Zühdün hakikati:
Zühd; kişinin rağbet ettiği bir şeyden yüz çevirerek, onun yerine daha iyi ve güzeline dönmesidir. Yüz çevirdiği şeyin kendisinde heves edilecek bir şey bulunması lâzımdır. Meselâ taş, toprak, çakılda heves edilecek bir şey olmadığı için, bunlardan yüz çevirene zahit denmez. Ama altın, gümüş ve her türlü beğenilen şeyden yüz çevirmeye zühd denir. Bunu yapana da zahit denir. Zühdün bir diğer şartı da; yüz çevrilen şeye nazaran, rağbet ettiği şeyin, zahidin kendi anlayışı ile, daha hayırlı olmasıdır.
Meselâ; dünyayı satıp ahireti alan kişi dünyaya nispetle zahittir. Ahireti satıp dünyayı alan kişi de ahirete nispetle zahittir. Fakat adet olarak, dünyadan yüz çevirene zahit denir. Mutlak zahitlik ise, hem dünyayı ve hem de ahireti terk ederek, Allah-ü Tealâ’ya yönelerek, tercih etmektir. Zühdün en yüksek derecesi de budur.
Tasavvufta zahitlik deyince, sadece yasakları değil, mübah olanları da terk etmek anlaşılır. Zahitlikte esas olan, kişinin terk edeceği şeye karşı terk edecek gücünün olmasıdır. Meselâ, bir şeyi terk etmesi gerekiyorken, terk edemiyorsa, kendisi için zahit olduğunu düşünmesi, hayaldir. Bir de terk edeceği şey elinde olmalıdır. Meselâ, malı olmayan birisi “malı terk ettim” diyemez.
Zühd; her konuda olduğu gibi, ilim, hal ve amelden meydana gelir. Bir insanın dünyayı terki zordur. Zira bütün insanlar dünyayı ellerine geçirmek için uğraşırlar. Ayrıca kuvvet ve nüfuzları da ellerinde bulundurdukları ile ölçülür. Bu bakımdan dünya, her şeyi ile tatlı gelir. Dünya sevgisi deyince, mal, mülk, para, zinet, kadın, evlât, dünyevi makamlar, manevi makamlar, baş olma hevesi gibi şeyler akla gelir. İşte bunların her biri insanı var eden şeylerdir. Bu bakımdan tatlı gelir. Kimse de bunlardan sıyrılmayı istemez. Ancak ilimlenme sonucu; Allah(c.c.)’ın dünyayı kerih gördüğüne dair deliller öğrenilince, dünya hayatının kısa ve geçici olduğu öğrenilince, dünyayı terk etmekle ahiret saadetine ulaşılacağı bilinirse, o zaman kişi dünyayı terk etmeyi isteyebilir. Yakîn ile, ahiretin de terk edilerek, Allah’ın Cemaline ulaşılabileceği öğrenilince ve bu arzu kişide kuvvetlenince zühd de üst seviyeye çıkmış olur.
İlimlendikten sonra, kalbinden dünya sevgisini çıkarmaya çalışır. Dünyadan uzaklaşırken, elbette kendisine gelmiş olan dünyadan uzaklaşmaya çalışır. Eğer kişi, dünyadan mahrum ise, terk edecek bir şeyi yok demektir. Ama insan nefsi, neye sahipse o şeyi büyütür. Meselâ; birinin sahip olduğu ibriği öylesine gönlüne girmiştir ki, belki senelerce uğraşsa bu alâkayı kalbinden çıkaramayacaktır. Zengin birinin büyük olan servetini kalbine soktuğu kadar büyük bir sevgidir. İşte nefis böyle hilelerde bulunur. Kalbine sokar, çıkarır ve böylece yıllar geçer. Bu uğraşmaya da hal denir.
Hallerin gereği olarak, âzalarına yansıyan işler yapar ki buna da zühde uygun ameller denir. Aklı olan ve ilim ile öğrenen kişi, bilir ki hayırlı olan için, hayırlı olmayan terk edilmelidir. Her terk ediş ile, kalbe taat sevgisi yerleşir. Önce kalpten çıkmalıdır. Kalp taate kavuşunca, diğer azalar da itaate yönelir.
Dünyadan meselâ malı vardır ama malı gönlüne girmemiştir. Lâkin gönüllerde taht kurmak, gönlüne girmiştir. Malını harcayıp, gönülleri kendine bağlar. Sonra da “zühd adına malımı dağıttım” diyemez. Malı gönlünde değildir. Bu sebepten elinden çıkarması önemli değildir. Ama gönüllere sahip olmak, gönlündedir. Malını dağıtıp, gönüllere sahip olmuştur, sevgi kazanmıştır. Zaten istediği de budur. Dünyadan uzaklaşmamış, aksine dünyayı avucuna almıştır.
Yani zahitlik sadece mal ile olmaz. Bir de malın azlığı çokluğu ile olmaz. Kalbe dünyadan ne girmiş ve yer etmişse, ondan uzaklaşmak zahitliktir.
Öyle kişiler vardır ki, dünyanın her türlü varlığı ile iç içedir. Lâkin, sahip olduğu her şeyin asıl sahibi olduğunu bilir ve unutmaz. Sahip olduğu hiçbir şeye kıymet vermez. Elinde varlığı ile yokluğu birdir.
Ele geçmemiş olan şeyler için zühdden bahsedilmez. Çoğu insan meselâ malı olanı görüp, “bu mal benim elimde olsa terk ederdim, hayır yapardım” derse de; böyle söyleyerek, kendini aldatmamalıdır. Zira mal elinde olsa ne yapacağı belli değildir. Çoğu insan eline fırsat geçmediği için kötülük yapmaz. Fırsat geçince de her kötülüğe bulaşabilir.
Mala önem vermeyerek elden çıkarış, malı koruyamadığı için vazgeçiş, övülmek adına, anılmak adına elden çıkarış zahitlik değildir. Asıl zühd, kalbinde Allah(c.c.) sevgisine ortak bir sevgi barındırmamak üzere, ahiret mükâfatı umarak, dünya kendisine tam olarak yönelmiş olduğu halde ve dünyadan istifade edecek her imkâna da sahip olduğu halde, onu terk etmektir.
İnsanlar, dünyanın fani, ahiretin ise daimi olduğunu bildikleri halde; bazıları dünyayı terk edemezler. Bunun sebepleri şunlardır:
1)İlim ve yakînleri zayıftır.
2)Şehvetlerinin kendilerini istilâ etmiş olması söz konusudur.
3)Şeytana uyarlar. Şeytan: “İlerde tevbe edersin. Şimdi dünya senin için ve sana verilmiştir” diye iğva verir.