Yazar arşivleri: emre

Kahhâr

KAHHAR   (el-Kahhâr)   (16)

Yegâne galip, asla yenilmeyen

 

 Kur’an-ı kerim’de:

 

1) Kahhâr olarak altı defa geçer. Vâhid-ül kahhar olarak geçer.

Yusuf 39/ Ra’d16/ İbrahim 48/ Sâd 65/ Zümer3-4/ Mü’min 16

 

2)Kâhir olarak iki defa geçer:  En’âm  18,61

 

3) Firavun ve adamları kendilerini kâhir olarak, Allah’ın adı ile isimlendirmişlerdir.  A’râf 127

 

Allah en büyük kahredicidir. Düşmanlarını kahreder. Zalimler için kahredici olup, daima mazlumdan yanadır. Zalimlere bu dünyada fırsat verse bile ahirette kahredecektir. Bir kalbe Allah yerleştiği zaman o kalbin sahibinin nefsini kahrederek, nefsin yanlışlıklarına set çekmiş olur. Bu sebeple Kahhar ismi kötü şeylerin kahrı için işlediğinden, yüksek manâlı bir isimdir.

 

            Bu ismin insana yansıması ise biraz zordur. Çünkü insanın kendi iç alemine bakıp, mevcut olan kötü düşünceleri, kabul etmesi, hele ki bunları belli bir terbiyeden geçirme kararı alması zordur. Açık kalplilikle kendindeki eksiklik veya hataları kabul etmek herkese nasip olmaz. Bu sebeple Kahhâr ismi insanda tecelli etmişse, o kişi nefsinin yanlış isteklerini kahreder, ayrıca nefsinin her an kontrolünü yaparak, dolambaçlı yollardan götüreceği dolaylı kötü hedefleri hisseder. Kendini bu kötülüklerden ancak nefsini kahretmek ile korur. Kendi nefsini tam olarak kahretmiş olan kişiler, Allah katında diri gibidirler. Artık ruhun telkini ile hareket etmektedirler. Kahhâr ismi insanda tam olarak tecelli edince, etrafındaki insanların da nefislerinin kahredicisi olur. Yani çevresine ışık olur.

 

Kahhar ismi iki aşamada yansır: Birinci aşama  nefsinin kahredicisi olmak ve ruhunu ihya etmek; ikinci aşama ise nefislerin kahredicisi olmak ve ruhların ihyasına sebep olmaktır. Bunlardan birinci aşama dahi insanlık âlemi için önemli bir yol alıştır.

 

Kahrederek ölüden, diri çıkaran Kahhar

Bir değil, bin can olsun Sana venhar…

Gaffâr

GAFFAR  (el-Gaffâr)    (15)

Daima affeden, tekrarlayan günahları bağışlayan

 

Gaffâr isminin kökü olan gaf kelimesinin lûgat manâsı, örtmektir. Allah bu isimle iyi ve güzel şeyleri ortaya çıkaran ve güzel olmayan şeyleri-meselâ günahlar da böyledir- örtendir. Gaffâr ismi ile Allah, kulunun çirkinliklerini, günahlarını örtmek suretiyle, affediciliğini göstermiş oluyor.

 

Gafûr  ismi Kur’an-ı Kerim’de 91 defa, Gaffâr beş defa, Gafîr iki defa geçmektedir.

 

1) Kök olarak gufrân, mağfiretten türemiş olan Gaffâr kelimesi: Tâhâ 82/Sâd 66/Zümer5/Mü’min 42/Nuh 10. Âyetlerde ayıpları örten (Settar) anlamında geçer.

 

2) Gafîr ismi: Mü’min suresinin bir diğer ismi de Gafîr’dir. Mü’min üçüncü âyette “gâfirü’z-zenb” şeklinde geçer.

 

3)   A’râf 155. Âyette “hayrü’l-gâfirin” şeklinde geçer.

 

4)  Ra’d 6.Âyette  ve Fussilet 43. Âyette “zû-mağfira” şeklinde geçer.

 

5)  Necm 32 . Âyette : “vâsi’u’l-mağfira”  olarak geçer.

 

 

Allah, kulunun birinci örtüsü olan dışı ile içini örtmüştür. Dolayısıyla kulun zâhiri yani dışı,güzel olup içindeki çirkin görünenleri kapamıştır. İnsan içindeki atılacak maddelerle ortada gezinse de sadece dışı fark edilir. Böylece içindekiler gizlenmiş olur. Bir diğer örtüsü insandaki kötü düşüncelere kalbi perde kılmıştır ki, hiçbir insan karşısındakinin kalbinden geçene vâkıf olamaz. Halbuki kalpten geçen kötü fikirlere vâkıf olunsa belki de o kişiyi öldürme derecesine gelinir. Bu insani olmayan düşüncelerin gizlenmesi ile, Allah o kulunun belki de pişman olarak tövbe edeceği zamanı sabırla bekleyerek, o rezil kulunu diğer insanların yanında rezil olmaktan korumuş olur. Esas olan üçüncü örtüsü ise, kullarının günahlarını affederek, iman ile ölenlerde sevapları ile günahlarını örter. İnsanlar bu haldeki kulun rezilliklerine,günahlarına vâkıf olsalar, kendi günahlarını bırakıp,o kişiyi rezil, rüsva etmede yarışırlar. Allah bütün bu günahları affetmeye, örtmeye her an hazırdır.

 

Örtmek, yapılanları unutmak veya önemsememek demektir. İşte Allah kendisi ile ilgili olan günahları eğer kimse şahit tutulmamışsa böylece örtüp affetmeye hazırdır. Belki kulun kendi ile arasındaki bütün günahları için durum böyledir. O kulun bir diğer insana veya mahlûkuna karşı gösterdiği bir anlık merhamet sebebiyle veya o kişinin günahlarını fark ederek kendini en kötü, en zelil görmesi sebebiyle, merhameti coşar da affını kullanır. (Rahmetim gazabımı geçti). Yalnız burada aldanılmaması gereken bir şey vardır ki o da kul haklarının karıştığı günahlardır. Burada Allah yine de kuluna fırsat verir ve sabırla bekler. Burada kul yaptıklarını muhasebe etmeli, kul hakkına girdiği kişilerle helâlleşmeli, hakları iade ederek adaletli davranmalı, nihâyet bütün bunları yerine getirdikten sonra Allah’a yönelerek bir daha yapmamak üzere tövbe etmeli, pişman olmalı ve tekrar aynı günaha dönmemelidir.Bu dünyada iken gasp edilen kul hakları burada gasp edenler tarafından saklansa bile, hakiki hayatta hepsi önümüze gelecektir. Kazandığımız sevaplar ile ,hak sahiplerine bu hakları ödeyeceğiz. İşte şanı yüce olan Allah’ın adaletinde herkes için işleyiş vardır.

 

            Kulun bu isimden alacağı hisse, yani bu ismin kula yansıması ise o kulun başkalarının örtülmesi gereken kusurlarını örtmesi ile olur. “ Her kim bir Mü’minin kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını örter…” Hadis-i Şerif’i bize kusurları örtmeyi, hatta mümkünse görmemeyi ilham etmektedir.

 

Bu ismin az bir tecellisi ile, o kişi daha evvel yapmış olduğu gıybet, intikam, kusur araştırma, karşısındakini yenik düşürmek üzere ilim araştırmak,v.s.,gibi ahlâkındaki kötülükleri fark eder ve tövbe ederek, kıyamet günü kim bilir kendisinin de hangi kusurlarının ortaya çıkarılıp mahcûb olacağını düşünerek, pişmanlıkla Allah’a sığınır. Ve artık bu ahlâkını terk eder. Bir daha asla bu ahlâka dönmez. Biraz daha fazla tecelliye uğradığında; böyle kişiye ait olup, kamuyu ilgilendirmeyen kusurları gördüğünde onu örter. Kıyamet günü bir kusurunun  örtüleceğini bilerek, örter. Kamuya ait zarar vereni görüp, örtmek ve de birilerinin haklarının çiğnendiğine dair hatalara şahit olup örtmek bu konuya dahil değildir. Çünkü burada belki de o kişi bazı menfaatlerini kaybetmeyi göze almış ve hakkı tavsiye etmiş ve hakkı yerden kaldırmış olacaktır. Bazıları bu konuları zayıflıkları sebebiyle kusur örtmek ile karıştırıp, bir de üstelik kendilerinin kusur örten olarak anlaşılmasını sağlayıp, aldanmakta, aldatmakta ve zayıflıklarını böylece örtmektedirler.

 

Bu ismin tam yansımasına uğrayanlar ise, örtecek bir kusur görmezler. Kusuru görüp örtmek güzeldir, lâkin kusuru fark edememek daha güzeldir. Burada kişi iradesini zorlayarak bu hale gelemez. Lâkin insanı bilmek, tanımak, hangi alt noktalara kadar inebileceğini bilmek, belki kendisinin de oralardan daha aşağılara inebileceğini bilmek, her şeyin Allah’ın kudreti dahilinde cereyan ettiğini bilmek, belki kendi o kusuru yapmadığı için, o kişi de yaptığından dolayı, o insanın kendi yanında ne kadar aciz bir durum yaşadığını bilmek ve Allah’ın da acizlerle beraber olması sebebiyle, kendi durumunun belki de kibir olduğunu bilmek… İşte böylece hikmetin yansıması ile, basîret ile, ferasetin işlemesi ile her hal tabii gelerek, mevcut bir kusurun olup olmadığı fark bile edilememiş olur. Nihâyet o kişinin Allah’ ı kendisi değildir ve hesabı soracak olan da kendisi değildir. Bu anlattığım kısım iradesini kullanarak kusur görmemekle ilgilidir. Bir de kusuru fark edememek vardır ki, bu, fark edemeyen için tevhid makamıdır.

 

Bu konuyla ilgili olmak üzere bir beyanım daha olacaktır. O da her Mü’minde Esmâ aynı yansımada olmaz. Olabilir de ama bu ihtimal daha azdır. Bu sebeple bazı güzelliklere sahip olan insanda bütün güzellikler aynı anda beklenmemelidir. Kemalât tüm olarak birinde tebarüz edinceye kadar, bazı konularda kemal vasıfları ve ahlâkı, bazı noktalarda da noksanlık vasıfları ve ahlâkı olacaktır. Bize düşen bu hakikati bilerek insanlardaki güzel tarafları takdir etmektir.

 

“Gaffar” ismini öğreneli,vird edindim dilime affetmeni

Mağfiretin günahları aşınca, korku gitti, ümit doldurdu beni.

Hâlik-Bâri-Musavvir

HÂLİK- BÂRİ-MUSAVVİR

(el-Hâlik, el-Bâri, el-Musavvir) (12,13,14)

 

Hâlik: Yok iken var olan her şeyin önce bir takdirinin yapılmasıdır. Yani plânlanması ve bir mukadderat çerçevesine alınmasıdır.

Bâri: Sonra bu takdire uygun olarak yaratılır.

Musavvir: Bu yaratılışa uygun olarak şekil verilir. Yani Hâlik ismiyle yaratır, Bâri ismiyle düzenler, Musavvir ismi ile şekil verir.

 

Allah’ın bu isimleri ile; kâinatın (güneş sistemimiz de dahil), ruhların ve nefislerin, cinlerin, insanın, aklın, nûrun, kalemin, arşın, Levh’in, ve diğer mahlûkatın yaratılışını âyetler ile biliyoruz.

 

1)  İnsanın yaratılışı ve tasvir edilişi ile ilgili olanlardan bir kaçı şöyledir:

 

“ Ey insanlar! Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet (kulluk) edin. Taa   ki takva sahibi olasınız” Bakara  21

 

“ Döl yataklarında size nasıl dilerse öyle kılık veren O’dur. O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O mutlak galibdir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”  Âl-i İmrân 6

 

“ And olsun sizi evvela yarattık, sonra size sûret verdik….”            A’râf 11

 

“İnsanı bir damla sudan yarattı O.”                                                       Nahl 4

 

“Arkadaşı ona cevap vererek dedi ki: seni önce bir topraktan, sonra da bir damla sudan yaratıp,tekrar seni bir adam seviyesine (kemaline) getiren Allah’ı küfür ile inkâr mı ettin?”                                                                                                                              Kehf 37

 

“ Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine ona döndüreceğiz. Sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.” Tâhâ 55

 

“ Yâdet o günü ki, biz göğü kitapların sahifesini dürüp büker gibi, düreceğiz. İlk yaradışa nasıl başladıksa, üzerimizde bir vaad olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler biziz.”                                                                                                              Enbiyâ 104

 

“ Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz şu muhakkaktır ki, biz  sizi topraktan, sonra insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bir kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık. Size apaçık gösterelim diye sizi dileyeceğimiz  muayyen  bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi çocuk olarak çıkarıyoruz, daha sonra da kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz…..” Hac 5

 

2)   Kâinattaki her şeyin yaratıcısı olduğuna delil olarak:

 

Bakara 29 / En’âm101-102 / A’râf  54 / Yunus 34 / Ra’d16 / Mü’minûn 12-14 /Furkân 2/Fâtır 1-3/Sâffât 150/Sâd 71/Zümer 62/Mü’min 62/Zuhruf 19/Rahmân 14-15

3)    Her şeyin insan için yaratıldığı: Bakara 29

 

4)    İnsan ve cinlerin Allah’ı tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratıldığı: Zâriyât 56

 

5)    Hâlik-u külli şey: Her şeyin yaratıcısı şeklinde:En’âm102/Rad16/Zümer 6,62/Mü’min 62

 

6)    Hâlik-un şeklinde,yaratma işinin kudret ve azametini göstermek üzere:

“ Sizi biz yarattık! Bunu tasdikiniz gerekmez mi?Söyleyin bakalım!Rahimlere döktüğünüz meni nedir? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa gerçekte yaratan biz miyiz?”

Vâkıa 57,59  Tur 35

 

7)      Yaratılışın her an devam ettiği,bir defaya mahsus olmadığı hakkında:

“ Göklerde ve yerde bulunan her şey ve herkes O’ndan ister.O her an yaratma halindedir” Rahmân 29

 

8)      Hallâk ismi ile yaradılışın mükemmel olarak ve devamlı sürdüğünü belirten: Hicr 86/Yâsîn 81

 

9)      Ahsenü’l-Hâlikîn olarak, yani en güzel yaratan manâsında: Mü’minûn 14 ve Sâffât        125

10)    Bazı âyetlerde mahlûka nisbet edilmiş,yalan uydurma manâsında kullanılmıştır: Âl-i İmrân 49/Mâide 110/ Ankebût

 

Kur’anda:        Hâlik ismi, Hâlik olarak sekiz defa tekrarlanmıştır. Allah’ın yaratmasından haber veren 150’ nin üstünde âyet vardır.

Bâri ismi , Bâri olarak Haşr  24.âyette, Bakara 54.âyette geçer.

Musavvir ismi ise, Musavvir olarak Haşr  24.âyette geçer.Diğer kullanılışlarda kelimelerin kökü itibariyle bir alâka var olduğu içindir.

 

Diğer bütün yaratılışlar ile ilgili âyetler Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Fazla teferruata girmemek üzere, merak edenler için özel ilgilenmeye bırakıyoruz.

Anlaşılan odur ki Allah takdir eder, yaratır ve sonra da en güzel ve uygun şekilde şekillendirerek tasvir eder.

 

Bu isimlerin insana yansıması ise; insanda tecelli etmesidir. İnsanlar da ilim ve kudretlerini kullanarak yeni bir şey icat edebilirler. İnsanlara faydalı olan ilâçların icadı, hastalıklara tedavi metotlarının icadı gibi şeyler böyle sayılır. İnsanlarda Musavvir ismi de böylece yansımış olur. İyi ve yararlı şeyleri yapmak, icad etmek, sonra bunları akılda tasavvur etmek, ortaya çıkarmak mümkündür. Bu işlerin yapılabilmesi için insanın aklen ve kalben lüzumsuz olan işlerden sıyrılmış olması, kâinatı incelemesi, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür etmesi, kendi ile yalnız kalmayı ve kendi içinde yolculuk etmeyi başarabilmesi lâzımdır.

 

Ya Hâlik! Ya Bâri! Ya Musavvir!

“ol” emrini idrak etmek güç değil…

Mütekebbir

MÜTEKEBBİR     (el-Mütekebbir)  (11)

Her şeyde ve her işte azamet ve yüceliğini gösteren

Kur’an-ı Kerim’de :

 

1) Allah’ın ismi olarak: Haşr  23

 

2)  İnsanların büyüklük taslama ve kibirlenmesini yermek üzere:

Nahl 29 / Zümer 60 / Mü’min 27,35,76

 

3) Allah’a karşı böbürlenen ilk varlık olarak İblis’in anlatıldığı âyetler:

Bakara 34/ Sâd 75

 

4) İnkâr yoluna sapanların,bu yola kibirleri yüzünden saptıklarının ifade edildiği               âyetler: Neml 14

 

5) Firavun’un büyüklenmesi ile ilgili kullanılmıştır: Mü’min 27 ve35

 

6) Kibriya’nın yalnız Allah’a ait olduğunu bildiren:

“ Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Göklerde ve yerde azamet (kibriya) yalnız O’nundur. O azîzdir, hakîmdir.”                                                                  Câsiye 36-37

 

Bir Kudsi Hadis’de “ İzzet gömleğim, kibriya da elbisemdir.Benden bunları çıkarmaya kalkışanlara azabım haktır.” buyrulmuştur.

 

Kendini büyük görmektir. Bütün mevcudun yaradanı olarak Allah kendini büyük görür ve Kibriya adını da Zât’ına uygun bulur.

 

Mütekebbir isminin kula yansıması : Bir insanda Mütekebbir ismi tecelli edince, dünya isteklerini ve ahiret isteklerini hakir görerek değer vermez ve kalbini sadece Allah’a bağlar. İlk başında yapılması gereken olarak yani zühd yoluyla kazanılan bu hal, zaman içinde tabiileşir. Bu ismin yansıdığı insanlar, ârif olan zahidler olup, halkın kalbine vâkıf olduklarından onların ibtila derecesindeki hırslarını, dünya sevgilerini veya ahiret beklentilerini görerek onları küçük görebilirler ve kibriyayı kendilerinde hissedebilirler.Bu gerçekten  Mütekebbir isminin tecelliyatı ile olur. Burada doğru olanı Allah bilir.Bir de zem edilen kibriya vardır ki, bu insanlar Allah’ın sevmedikleridir. Bunlar paraları, evlatları, malları, ziynetleri , şan ve şöhretleri, makamları ile ve de güzel amelleri, fazla ibadetleri, tesbihleri, zikirleri, umdukları  manevi makamları, rüyaları ve manâları ile kibirlenirler ve halkın büyük bir kısmını hakir görürler. Bu istenmeyen ve günah olan kibirlenmedir. Aradaki fark iyi anlaşılmalıdır.

 

Kibriyanın kibrine hayran olam

Elest Meclisinden aşinan olam

Cebbâr

CEBBÂR   (el- Cebbâr)   (10)

Her durumda mutlak iradesini yürüten, her güçlüğü kolaylaştıran,yerine göre zor kullanarak islâh eden

Kur’an-ı Kerim’de:

 

1) Allah’ın ismi olarak: Haşr 23
2) Kur’an-ı Kerim’de ikisi çoğul kullanılmak üzere(cebbarin), dokuz âyette yerilen      insani sıfat olarak geçer. Bu yerilen sıfatlar, kaba, kibirli, zorba, bencil manâlarında kullanılmıştır. Meselâ: Hud  50/ İbrahim 15/ Meryem 14/ Kasas 19/ Mü’min 35/ Kaf 45
3)  Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Hz. İsa’nın beşeri anlamda, kötü olan bu vasıftan münezzeh olduğu bildirilen:

Kaf 45/ Meryem 32

 

            Allah her işte hükmünü yürütür. Kudreti bunu sağlar. Kimsenin hükmü O’na geçmez, kimse O’nun kudretinden kurtulamaz.

 

 

Cebbar isminin kula yansıması: Bu isim kendisine yansımış olan kul, uyma derecesinden uyulma derecesine yükselmiştir. Derecesinin yüksek oluşunda tektir. Hareketlerinde, tavırlarında ve davranışlarında fevkaladelikleriyle çevresindekileri  kendisine uymaya mecbur eder. Halk O’ndan istifade eder ve O’nu örnek almaya kendini mecbur hisseder. O halktan istifade edemez. O halka tesir eder, fakat halk O’na tesir edemez. O’nu  gören tekrar görmek için şevk duyar. Kimse O’nun derecesine çıkabileceğini ümit etmez.

 

O’nun halk içinde zenginliği yoktur, Allah’la zengindir. Şöhreti yoktur. Ama Allah’ı bilir ve Allah tarafından bilinir. Belki ilmi de yoktur. Marifetullah sebebiyle söyletilir.

 

Hüküm Senin, hüküm Sensin, hakim de

Kulun benim,  hükmedersin acizde…

Azîz

AZÎZ  (el-Azîz)    (9)

Eşi benzeri bulunmayan;değerli,şerefli,güçlü;daima galip olan

Kur’an-ı Kerim’de takribi 90 kadar âyette geçer. Tek başına hiç kullanılmamış olup, ya bir başka isimle birlikte veya Allah’ın izzet sahibi olduğuna dair bir niteleme ile geçer.

1)  Alîm,Hamîd,Rahîm isimleri ile birlikte , Lâfza-i Celâl yerine kullanılmıştır.

Azîzü’l- Alîm, Azîzü’l- Hamîd, Azîzü’r- Rahîm gibi…

En’âm 96/ İbrahim 1/ Şuarâ 217

 

2) Allah, Zât’ını izzet sahibi olarak nitelendirir, Sâffât 180

 

3) Allah’a ait sıfat olarak:

“Kim izzet ve şeref istiyor idiyse ,bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.”Fâtır 10

 

“ Ey Resûlüm! İnkârcıların sözleri sakın seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük Allah’a aittir.” Yunus  65

 

4) İzzetin Allah’a, Peygamberimiz’e ve mü’minlere ait olduğuna dair:            “Asıl üstünlük (izzet) Allah’ın, Peygamberinin, ve Mü’minlerindir.” Münafikûn 8

 

5) Firavun’un  kibir ve benliğini belirtmek üzere,yine izzet kullanılmıştır,lâkin çirkin bir sıfat olarak işaret edilmiştir;

“ Böylesine (Allah’dan kork!) denilince, benlik ve gurur-izzet- kendisini günaha sevkeder.” Bakara 206

“Öğüt veren Kur’an’a yemin ederim ki küfredenler, iddialarının aksine,bir gurur-izzet- ve tefrika içindedirler.”                                                               Sâd  1,2

 

6) Allah’ ın, suçluların cezasının büyük olacağına dair mutlak güç sahibi olduğunu bildiren âyetler: Âl-i İmrân 4/ Mâide 95/ İbrahim 47 / Zümer 37

“ Azîzün zü’ntikam”  intikamın aziz oluşu manâsındadır.

 

7) Azîz ismi ekseri bir başka isimle birlikte kullanılıp, diğer ismin manâsını,Azîz ismi ile birlikte kuvvetlendirmek, birbirini doğrulamak üzere kullanılmıştır:

Azîzü’l- Hakîm, Azîzü’l- Alîm, Azîzü’l- Hamîd, Azîzü’l- Kavî, Azîzü’l-Muktedir, Azîzü’r- Rahîm, Azîzü’l- Gafûr, Azîzü’l- Vehhâb  gibi…

            Emsali az bulunan, kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan, ulaşılması güç olan, bu üç manâyı kendisinde toplayan, Azîzdir. Bu ise Allah-u Teâlâ’dır.

 

Emsali az bulunandır: Zira Allah emsal bakımından tektir. Fiileri, isimleri, sıfatları, Zât’ı bakımından tektir. Allah’ı hakkıyla ancak yine Allah bilir sözü emsalinin olmadığına delildir. Emsalinin olmayışı sebebiyle Allah’ı bilmek, hakkıyla tanımak çok zordur. İnsanlar isimlerin kemali ile isimleriyle; sıfatlarının kemaliyle sıfatlarıyla, Allah’ı bilseler bile, Zât’ı ile bilmek müşküldür.

 

Kendisine şiddetle ihtiyaç duyulandır: Zira insanlar Allah’a her zaman ihtiyaç duyarlar. Dünya hayatında , sıkıntılı anlarda kalp medet isteyeceği yeri bilir.Belâlarda, musibetlerde ve çaresiz durumlarda Allah’dan yardım istenir. İnsanın imanı olmasa bile hiçbir şey ile çözülemeyen sıkıntılarda mecburen Allah’a sığınılır. Ahiret için de O’na şiddetle ihtiyaç vardır.Allah’ın dünya ve ahiret için bol olarak sebil ettiği merhameti(rahmeti) sığınma sebebidir.

 

Ulaşma güçlüğü:  O merhametlilerin en merhametlisi olup, insanları kendine çağırırken bir yandan da insanların kolayca  ulaşamayacağı şekilde Zât’ını  perdeler. Azizliği sebebiyle bahâsının bilinmesini ister. İnsanların kıymet verdikleri her şeyden daha kıymetli ve tercih edilebilir olduğunu belirtmek için binlerce perde ile bâtınını gizlemiştir.

 

Aziz isminin insana yansıması: Bu ismin yansıdığı kişiler bu üç özelliği taşır. Emsali zor bulunûr çünkü, kalplerinde dünyayla ilgili bir istek ve ahiret ile ilgili bir beklenti kalmamıştır ve kendi varlıkları Aziz olan Allah’ın varlığında yok olduğu için  kendisiz kalmış, diğer yaratılmışlara hakkıyla yönelmişlerdir.

 

Kendilerine duyulan ihtiyaç şiddetlidir çünkü, her devirde aldanmadan Allah’a giden ve aldatmadan götürenler pek az olmuştur. Bu sebeple böyle bir yol göstericiye ihtiyaç elbette fazladır. Bu kişiler insanların dünyevi sıkıntılarını giderip, ilmî sorularına cevap olmakla kalmazlar, ahirete ait kazanç yollarını ve bu yollardaki  hakikatleri apaçık bildirirler.

 

Ulaşılması zordur çünkü, kendilerini şöhrete götürecek yolları kaparlar, insanlardan kaçarlar. Kendilerini belli etmezler. Bilirler ki Allah ihtiyaç sahibini bir şekilde kendisine gönderecektir. Hatta insanları zorla düzeltmeye kalkmazlar. Sadece ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamakla yetinirler.

 

Azîz isminin tam olarak yansıması kutbiyyet makamıdır. Dereceli yansımaları ise inanan herkes için mümkündür.

 

Zât’ını Aziz kıldın, emsalin hiç bulunmaz

Sana ihtiyaç duyan, başka şeye duyamaz

Müheymin

MÜHEYMİN   (el-Müheymin) (8)

Kâinatın bütün işlerini düzenleyen,gözetip,yöneten; insanları daima murâkabe eden manâlarını taşır.

 

Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçer:

 

1) Haşr 23.âyet’te Allah’ın ismi olarak,

 

2) Mâide  48.âyette ise, daha evvel gönderilen semavi kitapları genel esaslar bakımından tasdik etme ve bu kitapların da aynı ilâhi kaynaktan olduklarına şahid olma bakımından kullanılmıştır.

 

Allah’ın, yarattığı bütün mahlûkatına muttali olması, istilâ etmesi ve hıfz etmesidir. Muttali olmak amelleri, rızıkları ve ecelleriyle mahlukatına hakim oluşudur. Bu hakimiyet Allah’ın ilmi ile olur. İstilâ etmek, Allah’ın kudreti ile olur ve mahlukatın hepsi için hatta aynı anda mümkündür. Hıfz etme ise koruma, muhafaza etme manâsınadır.

Bu  özellikleri sebebi ile, eş-Şehîd, er-Rakîb, el-Hafîz isimlerindeki manâyı da içinde taşır.

Bu isim kullara yansır. Hatta bütün kullara yansır. İnsanda Müheymin isminin tecellisi ile en alt kademede olmak üzere kişinin kendisi ile ilgili kalbine sahip olması, kalbindeki hakikati bilmesi ve koruması şeklindedir. Bunun biraz daha kuvvetli yansıması diğer insanların iç alemlerine vâkıf olarak onların doğru yolda devam etmelerine göz kulak olmakla olur. Bu Müheymin isminin daha kemalli tecellisidir.

 

İnsan-ı Kâmil’de Müheymin ismi kemal ile zuhur etmiştir. Hem kalplere vâkıftır (muttalidir), hem o kalblerde yer alır (istilâ eder) ve hem de kalbde mevcut olan güzel halin devam etmesini sağlar (hıfz eder).

 

Allah’ın bu ismi ile isimlenmemiş olan kişi kalbinden ve kalbinin hallerinden haberdar bile değildir ki, nereden kalbini korumayı bilsin. Bu sebeple insan bu isimden nasiplendiğinde ilk fayda kendi kalbine olur. Kendi kalbine , yani kendine olur. Sonra kendini aşabilir.

 

Kalbime dolunca, gölgem kayboldu; özüm apaçık zâhir oldu.

Hakikatimle barışık yaşayınca, sebat imanım oldu.

Kalbime doldun, kalplere aktım; özümü gördüm, özlere baktım

Aldanışlara aldanmayıp ta, pazarımda salt hakikat sattım.

Kalpte mekân tutmasan, yaşanan hayal idi.

Böyle bir aldanışla son nefes hüsran idi.

Lûtuf Sensin; aldanmadım,  aldatmadım kamuyu

Sen bildirdin, ben gösterdim doğruyu.

Ya Muheymin! Sensizlik, hiçbir şeyle dolmazmış

Varlığınla var olmak, ebedi var olmakmış.

Mü’min

MÜ’MİN       (el-Mü’min)  (7)

Güvenilen, Vaadinde Güvenilir Olan

Kur’an-ı Kerim’de :

 

1) Allah’ın ismi olarak: Sadece Haşr  23

 

2) Allah’ın insanlara güvence vermesi, emin kılması manâsında: Kureyş 4

 

3)    Kullara ait: Pek çok âyette geçer.

 

            Her türlü emniyet ve emanın sahibi olan Allah’tır. İnsanlara hem dünya ve hem de ahiret için her türlü yardım O’ndan gelir. O halde mutlak Mü’min Allah-ü Teâlâ’dır. Her işte O’na sığınılır. Korkuları kaldırıcı sebepleri yaratan yine O’dur.

İnsanlar zayıf yaratılmış olduklarından dolayı korkuları her zaman olur. Korkular dünyaya ve ahirete ait olabilir. Dünyaya ait olanlar meselâ; sahip olduklarını kaybetmek korkusu olup, parasız kalmaktan, işsiz kalmaktan, evlâdını, gençliğini, güzelliğini kaybetmekten korkmak, alıştığı hayatı devam ettirememekten korkmak, sahip olduğu makamı kaybetmekten korkmak, adını, sanını, şöhretini kaybetmekten korkmak imanâ zarar veren korkulardır. Burada kişi yapıştığı sebebi ilâh edinmiştir. İmanını tekrar kontrol etmesi gerekir.

“ La ilâhe illallah benim kalemdir. Kim ki benim kaleme sığınırsa, azabımdan emin olur…”

Burada “La ilâhe illallah” kelime-i tevhid olup, Allah’dan başka ilâh yoktur demektir. Bu söylem hayata geçmek durumundadır. Eğer insan hem Allah’dan başka ilâhım yok diyorsa, hem de yukarıda sayılan sebepleri kaybettiğinde helâk olacak kadar ilâh ediniyorsa, bu sözün samimiyeti şüphelidir.

 

İnsanlar ahiretten de korkarlar. Orada azabım olur mu, Cehennem’e girer miyim,diye korku olur . Bu korku, eğer kişi bir yandan kalbini, lisanını, yani kısaca ahlâkını düzeltme yolunda ise masum bir korkudur. Allah’ın azabından emin olunmadığı için hissedilen bir korkudur. Hatta her insanda  bulunması gereken bir korkudur. Müslümanda yüzde elli umut ve yüzde elli korku bulunması arzu edilendir. Müslüman böylece umut ve korku çizgisinde sağlıklı yol alır.

 

Bir de Allah’ın azametinden korkulur. Âfatlarından, başkalarına muhtaç olmaktan korkulabilir. Bunlar masum korkular olup imanâ zarar vermez. Böylece Allah korkusunun değişik dereceleri vardır. Gaflette olduğunu bilmek veya gaflette olmaktan korkmak da masum korkulardır. İnsanın eksikliğini bilmesi marifettir.

 

            Mü’min isminin insanda tecelliyatı: Bu isim ile şereflenen eman sahibidir. Korkusu olanların cevabıdır ve onlara medetkârdır. Bu isim Selâm isminden daha geniş kapsamlıdır. Bu isim ile isimlenen için korku kalmaz. Hayatı tamamen alt üst olsa da karşılaştığı ile aynı eski hali gibi yaşar. Hayatından eksilenler bu kişiyi üzmez, mahzun etmez. Korku ve telaş kalpte olur. Bu kişilerde kalpte böyle bir şey için hareket olmaz.

 

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler.(Allah’ın) lûtfu inâyetinden, kendilerine verdiği ile hepsi de şâd olarak rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da< Onlara hiçbir korku yoktur.Onlar mahzun da olacak değillerdir>diye müjde vermek isterler.” Âl-i İmrân 169-170.Âyetleri ile müjdelenmişlerdir.

 

Esasen korku, insanın kendine verdiği değer ile alâkalıdır. İnsan kendi var oldukça  elbet korkuları da olacaktır. Kendi dışındakiler, insanlık âlemi var olmuşsa ve kendinin kendine bir değeri kalmamışsa, elbet kendi için var olan istekleri ile birlikte, korkusu da olmayacaktır. Yani insanın Mü’min ismi ile isimlenmesi tevhid denizine dalması ile olur. Zira tevhid ,Allah’dan başka bir şey bırakmayacak, bu arada kendi varlığını da silecektir.

 

 

Yolunda öleyim ölmeden evvel,

Tevhidine dalayım  gelmeden ecel.

Varlığımı sileyim, Mü’min olayım,

Âl-i İmran müjdesini alayım.

Selâm

SELÂM    (es-Selâm)   (6)

Esenlik veren

Selâmette olan ve selâmette kılan manâlarındadır. Kur’an’da 33 yerde geçer.

Kur’an-ı Kerim’de:

 

1)   Allah’ın ismi olarak sadece Haşr  23

 

2) Barış manâsında (selm, silm, selem kökleri ile): Enfâl 61/Muhammed 35/ Bakara 208 /Nisâ 90

 

3)  Kurtardı (selleme) anlamında, Allah’a izafe edilerek: Enfâl 43 ve bu fiilin çeşidi  olarak , Hûd 48 / Enbiyâ 69

 

4) İnsanlara ait kullanmalar,genellikle selâm verme,söz ile esenlik dileme manâsında;

Nisâ 94/ Meryem 47/  Nûr 27/ Ahzâb 56

 

5) Selâm verme Allah’a izafe edildiğinde; esenliği bizzat ve mutlaka gerçekleştirme anlamı taşır: Mâide 16/ Yunus 25/ Hûd 48/ Meryem 15

 

6) Dünyevi başarı ve ahiret kurtuluşu manâlarında: Hicr 45, 46/ Neml 59

 

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) “ Müslüman dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu (zarar görmediği) kişidir.” Buharî 1/9, Müslim İman-4, Ebû Dâvud Cihad Hadis 2481, buyurmuşlardır.

 

Selâm ismi selâmet, islâm, teslim gibi kelimeler ile aynı köktendir. Allah fiilleri ile şer işlerden, sıfatları ile noksanlıklardan, Zât’ı ile de ayıp ve kusurlardan sâlimdir. Yani selâmettedir. Bazı şer gibi görünen işlerin arkasındaki hayrı bilmekteyiz.

 

“…olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o, sizin için hayırlı olur; bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz” Bakara 216

 

Bu âyetten Allah’ın hakikatte hayrı murad ettiğini anlıyoruz.

 

Selâm isminin kula yansıması yani tecellisi iki basamaklıdır. Birincisi kulun kendi halinin içinde selâmette olmasıdır, diğeri ise kulun diğer insanlara zarar vermeyen, selâmette olan kişi olmasıdır. Müslüman elinden, dilinden emin olunan kişidir. Yani hiçbir şartta hiç kimseye bir fenalığı dokunmayacak ve yine hiçbir şartta ve hiç kimseye dili ile sataşmayacak. Bu çok zor ele geçen bir haldir. Kalbi selim sahipleri diye geçen tarifler, kalbinde selâmeti bulmuş olanlardan söz eder. Bu da insanlar hakkında kötü düşünmeden, haset etmeden, kinlenmeden, öfkelenmeden, su-i zanda (kötü zanda) bulunmadan,v.s.yaşayabilenler içindir. Kalbinde selâmet olanda kötü ahlâktan eser olmaz. İşte bu kişiler, elinden dilinden emin olunanlardır. Şerefli Peygamberimiz(s.a.v.) daha vahiy gelmeden, yani peygamberlik ile görevlendirilmeden önce Muhammed-ül Emin diye çağrılırdı.

 

İnsanın gerçek selâmeti de, bu hali kalben ve hayaten yaşaması ile olur. İnsanlarda Selâm ismi kısmen yansımış olabilir. Tam olarak tecelli zordur. İnanmış olanların pek azında tam yansımayı buluruz. Meselâ böyle kişiler, suçlu olsa dahi kendilerine sığınmış olan kişileri ele vermezler. Selâm ismi ile şereflenmiş olanlar, kimse ile iddiaya girmezler, kimse ile alıp verecekleri yoktur, kimseyi alt edip kendileri üste çıkmayı düşünmezler, yanları emindir, kalbleri emindir, kimsenin aleyhinde bir şey düşünmeyi bilmezler. Onların yanına gelen kalbin bu halini hisseder de kötü niyetli olsa niyeti değişir. Allah’ı hatırlar. Ana yurduna kavuşmuş gibi olur. Yanında dünya işleri aklına gelmez. Sanki orada bir ömür geçirecek gibi, dünya ile ilgili her şey önemini kaybeder. Selâm ismi kalbin temizlenmesi ile yakından ilgilidir. Bu sebepten özel kalp tasfiye metotları ile çalışmak lazımdır. Kalb-i selim sahibi kişiler, kalpleri selâmete ulaşmış olanlardır. Selâmete ermenin ilk adımı bu ahlâkı içine yerleştirme gayretini göstermektir. İkinci adımı ise hakikati olup, bu ahlâkı yaşamaktır.

 

Kalbimi selâmete erdir Ya Selâm,

Dilimden çıkmasın eza verici kelâm.

Halkı elimden, dilimden emin kıl

Niyet ettim, geleceğim vesselâm…

Kuddûs

KUDDÛS   (EL-Kuddûs)    (5)

Her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzak,tüm kemal sıfatları ile donanmış

 Kur’an’ı Kerim’de :

 

1)Meleklerin Allah’ı tesbih etmesi ve takdis etmesi manâsında: Bakara /30

 

2)Rûhu’l Kudüs,yani Cebrail manâsında:Bakara 87,253/ Mâide 110/ Nahl102

 

3)Aynı kökten gelen Mukaddes manâsında;Tâhâ 12/Nâziat 16/ Mâide 21

 

4)Allah’ın nitelenmesi olarak,el-Kuddüs vasfı ise Haşr 23/ Cum’a 1

Yani Kur’an’da Allah’ın ismi olarak iki yerde geçer. Allah; tasavvur edilen, hissedilen, düşünülen, sanılan her türlü vasıftan münezzehtir (yani uzaktır). Daha önemlisi insanların kemal sıfatları sandıkları sıfatlardan da münezzehtir. Kemalât yani güzelleşme ve mükemmel olmaya gidiş, kul için vardır. Allah’ın kemali yoktur. Allah kul için mümkün olan noksanlık sıfatlarından (cehalet, körlük, sağırlık, dilsizlik, acziyet…gibi) ve de yine kul için mümkün olan kemal sıfatlarından (ilimlenme, iradelenme, görmede derinleşme, daha gelişkin konuşma…gibi) münezzehtir.

Bu isimden kula düşen nisbet şöyledir: Bu ismin tecellisine uğrayan kimse Allah’dan başka hiçbir şeyi murad etmez. Kuddüs ismi kutsal, aziz manâsına gelir. Ve bir insan için Kuddüs isminden pay almak ,bu ismin tecelliyatına uğramak demek ; insanın önce kemal sıfatları ile donanması demektir. Kulun kuddüs oluşu yani bu ismin yansıması ilmini ve iradesini tenzih etmesi ile olur. İlmin tenzihinden murad edilen, duyularla bilinen ve hayallerin karıştığı ilimden sıyrılmaktır. Bu marifetullahtır. Marifetullah’da kalbî biliş vardır. İradenin tenzihinden murad edilen ise, ne zahiri duyular vasıtasıyla, ne de kalp ile nail olunan zevklere iltifat etmeyip; iradesini Allah’ın iradesine bırakmaktır. Böylece cüz’i irade ile hareket etmekten kurtulup, yani artık gayretten sıyrılıp, sadece iyiliğe yönlendiren külli iradenin hükmüne kendini bırakmaktır. Bu asla kolay olmayan bir haldir. Ancak yüksek makamda olan evliyada görülen bir isimlenmedir.Onların kutsallığı nefislerinin kötü tavsiyelerinden iradeleri ile kurtulmuş olmak, bu hali sabitlik içinde devam ettirebilmek, hatta bu yaşam tarzını tabii olarak benimseyip ahlâklı yaşamayı  tabii olarak başarabilmek ile olur.

Bu ismin ahiret inancı ile çok yakın bir ilgisi vardır. Zira ahiretin yani ebedi hayatın olduğuna inanılmasa, bu derece dünya hayatının terk edilmesi mümkün olmazdı. İnsanların çoğu Allah’ın varlığına inanır, lâkin ebedi hayatın varlığına sadece lisanen inanır, kalben inanmak çok zordur. İşte kalbin inanışı Allah’ın verdiği bir sırdır. Kalpte Allah’ın mevcudiyeti ile alâkalıdır. Bu sebeple bu isim ile isimlenen az bir kısma hürmetle bakmalıyız.

 

Bütün isimlerden varsa birer nokta,

Alamazsın Kuddüs’ten bir cüz asla.

Olur ise noktalar bir derya,

Verirler kuddüsten bir hırka.