- Orucun farzları:
Orucun farzları üçtür:
Niyet etmek,
Niyetin ilk ve son vaktini bilmek, araştırmak.
Orucu bozan her şeyden sakınmak.
1)Oruca niyet etmek esastır. Ramazanda tutulacak olan oruca, ilk gün toptan niyet edilebilirse de güzel olan her gün yeniden niyet etmektir. Bu niyet oruç tutulan günün öğle vaktinden az önceki zamana kadar olabilir. Akşamdan ertesi günün orucuna niyet etmek olduğu gibi, oruç tutulacak olan günün öğleden az öncesi, günün yarısı olup, bu vakte kadar niyet edilebilir. Ramazan orucuna niyet ederken, “niyet ettim ramazan orucuna” demek şart değildir. “Yarınki veya bugünkü oruca niyet ettim” demek yeterlidir. Kalbin niyeti çok daha önemlidir. Dil ile niyet etmek umuma ait olup, esastır. Çünkü bazıları kalbi ile niyet etmekten uzak olabilir. Kalbin niyeti, amelin kalbe yerleşmesi ile olur. Bazen de yapılan hareketler ile niyet görülebilir. Meselâ, tiryaki olan birinin sigarasını yanında taşımayıp, eve bırakması da, o günün niyetine girdiğini gösterir. Her ne kadar dili ile söylememiş olsa da, hali ile niyete girmiştir, bu da niyet sayılır. Fakat en güzeli kendi kendine niyet ettiğini belirtmesidir. Böylece kalp, dilin söylediği talimatı alır. Kişinin kendi kendini şartlandırması gibi olup, oruca daha gafletsiz başlamasına yardımcı olur.
2)Niyetin ilk ve son vaktini bilmek: Namaz ibadetinde, güneşin hareketleri esas olarak alınır. Oruç ibadetinde ise ayın hareketleri esas alınır. Bu iki yaratılmış olan gök cisminin hareketleri ile vakit bakımından ilgileniriz. Ayın hareketlerinde rü’yet yani hilâlin görünmesi, yeni ayın girdiğine delil olur. Böylece Ramazan ayı hilâlinin görülmesi ile Ramazan ayına girilmiş olunur ve oruç başlar. Hilâlin görülmesi çıplak gözle olmalıdır ve o bölgenin her yerinden görülmelidir. Böylece; Mü’min olan kadın veya erkek sağlam bir şahidin hilâli gördüğünü gerekli makama bildirmesi ile, Ramazan orucu başlar. Nerde görülürse görülsün, bütün dünyada Ramazan ilân edilir. Aynı şekilde Şevval ayına girerken, Bayram hilâli görülmelidir. Eğer hilâl görülmezse, (hava şartları sebebiyle) Ramazan ayı otuz güne tamamlanır. Yalnız Ramazan hilâlini gören bir şahit yeterli olduğu halde, Bayram hilâli için iki adil şahit gerekmektedir. Bir kişi, inandığı birinden Ramazan hilâlini gördüğünü işitse ve o beldede hilâl göründüğüne dair bir haber duyulmamış olsa, o kişi kalben inandığı üzere orucuna başlayabilir. Lâkin etrafına yayarak ikilik çıkarmaz. Kendi kendine ibadetini yapmakta özgürdür. Kameri aylar 29 veya 30 gün çekebilir. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) zamanında daha çok 29 çekmiş ve oruç 29 gün tutulmuştur.
Yurdumuzda, 1926 yılına kadar Ramazan, rü’yet ile tespit ediliyordu ve memleketteki her noktaya kadar haber salınıyordu. 1926’dan sonra Milli birlik ve bütünlük açısından, Diyanet, Gözlem evi ile birliktelik kurmuş; bu görevi ilerlemiş teknolojiden faydalanmak sureti ile soruya yer bırakmadan, gözlem evine bırakmıştır. Ancak 1978’de İstanbul’da yapılan Rü’yet-i hilâl konferansı sonucu; rü’yet esas alınmış, bir müddet Diyanet tarafından gözlemde bulunulmuş, ancak Diyanetin gözlemi ile astronomik bulgular uygunluk gösterdiği için, tekrar eski uygulamaya dönülmüştür. Rasathanenin ilmen tesbitine güvenilmiştir.
Ramazan hilâlinin görülmesinden daha önemlisi Bayram hilâlinin görülmesidir. Zira yanlış bir haber ile Ramazan orucuna ya bir gün erken veya bir gün geç başlanmış olacaktır. Eğer bir gün evvel başlamışsa, Şaban ayından bir gün oruç tutmuş olacaktır. Veya bir gün geç başlamışsa, ilk gün tutamamış olup, Bayramdan sonra kaza yapacaktır. Lâkin; Şevval hilâlini görmek daha önemlidir. Zira, bayram günü oruç tutmak haramdır. Arefe günü oruç tutmak ise çok sevaptır. Kişi bu sebepten iki şahitin şahitliğinde orucunu sonlandırmaya karar verecektir. Bu sorumluluk tamamen, Diyanetin “hilâl görülmüştür” haberini, Ramazan’ın son gecesinde duyurması gerektiğinden, sorumluluk bu müesseseye aittir. Diyanet son teknolojik imkânları kullanarak, Rasathane ile birlikte son gece bu kararı halka duyurma sorumluluğundadır. Yoksa bir yıl önceden hazırlanan takvim ile yapılan duyurmalar doğruluk taşımayabilir, yanılmalar olabilir. Son birkaç yıldır bu, yapılmaktadır. Hatta bu işi çok önemseyen Arabistan Siyaseti de bizim kararımızı dikkate almaktadırlar.
Sonuç olarak; İslâm’ın doğduğu ve yayıldığı zamanda yaşamayıp, şu zamanda yaşarken, hilâli görmek kişisel sorumluluğumuz dahilinde olsa bile, bu görevi Diyanet üstlenmiş, farz olan bu görevi yaparak bizim üzerimizdeki farzı kaldırmıştır. Bizim de bilmeyerek düştüğümüz hatadan sorumluluğumuzu almıştır. Konu çok ciddi boyuttadır. Zira farz olan bir görevi yapmamız, Kur’an emri ile hilalin görülmesi ile başlayıp, sonlanacaktır. Bize düşen ise, eğer hilâli görmüş isek ve buna uygun hareket etmek içimizi rahatlatıyorsa, kimseye yaymadan, ulusal bütünlüğümüzde bir kargaşa çıkarmadan, arzu ettiğimiz ve kalben rahatlık duyduğumuz şekilde orucumuza başlarız veya sonlandırırız. Burada anlatılanların halkın en uç noktasına kadar ulaşmadığını düşünerek, onların arasında çelişki çıkarmadan, kendi özgürlüğümüz nisbetinde hareket ederiz.
3)Orucu bozan her şeyden sakınmak: Oruç, imsak vaktinden ,iftar vaktine kadar kişinin, Allah rızası için; yemeden, içmeden, cimadan ve karın boşluğundaki organlara ulaşan her şeyden uzak kalması demektir. En alt seviyede tutulan oruç; budur. Bütün inananlar oruçlarını hiç değilse böyle tutmaktadırlar. Bunun daha güzel tutulan şekli ise; kimseye eli ile, dili ile veya herhangi bir azası ile zarar vermemek, kimseyi küçümseyip, hakaret etmemek, küfür, kötü söz ve yalan söylememek, kimsenin hakkına hücum etmemek, söz taşımamak, riyadan korunmak, lâf çarptırmamak, dedikodu yapmamak, kimsenin kalbini kırmamak gibi ilkeleri koruyarak tutmaktır. En güzeli ise, kalbinden dahi kötü bir şey geçirmeden iftara ulaşabilmektir. “Orucun hakikati” bölümünde, daha geniş olarak bu konudan bahsedilecektir.