Kategori arşivi: 1.03.Tevhid ve Yakîn

Tevhid ve Yakîn

Tevhid ve Yakîn

Kul ne zaman ki, bütün işlerin Allah’ın emri altında hasıl olduğunu bilirse, o zaman şeytan bu kişinin tevhidini şirk ile karıştırmaktan ümidini keserek, uzaklaşır. Bu, yakîn imandır. Şeytan yakîn iman sahibinden kaçar.

Yakîn için, tevhid gerekir. Tevhid ise çok tehlikeli bir yoldur. Asla hevesle olmaz. Tevhid yoluna girenlerin bir kısmı, batıla sapmışlardır. Bazı âyetlerden, hadislerden kast edileni anlayamayarak, meselâ benzetme yaparak, Allah’ı  tanımaktan uzak düşmüşlerdir. Meselâ; “Allah-ü Tealâ, Adem’i sûreti üzerine yarattı” hadisindeki sûreti, zahir sûret olarak kabul etmişler ve “Müşebbihe” bâtıl gurubu olmuşlardır. Halbuki burada basiret elzemdir. Manada bâtıni sûret anlaşılmalıdır. Yani, Allah(c.c.) kuluna öyle kabiliyetler vermiştir ki, kul Allah-ü Tealâ’nın ahlâkı ile ahlâklanabilir. Mübarek isimleri, insana yansıyabilir; sıfatları, sıfatları olabilir. Bu Şerefli Hadis ile, insanın ahsen-i takvim (en güzel yaratılış) üzere yaratıldığı ve tecelli (Allah’ın yansıdığı) odağı, olduğu kast edilmektedir. İnsan, Allah-ü Tealâ’nın isimleri, sıfatları ve Zât’ı ile yansıdığı bir mahaldir. Yani, insan teceligâh-ı İlâhidir(İlâhi yansıma mahallidir).

Yakîn iman için bilmelidir ki;

Allah(c.c.)’ın Zât’ı hiçbir şeye ve hiçbir cisme benzemez. Mekânı ise hem bütün mekânları kaplayan ve hem de hiçbir mekân ile vasıflandırılamayandır. Böylece bilinmelidir.

Allah’ı tenzih ederken de, fazla ileri gitmeden tenzih etmelidir. Hz. Resûlullah (s.a.v.): “ Allah’ım, ben Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Seni, Sana lâyık bir sena ile sena etmekten acizim. Sen Seni sena ettiğin gibi ulusun” demişlerdir.

Sıddıkların kıymeti bilinmelidir. Hz.Ebû Bekir(r.a.) dört halifenin ilkidir. Ne dört halifeye ne de ashabdan birine dil uzatılmamalıdır. Onların kendi aralarında olan meselelerden dolayı, onlar hakkında konuşmamalı,  konuyu geçmişteki yerine bırakmalı, aralarında olanları da kendi meseleleri nâzarıyla mütalâa etmelidir. Talha ve Zübeyr’e lâf söylense, Hadis ile sabittir ki bu iki eshab Cennet ile müjdelenmiş on kişidendir. O zaman ya Peygamberimizin söylediğine inanmamış olacağız ya da kendi dediğimize iman etmiş olacağız. O zaman en doğrusu aralarındaki meseleyi kendilerine ve Allah’a havale etmektir.

Yaratılmış olan bütün Âlemlerin Rabbi Allah-ü Tealâ’dır. Yaratılmış olan her şey O’nun kudreti ile hareket eder.

Evvel, ahir, zahir, bâtın O’dur. Mevcud olanlara nisbetle evveldir. Yaratılmış olan her şeyin sonunda O’na döneceği sebebiyle de ahirdir. Madde âlemine dalıp, beş duyu ile bilmek isteyene, bâtındır(gizlidir). Basiret sahibi olup, hakiki faili bilen için zahirdir (açıktır).

Tevhid, basiret ile bilinen melekût âleminin esasları üzerine kuruludur. Bu da inkârcılar tarafından inkâr edilir ki bunlar için yol kapalıdır ve yapacak bir şey yoktur. Veya ihlâs ile anlamaya çalıştığı halde, basireti olmadığından anlayamayanların inkârı şeklinde olabilir. Anlayamayanların inkârı için, basiret tedavisi yapılabilir. Eğer bununla da tedavi edilemezlerse, bu kişilere tevhidin zirvesinden konuşmamak gerekir. Sözle, Allah(c.c.)’ın tek olduğu anlatılır. Yer ile göğün iki İlâhı olsaydı, yer ve göğün fesada gireceği söylenir. Mümkün olduğu kadar kalbine, tek Allah(c.c.) kavramı yerleştirmeye çalışılır.

Yakîne sahip olan, hakiki tevhide ulaşırsa veya doğrudan keşif yolu açılarak, gözünden bir perde daha kalkarsa, esasen bilmiş ve iman etmiş olduğunu daha açık ve net olarak görmüş olur. Yani, keşfi açılanın yakîninde bir değişme olmaz.