Kategori arşivi: 17.Vehhâb

Vehhâb

VEHHAB   (el-Vehhâb)       (17)

Her çeşit  nimeti karşılık beklemeden bağışlayıp veren

 

Kur’an-ı Kerim’de:

 

1)    Vehhâb ismi Kur’an’da üç   defa geçmektedir: Âl-i İmrân 8/ Sâd 35 /Meryem 19

 

2)    Aziz-ü’l Vehhâb olarak Sâd 9’da geçmektedir.

 

3)    İnsanların verişleri için de kullanılmıştır. Ahzâb 50

 

4)    Vehhâb kelimesinin “hibe” kökünden  türemiş olarak: En’âm 84/ Meryem 49-50,53/ Enbiyâ 72, 90 /Şuarâ 21/ Ankebût 27/ Sâd 30, 43 / Şûrâ 49.âyetlerde geçer.

 

Bu isim karşılıksız hediye, bağış, bahşiş manâlarını taşır. İşte Allah kullarına devamlı olarak, ne hemen ne de daha sonra hiç karşılık beklemeden verir, bahşeder. Bu sebeple Allah hem Cevvâd hem de Vehhâb’dır. Karşılık beklemek sadece para, mal, mülk değildir. Övülmek, sevilmek, kötülenmekten kurtulmak da menfaattir. Ve bunu beklemek de Cevvâd ve Vehhâb ismine lâyık değildir.

 

Bu isim ile isimlenen kul da derece derecedir. Bu ismin yansımasına uğrayan kul, verdiklerini Allah’ın rızası için ve hiçbir beklenti olmaksızın yapabilirse, ona da Cevvâd ve Vehhâb denir. İnsanlar Allah’a ibadet ederken, Cennete kavuşmak, Cehennemden kurtulmak  beklentisi içinde olabilirler ki buna dikkat etmelidir. İbadetler de bir şeye kavuşmak için değil, sadece Allah için yapıldıklarında değerli olurlar.

 

İnsanlar kendilerine verdikleri önem sebebiyle, kendilerine ait olduğunu düşündükleri paraları, malları, zamanları, hayırları da önem arz eder. Bu sebeple hayırlarını bile yaparken mutlaka yerine ulaşmasını, kendilerinin ve paralarının önemli olması sebebiyle, karşılığında mutlaka beklentilerine cevap olacak bir harcama yapmayı isterler. Belki de bilseler ki karşılığında bir şeye ulaşamayacaklar, o kişi ölse bile yardım yapmayacaklardır. Karşılığında beklenen şey sevap, dua, Cennet nimetleri, hayırla anılma, iyi denilme, taraf toplama, gönüllerde hayır sahibi olarak yer etme gibi şeylerdir. İşte insanlar bunlar için ve bir de dinen mecbur tutuldukları zekât, fitre gibi sebeplerle verirler.

 

Vehhab isminin kula tam kemali ile yansımasında ise: Yukarıda sayılan verme sebepleri önemini kaybetmiştir. İster karşılığı olan isterse olmayan verişler ve  sadece ihtiyacı olana değil olmayana da verişler; Allah’ın Ahlâkındaki verişlerin kulda aynen yansıması demektir.  Ve bu kul Vehhâb ve Cevvâd olarak anılır. Bu hal özenilerek sahip olunacak bir hal değildir. Bu hale sahip olmak için kul önce kendi hayatını savurmuş, kendi önemini bitirmiş olmalıdır. Kendi önemi bitmeyenin , yani henüz varlığını silememiş olanın, sahip olduğu her şey aynı derecede önemlidir.

 

İnsanlardan Allah’a yaklaşırken makamlarda durmaları veya aşmaları umulur. İşte beklentinin sadece Allah rızasını kazanmak için olması durumunda yakînden bahsedilir. Bu yakîn makamı çok şerefli bir makam olup, insanın Allah’a en yakın olma durumunun ifadesidir. Burada bulunan kul için yaptığı her hayırlı iş ve verişten, Allah rızasını kazanacağından dolayı bir haz alma hali vardır. Yakîn bir ikilik halidir. Kişi için hem Allah, hem de kendisi vardır. Yakînden tevhide gelen kişide ise haz değil, huzur vardır. Burada kendisi diye bir şey yoktur. Yani kendi, etrafındaki her şeyle birlikte önemini kaybetmiş, âdeta yok olmuş, sadece Allah kalmıştır. Bu zâtlarda Allah’ı müşahede etmenin huzuru vardır.

Bu huzurda hiçbir konuda endişe kalmaz. Geçim derdi, rızık endişesi, gelecek endişesi kalmaz. Nefsin kötülüğe meylettiren etkisi de kalmadığı için, tarafsız olur. Bu tarafsızlık, Adl ve Hak isimleri ile beraber Vehhab isminin de kemalinde tecellisi ile olmuş olur. Gerçek olanı yani hakkı, bâtıldan ayırır.

 

Çalışmadım, hibe ettin , Ya Vehhab!

Çalışsaydım belki olurdum harab…