Yazar arşivleri: emre

Zekât verilmesi caiz olmayanlar:

  • Zekât verilmesi caiz olmayanlar:

 

-Fakir olup, çalışacak gücü olana verilmemelidir. Böylece bu kişiler tembelliğe alıştırılmamış olunur.

-Zekât parası ile ölünün kefeni alınmaz, ölünün borcu ödenmez. Bunları yapmaya ihtiyaç varsa sadaka ile olur.

-Zekât parası ile cami, hac ve cihad yapılmaz.

-Zengine, zenginin kölesine, zenginin küçük oğluna zekât verilmez .

-Anaya, babaya, dedelere, nenelere, kendi çocuklarına, torunlarına,  verilmez.

-Eşler birbirine veremez.

 

Zekât ile ilgili Hadis-i Şerifler:

  • Zekât ile ilgili Hadis-i Şerifler:

“İnsanı Cennet’e götürecek ameller: Allah’a ibadet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, farz olan namazı kılıp, farz olan zekâtı vermek ve Ramazan orucunu tutmaktır”                                              Ebû Hureyre

Ebû Hureyre’den naklolur ki; “zekâtını vermeyen kimseye kıyamet günü Resulullah(s.a.v.) şefaat etmez. Ve:“Sakın sizden biriniz kıyamet gününde imdat Ya Muhammed! diye gelmesin. Ben ona Allah’ın yanında bir şey yapamam; sana dünyada iken Allah’ın emirlerini tebliğ etmiştim”

Tevbe sûresi/34,35.âyetlerle: “Zekâtı vermeyenlere şiddetli bir azap vardır”

“Zekâtı verilmeyen mal kıyamet günü dile gelip, konuşacaktır”                                                                Buhari

“Zekât helâl maldan verilir”                                 Buhari

“Zekât ancak Kuran-ı Kerim’de belirtilen yerlere harcanır”                                                                   Tırmizi

“Zekât toplama işini hakkıyla yerine getiren, evine dönünceye kadar Allah yolunda savaşan kimse gibidir                                                 tirmizi

“Zekât memuru yanınıza geldiği zaman, yanınızdan memnun ayrılsın”                                                Müslim

“Zekâtı verilmemesi gereken yere veren kimse, sanki zekât vermemiş gibidir”

“Zekât, Muhammedi’in Âl’ine yaraşmaz. Çünkü o insanların kirlerinin temizlenmesi için verilir”   Müslim

“Bu hurma zekâttan olmasaydı, onu yerdim”   Müslim

 

Zekât vermenin zahiri ve Batıni edepler

  • Zekât vermenin zahiri ve Batıni edepleri

Zekât vermenin zahiri şartları(edepleri):

1)Niyet: İçinden yapılır. Yakını olan çocuğun veya delinin malından zekât verecek olan, niyeti onlar adına  kendi yapar.

2)Bir sene tamamlanınca, hemen uzatmadan zekâtı vermek gerekir. Geciktirenler günahkâr olur. Malının tamamı kaybolursa, İmam-ı Âzam’a göre zekât borcu düşer.

3)İmam-ı Şafii’ye göre zekâtı bedel olarak değil, aynen ödemelidir. Altının zekâtı altın olarak verilmelidir. İmam-ıÂzam’a göre bedelen verilmesine de müsaade vardır.

4)Zekâtı bulunduğu beldenin dışına çıkarmadan, bulunduğu beldede vermelidir. Bu; hem çevresindeki insanların  zekâtı verip vermediği ile ilgili şüpheye düşmemesi için ve hem de kendi beldesindeki yoksul insanları kalkındırması içindir. Öyle ya her zengin kendi bölgesinin hakkını vermekle, orta kararda bir düzen sağlamış olmaz mı? Kendi bölgesindeki kendi yakınlarına ve yabancılara verilebilir. Ama ihtiyaçlı olduğunu bildiği bir akrabası uzakta oturuyorsa, ona da göndermesi iyi olur.

 

Zekât vermenin Batıni şartları(edepleri):

 1.Edep:

Zekât ve sadakalar mali ibadetlerdir. Bunun manâsını anlamak için, malını ve parasını vererek Allah’a yakîn olmanın alâkasını keşfetmek lâzımdır.

Birinci manâ : Tevhid ile ilgilidir. Şehadet kelimesini telâffuz, tevhide yöneliş ve tek Allah’a inanmak manasındadır.

Tevbe/111.âyette: “ Şüphesiz Allah-ü Tealâ, Cennet karşılığı olarak, Mü’minlerden mal ve canlarını satın alır” buyrulmaktadır. İnsanlar ise, mal ve servetlerine düşkünlerdir. Bunun sebebi dünya sevgisidir. Dünyayı seven kişi, ölümü kendi için hiç aklına getirmez. Dünyaya bağlanmanın en önemli sebebi ise, mal ve serveti sevmektir. Bunları korumak, üretmek, kullanmak , saklamak için ölmeyi istemez, hatta ölümden nefret eder. Halbuki ölüm, Yaradanına kavuşmaktır. Bu sebepten, Allah’a yakin olmak arzusu ile, bu şuura ulaşan kişi, severek canını verecektir. Canını vermeden önce, daha ehven olan malını vermek daha kolaydır.

Mallarını Allah yolunda veren insanlar bu bakımdan üç kısımdır: Bir kısmı tevhidlerinde sadakatlerinde durarak, üzerlerine zekâtın gerçekleşmesini beklemeden, kendilerinde bir dirhem bırakmamak üzere bütün varlıklarını Allah yolunda infak etmişlerdir. Bu kişilere belli bir dirheme ne kadar zekât düştüğü sorulduğunda; “avama göre kırkta bir, bize göre hepsidir” demişlerdir. Ebû Bekir(r.a.) servetinin hepsini, Hz. Ömer(r.a.) ise yarısını tasadduk etmişlerdir.

Diğer bir kısmı; derece olarak sadık olanlardan ve kırkta birin üzerinde verenlerden daha aşağıdadırlar. Bu kişiler sadece zekâtlarını vermekle kalmazlar, önlerine çıkan hayır yollarında sarf ederler. Onlar:

“Sevgisi üzerine malı, yakınlarına verir”    Bakara/117

“Onlar rızıklandırdığımızdan infak ederler”   Bakara/3

“Sizi rızıklandırdığımız mallardan infak edin”                                                                         Münafikun/10

âyetlerinin hakikatini anlamışlardır.

Üçüncü kısım ise; en düşük derece olup, sadece zekât farzlarını yerine getirenlerdir. Böyle yapanlarda ahiret sevgisi az, dünya sevgisi galiptir. Bu gibiler hakkında, nerdeyse cimri olacaklardı manasında: “Eğer sizden malınızı istese ve sizi iyice sıkıştırsa, siz cimrilik gösterecektiniz”  Muhammed/ 37. âyeti nazil olmuştur.

İkinci Manâ: Cimrilikten kurtulmaktır. Cimrilik en kötü huylardandır.

“Kim ki nefsinin cimriliğinden korunursa, işte felâh bulanlar ancak bunlardır”                                     Haşr/9

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “Üç şey muhlikattandır (insanı helâke götüren sebeplerdendir): Son derece cimrilik, şehvetin peşinden gitmek ve kendini beğenmek” buyurmuşlardır.

Cimrilik; parayı, malı aşırı sevmektir. Bir şeyden sevgiyi kesmek ise, ondan ayrılmakla mümkündür. Bu manada zekât, sahibini tehlikeli olan cimrilik pisliğinden temizler. Cimri olanlar, zekâtı vermemek üzere, kaçış noktaları ararlar. Eğer imanları galip gelirse, hiç değilse zekâtını verebilir.

Üçüncü manâ: Allah’ın verdiği nimete bir şükürdür. Allah-ü Tealâ’nın kullarının üzerinde bedenlerinde ve mallarında olmak üzere iki türlü nimeti vardır. Beden nimetinin şükrünü, beden ile yapılan ibadetler ile yaparız. Mal nimetinin şükrünü ise, mali ibadet olan zekât ile yaparız.

2.Edep:

          Zekâtı ödeme vaktindedir. Üzerine zekât vermek farz olan kişi, bu emri yerine getirmek için acele etmekle kazanacağı ecri düşünmelidir. Aynı şekilde üzerindeki bu farzı geciktirme ile gireceği günahı düşünmelidir. Böylece kalbinde iyi duygular hakim olup, bu duygularla iyiye  yönelerek hareket ettiğinde, ilk fırsatı ganimet bilmiş olacaktır. Şeytan daima fakirlik ile korkutur. Bu hiç unutulmamalıdır.

3.Edep:

          Zekât ve sadaka verirken gösteriş ve riyadan korunmak için, gizli vermelidir. Bazıları sadakalarını gizli vermede o kadar ileri gitmişlerdir ki, meselâ gözü görmeyen fakir aramışlar  veya fakir uyurken eteğine tutturmuşlardır. Duyulması veya görülmesi arzu edilen verişler, sanki Allah’ın bu iyilikten haberi olmayacakmış gibi, kuldan şahit aramak gibidir. Ya da doğrudan gösteriş için “verdi” desinler diye verişlerdir.

“Eğer sadakaları gizler ve gizlice fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır”                  Bakara/271

“Sadakanın efdali, fakirin gücü nisbetinde, gizlice başka bir fakire verdiği sadakadır”.                        Ebû Zer

“Üç şey iyilik hazinelerindendir. Bunlardan biri de verdiği sadakayı gizlemektir”                         İbn Abbas

“Kulun gizli işlediği amele, Allah-ü Tealâ gizlilik mükâfatını yazar. (Bu amelin aşikâre olandan 70 derece faziletli olduğunu bildiren hadisler vardır). Eğer bu ameli aleni olursa, mükâfatını da aleni ameller meyanına alır. Eğer yaptığını söylerse o vakit ameli riya defterine geçer”

“Allah’ın rahmet gölgesinden başka bir gölge bulunmayacak olan bir günde yedi kimseyi, Allah-ü Tealâ rahmetinde gölgelendirecektir. Bunlardan birisi de sağ elinin verdiği sadakadan, sol elinin haberi olmayacak şekilde gizliliğe dikkat edendir”                 Ebû Hureyre

“Gizli sadaka Allah’ın gazabını söndürür” Ebû Ümame

4.Edep:

              Verişlerin aşikâre olmasının da müstehab olduğu yerler vardır. Bu, etrafta olan diğer kişileri özendirmek veya onlara bu erdemi hatırlatabilmek içindir. Ya da yoksul olan aşikâre istemiş olabilir ki gizlide vermek niyeti ile, isteyen reddedilemez. Kişi kendi nefsinden haberdar ise, riya ve gösteriş yapma korkusu taşımıyorsa, karşısındaki yoksul kendisine ortalıkta el açmışsa verilebilir. Bunu destekleyen âyet de vardır:

“Sadakaları aşikâre verirseniz o ne güzeldir”

Bakara/271

Fakat aşikâre sadaka verişte en büyük mahzur, fakirin gönlüne dokunmaktır. Buna çok ciddi dikkat etmelidir.

5.Edep:

          Verdiğimizi başa kakmak suretiyle karşımızdakine eziyet vererek, sadakalarımızı mahv etmemeliyiz.

“Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet vermek suretiyle heder etmeyin”                                          Bakara/264

Başa kakmanın sebebi, kişinin kendisinin fakire ikram ettiğini sanmasıdır. Halbuki verdiği kendisini temizleyecek ve Cehennem ateşinden koruyacaktır. Bu sebeple kişinin verdiği sadakayı yoksulun kabul etmesi bir ikramdır. Böylece üzerinde vermesi farz olan bir borç kalkmıştır. Yani işin hakikati; fakirin zengine değil, zenginin fakire minnet duymasıdır. Fakir bu Allah’ın hakkını kabul etmek üzere elini uzattığında, eli Allah’a vekâlet etmektedir. Nitekim:

“Muhakkak ki sadaka, sailin eline geçmeden Allah-ü Tealâ’nın kabza-i kudretine(kudret eline) geçer” buyrulmuştur.

Ayrıca iyi bilinmelidir ki, mal da mülk de Allah-ü Tealâ’nındır. Kendisi, üzerine borç olanı ödemekle temizlenmiş, korunmuş ve cimrilik huyundan kurtulmuş olacaktır.

Eziyet etmek de; sadaka veya  zekât verdiği fakire hakaret etmek, surat asmak, büyüklenmek, teşhir etmektir. Eza nefsin iki halinden olur. Ya servetinin azalması kendisine ağır gelmekte ve bundan hoşlanmamaktadır. Veya kendisi veren el olduğu için, kendini fakirden hayırlı görmekte ve fakiri kendinden düşük görmektedir. Bunlar ise doğrudan cehalet sebebiyle olur. Eğer servetinin azalmasından hoşlanmıyorsa, ahmaktır. Çünkü bir verip, bin almaktan ancak ahmaklar hoşlanmaz. Kendini fakirden hayırlı görmesi ise tam cehalettir. Zira zenginlerin Salihleri, fakirlerden beş yüz sene sonra Cennete girecektir. Hem de, kendisi türlü uğraş içinde çalışıp, fakirin rızkını verdiğinden dolayı, esas kendisi fakire hizmet etmektedir. Onu nasıl hakir görür?

Büyüklerimiz, fakirin incinmemesi için, o nasıl dua ederse, onlar da öyle dua ederek karşılık verirlerdi. Ve fakirin eli aşağıda kalmasın diye, kendi ellerini açıp, parayı avuçlarına koyup; fakirin eli üstte kalarak almasını sağlarlardı.

6.Edep:

          Verenin verdiğini küçümsemesi ve hiçe saymasıdır. Zira verdiğini büyük görürse, kibire düşer ki büyük günahtır. Denilir ki taat küçümsendikçe, Allah katında büyür, kıymetlenir. Günah da büyük sayıldıkça, Allah katında küçülür. Yine bilinir ki hayır nimeti üç şey ile tamamlanır: Küçümsemek, hayır etmede acele etmek, gizlemek.

7.Edep:

          Malın en iyisini, en güzelini, en kıymetlisini, en helâl olanını, en temiz ve en sevimli gelenini vermektir. Zira Allah-ü Tealâ temizdir. Ancak temizi kabul eder.

8.Edep:    

              Zekâtı, mümkün olduğu kadar,  ihtiyacı için kullanan, iyi işler içinde bulunan kimselere vermelidir. Dünyaya meyletmişe nazaran, Allah ehline vermelidir. İlim sahibi olan fakirler tercih edilmelidir. Tevhidinde ve takvasında sadık olana vermelidir. Bu kişiler, verene karşı minnet duymayıp, doğrudan Allah’a şükretmeyle diğerlerinden ayırt edilirler. Kulların içinde şükrün hakikatına ulaşanlar, nimeti Allah’dan bilenlerdir. Sonra halinden şikâyetçi olmayana vermelidir.  Sonra ailesi kalabalık olan ve ayrıca hastalık veya herhangi bir sebeple dışarı çıkıp kazanamayan fakire öncelikle vermelidir. Sonra akraba ve yakınlarından muhtaç olanlara öncelikle vermelidir. Böylece akraba arasında husumet olmamış olur ve kaynaşma sağlanmış olur.

 

Zekât verilmesi icap eden mallar:

  • Zekât verilmesi icap eden mallar:

Zekât helâl maldan verilir. Haram yoldan kazanılan mallar, İslâm’da kişinin kendi malı olarak kabul edilmediği için; bu mallara zekât düşmediği gibi, sadaka ve hayır da yapılamaz. Maaş veya ücret ele geçmeden, zekâtı verilmez. Satış karşılığı alınmış olan bono, hisse senedi ve tahvilin, her sene zekâtı verilir.

Bir kimse bir yetimin velisi veya vasisi ise, o çocuğa günlük bakması zekâttan sayılmaz, zaruridir. Eğer bu çocuğa zekât vermeyi düşünüyorsa, bunu fazladan vermelidir. Meselâ; giydirerek, hediye vererek bunları zekâtından sayabilir.

Eğer birinin helâl ve haram malı varsa ve bunları karıştırmış ise; helâl olanı haram olandan ayıramaz halde ise, haram malının zekâtını da helâl malından verir. Çünkü:

“Kim helâl kazancından bir şeyi(bir hurma değerinde bile olsa) sadaka (veya zekât) olarak verirse, Allah bu sadakayı sağ eli ile kabul eder. O, bu sadakayı dağ gibi oluncaya kadar büyütür” Ebû Hureyre(r.a.) hadisi vardır.

Zekât verilmesi icap eden mallar; 4 Mezhebin de ittifak ile kabul ettiği üzere 4 kalemdir:

1) Bir yıl içinde çoğu zaman, çayırda parasız otlayan hayvanlar.

2) Altın ve gümüş: Altının 12 ayardan fazla olanı, ister para olarak, ister kadın süs eşyası olarak, ister haram olan erkek süs eşyası olarak kullanılsın; yahut ev, kefen, yiyecek almak üzere saklanmış olsun; hepsinin zekâtı verilecektir.

3) Ticaret için alınıp, ticaret için saklanan eşya, altın ve gümüş eşya, kâğıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin zekât malı olur. Biri eğer bir malı ticaret için almış olsa, fakat sonradan vazgeçip kendi kullanmaya niyet etse, ticaret malı olmaktan çıkar. Tarlasından aldığı buğdayı satmaya niyet etse, ticaret malı olmaz. Bu malı sattıktan sonra eline geçeni ticarette kullanmaya niyet etse, ticaret malı olur.Sadece niyet etmek yetmez, ticarete başlamak da lâzımdır.

4) Uşr ve Harac: Uşr, topraktan çıkan mahsulün 1/10’udur. Uşr vermek Kur’an ile emr olunmuştur:

“O çardaklı ve çardaksız Cennet (gibi üzüm) bağ(larını), o meyveleri ve tadları çeşitli hurmaları, mezruatı (ekinleri), zeytinleri, narları, birbirlerine hem benzer hem benzemez bir halde, yaratıp yetiştiren O’dur. Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin. Devşirildiği ve toplandığı gün de hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez”.

En-âm/ 141

İbn-i Abbas (r.a.) bu âyetin uşr ile ilgili olduğunu söylemiştir. Uşr’un miktarı ise, Hadis-i Şerif ile bildirilmiştir:

“Nehir ve yağmur suları ile sulanan arazilerin mahsulünden 1/10; hayvan yardımı ile sulanan arazilerin mahsulünden 1/20 zekât verilir”                 Müslim(r.a.)

Harac ise; 1/5, 1/4, 1/3, 1/2ye kadar olur. Gayri Müslim’in topraktan çıkan malından alınır.

 

ZEKAT

ZEKÂT

Zekât; İslâm’ın beş şartından biri olarak, hemen namazdan sonra söz edilmiş olup, İslâm’ın üçüncü şartıdır. (Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak ve hac yapmak). Kuran’da hemen çoğu âyetlerde namaz ile birlikte söz edilmiştir.

Zekât; temizlenmek, çoğalmak, büyümek gibi mânalar taşımakla birlikte; esas olan açıklaması ise: “Belli bir malın belli bir kısmını, belli yerlere vermek demektir”, şeklindedir. Zekât mal ile yapılan ibadetlerdendir: “Zekât vereni temizler, mallarını bereketlendirir”   Tevbe/103

Zekât, hicretin 2. yılında, Ramazan ayında farz olmuştur. Hicret ile birlikte olan olayları, bu vesile ile şöyle sıralayabiliriz:

Hicretin 1. yılında; ezan emri geldi.

Hicretin 2. yılında; Ramazan ayında oruç tutmak, fitre ve zekât vermek farz oldu. Kıble de bu yılda değişti. Bu yıldaki en önemli olaylardan biri de Bedir Gazasıdır.

Hicretin 3. yılında; Uhud gazası oldu.

Hicretin 4. yılında; Beni Nadr gazası oldu. Alkollü içki haram oldu. Yolculukta iken seferi olma hükmü ile, dört rekâtlı namazların iki rekât kılınması emri geldi. Teyemmüm emri de bu yılda geldi.

Hicretin 5. yılında; Hendek vakası, Beni Kurayza gazası, Beni Mustalık Gazası oldu.

Hicretin 6. yılında; Hudeybiye vakası, Rıdvan Biatı oldu. Hac da bu yıl farz oldu.

Hicretin 7. yılında; Hayber Gazası oldu.

Hicretin 8. yılında; Mu’te Gazası oldu. Mekke alındı, Huneyn Gazası oldu.

Hicretin 9. yılında; Tebük Gazası oldu.

Hicretin 10. yılında; Veda haccı oldu.

Hicretin 11. yılında; Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), hakiki âleme  yürüdü.

Zekâtın farzı; sadece niyet olduğundan, bir tanedir.

             İslâm’ın emirlerinin uygulanmaması durumunda, sert müeyyideler olmadığı halde; zekât vermeyenler için, Kuran’da “…ahireti inkâr eden kâfirlerdir” denmiştir. Yani zekât, titizlikle üzerinde durulması gereken bir ibadettir.

İslâm cehaletin ve fakirliğin düşmanıdır. İlk Kur’an âyeti, “oku” emri ile başlamıştır. Ve İslâm zengin olmayı teşvik eden dindir.

“Allahım! Küfürden ve fakirlikten Sana sığınırım”

Ebû Davud

“Allahım! Fakirliğin fitne ve şerrinden Sana sığınırım”

Ahmed b. Hambel

Bu hadislerde görüldüğü gibi fakirlik ve küfür birlikte zikredilmiş; fakirliğin fitne ve şer sebebi olduğu açıkça bildirilmiştir. Gerçekten fakirlik, birçok hastalıkların ve ahlâksızlıkların kaynağıdır. Aç olan insan namus ve şerefini, din ve diyanetini ne kadar muhafaza etme sabrını ve dayanıklılığını gösterebilir? Bir noktadan sonra artık, sahip olduğu bütün manevi değerlerini ister istemez terk etmek zorunda kalabilir. Bu konu her kes için geçerli olmasa bile, çoğunluk için geçerlidir. Burada önemli olan; fakiri zengin yapmasak da; hiç olmazsa  aç kalmasını, üşümesini, zaruri ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayarak; yaşaması ve ayakta kalabilmesi için gerekli olan desteği vermek; böylece zengine düşman olmadan ve zenginin yakın dostluğu içinde namus ve ırzını, dinini korumasını  sağlayarak fakir olanı toplumda orta halliye yakın bir yaşam seviyesine yaklaştırmaktır.İşte zekâtın asıl gayesi budur.

İnsanlık tarihine baktığımızda, fakirlik ve işsizliğin yaygın olduğu devirlerde, ahlâksızlıkların arttığı ve bunu takiben büyük sosyal yozlaşmaların yerleştiği görülür.

Kuran’da zekât verenlerden söz edilirken, genellikle namaz ile birlikte anılmış ve “namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermek” doğrudan Allah’a ve Ahiret gününe iman etmek ile ilgilendirilmiştir. Gerçekten insan, canı kadar kıymetli olan mal ve servetinden ancak Allah’a ve Ahiret gününe iman etmişse, vazgeçebilir.

 

Zekât vermeyenler hakkında kâfir olma ile ilgili âyet-i kerimeler:

5) Zekât vermeyenler hakkında kâfir olma ile ilgili âyet-i kerimeler:

 Fussilet 7.âyette: “Ki onlar zekât vermezler. Onlar ahireti (inkâr ile), kâfir olanların ta kendileridir”

Yasin 47. âyette: “Onlara: (Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcayın) denilince, o küfredenler iman edenlere şöyle dediler: (Allah’ın dileseydi yedireceği kimseye biz mi yedirecek mişiz? Siz apaçık sapıklıkta bulunanlardan başkaları değilsiniz)”

 

Zekâta tabi olan mallar:

  • Zekâta tabi olan mallar:

 Nisab, yani zekât düşen ölçü üzerinden hesaplamaya göre:

 GÜMÜŞ: Nisabı 200 dirhemdir, yani 200 dirhem gümüşü olana zekât düşer. Daha az olursa düşmez. 200 dirhem, 640 gr. gümüştür. 1/40 nisbetinde verilir ki 16 gr. Eder. yani her 640 gr. gümüş için, 16 gr. gümüş verilmelidir.

“ Beş ukiyden az gümüşe zekât yoktur”            Müslim

(Bir ukiy, 40 dirhemdir. Beş ukiy 200 dirhemdir)

 ALTIN: Nisabı 20 miskaldir. 20 miskal, 96 gr. eder. yani 96 gr. altını olana zekât düşer. 1/40 nisbetinde verileceğine göre; 96 gr. altını olan, 2,4 gr zekâtını verir.

DEVE: Nisabı 5 devedir. Yani 5 devesi olana zekât düşer. 5 devesi olan, 1 koyun zekât verir. 40 devesi olan, 1 deve zekât verir. 120 devesi olan, 3 deve zekât verir.

SIĞIR: Nisabı 30’dur. 30 sığır oluncaya kadar zekât yoktur. 30 sığırı olan, 2 yaşında bir danayı zekât olarak verir.

KOYUN VE KEÇİ: Nisabı 40’tır. Zekât için malın yaşlı ve kart olanı da, en iyisi de tavsiye edilmemiştir. Orta karar olan tavsiye edilmiştir.

ATLAR VE Diğer hayvanlar: Ticaret için bulundurulan attan zekât verilir. Her ticari at için 1 miskal(4,8gr) altın verilir.

TOPRAK MAHSULLERİ: Bunlar buğday, arpa, mısır ve diğer ürünlerdir. Nisabı 1 tondur.

“Beş vesk’ten(1 tondan) az toprak mahsullerinden dolayı zekât gerekmez”     Müslim/Ebû Said el Hudrî(r.a.)

“Nehir ve yağmur sularıyla sulanan arazilerin mahsullerinde 1/10; hayvanların yardımıyla sulanan arazilerin mahsullerinde ise 1/20 zekât verilir”                  Müslim

İmam-ı Âzam Ebû Hanife’ye göre; yerden çıkan bütün mahsuller için zekât verilir. Ebû Hanife’ye göre nisab dolması ve üzerinden 1 yıl geçmesi de gerekmez.

Topraktan çıkan mahsulün 1/10 veya 1/20’si, uşr’dur. Topraktan mahsul alan Gayri Müslim ise bunun verdiği zekâta da harac denir.

Ebû Hanife’ye göre; ister 1/10, ister emekle işlenen topraktan verilen 1/20 zekât; hayvan, tohum, afet, gübre, ilâç ve işçi masrafları düşmeden hesaplanarak verilir. Toprak sahibi çocuk, deli, köle olsa da uşr’u verilir (zekât gibi değil).

Bal, pamuk, çay, tütün, zeytin, üzüm, yaş hurma için uşr verilir.

Zift, petrol ve tuz için uşr yoktur. Ne kadar çok olursa olsun; evin bahçesindeki meyve ve sebzeler için, odun, ot, saman için uşr verilmez.

MEYVELER: Kuru hurma, kuru üzüm ve diğer çeşitler için uşr verilir.

ZİNET EŞYASI: İmam-ı Âzam’a göre zinet eşyasının hepsinden zekât verilir.

MADENLER: Bazı ulemaya göre bu madenlerden altın ve gümüş olmayanlar için zekât yoktur demişlerse de; İmam Âzam ihtiyaten 1/5 inin her ne maden olursa olsun hazineye verilmesi gerektiğini doğru bulmuştur. Eğer maden kişinin kendi evinin bahçesinden çıkmışsa, bir şey vermek icap etmez. Ama dışarıda, kırda, açık arazide bulunan madenler için 1/5’i verilir. Kendi oturmadığı arazisinde çıkan madenler için de 1/5i hazineye verilir.

DEFİNELER: Hazineye 1/5’i verilir.

TİCARET MALLARI: Zekâtı 1/40’tır. Satılmak üzere alınan her şey canlı veya cansız ticaret malıdır. Ticaret malının zekâtı; ticarete başladıktan bir sene sonra hesaplanarak verilir. Eğer bir yıl dolmadan, ticaretten vaz geçse, zekât düşer. Sene içinde çok iyi kâr etse ve senenin sonunda zarar etse, kâr ve zararını hesaplar, eğer kâr elinde kalıyorsa ve bu da nisap miktarına ulaşmışsa, zekât verir. Yok zarar ile kâr baş başa gelmişse, üzerindeki zekât verme sorumluluğu düşer.

İHTİYAÇ EŞYASI: İnsanı yaşamda ayakta tutan, ölümden koruyan şeylerdir. Bunlar: Nafaka (yiyecek ve mutfak eşyası, giyecek, oturulacak ev ve gerekli olan ev eşyası), binek hayvanı veya araba, silâhlar( korunmak üzere ve av için), hizmetkâr, sanat aletleri(sanatını yaparken kullanılan), lüzumlu kitaplardır.

Nafakadan kast edilen kendisinin ve bakması vacip olan ev halkının nafakasıdır. Bunun fazlası ve kitapların fazlası, ticaret niyeti olmadıkça, zekâta katılmaz.

İhtiyaç eşyasını almak için ve ölüm parası olarak ayrılmış olan para; zekât hesaplanırken, nisap miktarına katılır. 1 sene geçtiği halde, bu para nisap miktarından az olmaz ise katılır. ZEKÂT İÇİN İHTİYAÇ EŞYASINA SAHİP OLMAK ŞART DEĞİLDİR!…

 

Zekâtın verileceği yerler:

  • Zekâtın verileceği yerler:

Tevbe sûresi/60. âyette: “Sadakalar, Allah’dan bir farz olarak; ancak fakirlere, miskinlere, (sadaka dağıtmakla) memur olanlara, müellefe-i kuluba(kalpleri İslâma alıştırılmak istenenlere), köle ve esirlere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir” zekâtın verileceği yerler açıkça bildirilmiştir. Bu âyet-i kerimedeki sekiz gurup zekât verilecek olan kimseler, İmam Şafii’ye göre, bu gün de aynen uygulanmakta ve Şafii’ler her guruba zekâtlarını bölerek vermektedirler. İmam Âzam Ebû Hanefi’ye yani Hanefi mezhebine göre ise; zekâtı her guruba bölme şartı yoktur. Yalnız yukarıda sayılan kimseler, zekâtı hak edenlerdir. Bu guruplardan birine dahil olana da, birkaçına dahil olana da zekât verilir. Açıklığa kavuşturmak üzere, âyeti tetkik edecek olursak;

Sadaka: Kelime olarak, kişinin malından sırf Allah’ın hakkı olarak ayırdığını anlarız. Sadaka, Allah’a sadıkane bağlılık anlamını taşır. Tasadduk etmek yani sadaka vermek demek ise; “sadıkane bağlılığını göstermek üzere kendi malından, severek, hoş bir gönül ile vermek” anlamındadır. Eğer kişi,Allah için vermek ister ve çoluğunun, çocuğunun rızkından keserek, bu rızaya ulaşmak isterse günahkâr olur. Bu sebepten dinimiz orta yolu tavsiye etmiş, her veriş için ince ince hesaplar yapmış, böylece ailesinin geçiminden arta kalan için verişleri tayin etmiştir. Sadakalar iki türlüdür: Biri farz olandır ki, zekât denir. Sahip olunan ve zekât verme miktarına ulaşmış olan belli mallardan verilen çeşitli  zekâtlardır. Diğeri tatavvu sadakası denilen nafile olandır ki; buna malın hesabı yapılmadan verilen sadakalar dahildir.

“..Allah’dan bir farz olarak…” âyetin bu bölümü ile, zekâtın farz olduğunu ve bu farz gereği farz olan sadakanın(zekâtın) kimlere verileceğini anlıyoruz.

 1)Fakirler: Kur’an ve Hadis ışığında fakir demek; bir şeyleri olsa da günlük geçiminde zorlanan, nisap miktarına ulaşan malı veya parası olmayan demektir. Bu günün şartlarında, zor geçinen memurlar da fakirlerden kabul edilebilir. “İffetli ve çekingen olduklarından, hallerini bilmeyenler onları zengin sanırlar” Bakara 273. âyette, fakirlerin durumu bildirilmiştir.

“Onların mallarında dilenen ve dilenmeyen yoksullara ait belli bir hak vardır” Me’aric/ 25. âyetinden anladığımız gibi; fakire verilmesi gereken sadakanın veya zekâtın aslında fakire ait olan bir hak olduğunu; zenginin verme ile lutfetmiş olmadığını; fakire ait payın, zenginde beklediğini ve zengin olanın bu borcunu ödemek üzere, fakire vermesi gerektiğini anlıyoruz. Bu hak, Allah-ü Tealâ’nın emri ile sabit olmuş bir hak olarak, doğrudan Allah’ın hakkıdır. Nitekim Hz. Peygamberimiz(s.a.v.): “Ben sadakayı zenginlerinizden alıp, fakirlerinize vermekle emr olundum” buyurmuşlardır.

Böylece fakire verişler, Allah için sadıkane verilir. Ne zenginin  verdiği için fakire minnet ve eza yüklemeye hakkı vardır; ne de fakirin bir zenginden istemeye hakkı vardır. Hatta her fakirin her sadakayı almaya hakkı ve yetkisi yoktur. Bunun içindir ki, fakir zenginde olan hakkını alırken, verilen hakkının temiz mi, kirli mi olduğunu araştırmak durumundadır.

Haşimi oğulları’na zekât verilmez. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) kendi zamanlarında; kendileri ve ailesi için asla zekât ve hatta sadaka kabul etmemişler, ancak hediye olanın az bir kısmını kabul etmişlerdir. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) soyundan olan seyyidlerin zekât alması da, bu gün için haram tutulmuştur. İmam-ı Âzam ise; “Asr-ı Saadette, ganimetin bir bölümü bu kişilere verilirdi, fakat daha sonra bu veriş ihmal edildi. Bu sebepten sonradan gelen Haşimi oğullarına (yani Seyyidlere) sadaka verilebilir” hükmüne vardıysa da; ittifak ile zekât değil, belki sadaka ve hatta hediyenin verilebileceği inancı vardır.

2)Miskinler: Hiçbir şeyi olmayanlardır. “Yersiz, yurtsuz, evsiz, barksız, yoksul ve kimsesizler” Beled/16. âyeti ile tarif edilmişlerdir. Dışardan bakılınca yoksullukları aşikâr fark edilir. Miskinlik fakirlikten daha aşağıda olup, acizlik ve zilleti de ifade eder. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.); miskin için: “İhtiyacı olup, kimseden bir şey istemeyen, hali anlaşılmadığı için de kendisine sadaka verilmeyen kimsedir” (Ebû Hureyre r.a.) buyurmuşlardır.

3)Zekâtı tahsil eden memurlar: Asr-ı Saadette zekâtı toplamak üzere görevlendirilmiş memurlardır. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)’in hiçbir yakını bu işle görevlendirilmemiştir, bu görev Haşimi’lere yasaklanmıştır. Fakat bu kişilere toplanmış olan zekâttan bir ücret verildiği halde, bu işlerine karşılık aldıkları ücrettir. Yani zekât alıyor sayılmazlar. Zekât toplayan, zengin bile olsa bu ücreti alır.

4)Müellefe-i Kulûb: Kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenlerdir. Bunlar, Resullullah(s.a.v.) zamanında zekât almış olan üç guruptur. Bir kısmı; azılı kâfirlerdi ve bunları İslâm tarafında mümkün olduğunca tutmak üzere, Müslümanlara eziyetlerini önlemek üzere yani siyaseten, devletin büyümesini ve İslâm’ın yayılmasını sağlamak üzere ihsan ve yardım yapılmıştır. Bu yardımların ve ihsanın resmi olarak toplanmış olan zekâttan olduğuna dair açık bir rivayet yoktur. “Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz bir şeyin beşte biri muhakkak Allah ve Resûlüne aittir…”  Enfal 41.âyeti hükmünce, bu ihsanların Hz. Resûl (s.a.v.)’in şahsına ait olan ganimetlerden karşılanmış olması muhtemeldir.

Diğer bir kısmı; bazı kabilelerden Müslümanlığı kabul edenlerin, kendi kabilelerinde rahat edebilmeleri için, o kabilenin başkanlarına yapılan ihsanlardı. Böylece bu kabile başkanlarının kendi kabilesinden İslâm’a girenlere eza ve cefa etmeleri önlenmiş, hatta kendilerinin bile İslâm’a girmeleri sağlanmış olurdu.

Üçüncü kısım ise; İslâm’la yeni şereflenmiş, henüz İslâm kimlikleri yerine oturamamış, zayıf imanlı kişilerdi ki; fakir ve muhtaç olmasalar bile, imanları kuvvetlensin diye, özellikle bol ikram ve ihsan görüyorlardı. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.); imanı kuvvetli olana değil, zayıf olana ihsanda bulunmayı tercih etmişlerdir.

Huneyn zaferinden elde edilen ganimetlerden bir kısmını, kalplerini İslâm’a alıştırmak ve ısındırmak için Kureyş’lilere dağıttıklarında, Ensar’dan bir kısmının canı sıkılınca: “Ben, Kureyş’ten henüz küfre yakın olan bazı kimselere ihsanda bulunmak suretiyle, onların kalplerini İslâm’a ısındırmak istiyorum. Allah’a yemin ederim ki; sizlerin Allah’ın elçisi ile evlerinize dönmeniz; onların mallarıyla evlerine dönmelerinden daha hayırlıdır” (Enes b. Malik r.a.) buyurmuşlardır.

Saffan b. Umeyye (r.a.) şöyle demiştir: “ Kendisi en çok nefret ettiğim birisi olmasına rağmen, Hz. Peygamber Huneyn günü bana ihsanda bulunmuş ve bulunmaya da devam etmişti. Öyle ki, O, artık en çok sevdiğim biri oluvermişti”.

Ebû Bekir (r.a.) halifeliği sırasında; müellefe-i kulubdan olan birilerine istekleri üzerine kıraç bir araziyi yazılı bir kâğıtla vermiş, bu verişi Hz. Ömer fesh etmiş ve: “Resulullah sizi İslâm’a ısındırıyordu. Ve o gün Müslüman’ların sayısı azdı. Şimdi ise, Allah Müslümanların sayısını çoğalttı” demiştir. Ebû Bekir(r.a.), Hz.Ömer’in bu kararını doğru bularak, kendi kararından dönmüştür. Bu sebepten bu gün, Hanefi ve Maliki mezhebi bu görüşü benimseyerek, zekât verilenler arasından müellefe-i kulubü çıkartmışlardır.

Özetle ve ihtiyatla şöyle söylemek uygundur: İslâm’ın kuvvetli olduğu yerde ve zamanda çıkartılabilir. Ama gerektiğinde Hz. Peygamber(s.a.v.) gibi davranılmalıdır. Bu verişler de zekâttan değil, sadakadan olmalıdır.

5)Köleler: Köleliğin olduğu zamanlar için geçerli olup, bu madde bu gün için hükümden kalkmıştır. Efendisinden para ile azad olabileceği halde, parası olmadığından azad olamayan kölelere zekât parasından verilerek, bu para ile hürriyetini alması sağlanırdı.

6)Borçlular: Kefaletten dolayı borçlanan kimseye, iflâs ederek fakirliğe düşen kimse fakirlikten kurtuluncaya kadar, bir afetle malı mülkü elinden gidenin, yaşaması için gerekli olan ihtiyaçlarını temin edinceye kadar zekât ile destek verilir. Eğer kişi parasını kötü yolda harcayarak, borçlanmışsa; zekât yardımı tevbe ettikten sonra yapılır. Eğer borçlu olan zengin ise, borcunu zekât ile ödemek olmaz. Ama bu borcu, iki topluluğun arasını bulmak veya bir fitneyi bastırmak üzere yapmışsa, borcu zekât parasından ödenir.

7)Allah yolundakiler: Bu manada cihad, hac ve ilim tahsili için yolculuk edenler kastedilmiştir. Âyette geçen “fi sebilillah” (Allah yolundakiler) kelimesi ile çeşitli zamanlarda çeşitli müfessirler ve alimler; İlâ-yı kelimetullah yani Allah’ın kelimesini yükseltmek yolında olanlar kastedilmiştir, demişlerdir. Bir kısmı nafakası ordu tarafından temin edilemeyen gazilere zengin de olsa, savaş yardımı olarak verilir dediler. “Zengine sadaka helâl olmaz, ancak fi sebilillah(Allah yolundakiler) ve ibni sebil(yol oğlu yani yolcu) veyahut o kimse bunun dışındadır ki; yoksul bir komşusu vardır, kendisine verilen sadakayı o yoksul komşusuna iletmiştir”  sahih hadisi ile bu konuyu anlamış oluyoruz. Buradan çıkan mana ile, cami yaptırmanın veya herhangi bir hayrat yaptırmanın zekât ile bağlantısı yoktur. Vakıflar için yapılan hayırlar da böyledir. Buralara yapılan hayır, zekâttan değil sadakadan olmalıdır.

8)Yolcular: Yolda olan alıştığı diyardan uzakta olup, mahrumiyet içindedir. Yolcunun fakir olduğu biliniyorsa, zekât rahatlıkla verilebilir. Eğer zengin ise, ama malından içinde bulunduğu şartlarda yararlanamıyorsa, memleketine dönmesini sağlayacak kadar verilecek olan para, zekâttan sayılır.

 

Zekâtı kimler verir?

  • Zekâtı kimler verir?

         Peygamberlere zekât farz değildir. Çünkü Peygamberler temiz yaratılmıştır. Zekât kişiyi temizlemek üzere farz kılınmıştır. Kirlenmek ise, Peygamberlere has değildir. Tevbe/ 103. âyette: “ Zekât vereni temizler, mallarını bereketlendirir” buyrulmuştur.

NİSAP: Bir mala zekât farz olması için, Allah’ın kuralları (Şeriat) tarafından tayin edilmiş olan ölçüdür. Bu ölçüye varmayan miktardaki maldan, zekât verilmez.

Hanefi mezhebine göre zekât vermek için;

1)Müslüman olmak,

2)Hür olmak,

3)Aklı yerinde olmak,

4)Ergenlik çağına girmiş olmak gerekir.

Müslüman olmalıdır, çünkü zekât, İslâm’ın şartıdır.

Hür olmalıdır ki, mala sahip olabilsin.

Aklı yerinde olmalıdır ki, mükellef olabilsin. Ancak akıllandıktan sonra mükellef olur.

Ergen olabilen, mükelleftir. Ergen olan, ergenlikle birlikte  zekât verebilir.

Bu şartlara sahip olan kişi,

-Borçlarını ödedikten sonra,

-Zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak olan miktarı da ayırdıktan sonra,

-Ticaret ile(mal) veya doğurma ile(hayvan) artmaya elverişli, nisap miktarına ulaşmış ve;

-Üzerinden de bir yıl geçmiş olan(altın, gümüş, kâğıt para, tahvil, senet gibi) mala sahip ise,

-Yukarıdaki dört şartı da taşıyorsa, zekât vermesi farz olmuş olur.

Şafii mezhebine göre ise; ergenlik şart değildir. Eğer çocuğun veya aklı olmayanın malı varsa, bu maldan da zekât vermek, zekâtın şartlarındandır.

 

Zekâtın farz olması ile ilgili âyet-i kerimeler:

1)Zekâtın farz olması ile ilgili âyet-i kerimeler:

Bakara  43-110.âyetlerde: “…namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin,…” diye emir olarak vardır.

Bakara 267. âyette: “…infakı en güzelinden…” yapmamız emredilmiştir. Bu, sadaka için de geçerlidir.

(İnfak; Allah rızası gözeterek verişlerdir)

Nisa 77.âyette: “…namaz kılın, zekât verin” buyrulur.

 Maide 12.âyette: Allah, İsrailoğullarından söz almış ve “Ben muhakkak sizinle beraberim.Celâlim hakkı için eğer namazı kılar, zekâtı verir, Peygamberlerime inanır, Onlara kuvvetle yardım eder, Allah’a güzel bir ödünç ile ikraz ederseniz, elbette sizden olan kusurları örterim…”buyurmuştur. 13.âyette ise bu anlaşmayı bozdukları için, İsrail oğullarını rahmetinden kovduğunu, kalplerini de kaskatı yaptığını buyurmakta; onların kelimelerin yerlerini değiştirdiğini, nasihat ve ihtar edildikleri şeylerden nasiptar olamadıklarını; içlerinden pek azı müstesna olmak üzere, Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)’in daima onlar tarafından bir hainliğe uğrayacağını bildirip; yine de onların suçuna aldırış etmemesini önermektedir.

Maide 55.âyette: Namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren Mü’minler için, “yariniz,Allah’dır” müjdesi vardır.

A’râf 156.âyette: “…onu (rahmetimi) sakınmakta, zekâtı vermekte bir de âyetlerimize iman etmekte olanlar yok mu? İşte onlara has olmak üzere, tesbit edeceğim” buyrulmuştur.

Tevbe 5.ve11. âyetlerde: “…eğer tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse…” buyrularak, tevbe ile zekâtın alâkası bildirilmiştir.

Tevbe 18. âyette: Mescitleri imar edenlerin; ancak, Allah’a ve Ahiret gününe iman edenler, namazı dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler olduğu belirtilmiştir.

Tevbe 60.âyette: Zekâtın verilebileceği sekiz yer belirtilmiştir.

Enbiya 73.âyette: Diğer Peygamberler’e ve İbrahim a.s.’a da namaz ve zekât emredildiği bildiriliyor.

Hac 78.âyette: “…namaz kılın, zekât verin, Allah’a sarılın…” buyrulmakla; hem emrediliyor, hem de Allah’a yakîn için, bu farzların mutlak olduğu bildirilmiş oluyor.

Neml 3.âyette: “…ki namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler. Onlar ahireti kat’i kanaat edinenlerin de ta kendileridir” buyrulmakla, ahirete iman ve tercih anlaşılmaktadır.

Lukman 4.âyette: “..ki onlar dosdoğru namaz kılanlar, zekâtı verenlerdir. Onlar ahirete yakîn hasıl edenlerin de ta kendileridir”.

Ahzab 33.âyette: Peygamberimiz(s.a.v.)’in hanımlarına da aynı emir buyrulmuştur: “…namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin…”

Fâtır 29.âyette: Gizli ve aşikâr infakın(Allah için harcamanın), ikisinin de(yerine göre) güzel olduğu bildirilmiştir.

Zariyat 19.âyette: “Onların mallarında sâilin ve yoksulun da bir hakkı vardı” buyrulmakla, yoksulun hakkının zengine verilmiş olduğu bildirilmektedir.

Hadid 7.âyette: Kişiye verilmiş olan rızıktan Allah rızası için harcamalarını ve iman edip bu şekilde harcayanlar için, büyük mükâfat olduğunu bildirir.

Mearic 24-25.âyetlerde: “Mallarında sâil(yoksul) ve mahrum için, belli bir hak tanıyanlar” âyeti ve daha sonraki âyetlerde de, böyle hak tanıyanların nasıl mükâfatlandırılacakları belirtiliyor.

Müzzemmil 20.âyette: “…o halde namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğu ile verin…” buyrulmuştur.