Kategori arşivi: ORUÇ

Oruç Tutmama Ruhsatları

  • Oruç tutmaya engel olan veya tutulmuşsa bozmak icap eden durumlar:(Oruç tutmama ruhsatları):

 

Ramazan orucu, bütün Müslüman’lara farzdır. Ancak:

 

1)Savaş ve  yolculuk  gibi sebeplerle tutulmayabilir. Engel olan sebep, bir gün önceden biliniyorsa, oruca niyet edilmez. Engel kalktıktan sonra, tutulmayan her gün için, gününe gün olarak kaza edilir. Yok eğer, oruca niyet ettikten sonra, oruç devam ediyorken böyle bir engel oluşursa, oruç bozulabilir. Yine gününe gün olarak sonradan normal şartlara kavuşunca kaza edilir. Bazılarını yolculuk veya savaş etkilemeyip, oruç tutabilirler. Fakat bize düşen, böyle durumlarda ne tutanı ne de tutmayanı kınamamaktır. Her kes kendi hali iledir.

 

“Hz.Peygamberimiz(s.a.v.), fetih yılı Ramazan ayında orucunu bozmuş ve sahabiler de bu en yeni sünnete uymuştur”                                              Müslim

 

“Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) seferde oruç açmanın mübah (müsade edilir) olduğunu göstermek üzere, herkesin gözü önünde orucunu bozmuştur”                                                                                                    Buhari

 

Hz. Peygamber(s.a.v.), Ramazan’da Mekke yolunda su ile orucunu bozmuşlardır. “Gerçek takva, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emirlerine uymaktır. (İşte bunlar baş kaldıranların ta kendileridir)”                                                                                                                                                 Müslim

 

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) yolculukları sırasında, güçsüz bir kimsenin zorlukla oruç tuttuğunu gördüklerinde: “Seferde böyle güçlükle oruç tutmanız takva değildir”, buyurmuşlardır.                        Müslim

 

Enes b. Malik anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yolculukta idik. İçimizden bir kısmı oruçlu idi. Sıcak bir gündü. Bir müddet sonra oruçlular bîtap düştüler. Oruçsuzlar oruçlulara hizmet etmeye başladı. Hz. Peygamber(s.a.v.): “Bu gün asıl ecir ve sevabı oruç tutmayanlar kazandı” buyurdular.                      Müslim

 

Ömer b. Hattab(r.a.) anlatıyor: “Bedir ve Fetih günleri Ramazan idi. Her ikisinde de oruç tutmadık”                                                                                            Tirmızi

2) Kişi, eğer oruç tutamayacak kadar yaşlı ise, tutmaz. Bu orucun sonradan kazası da mümkün olmadığı için, her oruç günü bir kişinin iftar ve sahur yemeğini sağlayacak kadar bir miktar parayı, muhtaç olana verir. Bu parayı Ramazan başında 30 günlük de verebilir, bölerek onar gün aralıklarla da verebilir. Kendi nasıl yiyorsa, o hesap üzerinden verir. Daha aşağı bir seviyeden vermez. Eğer durumu müsait ise, hesapsız verir. Buna FİDYE denmektedir. Oruç tutamayan için fidye söz konusudur. Keyfi olarak oruç tutmayana fidye düşmez. İhtiyarlık sebebiyle oruç tutamayan; ümidini kırmayarak,  oruç tutmayı arzu ederek, kendisine güç, kuvvet vermesi için, Rabbine dua eder. Kalbinde daima daha sonraki yıl, biraz daha kuvvet kazanırsa tutma niyetini muhafaza eder. İhtiyar veya hasta olup da, sıcaklarda tutamayıp, soğukta tutabiliyorsa, soğukta tutar. Veya soğukta tutamıyorsa sıcakta tutar. Aynen Ramazanmış gibi niyet eder ve kalbinde Ramazandaki kadar makbul olmayacağına dair bir şüpheye yer vermez.

 

Eğer kişi bunamış veya aklı ve şuuru yerinde olmayan bir yatalak durumunda ise; bu kişiye oruç farz olmadığı gibi, fidye de gerekmez. Ama yakınları olan evlâdı, eşi bu kişi için hayır olsun diye fidye verebilir. Hiçbir veriş, ziyan olmaz.

 

Eğer, ihtiyar olan kişi, hem ihtiyar olduğu için oruç tutamıyor, hem bakıma muhtaç, hem de fidye verecek bir varlığa sahip değilse, kendisine bakanlara, Ramazan boyunca kendisine vereceklerinin bir kısmını fakire vermelerini talep edebilir.  Sonuçta bunda da muvaffak olamıyorsa, Rabbine sığınır. Kalben istiğfar ve kelime-i tevhid ile meşgul olur. Çokça salavat çeker. Rabbinin kendisine reva gördüğüne razı olmaya çalışır. Fakire fidye vermek düşmez, dua etmesi uygundur.

 

3) Hastalık halinde oruç tutulmaz. Daimi tedavi gereken kişi oruç tutmaz, sonra sağlığına kavuştuğu zaman tutar. Kaza etme niyeti kalbinde olduğu halde, yine de tutamadığı günler için fidye verir. Sonradan kaza etse bile, bu vermiş olduğu fidye, kendisine hayır olmuş olur. Kişi hasta iken tutamamış, fidyesini vermiş, fakat daha sonra tutabilir hale gelerek, oruçlarını tutmaya başlamış ise; bu arada tutamayıp, fidye verdiği farz oruçlarının mutlaka kaza edilmesi icap eder. Fidyesi verildiği için, bu oruçlardan muaf olunmaz. Hasta olup, tedavi gereken hasta için, “oruç tutamaz” kararını, hazik bir doktor vermelidir. Bu doktorun özelliği, iman etmiş ve orucun değerini, sağlık üzerine olumlu etkilerini bilen bir doktor olmasıdır.

 

4)Hamile olmak veya çocuk emzirmek; oruç tutmamayı gerektiriyorsa, izin vardır. Fidye vermez, sonradan borçlu olduğu günleri kaza eder(Hanefi mezhebinde). Şafii mezhebinde hem fidye verir, hem sonradan kaza eder.

 

5)Hayız (kadınların özel hali) ve nifas (lohusalıkta adet kanı devam ettiği müddet)  hallerinde oruç tutulmaz. Sonradan kaza edilir.

 

6) Kusma: Elinde olmadan az bir miktar kusan kimseye kaza gerekmez. Orucuna devam eder. Lâkin bir avuçtan fazla kusmak, hastalık olarak kabul edileceğinden, bu durumda oruç bozulur ve gereken tedavi yapılır. Sonradan kaza edilir.

 

Orucun Sünnetleri

  • Orucun Sünnetleri:

 

Altı adettir: Sahuru geç yemek,

İftarı geciktirmemek,

Misvak kullanmak,

Ramazan’da fazla cömert olmak,

Ramazan’da fazla Kur’an okumak,

Ramazan’da itikâfa girmek.

 

Ramazan orucu farz kılınmadan önce, Kureyş’liler Muharrem ayında aşure orucu tutarlardı. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, Muharrem orucu kişinin arzusuna bırakılmıştır. Ramazan’ın farz orucundan sonra, en makbul oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur. Bu oruç, nafile oruç olup, sünnet oruçlardandır.

 

iFTAR & SAHUR

  • İftar:

 

İftar saati, güneşin battığı vakit olup, doğu tarafından gecenin girdiğini görünce, orucun açılmasıdır. Açmadan önce, oruçlu dua etmelidir. Zira oruçlunun sofra başındaki duası kabul olur. İftarı açmada acele etmelidir. Oruç açılmadan akşam namazını kılmak, doğru değildir. Vakit girer girmez orucu açmalıdır. Buhari’den bildiğimiz bir Hadis’te;    “İftarda acele etmelidir, hayır vardır” buyurulmuştur. Yahudi ve Hristiyanlar iftarı geciktirirlerdi. Bilmeyenler, akşam ezanı okununca, orucunu açmayıp, önce namaz kılmayı tercih ederler. Doğru olan önce orucu açmak, sonra namazı kılmaktır.

 

  • Sahur:

 

Sahur vakti, oruca başlamadan önceki son yemektir. Sahur, Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından kuvvetle tavsiye edilmiştir. Sahur vaktinin son anı, imsaktır. İmsak için Kuran-ı Kerim’de açıklanan tarif, siyah ipliğin beyaz iplikten ayrılması esasıdır. Sabah oluşan aydınlanmaya fecr denir. Fecr iki türlüdür. Biri fecr-i kâzib (yalancı fecr) dir ki, gecenin karanlığı sonlanırken, ufukta bir beyazlık belirir, fakat kısa bir süre sonra kaybolur. Diğeri fecr-i sadık (hakiki fecr) dır ki, daha sonra başlayan gerçek aydınlıktır. İşte oruca başlama vakti, bu ikinci fecrin başladığı vakittir. Yani oruca başlama vakti, fecr-i sadıktır. Fecr-i sadık girdikten sonra, sabah namazı vaktine kadar 50 âyet okuyacak kadar vakit vardır(Buhari).

 

Sahurda acele edilmemelidir. Yemek ve içmek son vakte kadar, yani artık yeme içmenin kesildiği vakte kadar devam etmelidir.

 

“Bilâl, ezanı karanlıkda okurdu. Hz. Peygamber(s.a.v.); İbn-i Mektum ezan okuyana kadar yiyiniz, içiniz; çünkü O, fecr aydınlanmadıkça ezan okumaz, buyurdu”                                                          Hz.Aişe(r.a.)/Buhari

 

Hz. Peygamber(s.a.v.), güneş doğmadan evvel olmak şartı ile, sahuru geciktirirdi. Ve Kendileri sahur üzerinde çok dururlardı. Sahur yemeğine “mübarek yemek” diyerek iltifatta bulunmuşlardır. Sahura kalkanlara Allah ve melekleri salât getirirler, denmiştir.

 

“Sahur yemeğinde bolluk ve bereket vardır”                                                                                          Buhari

 

“Yahudi ve hristiyanlar’ın orucu ile, Müslüman’ların orucu arasındaki fark; bizim sahura kalkmamız ve sahur yememizdir”                                                 Müslim

 

Orucun Farzları

  • Orucun farzları:

 

Orucun farzları üçtür:

 

Niyet etmek,

Niyetin ilk ve son vaktini bilmek, araştırmak.

Orucu bozan her şeyden sakınmak.

 

1)Oruca niyet etmek esastır. Ramazanda tutulacak olan oruca, ilk gün toptan niyet edilebilirse de güzel olan her gün yeniden niyet etmektir. Bu niyet oruç tutulan günün öğle vaktinden az önceki zamana kadar olabilir. Akşamdan ertesi günün orucuna niyet etmek olduğu gibi, oruç tutulacak olan günün öğleden az öncesi, günün yarısı olup, bu vakte kadar niyet edilebilir. Ramazan orucuna niyet ederken, “niyet ettim ramazan orucuna” demek şart değildir. “Yarınki veya bugünkü oruca niyet ettim” demek yeterlidir. Kalbin niyeti çok daha önemlidir. Dil ile niyet etmek umuma ait olup, esastır. Çünkü bazıları kalbi ile niyet etmekten uzak olabilir. Kalbin niyeti, amelin kalbe yerleşmesi ile olur. Bazen de yapılan hareketler ile niyet görülebilir. Meselâ, tiryaki olan birinin sigarasını yanında taşımayıp, eve bırakması da, o günün niyetine girdiğini gösterir. Her ne kadar dili ile söylememiş olsa da, hali ile niyete girmiştir, bu da niyet sayılır. Fakat en güzeli kendi kendine niyet ettiğini belirtmesidir. Böylece kalp, dilin söylediği talimatı alır. Kişinin kendi kendini şartlandırması gibi olup, oruca daha gafletsiz başlamasına yardımcı olur.

 

            2)Niyetin ilk ve son vaktini bilmek: Namaz ibadetinde, güneşin hareketleri esas olarak alınır. Oruç ibadetinde ise ayın hareketleri esas alınır. Bu iki yaratılmış olan gök cisminin hareketleri ile vakit bakımından ilgileniriz. Ayın hareketlerinde rü’yet yani hilâlin görünmesi, yeni ayın girdiğine delil olur. Böylece Ramazan ayı hilâlinin görülmesi ile Ramazan ayına girilmiş olunur ve oruç başlar. Hilâlin görülmesi çıplak gözle olmalıdır ve o bölgenin  her yerinden görülmelidir. Böylece; Mü’min olan kadın veya erkek sağlam bir şahidin hilâli gördüğünü gerekli makama bildirmesi ile, Ramazan orucu başlar. Nerde görülürse görülsün, bütün dünyada Ramazan ilân edilir. Aynı şekilde Şevval ayına girerken, Bayram hilâli görülmelidir. Eğer hilâl görülmezse, (hava şartları sebebiyle) Ramazan ayı otuz güne tamamlanır. Yalnız Ramazan hilâlini gören bir şahit yeterli olduğu halde, Bayram hilâli için iki adil şahit gerekmektedir. Bir kişi, inandığı birinden Ramazan hilâlini gördüğünü işitse ve o beldede hilâl göründüğüne dair bir haber duyulmamış olsa, o kişi kalben inandığı üzere orucuna başlayabilir. Lâkin etrafına yayarak ikilik çıkarmaz. Kendi kendine ibadetini yapmakta özgürdür. Kameri aylar 29 veya 30 gün çekebilir. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) zamanında daha çok 29 çekmiş ve oruç 29 gün tutulmuştur.

 

Yurdumuzda, 1926 yılına kadar Ramazan, rü’yet ile tespit ediliyordu ve memleketteki her noktaya kadar haber salınıyordu. 1926’dan sonra Milli birlik ve bütünlük açısından, Diyanet, Gözlem evi ile birliktelik kurmuş; bu görevi ilerlemiş teknolojiden faydalanmak sureti ile soruya yer bırakmadan, gözlem evine bırakmıştır. Ancak 1978’de İstanbul’da yapılan Rü’yet-i hilâl konferansı sonucu; rü’yet esas alınmış, bir müddet Diyanet tarafından gözlemde bulunulmuş, ancak Diyanetin gözlemi ile astronomik bulgular uygunluk gösterdiği için, tekrar eski uygulamaya dönülmüştür. Rasathanenin ilmen tesbitine güvenilmiştir.

 

Ramazan hilâlinin görülmesinden daha önemlisi Bayram hilâlinin görülmesidir. Zira yanlış bir haber ile Ramazan orucuna ya bir gün erken veya bir gün geç başlanmış olacaktır. Eğer bir gün evvel başlamışsa, Şaban ayından bir gün oruç tutmuş olacaktır. Veya bir gün geç başlamışsa, ilk gün tutamamış olup, Bayramdan sonra kaza yapacaktır. Lâkin; Şevval hilâlini görmek daha önemlidir. Zira, bayram günü oruç tutmak haramdır. Arefe günü oruç tutmak ise çok sevaptır. Kişi bu sebepten iki şahitin şahitliğinde orucunu sonlandırmaya karar verecektir. Bu sorumluluk tamamen, Diyanetin “hilâl görülmüştür” haberini, Ramazan’ın son gecesinde duyurması gerektiğinden, sorumluluk bu müesseseye aittir. Diyanet son teknolojik imkânları kullanarak, Rasathane ile birlikte son gece bu kararı halka duyurma sorumluluğundadır. Yoksa bir yıl önceden hazırlanan takvim ile yapılan duyurmalar doğruluk taşımayabilir, yanılmalar olabilir. Son birkaç yıldır bu, yapılmaktadır. Hatta bu işi çok önemseyen Arabistan Siyaseti de bizim kararımızı dikkate almaktadırlar.

 

Sonuç olarak; İslâm’ın doğduğu ve yayıldığı zamanda yaşamayıp, şu zamanda yaşarken, hilâli görmek kişisel sorumluluğumuz dahilinde olsa bile, bu görevi Diyanet üstlenmiş, farz olan bu görevi yaparak bizim üzerimizdeki farzı kaldırmıştır. Bizim de bilmeyerek düştüğümüz hatadan sorumluluğumuzu almıştır. Konu çok ciddi boyuttadır. Zira farz olan bir görevi yapmamız, Kur’an emri ile hilalin görülmesi ile başlayıp, sonlanacaktır. Bize düşen ise, eğer hilâli görmüş isek ve buna uygun hareket etmek içimizi rahatlatıyorsa, kimseye yaymadan, ulusal bütünlüğümüzde bir kargaşa çıkarmadan, arzu ettiğimiz ve kalben rahatlık duyduğumuz şekilde orucumuza başlarız veya sonlandırırız. Burada anlatılanların halkın en uç noktasına kadar ulaşmadığını düşünerek, onların arasında çelişki çıkarmadan, kendi özgürlüğümüz nisbetinde hareket ederiz.

 

3)Orucu bozan her şeyden sakınmak:       Oruç, imsak vaktinden ,iftar vaktine kadar kişinin, Allah rızası için; yemeden, içmeden, cimadan ve karın boşluğundaki organlara ulaşan her şeyden uzak kalması demektir. En alt seviyede tutulan oruç; budur. Bütün inananlar oruçlarını hiç değilse böyle tutmaktadırlar. Bunun daha güzel tutulan şekli ise; kimseye eli ile, dili ile veya herhangi bir azası ile zarar vermemek, kimseyi küçümseyip, hakaret etmemek, küfür, kötü söz ve yalan söylememek, kimsenin hakkına hücum etmemek, söz taşımamak, riyadan korunmak, lâf çarptırmamak, dedikodu yapmamak, kimsenin kalbini kırmamak gibi ilkeleri koruyarak tutmaktır. En güzeli ise, kalbinden dahi kötü bir şey geçirmeden iftara ulaşabilmektir. “Orucun hakikati”  bölümünde, daha geniş olarak bu konudan bahsedilecektir.

 

Oruçla ilgili Hadis-i Şerifler

  • Oruçla ilgili Hadis-i Şerif’ler:

 

Ebû Hureyre (r.a.) dan naklolduğuna göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “ Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır”.

 

Selman-ı Farisi’den bildirildiğine göre ise; Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) Şaban ayının son günü hutbede şöyle buyurmuşlardır: “ Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece (Kadir gecesi) bin aydan daha faydalıdır. Allah-ü Tealâ bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda geceleri teravih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda farz ibadet yapmış gibidir. Bu ayda bir farz yapmak, başka aylarda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennet’tir. Bu ay iyi geçinme ayıdır. Bu ayda Mü’minlerin rızkı artar. Bir kimse bu ayda bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak Tealâ onu Cehennem  ateşinden azad eder. O oruçlunun sevabı kadar ona sevab verilir”. Bunun üzerine Eshab-ı Kiram, kendilerinin bir oruçluya iftar verecek kadar zengin olmadıklarını söylediklerinde: “Bir hurma verene, yalnız su ile oruç açtırana ve biraz süt ikram edene de bu sevab  verilecektir. Bu ay öyle bir aydır ki ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret, sonu ise Cehennem’den azad olmaktır. Bu ayda emri altındaki insanların işlerini hafifletenleri Allah affedip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunlardan Kelime-i şehadeti çok söylemek ve istiğfar etmek Allah-ü Tealâ’nın da çok sevdiği şeylerdir. Diğer ikisi ise; Cenneti isteyip, Cehennem ateşinden O’na sığınmaktır ki bunu her zaman yapmanız lâzımdır. Bu ayda bir oruçluya su veren kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır”.

 

“Bir kimse, ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir ve orucun sevabını Allah-ü Tealâ’dan beklerse, geçmiş günahları affolur”.

 

Câbir b. Abdullah’dan verilen habere göre: “Allah-ü Tealâ benim ümmetime, ramazan-ı şerif’de beş şey ihsan eder ki, bunlar hiçbir Peygambere verilmemiştir:

 

  • Ramazanın birinci gecesi, Allah Mü’minlere rahmetle nazar eder, rahmetle baktığı kuluna ise hiç azab etmez.
  • İftar zamanında oruçlunun ağız kokusu, Allah-ü Tealâ’ya her kokudan daha güzel gelir.
  • Melekler ramazanın her gece ve gündüzünde oruç tutanların affolması için dua ederler.
  • Allah, oruç tutanlara, ahirette vermek için Cennet’te yer tayin eder.
  • Ramazanın son günü oruç tutanların hepsini affeder”.

 

“Oruç sabrın yarısıdır. Sabır da imanın yarısıdır. O halde oruç, imanın dörtte biridir”                       Tirmızi

 

“Oruç tutanın uykusu ibadet, susması tesbih, duası makbul, amelinin sevabı kat kattır”     Abd. b. Ebî Evfa

 

 

“ O yemesini, içmesini, cinsi arzusunu yalnız Benim için terk eder. Orucun mükâfatını bizzat Ben vereceğim”                                                            Ebû Hureyre

 

“ Oruçlunun iki sevinçli anı vardır. Birisi orucunu açarken, diğeri Rabbine kavuşacağı andaki sevincidir”

 

“Oruçlu, Cennet’e Reyyan kapısından çağrılarak girer”.                                                                                                                      Buhari

 

“Oruçlunun duası asla reddolunmaz (Şu üç kimsenin duası reddolunmaz: Mazlumun, adil hükümdarın, iftar vakti dua eden oruçlunun)”                       Ebû Hureyre

 

“Şeytan, kan damarda dolaştığı gibi, adem oğlunda dolaşır; oruç ile onun yollarını daraltın”

Buhari ve Müslim

 

 

Allah-ü Tealâ, oruçlunun mükâfatını, ölçüsünden söz etmeyerek, “Ben veririm” buyurmakla; oruca özel bir şeref vermiştir. Bütün âlemler ve yaşadığımız dünya, Allah’ın mülkü olduğu halde, bir yöne dikkat çekerek, Kâbe’yi “Evim” diye şerefli kılmıştır. Bütün ibadetler de O’na yapıldığı halde, oruç için “oruç Bana mahsustur” buyurmakla; orucu da özel bir şerefe lâyık görmüştür.

 

Bunun bilinen sebeplerinden biri; orucun kimsenin görmediği, gizli bir ibadet olmasından ve diğer ameller gibi görülmeyişinden dolayıdır. Yani riya ve diğer insanlara gösteriş olmaksızın, kulun Rabbi ile arasında kalan bir ibadet oluşundan dolayıdır. İnsanların çoğu, yaptıkları güzel işlere insanları şahit tutmak isterler. Bu, daha çok Allah’a uzak olan ve “yakîn” i elde edememiş olanlar için böyledir. Adeta yaptıkları iyi işlere insanları şahit etmek isterler. Sanki Allah-ü Tealâ’nın şahitliği (uzaklık sebebiyle) yokmuş gibi olduğundan, insanlara duyurmak isterler. Bir vesile ile gece namaza kalktığını, ibadetlerinin çokluğunu bildirmek, duyurmak arzu ederler. Ama kişi oruçluyum dediği halde, gizlice yemiş, içmiş olabilir. Yani oruç, doğrudan sadece Allah’ın bildiği bir ibadet olmuş olur. Kimseyi orucuna delilli şahit yapamaz.

 

Orucun şerefinin bir diğeri ise; Allah-ü Tealâ’nın düşman olarak bildirdiği  Şeytanı kahretmesi sebebiyledir. Şeytan, nefsin kuvveti ile kişi üzerinde etkili olur. Nefsin kuvvetli olması ise, doğrudan şehvetler iledir. Şehvetler yemek, içmek ile kuvvet kazanır. Oruçlunun yemek içmek ve bütün azalarını korumak üzere tuttuğu oruç, nefsi zayıf düşürür. Ruh kuvvetlenir. Nefsin kuvveti ve Şeytan’a verilen fırsatlar, kulun Allah’a yaklaşmasına ve Marifetullah’a manidir.

 

“Eğer şeytanlar, adem oğullarının kalplerinde  dolaşmasaydı, onlar gökler âleminin gizliliklerini görürlerdi”                                                               Ebû Hureyre

 

Kul, elinden geldiği kadar gayret göstererek, emredilen yolda bulunur. Kulun gayretinin karşılığı olarak, hidayet ile   mükâfatlandırmak ise Allah’dandır. Zira:

“Uğrumuzda mücahede edenleri elbette yolumuza götürürüz” Ankebut/69.âyeti vardır.

 

İşte bu sebeplerden dolayı oruç, ibadetin kapısı ve ateşten koruyucu kalkan ve siperdir.

 

“Kim bir oruçluya iftar yemeği verirse, ona oruç tutan  gibi sevap vardır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez”                                                             Tirmızi

 

“Hz. Peygamber (s.a.v.), Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerdi. O vefat ettikten sonra zevceleri itikâfa girdiler”.                                                              Müslim

 

“Cennet’te Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet günü bu kapıdan Cennet’e yalnız oruçlular girer. Onlardan başka hiçbir kimse giremez. O gün (oruçlular nerede?) diye sorulur. Oruçlular kalkıp, girerler. Oruçlular girdikten sonra da kapı kapanır, artık kimse giremez”                                                             Sehl/Buhari

 

“Adem oğlunun işlediği her hayır ve ibadette, kendisi için bir haz ve menfaat endişesi vardır. Fakat oruç böyle değildir. Oruç Benim halis rızam için edilen bir ibadettir. Onun mükâfatını da Ben veririm”                                                                                      Ebû Hureyre

 

“Her kim ki Allah’a ve O’nun Resulüne iman eder de namaz kılar ve Ramazan’da oruç tutarsa, onu Cennet’e koymak, Allah üzerine sanki bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihad etsin, ister evinde otursun”

Ebû Hureyre

“Bir mücahid, bir gün Allah rızası için oruç tutarsa, Allah onun vücudunu yetmiş yıl Cehennem ateşinden uzaklaştırır”                                           Ebû Said Hudrî

 

“Kim ki Allah rızası için çift sadaka verirse, Cennet’in sadaka kapısından; musalli (namaz kılan) namaz kapısından; mücahid (Allah için cihad eden) cihad kapısından, davet edilirler” Hadis-i Şerifini duyunca, Ebû Bekir (r.a.): (Ya Resulallah, bir mü’minin bu kapıların hepsinden davet olunması müşkül müdür?) diye sorması üzerine; (Evet hepsinden davet olunur. Ey Ebû Bekir, umarım ki sen de o bahtiyarlardan olasın!) buyurmuşlardır”                                                   Ebû Hureyre

 

“Kimin evlenmek külfetine gücü yeterse evlensin. Zira evlenmek gözü haramdan men eder. İffeti de o nisbette muhafaza eder. Nikâh masrafına muktedir olamayan kimse de oruç tutsun. Zira oruç, oruçlu için şehvet ile alâkayı keser”                             Abdullah İbn-i Mes’ud

 

“Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa; Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyurmaz”

Ebû Hureyre

Oruçla İlgili Ayeti Kerimeler

ORUÇ (SAVM):

 

 

Diğer ümmetlere de farz kılınmış bir ibadettir.

 

 

  • Oruçla ilgili Âyet-i Kerimeler:

 

Kuran-ı Kerim’de Bakara Sûresi’nde, dört âyette geçer:

 

“Ey iman edenler; sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı(farz edildi). Taa ki korunasınız”.                                                Bakara/ 183

 

“(O) sayılı günler(dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta yahut sefer üzerinde olur(ve orucunu yemiş bulunur)sa, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde tutar. (İhtiyarlığından veya şifa bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden)daha hayırlıdır, bilirseniz”.                                    Bakara/184

 

“(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur’an onda (Kadir gecesinde Lehv-i Mahfuz’dan dünya sema’ına) indirilmiştir. (O Kur’an ki) insanlara (mahz-ı) hidayettir, doğru yolun ve Hak ile batılı ayırt eden hükümlerin nice açık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişirse (hazır olur, misafir olmazsa) onu tutsun; kim de hasta olur, yahut bir sefer üzerinde bulunursa, o halde başka günlerde oruç tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin). Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. (Bu kolaylığı istemesi), o sayıyı (kaza borcunuzu) ikmal etmeniz, Allah’ı -sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da- büyük tanımanız içindir. Olur ki şükredersiniz”.

Bakara/185

 

“Oruç günlerinizin gecesinde, kadınlarınıza yaklaşmak size helâl edildi. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libassınız. Allah, nefislerinize karşı zaaf göstermekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah’ın hakkınızda yazdığını isteyin. (Bütün gece) fecr-i sadık olan, ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için; sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın. Bu (hükümler) Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara ( o sınırlara) yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar. Taa ki korunsunlar”                                                     Bakara/187

 

“Geçirdiğiniz günler karşılığı olarak, şimdi afiyetle yiyin, için”  Hakka/24.âyet için, “geçirdiğiniz günler” ibaresi, müfessirler tarafından oruç günleri olarak kabul edilmiştir.

 

“Hiç kimse, onların işlediklerine mükâfat olmak üzere saklanmış olan göz aydınlığını bilemez” Secde/17.âyetinin tefsirinde denildi ki; “onların işledikleri iyi iş,oruçtu”. Zira:

 

“Sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir”  Zümer /10. âyette buyurulmuştur.

 

Bir Kudsi Hadis’te, anlatıldığı üzere, Allah-ü Tealâ:

“Her iyiliğe, on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir. Yalnız oruç Bana mahsustur. Onun mükâfatını da ancak Ben veririm” buyurmuştur.

 

Ramazan ayında her gün oruç tutmak; İslâm’ın beş şartından( Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hac yapmak) dördüncüsüdür. Oruç, hicretten on sekiz ay sonra, Şaban ayının onuncu günü, Bedir gazâsından bir ay evvel farz oldu. Ramazan kelime anlamı bakımından yanmak demektir. Çünkü bu ayda (hakkıyla!)oruç tutanların günahları yanar, yok olur.

 

Ramazan ayında oruç tutulması herkese farz kılınmıştır. Ramazan ayı dışındaki diğer zamanlarda da nafile oruçlar, kaza oruçları ve kefaret oruçları tutulur. Yalnız Ramazan Bayramının ilk günü ve Kurban Bayramının dört günü oruç tutulması haram kılınmıştır.

İçindekiler

İÇİNDEKİLER:

 

Önsöz

Oruçla ilgili Âyet-i Kerimeler

Hadis-i Şerifler

Orucun farzları

İftar- Sahur

Orucun sünnetleri

Oruç tutmama ruhsatları

Orucu bozan durumlar

Orucu bozmayan durumlar

Oruç çeşitleri

Farz oruçlar

Sünnet oruçlar

Mendup oruçlar

Vacip oruçlar

Mekruh oruçlar

Oruç borcu ile ölüm

Adak

Kefaret

Sadaka-i Fıtr

Kadir gecesi

İtikâf

Orucun hakikati

Çocukların orucu

Dua

Oruç

Önsöz

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

 

Esirgeyen ve bağışlayan; kâinatın ve hesap gününün tek sahibi ve hâkimi, varlığımızın da tek sahibi olan; sayısız maddi ve manevi nimetleri ile lûtuflandıran, kullarını nuruna kavuşturmak için daimi vesileler yaratan, darda kalana yetişen, belâ ve imtihanlarını kazanç vesilesi kılan, kalpleri Zât’ı için mesken kılan, apaçık kitap ile zoru kolaylaştıran Allah-ü Tealâ’ya sayısız hamd olsun.

Peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin rahmeti, dinin doğru uygulayıcısı, insanlığın kâmili, vesilelerin en keremlisi, Allah’ın sevgilisi, ümmetine merhameti bol, şânı yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallah-ü aleyhi ve Sellim’e, Ehl-i Beyt’ine, Şerefli ashabına, temiz ve pak soyuna, yolundan gelen hayırlı insanlara selâm olsun.

Namaz, Oruç, Zekât, Hac, Kur’an, İlim, İman, Zikir adlı küçük cep kitapları serisinden ikinci olan “Oruç” elinizde bulunmaktadır. Oruç ile ilgili her konuyu araştırarak, bir araya toplamış bulunuyoruz. Eksiklik kalmış ise, bize aittir. Umulur ki, umumi bir fayda hasıl olur. Mübarek Ramazan’dan hemen önce tamamlayıp, elinize ulaşmasını sağladık. Bunun için şükürler olsun diyorum. Allah-ü Tealâ’dan cümlemiz için bu yıl Ramazan farklı geçsin, diye dua ediyorum.

Gayret bizlerden, tevfik ve inayet Yüce Rabbimizden…

Kefaret

  • Kefaret:

 

Farz olan Ramazan orucunu bilerek, kasten bozunca kefaret şart olur. Hanefi mezhebinde; oruca niyetli olduğu halde, bilerek yiyip, içmek ve cinsi münasebette bulunmak, kefaret sebebidir. Kefaret; bir köle azâd etmek veya iki ay peş peşe oruç tutmak ya da altmış fakiri iki öğün olarak doyurmaktır. Altmış fakiri bir günde sabah ve akşam doyurmak da olabilir. Her gün bir fakiri sabah- akşam olmak üzere altmış gün doyurmak da olur. Köle âzad edecek güçte olanın oruç tutması caiz değildir. Oruç tutabilecek güçte olanın da fakir doyurması caiz değildir. Kuran’daki sırayı bozmamak gerekir. (Köle-oruç-fakir doyurmak)

 

Birkaç Ramazan’da veya bir Ramazan içinde birkaç Kefaret icab eden kimsenin bir kefareti, diğerlerini de kapsar. Ancak, kefaret yapıldıktan sonra üzerinden vakit geçmiş ve kişi yine orucunu bilerek bozup, kefaret etme durumu ortaya çıkmışsa, o zaman yeni kefaret için yeniden kefaret yapar.

 

Kefaret orucuna başlarken vakti dikkatle tayin etmelidir. Meselâ Ramazan’a rastlayacaksa, kesintiye uğrayıp, araya farz oruç girecektir. Yani kefaret orucu, hastalık, yolculuk, veya Bayram günlerine rastlamak sebebiyle kesintiye uğrarsa, yeniden başlayarak altmış gün tutmak icap eder. Kişi,  Bayram gününe rastlayan orucunu, kesinti olmasın diye bozmasa bile, bozmuş ve tutmamış gibi kabul edilir. Yeniden altmış gün tutmak gerekir. Kadınlar özel halleri olan hayız ve nifas sebebiyle bozarlarsa, yeniden tutmaları icap etmez. Temizlendikten sonra geride kalan günleri tutarlar ve altmışa tamamlarlar.

 

Kefaretin esas mânası; kişinin niyeti hakkındadır. Niyet, dinin en önemli  kısmıdır. Niyetin sağlam olması, kişiyi sağlamlığa götürecektir. Bu da marifetullahda önemli bir adımdır. Kişinin dili ile yaptığı niyeti, kalpte de hasıl olduktan sonra bunu çok önemli bir zorunluluk olmadan değiştiremez. İşte orucun kefaret gerektirmesinin sebebi de, niyetin kalpte hasıl olmaması sebebiyle, orucun rahat bozulabilmesidir. Kefarette “Niyetini sağlam tut! Dilinin ucu ile niyet etme! Kalbinde niyet hasıl olmadan harekete geçme!” gibi uyarılar vardır. Ve: “Eğer kalben niyet etmezsen,  bu niyeti kolayca bozabilirsin. Ve eğer böyle bozmuş olursan, bunun dünyadaki sıkıntısı işte bu kefarettir”. Bu sebepten: “Ameller niyetlere göredir” Hadis-i Şerif’i meşhurdur.

 

İnsan için kefaret yapmak (köle âzad etmek veya oruç tutmak veya altmış fakiri  sabah-akşam olmak üzere doyurmak gibi), zor olan bir şeydir. Bu sebepten, kefaret yapan kişi, bir anlık dünyevi bir arzusunu yerine getirmek karşılığında, bu zor olanı yapmakla; Allah ile ilgili işlerin ciddiyetini idrak etmiş olacak, amellerin asla hafife alınmaması gerektiğini hissedecek ve bundan sonraki hayatında, her türlü niyetinde daha bilinçli olarak, düşünerek hareket edecektir. Kefaret insana; sağlamlığı, niyetinde direnmek için kudreti, niyetini bozduğunu kimse bilmediği halde Allah’ın bildiğini bilmekle yakini, gelişi güzel lâf söylemeden önce düşünmesi gerektiğinden, tefekkürü kazandıracaktır.

 

İnsan ömründe kefaret gerektirecek bir durumla karşılaşmamış olsa bile, en az bir defa kefaret orucu tutmalıdır. Bu, bilmeden yapmış olabileceği ihtimali için veya kalpte niyetin hasıl olmasının önemini idrak edebilmek için, olmalıdır. Zaman içinde bu oruç, bazıları tarafından Recep ve Şaban aylarında tutulmuş, arkadan bir ay da Ramazan tutulunca, insanlar bu oruca “üç aylar orucu” demişlerdir.  Aslında üç aylar orucu diye bir şey yoktur. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) böyle bir oruç tutmamışlardır. En çok Şaban ayında oruç tutmuşlardır. Fakat bu aylar mübarek aylar olduğundan, halk bu ayları oruçlu geçirmeyi tercih etmiştir. Üç aylar orucu veya üç aylar tesbihi yoktur.

 

Sadaka-i Fitr

  • Sadaka-ı Fıtr: (Fitre sadakası):

 

Oruç tutan veya özür sebebiyle oruç tutamayan her Müslümanın, Ramazan Bayramı namaz vaktine kadar, bir miktar sadakayı, ihtiyaçlı olana vermesi vaciptir. Zekât gibi elinde bir yıl kalmış olması gerekmez. Ramazan içinde veya Bayramdan sonra da verilebilir (unutulmuşsa) . Fitre ve kurban kendisine vacip olacak kadar varlığı olana zengin denir. Birinin kendi malından, haberi ve izni olmaksızın başkası için fitre vermesi caiz değildir. Eğer o kişi isterse, caizdir. Fakat evinde bakmakla sorumlu olduğu kişilere ait fitreyi, onların izni ve haberi olmadan verebilir.

 

Misafir olanın da fitre vermesi vaciptir. Bir kişi, Bayram sabahına kadar, fitresini vermemiş olsa, tam o sabah vakit tamam olduktan sonra  mal varlığını kaybetse, üzerinde vermesi gereken borç olarak kalır. İlk imkânına kavuştuğunda, verir. Halbuki zekât, böyle bir durumda, malın elinden gitmesi ile affa uğrar.

 

Kişi, kendi için fitre verip, diğer aile fertleri için vermezse, burada aile fertlerine bir sorumluluk düşmez. Yalnız erkek, malından fitre verirken, ergen çağa ulaşmamış çocukları için de vermek sorumluluğundadır. Karısı için vermek zorunda değildir. Eğer verirse, iyi bir harekette bulunmuş olur, sevap alır. Ayrıca gönül hoşluğuna da sebep olur. Eğer kadının kendi malı varsa, kendi malından fitresini verir. Yoksa, Allah’ına sığınır.

 

Üzerinde fitre vacip olmayan yoksul kişiler için ise, çocuklarına sevindirecek bir şeyler almak veya gönül hoşluklarını sağlamak, fitre yerine geçer.

 

Fitre, vücut sağlığımız ve afiyetimiz için yapmamız gereken teşekkürün bir bölümüdür. Fıkıh alimleri tarafından, fitre miktarı ince ince hesaplanmıştır. Her yıl Diyanetin bildirmesiyle, bu miktar paraya çevrilerek halka duyurulmaktadır. Bu bildirilen miktar en alt hudut olup, her kes bu hududa uymak durumunda değildir. Her kesin kendi yaşantısına, harcamasına ve sosyal şartlarına göre, bu miktarın üzerine çıkabileceği, bilinir. Nefsimizin sadece aşırı isteklerinden vazgeçerek, yoksulu daha fazla sevindirmek elbette daha fazla sevaba sebep olacaktır.

 

Fitrenin fakire verilirken de özenli olması gerekir.Fakire, incitmeden, fitre olduğunu bildirmeden, nazikâne verilmelidir. Bazıları, sanki Allah’a duyurmak ve bildirmek ister gibi, fitre olduğunu söyleyerek verirler ki, uygun değildir. Ne fitre ne de zekât; böyle edepsizce verilmemelidir. Allah-ü Tealâ’ya yakın olanlar, O’nun kendilerine verdiği gibi verirler. Uzakta olanların ise verdiğini her kes duyar…