İtikaf

  • İtikâf:

 

“Ramazan’ın yirmisi geldiği vakit yatağı dürer, izarını bağlar, ibadete hazırlanır ve ehl-i beyt’ini de ibadete hazırlardı”                     Buhari ve Müslim,Hz.Aişe’den

 

 

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), her Ramazan-ı Şerif’in son on gününde, itikâfa girerlerdi. İtikâf, halktan çekilerek, Allah rızasını talep ederek, kimse ile çok önemli bir zaruret olmadan konuşmayarak, kendi iç âlemi ile baş başa kalmak, kendi içine yolculuk etmek ve bu süreyi, farz olan namaz ve oruç ibadetlerinin yanı sıra, nafile ibadetler, tesbih, istiğfar ve zikir ile geçirmek demektir.

 

İtikâf, Müslümanlar üzerinde farz-ı kifaye dediğimiz bir ibadettir. Aynı zamanda sünnet-i müekkede, yani kuvvetli olan sünnetlerdendir. Kuvvetli sünnet oluşu, Peygamberimiz(s.a.v.)’in neredeyse, her yıl yaptığı ibadet oluşu sebebiyledir. Bu sebeple, Müslüman olan bu sünneti mutlaka yapmak isteyecektir. İşte, yapılması pek kolay olmadığı için, halkın bir kısmının yapması ile diğer Müslümanlar üzerinden sorumluluk kalkacağına dair, ulemanın fikir ortaklığı vardır. Bu sebepten Farz-ı kifaye ibadet olarak anılır. Yani; bir beldede halkın arasından bir tek kişi bu ibadeti yaptığı zaman, diğerlerinin üzerinden yükümlülüğün kalktığı bir ibadettir. Müslüman ülkelerde, her beldeden en az bir kişi itikâfa niyet ederek, girer. Diğer insanlar da bu farz-ı kifayenin yapılıp, yapılmadığını araştırarak, kendilerine sorumluluğun düşüp, düşmediğini öğrenirler.

İtikâf, ister bir cami veya mescitte; ister evinin daha sakin olan bir bölümünde yapılabilir. Kadın için en uygun yer evinin bir odasıdır.

 

Hanefi mezhebine göre; itikâfa giren biri, iki ihtiyacı için dışarı çıkabilir: Birisi Şer’i sebep olup, Cuma Namazı için çıkmasıdır.  Bulunduğu yerde veya mescitte Cuma kılınmıyor ve başka yerde kılınıyorsa, oraya gitmek üzere çıkar. Diğeri tabii ihtiyacı için çıkmasıdır ki bu da, def-i tabii için veya gusul gerekmesi durumunda gusul alıp hemen dönmek üzere çıkmasıdır. Bunların dışında bulunduğu yer yıkılıyorsa veya hayati bir tehlike olmuşsa, çıkabilir. Ama hemen ya geri dönerek veya başka bir yere naklolarak, mümkün olduğunca aralık vermeden itikâfa devam etmelidir.

 

 

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), itikâfı hiç terk etmemiştir. Bir defa bir sebepten itikâftan çıkmışlar ve Ramazan’ı  takip eden Şevval ayında kaza etmişlerdir. Alimlerce Farz-ı Kifaye kabul edilmesinin sebebi budur. İtikâfa niyet edip, girdikten sonra; özürsüz terk etmek, beş vakit namazın sünnetlerini özürsüz terk etmek gibidir. İtikâf on gün süre ile ve kesintisiz olur. Hasta ziyareti, baş sağlığı için taziye, cenaze ve cenaze namazı için, icap etmediği halde mazeret olmaksızın yıkanmak üzere, mescidden veya itikâf mahallinden çıkmak, itikâfı bozar. Oruçlu olunan zaman dışında; yemek, içmek itikâfı bozmaz. Cinsel münasebet bozar. Zaruret olmaksızın konuşmak itikâfı bozar. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.),zaruret olursa, hastaların halini sormak üzere, alelacele konuşurlardı. Öpmek bozmaz. İtikâf mahallinden başını veya ayağını çıkarmak bozmaz.

 

“Resûl-i Ekrem(s.a.v.) itikâfta iken başını mescidin kapısından dışarı çıkarır ve Hz. Aişe hücresinde iken yıkar ve tarardı”                                 Buhari ve Müslim

 

İtikâf mahallinden yukarıda sayılan mutlak zaruri olan sebeplerle dışarı çıkan kişi, tekrar içeri girerken itikâfa niyet ederek girer ve bıraktığı yerden ibadet ve sığınmasına başlar.

 

İtikâfın manası şöyledir: Sanki itikâfa giren kişi, Kudretli Rabbi’nin kapısında duran ve “işim  görülmeden, dualarım kabul edilmeden bu kapının önünden ayrılmam” diyen kişi gibidir. Rabb’ine yalvarır, tövbe ve istiğfar eder, dileğini O’na bildirir. Sadece dua eder. Mübarek isimleri ile yalvarır. Dünya ile bütün ilgisini koparmış gibidir. Bu süre içinde dış dünyada her ne olursa olsun, ilgilenmez.