hareketiyle belirli sayıda ve sınırda olan müsebbiblerine yöneltmektir. Kaza ise sebeplere yapılan külli va’zıdır. Hüküm ilk külli tedbirdir. Hüküm Allah’ın ilk külli tedbiridir demekten murad edilen; bütün olayların, kaza ve kaderin düzenlenmesi, bir ölçü üzere sebeplerin yaratılması, böylece işleyecek olan sistem için bir tedbirin oluşması ve sistemin çalışması için ilk emrin verilmesidir, demektir. Hiçbir şey O’nun kaza ve kaderinin dışına çıkamaz.

 

Tedbir hükmün ta kendisidir. Zaman içinde bazı kişilerin tasavvufun tam anlaşılamayışı sebebiyle, ve çoğu kez de cahillik sebebiyle “Biz Allah’a teslimiz, tedbir O’nun yanında ne işe yarar?” diye düşündüklerini biliyoruz. Bu doğrudan bilgilenmemekten kaynaklanan bir durumdur. Eğer Esmâ anlaşılabilseydi böyle konuşulmayacaktı. Çünkü tedbir Allah’ın Ahlâkındandır ve Hakem isminin kula yansımasıdır. Kula ne kadar yansımış ise, o kişi hem dünya ve hem de ahiret hayatı için o kadar tedbir sahibi olacaktır. Tedbir yakîn ile artar. Bir kişide Hakem ismi ne kadar tecelli etti ise, o kadar tedbiri artmış olur. Bunu iyi anlamak için Esmâ’nın anlaşılması lâzımdır. Dünya hayatını yaşarken tedbir sahibi oluş, Allah’ın tedbirine uyarak yaşayış demektir. Allah’ın tedbiri ise Levh’de mevcut olup, bu mevcuda uymadır. Teslimiyet ayrı, teslimiyetçilik ayrı şeylerdir. Sebepleri ve müsebbibi Allah olarak tek merci görüş, teslimiyettir. Burada kişi Allah’ın tedbirine teslimdir. Belki de bu tedbirde asla razı olunmayan bir hüküm vardır. Fakat kul bu tedbire teslim olurken kendi tedbirini de devam ettirir. İşte bu çok zor ele geçen bir haldir. Meselâ; böyle bir kul Allah’a yakînlik kazanmış, o kadar ki Levh’i okur hale gelmiş olsa, yani Allah’ın takdir ettiği kendi kaderini okur hale gelmiş olsa ve de orada kendisinin Cehennemlik olduğunu görmüş olsa, bir yandan bu hükme razı olup, teslimiyet ile kabul edecek, diğer yandan kendi tedbiri ile Allah’a sığınıp,belki merhametinden istifade edebilirim ümidi ile, her şeye rağmen  Allah yolunda sabit duracak. Teslimiyetçilik ise laf ile olan bir özenti olup, böyle biri rüyasında kendini Cehennem’de görse acep,teslimiyeti ne olur? Yine aynı şekilde Allah’a yönelir mi? Yoksa ben nasılsa şakilerdenmişim deyip, her iyi yolu bırakır da kötü yolu seçer mi?

 

“ Kim nefsini Allah’a, O’nu görür gibi teslim ederse, muhakkak ki o en sağlam kulpa yapışmış olur. İşlerin sonu ancak Allah’a dayanır.”                                       Lokman  22

 

Kader konusu herkes tarafından merak edilen, ve üzerinde pek çok konuşulan, münakaşalara sebep olan bir konudur. Allah, kitabımızda kimin said, kimin şakî olarak kendisine döneceğini bildiğini buyuruyor. Bu çok önemli meselede kulunun tercihine göre de sebepler yaratıyor. Ruhlar aleminde tercihimizi belirleyip, dünyaya geldiğimizde o tercihimize göre yaşıyoruz. Allah merhameti sebebi ile, dünya hayatında sebepler ile yaşarken tekrar tekrar yeni sebepler yaratarak, tercihimizi değiştirmemize yardımcı olacak şeyleri de hâsıl etmiş oluyor. İsimlerindeki ve sıfatlarındaki çeşitlilik sebebi ile, âdeta kula rahmet için bahaneler yaratıyor. Meselâ koskoca bir hayatın içinde teferruat diyeceğimiz bir an içinde,bizden çıkan bir merhamet anı, Rabbimizin merhametini celbedip, “merhamet edene merhamet ederim” lûtfu ile kaderi değiştirebiliyor. Ve yine içi yanmış birinin sıkıntısına bilmeden cevap olduğumuzda, o kişi öylesine memnun olup, duacı oluyor ki, Allah bu duaya icabet ederek, bizim belki de başımıza gelecek bir kazayı, hafif geçirme sebeplerini halk ediyor. Günahsız ağızdan yapılan duaların reddolunmayacağını biliyoruz. Belki böyle bir ağızdan ve belki de İnd-i İlâhi’de makbul bir zamanda yapılmış bir dua ile kaderimizde iyiye yönelik değişmeler oluyor. Bu günahsız ağız, Allah’ın Ahlâkı ile ahlâklanmış, O’nun Yüce isim ve sıfatları ile donanmış Allah’ın veli kulları olup, daha dünya hayatında iken ,ahirete kalmadan bizi iyilik ve güzelliğe sevkettiklerini görüp, dualarının kabulünden istifade etmiş oluyoruz.

 

Allah’ın ezeldeki hükmü ile ilgili olmak üzere insanlar birkaç türlü düşünce içinde olabilirler:

1) Sonlarını düşünüp, merak ederler. Son nefeste nasıl öleceklerini düşünerek, burada akıbetleri ile meşgul olurlar. Bunlar ezeldeki kendileri hakkındaki hükmü bilmedikleri gibi, merak da etmezler.

 

2)  Geçmişlerini düşünenler. Bunlar ezelde kendileri hakkında verilmiş olan hükmü merak ederler. Bunlar bir derece daha iyidir. Zira bir yandan geçmişi düşünürken, diğer yandan geçmişteki hükümden haberli değilim ama, Allah’ın merhametine sığınayım ve bundan sonraki hayatımı insanlık şerefine uygun yaşıyayım diye bir umut sahibi olup, iyi işler yapmaya gayret ederler. Zahitlerin yani Allah’dan korkan ve sakınanların, iyi iş ve ibadetlerle, salih amellerle meşgul olanların çoğu bu kişilerdir.

 

3)  Ne geçmişi ne de geleceği düşünenler. Bu kişiler içinde bulundukları anı yaşarlar. Vaktin oğlu denen kişilerdir. Bilseler de bilmeseler de, ezelde kendileri hakkında verilmiş olan hükme de gönülden razıdırlar, akıbetlerinin ne olacağına da peşinen razıdırlar. İçinde bulundukları an neyi gerektiriyorsa, onu yaşarlar. Hiçbir konuda o anın gerektirdiği şeyi, diğer murada uymuyor diye değiştirmeye ,zorlamaya çalışmazlar. Bu kişiler Marifetullaha ulaşmışlardır. Yani Allah’ı bilen, yakîn kesbetmiş kişilerdir.

4)   Ne geçmişi, ne geleceği, ne de şu anı düşünmeyenlerdir. Bu kişilerin kalbi  Allah’ın hükmü ile dolmuş, devamlı şuhud hali içinde olanlardır. Allah’ın fiileri, isimleri, sıfatları ve Zât’ı ile tecelliye uğramışlar, tevhidi yaşayan, kendileri diye bir şeyin kalmadığı, varlıklarının eriyip, tükendiği kişilerdir. Bunlarda yakîn bile uzak kalmıştır. Zira yakîn ayrı iki şey için mümkün olan bir şeydir. Burada bu kişilerde Allah’dan başka bir şey kalmamıştır. İşte derecelerin en yükseği bu derecedir.

 

Hakem Sensin, “ol” dedin de, oldu bütün âlemler,

Ahirette hükmün ile, seçilecek zalimler.