Orucun Hakikatı

  • Orucun hakikati:

 

Oruç üç gurup inanan tarafından tutulmaktadır:

 

1)AVAMIN ORUCU: Umumun tuttuğu oruçtur. Bu oruçta sadece iki uzuv şehvetten korunur. Biri midedir ki yemek ve içmekten uzak durularak korunur. Diğeri ise tenasül uzvudur ki, cinsi münasebetten korunur. En alt derecede sevabı olan oruçtur. Bir hayvan bir yere bağlandığında, çaresiz yemez, içmez ve çiftleşmez. Bu bakımdan:

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan açlık ve susuzluktan başka kârları yoktur”   Nesei ve İbn-i Mâce/ Ebû Hureyre’den buyurulmuştur.

 

Avamın orucu, oruçlu olması gereken zaman içinde; yiyip, içmek ve cinsi münasebette bulunmak ile bozulur. Kasten bunları yaparsa, kefaret konusunda anlatıldığı üzere, kefaret ile, bozduğu orucu öder.

 

2)HAVASIN ORUCU (SALİHLERİN ORUCU):

Yukarıda ki asıla uymakla beraber, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer uzuvlarını da günahtan koruyarak oruç tutmaktır. Bu oruç oldukça zordur. İnsanın nefsi, dilini korusa, kulağından; kulağını korusa başka azalarından günaha sürükler. Bu orucu, ancak az da olsa gaflet batağından sıyrılmış olanlar veya, günaha girdiğinde samimi olarak pişman olup af dileyenler tutabilir. Çünkü günaha girdiğini hemen akabinde görebilmek veya fark edebilmek de gafletsizliğe götüren iyi bir durumdur.

 

Havasın orucu, Avamın orucunu bozan sebeplerle bozulduğu gibi, uzuvları ile girdiği günahlarla da bozulur. Burada uzuvları ile girdiği günahlar sebebiyle bozulur demekten maksat, sevabını kaybeder. Kefaret icap etmez, bazı alimlere göre ise, gününe gün kaza gerekir, denmiştir. Yalan, gıybet, kovuculuk, yalan yemin, şehvetle bakmanın orucu bozduğu hakkında Hadis-i Şerif vardır.

3)HASSÜ’L-HAVASIN ORUCU:

(Aydınların orucu)

Allah’ın nuru ile aydınlanmış olan, Allah dostlarının tuttuğu oruçtur. Bu kişiler, avam ve havasın oruçlarında uydukları şartlara uymakla beraber, kalplerini de her türlü kötülük ve yanlışlıklardan koruyarak oruç tutarlar.

 

Kalp, hem Allah’ın nazar ettiği bir yerdir, hem de her türlü kötü düşüncenin geçtiği yerdir. İşte bu zıdlığın içinde, kalbin Allah’dan başka hiçbir şeyle meşgul olmaması, ancak onu korur. Bu ise zorlama ile olmaz. İnsan kalbini temizlediğini sanarak, kalbinde kötü bir şey olmadığını düşünüp, yanılabilir. Kalbin ne halde olduğunu ise ancak, Allah-ü Tealâ bilir. Bu bakımdan ancak nefislerini terbiye ile özel olarak uğraşmış olanlar, belki bu afetlerden korunabilir. Bu ise ancak Peygamberler, sıdıklar ve mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) için mümkündür. Bu kişilerin kalbi, Allah dışındaki her şeyden alâkayı kesmiştir. Dünya onlar için bir külfettir. Yani herkesin arzu ettiği, peşinden koştuğu şeyler; bu kişiler için külfet olur. Kalplerinde dünya sevgisi, uzak emeller, insanların halleri ile uğraşmak, artık kendiliğinden yoktur. Sadece Allah ve O’nun rızasına ulaşmak duygusu ile hareket ederler. Bu ise ancak, varlığını Yüce varlıkta yok etmekle mümkün olan bir haldir. İsteyerek elde edilmez. “Bu Allah’ın lûtf-u keremindendir. Onu dilediğine verir” âyeti gereğidir. Kalplerinde insanlar ile ilgili bir şey olsa bile; ya onlara yardım için veya ihtiyaçları için ya da aralarında adaleti tesis etmek için olur ki; bu da Allah’ın rızasına aykırı olmayan hislerdir. Kendi menfaatleri ile ilgili bir düşünceye girerlerse veya bir şey arzu ederlerse, bu kişilerin oruçları da bozulur.

 

Bu kişilerde Allah-ü Tealâ’ya sonsuz tevekkül vardır. Tevekküllerini,  akşam ne yiyeceğini düşünmesi bile bozar. Günah olarak defterine yazılır. Bu kişilerin orucu, himmetlerini her şeyden kesip, bütün mevcudiyetleri ile sadece Allah’a yönelmek üzere olur.

 

“Allah de, sonra onları bırak kendi daldıkları bataklıkta oynayadursunlar”                                           En’am/91

 

Azaları günahtan korumak:

 

1)Gözün korunması: Gözü Allah’ın kurallarına göre, bakılması yasaklanmış olan şeylere bakmaktan ve kalbini meşgul edecek ve Allah’ı hatırlamaya mani olacak olan şeylere bakmaktan korumaktır.

 

“Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla onu terk eder, yani şehvet gözü ile bakmazsa, Allah-ü Tealâ ona öyle bir iman nasip eder ki, zevkini kalbinde duyar”     Huzeyfe

 

“Beş şey orucu bozar: yalan konuşmak, gıybet etmek, kovuculuk yapmak, yalan yere yemin etmek, şehvetle bakmak”                                                             El-Ezdî

 

2)Dilin korunması: Dili; yalan, gıybet, koğuculuk, ağız bozukluğu, öfkeli söz, mücadeleden korumakla olur. Bu da ancak dili; zikir, tesbih ve Kur’an ile meşgul etmekle olur.

“Oruç bütün fenalıklardan ve Cehennemden bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip, kötü söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmaya kalkışırsa; ben oruçluyum, ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun”

Buhari ve Müslim

 

“Resûl-i Ekrem(s.a.v.) zamanında oruç tutan iki kadın akşama doğru açlık ve susuzluktan helâk olacak vaziyete geldiler; oruçlarını bozmak için, müsaade almak üzere Resul-i Ekrem(s.a.v.)’e bir kişi gönderdiler. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bir bardak verdi ve onlara yediklerini bu bardağa kusmalarını söylemelerini buyurdu. Onlardan biri safi et ve kan kusarak bardağı yarıya kadar doldurdu, diğeri de aynı şekilde kusarak bardağı doldurdu. Bu vaziyetten her kes şaşırmıştı. Peygamber Efendimiz(s.a.v.): < Bunlar Allah-ü Tealâ’nın kendilerine helâl kıldığı şeyden oruç tuttu ve fakat haram ettiği şey ile iftar ettiler. Birisi diğerinin yanına sokularak halkın gıybetini yaptılar. İşte şu gördüğünüz yedikleri, insan etleridir> buyurdu”.

İmam Ahmed

 

3)Kulağı korumak: Kulağı dinlemesi yasak olan her şeyden korumaktır. Konuşulması yasak olan her şey, dinlemesi de yasak olandır. Allah-ü Tealâ; böyle yasak olan sözleri dinleyenler ile haram yiyenleri bir seviyede tutarak;

 

“Onlar;yalanı dinleyenler,haram yiyenlerdir” Maide/42 buyurmuştur.

 

“Uleması, fukahası onlara günah söylemekten, haram mal yemekten men etmeli idi”                        Maide/63

 

Gıybete susmak, seyirci kalmak, sessizce dinlemek haramdır. Zira;

 

“Siz de günahta onlar gibi olursunuz”             Nisa/140 buyrulmuştur.

 

Hz.Peygamberimiz(s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

“Gıybet eden ve dinleyen, günahta ortaktırlar”                                                                                   Taberani

Gerçekten, eğer dinleyen olmasa, söyleyen de susar.

 

4)Diğer uzuvları korumak: El ve ayak gibi uzuvları kötü işlerden korumak ve iftarda mideyi helâl olmasından şüphe edilen gıdadan korumaktır. Helâl lokma bile miktarı çok olduğu zaman, haram olur. Yani hem bünyeye zarar verir, hem de manen nefsi azgınlığa götürür. Haramdan mideyi korumaktan maksat; hem çok yemekten, hem  gerçekten haram olan gıdalardan ve hem de haram olan gelir ile elde edilmiş gıdalardan korumaktır.

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan açlık ve susuzluktan başka kârları yoktur”  Ebû Hureyre hadisi ile ilgili olarak; bazı ulema haram ile oruç açanların  kast edildiğini söylerken, diğer bazıları da uzuvlarını haramdan korumayanların tuttukları orucun kast edildiğini söylemişlerdir.

 

Bizce; oruç tutanlar bunların hepsinden sakınmalıdır. Çünkü oruç; nefsi terbiye etmek, aşırılıklara ve her türlü şehvete mani olmak, Allah’a yaklaşmak için çok önemli bir vesiledir. Allah-ü Tealâ, rahmetinden ve cömertliğinden dolayı bu kıymetli vesile ile kullarının Zât’ına yaklaşmasını murad ederken, bu hayrı kıymetli ibadet olarak kabul etmekle; kullarını yaklaştırma lutfu içinde, ibadet sevabı ile de ihya etmektedir. Orucun mükâfatını, Zât’ın vermesi ile, oruç sevabının ne kadar olduğu gizli kalmaktadır. Fakat Allah’ın Gani ve Rahman isimlerinin manalarına erenler bilirler ki, verilecek olan karşılık, hazinelerle ölçülemez. Bu sebepten, Hak Tealâ(C.C.), bu hazineyi kaybetmeyelim diye, bu hazineye ulaşma yollarında orucu muhafaza etmemizi şart koşmuştur. Akıllı olan, bu hazineye ulaşmak niyetiyle, orucunu tutarken; bütün azaları ile tutar. Hazineyi kazanmak üzere, gayret ederek orucunu düzgün tutan kişi de böylece, hiç değilse senede bir ay nefsini denetiminde tutmuş olur. Bir ay; bazı alışkanlıkların başlaması için tam kararında bir süredir. Zira bilinir ki, Bayram’da bile oruca alışmamız sebebiyle, adeta Ramazan’daymışız gibi olmaz mı? Önemli olan, Ramazan’da elde edilmiş olan bu iyilikleri, daha sonra da devam ettirmektir. Böylece umulur ki; Salihler ve daha sonra da Sıddık’lar yolu açılır.

 

5)İftar vakti az yemek: Oruçtan murad edilen, Şeytanı kahretmek ve nefis mücadelesini yapmaktır. Bu mücadele içinde, bir gün içinde yiyemediklerini toplayıp, akşam yemek uygun düşmez. Helâl bile olsa, rahatsızlık duymayacak kadar yemek uygundur. İftar sofralarında, her zamankinden farklı olarak çeşitlilik olmamalıdır. Midenin az doldurulması, kalbin cilâlanması için, sebeplerden biridir. Kalbin cilâlanması ise, insanı Allah’a yakın eder.

 

6)İftardan sonra korku ile ümit arasında olmaktır: Kişi tutmuş olduğu orucunun mutlak kabul göreceğini düşünmemelidir. Diğer ibadetlerde de böyle düşünmelidir. Oruç ibadetini yaptığı günün muhasebesini yapmalı, acaba kabul mü yoksa red mi olunacağını düşünmelidir.

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki oruçsuzdurlar. Nice yiyenler de vardır ki oruçludurlar” sözü bir alime aittir. Oruç tuttuğu halde, kalp kıranlar, günah işleyenler, kendi varlıklarını büyük görenler kast edilerek, “oruçsuzdurlar” denmiştir. Ve oruç tutamadığı halde gönül yapanlar, günahtan sakınanlara da “oruçludurlar” denmiştir.

 

Eğer kişi bunların farkında ise,  oruç tutmayanları küçümsemeyecek, kendi orucunun ne derece kabul edileceğini bilemediğinden korku ve ümit arasında olacaktır. İbadetlerin hakikatine ulaşmak, irfan sahiplerine aittir. Onlar işin özünü fark etmişlerdir.

 

 

“Savm-ı salât ü hac ile, sanma biter zahit işin.

İnsan-ı Kâmil olmaya, lâzım gelen irfan imiş…”

Niyazi Mısrî

 

Yani: “Ey zahit kişi; oruç, namaz ve hac ile sanma ki işin biter(belki yeni başlar…). İnsan-ı Kâmil olmak için  irfan lâzım imiş…”

Bütün ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetinde de maksat; Allah-ü Tealâ’ya yaklaşmaktır. Allah’a yaklaşmak, O’nun isimlerini kavrayıp, bu isimler ile isimlenmek ve sıfatları ile sıfatlanmaktır. Kısaca; Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır.

 

İnsanda şehvetler, tutkular ve aşırı isteklerle beslenen nefis olduğu sürece, bu güzel ahlâkı benimsemek zordur. Çünkü âyet ile belirtildiği üzere; nefis daima kötülüğü emreder. O halde güzel ahlâka sahip olabilmenin ilk adımı; nefsi tanımak, onun isteklerinden ve aldatmalarından haberdar olmak ile başlar. İşte oruç, nefsi bir kenara sindiren, mecalsiz bırakan en büyük etkendir. Zira nefis, açlıktan korkar. Açlıkla terbiye edilince zayıflayacağını bilir. Bu sebepten, oruçtan hiç hoşlanmaz. Ama akıl sahiplerinin orucundan hoşlanmaz. Avamın orucundan çok rahatsız olmaz. Avam;yemeyi, içmeyi kesse bile; yalan, dedikodu,v.s., gibi kötü ahlâkla beslendiği diğer damarları açıktır.  Esas, Salihlerin orucundan rahatsız olur. Zira onlar azalarını koruyarak oruç tutmaya gayret gösterirler.

 

Sıdıklar ve mukarrebler ise, nefislerini kendi denetimleri altına aldıkları için ve nefis bu kişilerde, artık ses çıkarıp, akıl verecek halde olmadığı için; nefisleri oruç için  rahatsızlık duymaz. Hatta nefis ile ruh bir olmuş gibidir. Bunlar emin olunan nefis sahipleridir.

 

Şu halde, Allah yolunda ilerlemeye çalışan ve ibadetlerini bilinçli olarak yapan kişilerde, imtihanlar daha ağırdır. Kişi, nefsin hilelerinden haberdar olarak, her an gaflette olup olmadığını gözetmelidir. Yani Salihler yolunda, nefsin hileleri daha fazla olup, nefis; en önemsiz konuları, önemli gibi ortaya çıkarıp, sahibini günahkâr kılmada ve Allah yolunda yürümesini aksatmada yeteneklidir.

 

İşte Ramazan orucu art arda otuz gün, nefse imkân tanımadan tutulduğu için; inananlara  büyük bir fırsattır. Nefsin terbiyesi için, ganimettir. Oruçla ilgili anlayış, böyle olmalıdır. Allah’a yaklaşma ve ateşten uzaklaşma sebebidir. Elbette, azaları ve kalbi oruca dahil ettikçe, yakınlaşma sebepleri hasıl olur. Bütün bunları düşünmek, ölçmek ise akıl ile mümkündür. Ebû Derdâ: “Akıllı adamların uykuları da, yemeleri de ne güzeldir. Ahmakların oruç ve uykusuzluklarına nasıl şaşmazlar? Yakîn ve takva sahiplerinin bir zerre ibadetleri, ahmakların dağlar gibi ibadetlerinden efdal ve üstündür” demiştir.