Uzun ve Kısa Emeller

Uzun ve kısa emeller:

Uzun emel, tasavvufta tûl-i emel olarak ad alır. Ve çok önemlidir. Çünkü, ölümün kendilerine de yakın olduğunu hiç düşünmeyenlere ait emellerdir. İnsanlardan hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar, hiç ölmeyecekmiş gibi biriktirenler böyleleridir.

Kısa emeller ise, makbul olup; hemen ölecekmiş gibi yaşayanlar ve ölümden sonrası için hazırlıklı olanlara aittir. İnsan eğer hemen ölecekmiş gibi yaşarsa, ileriye dönük uzun vadede gerçekleştireceği arzuları olmaz. Kader ise gizlidir. İnsan ölümünün ne zaman olacağını bilmez. İşte hemen ölecekmiş gibi yaşayan, ahiret için azığını toplamayla meşgul olur. Ölümü geç olacakmış gibi düşünen ise, yaşamak için azık toplar.

Kısa emelin fazileti:

“Sabaha çıktığın vakit, akşama çıkacağını düşünme; akşama çıktığın vakit de sabahlayacağını hatırına getirme. Hayatından ölümün için, sıhhatinden de hastalığın için ayrıl. Ey Abdullah, yarın adının ne olacağını bilemezsin”

Buhari ve İbn-i Hibban

“Sizin için en çok korktuğum, iki kötü huydur. Bunlardan biri nefsinizin hevasına uymanız, diğeri uzun emel sahibi olmanızdır. Nefsin hevasına uymak insanı Hak’tan alıkoyar, uzun emel ise dünya sevgisinden ileri gelir”

Hz.Ali ve Cabir(r.a.)

“Ey insanlar, Allah’tan utanmıyor musunuz? Zira yiyemeyeceğiniz kadarını toplar, ulaşamayacağınız uzun emeller peşinde koşar ve oturmayacağınız inşaatler yaparsınız”                                      İbn Ebi’d-Dünya ve Beyhaki

“…Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, gözüm açıldığı zaman kapanmadan öleceğimi, lokmayı yuttuğum vakit, hazmetmeden öleceğimi düşünürüm. Ey ademoğulları, aklınız varsa kendinizi ölülerden sayın. Allah’a kasem ederim ki, size vaad edilen ölüm gelecek, ona engel olamayacaksınız”

İbn-i Ebi’d-Dünya ve Beyhaki

Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) abdest bozduğunda, hemen teyemmüm ederlerdi. Yakında su olduğu söylendiğinde ise: “Belki suya ulaşamam” derdi.

“Ademoğlu doksan dokuz ümit peşindedir. Umduklarını kaçırırsa, ihtiyarlığa düşer”                               Tirmizi

“Ademoğlu ihtiyarladığı halde iki haslet kendisi ile kalır. Onlar da hırs ve uzun emeldir”

“Bu ümmetin evveli yakin ve zühd sayesinde kurtuldu. Sonu da cimrilik ve uzun emel ile helâk olacaktır”

Hz.Peygamber(s.a.v.),“Hepiniz Cennet’e girmeyi sever misiniz?” diye sorduklarında, eshabı “evet” deyince: “Emellerinizi kısaltın, ölümünüzü gözünüzün önüne getirin ve Allah’dan hakkıyla haya edin” buyurdular.

Dualarında: “Allah’ım, ahirete engel olan dünyadan, ölümün hayrına mani olan hayattan ve amelin hayrını men eden emelden Sana sığınırım” derdi.

 

Ariflerin sözlerine gelince:

“Ecelimin zamanını bilseydim, aklımın başımdan gideceğinden korkardım. Fakat Allah-ü Tealâ lutfu ile bunu gizledi ve bize gafletini verdi. Eğer gaflet olmasaydı, kimse bir işe bakamazdı”                                                   Mitraf

“Gaflet ve emel insanlar için iki büyük nimettir. Eğer bunlar olmasaydı, Müslüman’lar sokakta yürüyemez hale gelirlerdi”                                                                              Hasan

“Öğrendiğime göre insan ahmak olarak yaratılmıştır(hükmedemez). Eğer ahmak olmayıp, her şeyi inceden inceye düşünebilseydi, kimse geçimi için çalışmazdı”

Süfyan-ı Sevri

“Dünya mamur oluşunu, adamlarının ahmaklığına borçludur. (yani ahmak olanlar  değer verdiği için, kıymetli olmuş, olur)”                     Ebû Said b. Abdurrahman

“Üç şey beni hayrete düşürdü ve hatta güldürdü. Bunlar: Ölüm kendisini yakalamak üzere olduğu halde, dünyalık peşinde koşan; Allah kendisini unutmadığı halde, kendisi Allah’ı unutup, gaflette olan; Rabbinin kendisinden razı olup olmadığını bilmediği halde, kahkaha ile gülendir. Üç şey de beni üzdü ve ağlattı. Bunlar: Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’na mensub olanların ayrılığı; kıyametin dehşeti; Cennet’e mi, yoksa Cehennem’e mi gideceğim, düşüncesidir”                                               Selmân-ı Farisi

“Zahidlik, kaba kumaş giymek değil, uzun emelleri atmaktır”                                                    Süfyan-ı Sevri

“Eğer bir ay sonrasına kadar yaşayacağımı umsam, epeyi büyük bir iş yapmış olurum. Bunu nasıl umayım ki, her gün insanların başına gelen felâketleri görmekteyim”

Davud-i Tâi

“Belki de sarılacağın kefen dokunmuştur. Sen ise halâ gülüp, duruyorsun”                               Abdullah b. Sa’lebe

 

Uzun emelin sebebi ve ilâcı:

Uzun emelin, (Tûl-i emelin) iki sebebi vardır. Birisi cehalet, diğeri dünya sevgisidir.

Cehalet: İnsanlar çoğu kez, gençliğine güvenerek, ihtiyarlayınca öleceklerini sanırlar. Bu düpedüz cehalettir. Çünkü bulunduğu yerde araştırsa, ihtiyar nüfusun az olduğunu fark edecektir. Yani insanların önemli bir kısmı yaşlanmadan ölmektedirler. Bazıları da sağlıklı oldukları için, ölümü kendilerine uzak görürler. Halbuki nice sağlam kimseler de kazalarla veya ani hastalıklarla ölebilirler.

Düşünülse, bilinir ki, ölümün ne mevsimi, ne yaşı, ne de insanın çağı ile bir ilgisi yoktur. Böyle gaflette olan, daima cenaze uğurlayacağını; kendi sırasının ise, çok sonra, ancak ihtiyarlayınca geleceğini sanır.

Dünya sevgisi:İnsan dünyanın zevkleri ve şehvetleri ile bir arada olduktan sonra, bir daha dünyadan ayrılmak istemez. Dünyadan ayrılmak ise ölümle olacaktır. Dünyadan ayrılma düşüncesine kapılmamak için, ölümü düşünmeyi bile istemez. İnsan yaradılış özelliğinden dolayı, hoşuna gitmeyen bir şeyi, derhal zihninden uzaklaştırmak ister. Böylece ölümü hiç düşünmez. Öte yandan dünya ile ilgisinin devam etmesi için, arzuları, istekleri emelleri olacaktır. Bu yüzden, dünyaya bağlayıcı sebepleri temin etmeye çalışır. Ev, mal, binit, eşya, kadın, dost gibi. Bunlar, o kişinin dünyaya sarılma bahaneleri olur. Ahirete ve Allah’a yönelmesini tehir etmek için, sebepleri hazır olmuş olur. “Dünyanın tadını çıkarayım, insan dünyaya bir kere gelir. Evin üstüne bir kat daha çıkayım, ileride çalışamadığım zaman olur. Çocukların evliliği için hazırlanayım, onlara güzel bir gelecek hazırlayayım. Eh, bu kadar yorulduktan sonra da, her şeyi hak ettiğime göre, kendim için de keyifli bir hayat yaşayayım. Hem biliyorum, bütün bunları yapabilmem için, Allah bana uzun ömür verecektir!” gibi, kendini haklı çıkaracak pek çok sebebi olur. Böylece günleri yorgunluk ve bir işten diğerine koşturmaca ile geçerken, hiç bitmeyen arzularına, yenileri eklenir. Bu hayata olan aşırı tutkudur ve ölüme kadar böyle devam eder. Sanır ki, bir gün bütün bu meşgalelerden kurtulup, hayatın keyfini çıkaracaktır. Halbuki hakikatte dünyanın meşgalesinden kurtulanlar ancak dünyadan sıyrılanlardır.

Cehaleti yenmek; eğer samimi düşünce ile düşünürse, daha kolaydır. Fakat dünya sevgisini atmak, cidden çok zordur.

Bu hastalığın tek tedavisi vardır: O da ahiret gününe, hesaba çekilmeye ve hakiki dünyada Cennet ve Cehennem’in olduğuna tam iman etmektir. Bu imanı yakîn derecede hissetmekle, dünya sevgisi yavaş yavaş kalbi terk etmeye başlar. Çünkü artık her şeyden önemli olana ve ebedi olana alâka başlamıştır. Böylece önemsiz ve geçici olana alâka gönülden çıkmaya başlar. İnsan dünyanın hakir olduğunu ve ahiretin şerefli olduğunu hissedince, dünya gözünde küçülür, kötü görünür. Bu vazgeçme, bazen İlâhi Rahmetin yetişmesi ile olur. Şöyle ki; başına şer sanılan bazı işlerin gelmesi ile olabilir. Meselâ; her ne kadar kendi varlığının devamı için olsa da, evlâdına verdiği değer ve onun için çırpınmasına karşılık, ondan vefa görmeyerek, hattâ cefa görerek, aklı başına gelebilir. Yedirdiği, giydirdiği, gezdirdiği eşinin ihanetine uğrayarak, senelerdir verdiği emeğin karşılığını alamayınca aklı başına gelebilir. Malını mülkünü evlâtlarına devredip, günün birinde ömrünü vererek sahip olduğu ve hepsini varlığının devamı olacak olan çocuklarına verdiği bağdan bir salkım üzüm yiyememenin acısıyla, akıllanabilir. Senelerce maiyetinde çalışan insanların, kendi çaptan düşünce, nasıl hasım olduğunu, kuyusunu kazdıklarını görür de akıllanır.

İşte örnekleri çoğaltabileceğimiz böyle şerler, İlâhi bir lutuf olarak yetişir de hayra vesile olur. Kişi o zamana kadar göremediğini, görmüş olur. Gözü artık görmeye başlamıştır. Bu, dönüşüne ve dünyadan soğumasına sebep olur. Artık bütün dünya ve hükümranlık verilse, dönüp bakmaz. Artık bütün alâkası, ahirete dönmüştür. Tek fikri vardır: İmanını kurtarabilmek ve bunu temin edecek şekilde, ölüme hazırlanabilmek.

Kabrini düşünür. Bedeni başka canlılara gıda olacaktır. Ölüm ile sevdiklerinin kendisini kabre koyup, yalnız bırakarak çekilip gitmesiyle, zaten yalnız olduğu hakikatini hissedecekti. Şimdi, ölmeden önce sevdiği her şeyin aslında kendisini bazı menfaatler ile sevdiklerini bilerek, kabre sıra gelmeden, kalben onlardan sıyrılmakla, isabetli  davrandığını bilmektedir. Artık kabirde yalnız kaldığı zaman üzülmeyecektir, çünkü daha şimdiden, buna hazırdır.             Dünyanın zaten vefasız olduğunu anlamıştır. İnsan sadece Allah’ına bağlanmalıdır. Geri kalanın hepsi boştur. Dünyada yaşarken, ölmeden önce ölmüş gibi yaşamakla, öldükten sonrası için hazır olacaktır. Ömrünü bağladığı her şeyin ölüm ile kendisini terk edeceğini ve gerçek hayatta bunların hiç birinden fayda olmayacağını, hatta zararı olacağını bilmektedir. Dünya ile bu derece sevgili olduktan sonra, dünyası rezil ve zelil olacaktır. Kârı da sadece yorgunluk olacaktır. Böyle devam etmiş olsaydı, Allah ehli yanında değeri de olmayacak, ahiretini de kaybetmiş olacaktı.

İşte bu fikirler ile, dünyadan sıyrılmaya başlamıştır. Ölmeden önce, kendisine bu sıyrılma imkânını veren Rabbine şükreder. Allah’ın kimseye zulmetmeyeceği bilinci içinde, ancak insanın kendine zulmedeceğini bilir.

Uzun emelde insanların dereceleri:

Uzun emeli olanın, ameli az olur. Ameli çok olanın ise, uzun emeli olmaz.

“Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister”     Bakara/96

İnsanlar, dünyada kalma hususunda birbirinden farklıdırlar. Bir kısmı hiç ölmeden dünyada kalmayı arzu eder. Bir kısmı bin yıl, bir kısmı yüz yıl, bir kısmı yirmi-otuz yıllık nafaka toplama telâşındadır. Bir kısmı bir yıllık topladıktan sonra, amele yönelir. Bir kısmı da bir aylık toplar. Bir kısmı önünde bir gün kalmış gibi davranır. Bir kısmı ise içinde bulunduğu saatten ilerisini düşünmez. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.): “Ey Abdullah, sabahladığın vakit akşama çıkacağını; akşamladığın vakit de sabaha çıkacağını düşünme” buyurmuştur.

Ömür bir fırsat ve ganimettir. Bunu bilen acele amele yönelir. Dünyaya rağbeti arttıran azdırıcı zenginlikten, unutturucu yoksulluktan, ifsad edici hastalıktan Allah’a sığınırız.

 

Amele koşmak ve ameli geriye bırakmak:

“Beş şeyden önce beş şeyi fırsat ve ganimet bil: İhtiyarlık gelmeden gençliğini, hastalık gelmeden sağlığını, yoksulluk gelmeden zenginliğini, meşguliyet gelmeden rahatlığını ve ölüm gelmeden hayatını ganimet bil”

İbn Ebi’d-Dünya

“Gerçek surette ölüm size gelecek; ya saadetle veya şekavetle sizi yakalayacaktır”                   İbn Ebi’d-Dünya

 

“Ben bir korkutucuyum. Ölüm sizi yakalayacak, varacağınız yer de kıyamettir”                         İbn Ebi’d-Dünya

“Bu günkü güne nispetle akşama ne kadar vakit kaldı ise, dünya gününe nispetle kıyamete de o kadar vakit kalmıştır”                                                       İbn Ebi’d-Dünya

Hz. Peygamber(s.a.v.): “Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun kalbini İslâm’a açar” En-âm/125. âyetini okuduktan sonra; “İman  göğse girdiği vakit, göğüs genişler” buyurmuştur. Bunun belirtisinin olup olmadığını soranlara da: “Evet, vardır. Aldatıcı dünyadan uzaklaşmak, ebedi olan ahirete yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır” buyurmuştur.

“Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan, O’dur” Mülk/2.âyetinin tefsirinde, müfessirler, “hanginiz daha çok ölümü anar, hanginiz daha çok ona hazırlanır, hanginiz daha çok ondan korkar?” demektir, demişlerdir.

“İçinizden öne geçmek veya geri kalmak isteyen kimseye, insanoğlunu uyarıcı olarak anlatılan Cehennem, büyük olaylardan biridir”                                Müddessir/35-37

“Biz onların günlerini saydıkça sayıyoruz”

Meryem/84

“Kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz. Allah’ın buyruğu gelene kadar dinde şüpheye düştünüz. Sizi kuruntular( uzak emeller) aldattı; sizi şeytanlar Allah’a karşı da ayarttı”                                                                  Hadid/14

Bütün bu âyet ve hadislerden anlıyoruz ki, ecel gelmeden, geleceğini düşünelim. Dünya azıklanma yeri olduğuna göre, azığı temin etmede acele edelim. Tevbelerimizi bir an önce yapalım. Ömrümüz vardır sanarak, ilerideki bir tarihe geciktirmeyelim. Umulmadık bir anda ve günahın tam içinde iken ölümle karşılaşabiliriz. Hep o anın var olduğunu düşünerek yaşayalım. Bize yapılan tavsiyeler böyledir. Bazılarının söylediği gibi, şimdiden ahireti yaşamak, dünya neşesini kalbimizden alıyorsa da alsın. Burada da kuvvetli olalım. Zira her can ölümü tadacaktır. Ve O’ndan geldik, yine O’na gideceğiz, âyetleri vardır.