Kategori arşivi: 5.01.Ölümü Hatırlamak ve Çok Anmanın Fazileti

Ölümü Hatırlamak ve Çok Anmanın Fazileti

Ölümü Hatırlamak ve Çok Anmanın Fazileti:

Âyet-i Kerimeler:

“Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler”                                                            Zümer/ 30

“Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat”                                                                      Yusuf/101

“De ki: Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüme mutlak yakalanacaksınız; sonra görüleni de görülmeyeni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size işlediklerinizi haber verecektir”                                                               Cuma/8

 

Hadis-i Şerif’ler:

“Zevkleri yok eden ölümü çok anın”

“Mü’minlerin hediyesi ölümdür”

“Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini, hayvanlar bilseydi, vücutlarında et bulup, yiyemezdiniz”

“Günde yirmi defa ölümü hatırlayan, şehidlerle haşrolur”

“Ölüm her Mü’min için keffarettir”

“Ölümü çok hatırlayın, zira o günahlardan korur ve dünyadan yüz çevirttirir”

“Vaiz olmak bakımından ölüm yeter”

“Ölümü daha çok anan, onun için daha çok hazırlanandır. İşte dünyanın şerefini ve ahiretin keremini ihraz eden akıllar bunlardır”

 

Arif sözleri:

“Ölümü bilene dünyanın elem ve sıkıntıları kolay gelir”                                                                        Kaab(r.a.)

“Aklı başında olan her kes ölümden korkar ve onun için üzüntü duyar”                                          Hasan-ı Basri

“Kişinin beklediklerinde, ölümden daha hayırlısı yoktur”                                                              Rebî b. Haysem

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?”

N.F.Kısakürek

Dünya zevklerine dalmış olan kişiler, ölümden nefret ederler, sözünü bile ettirmezler. Sanki kendileri hiç ölmeyeceklermiş gibi veya ölseler bile sonundan eminmiş gibi davranırlar. Bu gaflettir. Bunlar hakkında yukarıda yazdığımız, Cuma suresinin 8. âyeti nazil olmuştur.

Ölümü hatırlamak, dünyadan sıyrıldığımız kadar mümkün olur. Kalbin devamlı ölümü düşünerek, bu düşüncenin kalbe yerleşmesi için, kalpten diğer her türlü düşüncenin uzaklaştırılması lâzımdır. Bu insana hüzün verir. İnsanlar kalplerinin neşelenmesini isterler. Ölümü düşünmek ise hüzün verdiğinden, bu düşünceyi kalplerine koymayı istemezler. Sonunda ölüm olmasa belki haklıdırlar. Ama her can ölümü tadacağı için, yine en büyük kötülüğü kendilerine yapmaktadırlar. Ölüm düşüncesi, insanın dünya ile ilgili bağlarının gevşemesine ve kalpten masivanın (Allah’dan gayri her şeyin) azalmasına sebep olur. Böylece kalbe mahzunluk verir. Kalpte mahzunluk veren ölüm düşüncesi, gerçek ölüm düşüncesidir. Yani kalpte mahzunluk olunca, gerçek manada ölüm düşüncesi yapılmış olur.

Ölüm ile ilgileri bakımından insanlar üç kısımdır; bir de beşeri özelliklerinden kurtulmuş olanlar vardır:

Birinci kısım: Dünyaya dalmış olanlardır. Ölümü hiç hatırlamazlar. Hatırlasalar da, dünya zevk ve lezzetlerinden ayrılmanın ızdırabını duyarlar. Kendilerine veya bir yakınlarına ölüm gelecek diye korkarlar. Ölümü kötü görürler.

“Allah’a mülâkatı(ölümü) kerih göreni(ondan hoşlanmayanı), Allah da kerih görür” Hadisini duymamış gibidirler. Ölüm ile bu türlü alâkaları ise, bu insanları ancak, Allah’dan uzaklaştırır.

İkinci kısım: Henüz tevbe etmiş ve Hakk’a yönelmiş olan insanların ölümü anmalarıdır. Bu kişiler ölümü istemezler. Çünkü henüz kulluk görevlerini yapamamış ve eksiklerini tamamlayamamışlardır. Bunları telâfi etmeden ölmeyi istemez, geciktirmek isterler. Bunların ölümü istemeyişleri, birinci kısımdaki kerih görenler gibi değildir.

Üçüncü kısım: Ariflerdir. Bunlar ölümü devamlı anarlar. Çünkü ölüm, sevgilisi ile buluşma zamanıdır. Seven nasıl sevdiği ile buluşacağı anı aklından çıkarmazsa, bu kişiler de, sevdiğine kavuşacağı ölüm anını hiç akıllarından çıkarmazlar. Hatta geri kalmasına sıkılırlar. Bir an önce bu isyanlarla dolu dünyadan kurtulup, kavuşmak isterler.

Dördüncü kısım: Bu kişiler; beşeri özelliklerinden kurtulmuş, rıza makamına yükselmiş, sâfi olmuşlardır. Bu kişiler ölümü sık düşündükleri halde, ölmek için talepte bile bulunamazlar. Bütün talep ve isteklerini, sevdiğinin arzusuna terk etmişlerdir. Böylece, O’nun takdir ettiği zamanda ölmek veya kalmak üzere tam bir teslimiyet ile bekleyen ve haline razı olanlardır.