Son Bölüm

Son bölüm:   

İnsan, en zor olan konu. “İnsandan söz edilinceye kadar nice bir zaman geçti” ayetini anlıyorum. İnsan bozulmaya, çirkinleşmeye açık. İnsan düzelmeye ve güzelleşmeye de açık. Yol bizim tercihimize bırakılmış, ister iyi yolu, ister yanlış yolu seçelim. Özgür irademizi kullanarak, seçimi kendimiz yapacağız. Sonucuna katlanarak. Önce neye inandığımızı bilmeliyiz. Kalbimizde zerre kadar iman olsa, aklımız bu imanın ışığında, doğrunun bizim için hayırlı olduğunu bulacaktır. Kuran’da “akıl sahipleri” diye bahsettikleri, aklını kendi menfaatine kullanabilenlerdir. Bu menfaat, dünya menfaati ile ilgisi olmayan, ebedi hayatta vaat edilenlere kavuşmak ile ilgili bir menfaattir. Bu, gerçekten elde edilmesi gereken bir sermayedir. Peki insanı bundan uzaklaştıran nasıl bir fani istektir? Allah’a ve Ahiret gününe hakikaten inanan bir kişi, kalıcı menfaatini harcamak uğruna, geçici menfaatini değerli göremez. İşte benim üzerinde en çok durduğum konu buydu. İnsanlar “Amentü” yü okuyor. İnandığını söylüyor, lâkin yine de dünyayı, dünya menfaatini, ahiretine tercih ediyor. Bu nasıl oluyor? “Dünya hayatı hüsrandır. Ahiret ise hayırlı ve Bakî (kalıcı) dir” diyen ayetlerde, Rabbimiz bize öz olarak bunu bildirmiyor mu? Burada aşkın önemi devreye girmeli, diyorum. Bütün dertleri verirken, dermanı da veren Rabbim, aşkı derman olarak kalplere sunmuş. Eğer kalpte sevme duygusu varsa, sonunda doğruya yönelecektir. Allah yarattıklarını muhabbeti ile yaratmadı mı? sonsuz bir sabırla kullarının Zâtına yönelmesini beklemiyor mu? Eğer bizleri sevmese, kemale yönelmemiz için her an bir sebep halk etmiyor mu? Bizleri sevgi ile yaratıp, bizim de birbirimizi sevmemizi istemiyor mu? Nefis ile bizleri donatırken, onunla mücadele ederek, Zâtına varış yolunu açmıyor mu?

Nefis, emreden nefis olmaktan kurtulduktan sonra, O’na yükselten Burak oluyor. Bizim yolumuzda bineğimiz oluyor. Meselâ meleklerde nefis yok. Onların bütün işleri, Allah’ı tesbih etmek. Fakat onların yükselme, makam alma gibi bir durumları olmuyor. Yani gayretleri olmuyor. Gayret ve emek bizden bekleniyor. Nefsi ile var olan Adem’e bütün yarattıklarını secdeye davet ediyor. Nefsi olmayan melekleri nefsi olup, nefsinin mücadelesini veren Adem’e secdeye davet ediyor. Nurdan yaratılan, topraktan yaratılana secde ediyor. Hz Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Allah ile öyle bir halim vardır ki oraya ne bir mürsel peygamber, ne de bir mukarrebin melek giremez” hadisi düşündürücüdür. Mirac olayında Cebrail A.S.ın “Bir adım öteye geçersem yanarım” diyerek geri çekilişi ve sonraki yolculuğa Peygamberimiz (s.a.v.)’in yalnız devam edişi de düşündürücüdür.

Aşk bir çekim, bir cazibedir. Dünya, bütün gezegenler, yıldızlar, güneş çekim ile dönüyorlar. Dünyanın yer çekimi olmasa hiç birimizin ayağı yere basmayacak. Demek ki yaratılmış her şey aşka tabi oluyor. Ya kendinde cazibe olanlar çekiyor veya bir çekim alanına yakalanıp, çekiliyor. Yani ya aşık, ya maşuk oluyor. Kalpte sevgi olmazsa, dünyanın oyuncaklarına kapılma oluyor. Muhabbetullah, yani Allah sevgisi kalbe girince, esas olması gereken olmuş oluyor. Bu sevgi ile kalp yeniden mamur ediliyor. İşte bu sevgi insanı, kendisinden söz edilir hale getiriyor. Artık bu kalpte dünya sevgisi, tutkusu kalmıyor, kalp aslolana yöneliyor. Muhabbetullah öyle bir kuvvet ki kalbinde bunu henüz hissedemeyenlerin bile ilgisini çekiyor. Muhabbette olana ait bir çekim oluyor. Yani aşkı bilmeyende bile aşka aşk başlıyor. İşin başında olanlar için belki taklidi muhabbetullah denecek olan bu muhabbet zamanla yerini hakiki muhabbete bırakıyor. İşte o zaman kalp mamur edilmeye başlıyor. Mamur olan kalp, mamur edilmemiş olanları kendine çekiyor. Bu gayri iradi, yani elinde olmadan oluyor.

Allah’a giden yolların çeşitlerine rağmen, en kolay yol aşk yolu oluyor. Çünkü aşkta nefsi terbiye etmek için fazlaca gayrete gerek kalmaz. Seven safiyete yakın olur. Safiyet ile de nefsin hevası kavrulur gider. Aşk uzaklaşmaya engel, yakınlaşmaya da sebeptir. İnsani boyuttaki bir aşkta bile seven her anını sevdiğini düşünerek, onun hallerini hatırlayarak, kavuşacağı anı hayal ederek, bir an önce kavuşmayı dileyerek geçirir. Bu sebepten kalpteki diğer bütün düşünceleri sildiği için mecazi aşk ta çok kıymetlidir. Derler ki mecazi aşk, hakiki aşka köprüdür. Aşk kalbin başka şeyler düşünmesine mani olurken, vesvese, boş düşünce, boş hevesler gibi kalbe yaramayan ve uzaklığa sebep olan her türlü düşünceden kurtarmış oluyor. Yani gafletin azalmasına vesile oluyor. Gaflete düşülse bile yeni bir gaflet ile daha da uzağa gitmeden, gafleti hatırlamaya vesile oluyor. Muhabbetullah ile şereflenen kişide dünya hevesleri kalır mı? muhabbeti kalbinde yaşayan kişi, sevdiğinden başkasını düşüne bilir mi? tek arzusu sevdiğine kavuşmak olmaz mı? böyle bir kalpte başka bir sevgiye yer olur mu? Bir kalpte ancak tek sevgi yaşayabilir. Eğer iki sevgi varsa, samimiyetten şüphe edilir. Yani hem Allah sevgisi, hem dünya sevgisi bir arada olamaz. Bu sebeple kalbin Allah’a yönelmesi, Allah sevgisi, ehlullah tarafından daima yüce tutulmuştur.

Aşık aşkından hem sızlanır, hem memnundur. Çünkü kendi de farkındadır ki büyük bir külfetten kurtulmuştur. Bu, dünyaya gerekenden fazla önem vermek sonucunda ortaya çıkan külfettir. Yani aşk ile külfet de biter. Aşık olan kalp bir türlü sakinleşemez, ta ki itminan buluncaya kadar.

Ey! Kalbim! Sana dönüp tekrar bakıyorum. Rabbimin günde kim bilir kaç defa nazar ettiğini düşünerek, dikkatle bakıyorum. Acaba her seferinde kendi sevgisini buldu mu? Veya kaç seferinde buldu? Daha zor gelen ise acaba hiç bulabildi mi? ben ne ile doluydum? Acaba Onunla dolu olduğum zamanlar oldu mu? Eğer kalbimde Onunla meşguliyetimi bulduysa memnun ve razı oldu mu?

Bu anları ayıklamam mümkün değil. Lâkin kabaca bildiklerim var. Şöyle ki: hak ve adalet duygusu taşımışsam, yaratılmış olan her canlıyı Yaradan’dan ötürü sevmişsem, ya da sevemesem bile saygı duymuşsam, bir şeylerden yoksun olanlarla karşılaştığımda merhametim coşmuş ve verişlere geçmişsem, öfkemi zamanında yenebilmişsem, mülkü sahibine iade edebilmişsem, hudutlarıma riayet edebilmişsem, kimseyi hor görmeden, hakaret etmeden kabul edebilmişsem, verdiklerine ve vermediklerine hoşnutlukla razı olabilmişsem, emirlerine uyabilmiş ve severek devam ettirebilmişsem, senin İlâhlığını ve kendi kulluğumu samimiyetle idrak edebilmişsem, senin kudretini ve kendi acziyetimi şeref ile yaşayabilmişsem ve bunu aşikâre söyleyebilmişsem, hesaba çekilmeden evvel, kendimi hesaba çekebilmişsem, senin ipine asla bırakmamak niyeti ile tutunabilmişsem, kalbimde uyurken bile imanımı koruyabilmişsem, biliyorum ki eğer bunları başarabilmişsem; eminim ki kalbimdeydin ve bu anlarda nazar ettiysen memnun ve hoşnut olmuştun. Ve çok daha fazla emin olduğum ise, eğer bütün bunları yapabildiysem, bana lûtfeden sendin ve senin tevfik ve inayetin olmasaydı ben bunların hiç birini başaramazdım.

Ey vücudun en kıymetli et parçası olan kalbim! Seninle ölmeden evvel helâlleşmem lâzım. Sana gıdan olan muhabbeti tattıramadığım zamanlar için, seni boş ve değersiz olan her türlü şey ile saatlerce ve belki de günlerce meşgul ettiğim için, her türlü vesvese ile nuru bekleyen duvarlarını kararttığım için, su-i zanlarla daralttığım ve hased, kin, gıybet ile zulmette bıraktığım için, kendim hakkında seni de aldattığım için, heva ve gelip geçici heveslerimle susuz ve yağmursuz bıraktığım için, yaradılışın icabı olan zikrinden uzak bıraktığım için beni affet, bana hakkını helâl et. Öbür âlemde benden davacı olma. Hidayete ulaşıp, her şeyi idrak ettikten sonra bunları asla yapmamaya söz veriyorum. Ya! Sahib-el Kulûb!

Ey! Âzalarım! Sizlerle de hesaplaşma günü geldi:

Ey! Dilim! Sen ki O’nun adını anmak, O’nu anlatmak, Onunla konuşmak için yaratılmışken; ben seni yaratılış amacına uygun kullanamadığım zamanlar için affını diliyorum. Seninle gıybet yaptıysam, hoş olmayan çirkin şeyler söylediysem, yaratılmış olanlara hakaret ettiysem ve bu sebepler dolayısıyla seni zulmette hapsettiysem, isyanımı seninle dile getirdiysem, küfrümde seni kullandıysam bana hakkını helâl et ve asıl âlemde benden davacı olma. Ben oraya gitmeden seninle barışmak istiyorum. Ya! Hafîz!, Ya! Hafîz!, Ya! Hafîz!

Ey! Gözlerim! Sizlerle görmem gerekeni görmediysem, görmemem gerekenleri gördüysem, sizlerin nur olduğunuzu düşünmeden, karanlık şeylere bakarak kirletti isem, sizlerin hakkınız olanı veremediysem, sizlere sahip olmanın zekâtını, sadakasını veremediysem, sizleri Kuran nuru ile besleyemediysem, sizlerle güzel rüyalar görmeyi beceremediysem, sizleri insanlara öfke ile, kin ile, hırs ile bakmada kullandıysam, haramdan hoşlanmada sizi kullandıysam, siz var olduğunuz halde iki cihanda da kör olacak davranışlarda bulunduysam, beni affedin. Öbür âlemde hatalarımı söylemeyin. Benden şikâyetçi olmayın. Sizden hakkınızı veremediysem, helâllik diliyorum. Ve size söz veriyorum bundan sonra ancak nurunuzu arttıracak şekilde bakacağım, sevgiyle, merhametle, adaletle…Ya! Basîr!, Ya! Basîr, Ya! Basîr!

Ey! Kulaklarım! Yaradılışın en ince harikaları olan kulaklarım. Sizinle duymam gerekenleri duymadıysam, duymamam gerekenleri duyduysam, siz duymaya açık olduğunuz halde ben doğru söze sizi kapadıysam, sizi çirkin şeylerle incittiysem, sizi harama sevk ettiysem, ağzım var diye ileri geri konuşarak kendi yanlış hallerime sizi de şahit ettiysem, vahyi duymaya can attığınızda sizi kapatarak bu güzellikten sizleri mahrum ettiysem beni bağışlayın. Ahirette suçlarımın şahitliğini yapmayın. Siz benden şikâyetçi olmadan, henüz vakit varken size söz veriyorum. Sizleri hakkınız olana ulaştıracağım. Semi’ isminin ve sıfatının yansımasıyla kendimi sizlere affettireceğim. Ya! Semi’, Ya! Semi’, Ya! Semi’!

Ey! Ellerim. Siz ki en ince sanatları yapmaya uygun yaratıldığınız halde, eğer sizleri yanlış yerlerde kullandıysam, sizinle harama uzandıysam, sizinle yanlış olana dokunduysam, sizinle kavga dövüş yaparak zaaflarımı kapatmak için kullandıysam, sizinle güzellikler yerine çirkinlikleri işaret ettiysem, sizi abdestin nurundan mahrum ettiysem, sizlerle Cehennem ateşini avuçladıysam, hakikat âleminde dile gelerek benden şikâyetçi olmayın. Bundan sonrası için söz veriyorum. Ne için yaratıldınız ise, o amacın dışında kullanmayacağım. Haklarınızı helâl etmenizi diliyorum. Ömrüm yeterse ve nasibimde varsa sizi, O’nun tutan eli yapacağım. Medet, medet, medet…

Ey! Ayaklarım! Toprağa yakın olup, alçak gönüllülüğü unutmamak üzere yaratıldığınız halde, sizleri eğer harama yürüttümse, yalan, iftira, gıybet için koşturdumsa, kötülük için kullandımsa, abdest nurundan mahrum ettimse, sizinle mahlukata basarak incittimse, sizi Allah’tan uzak yerlere götürdümse, sizinle kibirli yürüdümse, sizinle toprağı, bitkileri çiğnedimse, hayırlı işlerde sağımı öncelikle kullanmadımsa benimle artık helâlleşin. Bana haklarınızı helâl edin. Ahirette benim günahlarıma şahitlik etmeyin. Bundan öncesi için af diliyor, tevbe ediyorum. Bundan sonra, söz veriyorum, sizleri yaradılış sebebiniz üzerine kullanacağım. Ve yine söz veriyorum, bilerek şerre yürümeyeceğim. Ya! Allah!, Ya! Allah!, Ya! Allah!

Yüce merhameti ile tevbeleri kabul eden, Yüce koruyuculuğu ile tevbe kapısını daima açık tutan, merhametlilerin en merhametlisi olan, yarattıklarına bir annenin evlâdına olan şefkatinden daha fazla müşfik olan Mevlâm. Beni söz edilmeye değer bularak vazifelendirdiğin şu anda, kendimi aşağıların en aşağısında hissetmeme sebep olan günahlarımı hatırlattın. Hatırlayabildiğim ve hatırlayamadığım nice günah, hata ve eksikliklerim için bir daha asla yapmamak niyeti ile, tevbe ediyorum. Biliyorum ki samimi olarak ve bir daha aynı günaha dönmemek niyeti ile yapılan tevbeleri kabul ediyorsun. Kitabında bu konuda söz veriyorsun. Sen asla vaadinden dönmeyensin. Vaadinde sadıksın. Yapmış olduğum tevbeme, bütün azalarımı da dahil ediyorum. Onları senin bana verdiğin emanet olarak görememiştim. Bundan sonra emanetine riayet edeceğim ve azalarımı ateşten koruyacağım. Kalbimi ateşe atmayacağım. Kalbimi nazargâhın yapacağım. Bütün azalarımla tevbe ediyorum, kabul et. Ya! Zülcelâli vel’ikram…

“Ey! Kendinden emin olunan nefis.

Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak, Rabbine dön.

(İhlâsla İbadetlerine devam eden) kullarımın arasına karış. Ve Cennetime dahil ol!”

                             Fecr sûresi/ ayet 27-28-29-30

 

KONYA 26.10. 2004

Salı/ Ramazan-ı Şerif’in 11.gecesi saat: 4.22