Kategori arşivi: Adımlar 1.Cilt

Tevbenin Devası ve Günahlarda Israrın Önleme Çareleri

TEVBENİN DEVASI VE  GÜNAHLARDA ISRARIN ÖNLENME ÇARELERİ:

Günaha ısrarın sebebi gaflet ve şehvettir. Gaflet Allah(c.c.)’ı uzak sanmak olup, görmüyor, bilmiyor sanarak o günah işleme anında Allah(c.c.)’sız olmaktır. “Zâni, Mü’min olarak zina etmez” Hadis’inden de bunu anlıyoruz. Gaflet anında kul, Allah(c.c.)’dan çok uzaklardadır. Şehvet ise sadece cinsellik konularında aşırı gitmek olmayıp, her konuda aşırı gitmek anlaşılır. Dünya sevgisi şehvettendir. Her konunun aşırılığı şehvettir. Gafletin zıddı marifetullahtır. Yani Allah(c.c.)’ı tanıma, bilme ilmidir. Hataların başı gaflettir. Şehvetin zıddı ise, arzuları harekete geçiren sebepleri yok etmeye gayret ederken gösterilen sabırdır.

“ İşte gafil olanlar da onların ta kendileridir. Hiç şüphesiz onlar, ahirette de hüsrana uğrayanların ta kendisidir”.                                                                            Nahl/108

Her hastalık zıddı ile tedavi edildiğinden, günahta ısrarın tedavisi de iki ayrı maddeden meydana gelir: Sabır ve ilim.

“Hayır hayır, siz çarçabuk geçeni( dünyayı) seversiniz ve ahireti bırakırsınız”                          Kıymet/20,21

 

“ Dünya hayatı hüsrandır, Ahiret ise hem hayırlı, hem bakidir”                                                     A’lâ/13,14

 

“Cennet güçlükler ve zorluklarla, Cehennem ise şehvetlerle kuşatılmıştır”                                     Buhari ve Müslim

Günaha girme sebepleri:

1)Verilecek ceza peşin değildir, görülmez. İnsan beş duyusu ile bildiğine inanır. Sevinci ve üzüntüsü mevcut olan ile olur. Burada kişi Allah(c.c.)’a iman etmiş olduğu halde, O’nun Peygamber’lerine ve Kitaplar’ına tam olarak iman etmemiş gibidir. Çünkü burada bildirilenlerin doğruluğuna inanması, imanı nispetindedir.

2)Günahı teşvik eden sebepler ve şehvetler her an hazırdır. Aynı zamanda insanı kuşatmıştır. Gelecekte vaat edilen ile veya gelecekte karşılaşacağı mahrumiyet ile hareket edene kadar, önünde olanla ilgilenmek daha cazip olur. Gelecekteki zararı göze alarak, o anda karşı koyamadığı nefsani arzusunu yapar. Burada da ahiret gelecek olan olduğu için, ahirete imanı tam değildir.

3)Günah işleyen hiçbir Mü’min tevbeyi düşünmeden edemez. Burada kişi kendisi için ölüm olduğunu düşünmemektedir. Ölümü bilir, ama hep başkaları için yakın, kendisi için uzak görür. Böylece sanki hiç ölmeyecekmiş gibi tevbesini geciktirir. Aslında tevbeyi tehir etmekle birlikte, birgün yapacağını düşünmektedir. Belki bu düşünce içinde olması tevbe etmesine imkân verirse, iman ile gidebilir.

4)Gerçek Mü’min yaptığı isyanı ile, yine de affedilmekten uzak olmadığını bilir. Böylece bu kişi günah işlerken dahi, Allah(c.c.)’ın Fazlına güvenir. Bu da nefsin aldatması olup, cehalet ve ahmaklık sebebiyle ve Allah hakkında ilme sahip olmayıştan dolayı olur.

5)İmanında şüphesi olduğundan günah işleyebilir. Bu, Allah(c.c.)’ın tasdikine ait bir isyan olup, küfürdür. ( Günah karşılığında cezanın var olduğu hakkındaki şüphe. Hattâ Allah(c.c.)’ın Peygamberleri ve mucizeleri hakkında, Âyetler hakkında duyulan şüphe).

Bu sebeplerden kurtulma çareleri, düşünmek, tefekkür etmek, nefsin ahlâkını öğrenmek, nefsin ve şeytanın musallatlığından kurtulma çareleri aramak, Allah ile ünsiyet kurmaya çalışmaktır. Allah(c.c.)’ı hatırlatan Allah dostları ile oturmak, alâka kurmak, nefsini dolayısıyla Rabbini tanımaya çalışmak, sözün kısası bir Kâmil Mürşit’e baş vurmak ve nefsinin sıkıntılı ve kendinin zayıf olduğu zamanlarında destek almaktır.

Şiir – Selam Olsun

SELAM OLSUN

Bağımızdan bir tek tane yiyene

Elem gelmez, gül bahçesi derene

Tek güzelden bin bir çile çekene

Selâm olsun, canı feda edene…

Selâm olsun tevbesini diyene…

                 Ararım, bulamam canı yola koyanı

                 Severim, bu hayalle doyanı

                 Masivayı, muhabbetle tartanı

                 Selâm olsun, yola yolcu katana…

                 Selâm olsun, yolcular kervanına…

Yüzüm aktır, acizliğim bilinir

Hiç riya yok arzularım silinir

İsteğinle, muhabbetim bilenir

Selâm olsun, kapıyı bekleyene…

Selâm olsun, tevbeden dönmeyene…

Sabredemem, muradına koşarken

                 Kahredemem, lûtfun ile coşarken

                 Ferhat gibi dağlar delip, aşarken

                 Selâm olsun, menzili aştırana…

                 Selâm olsun, pişmanlığı duyana…

Şikâyet yok, kendi serkeş hâlimden

Kime desem anlatamam bunu ben

Bin bir ömür uçup, gitse elimden

Selâm olsun, uçurup göçürene…

Selâm olsun, tevbeyi ettirene…

                 Agâh oldum kendi hakikatime

                 Aşinayım tüm âlemin derdine

                 İnsafsızım, acıyamam nefsime

                 Selâm olsun, tevbesiyle gelene…

                 Selâm olsun, tevbesiyle ölene…

Bir yudum su, susuzları kandırır

Bir tatlı söz, acıları dindirir

Yar vefası yüzümüzü güldürür

Selâm olsun, ahde vefa edene…

Selâm olsun, tevbe nasuh edene…

                 Çok söyledim, bunlar sığmaz irfana

                 Tek taleple çıktım,geldim meydana

                 Gönül ettim, rica ettim Sultan’a

                 Selâm olsun, tevbesini yapana…

                 Bu tevbeye bizi şahit tutana…

Dua – Tevbe

DUA:

Yarabbim! Bizi Sana getirecek sebepleri halk etmeni diliyorum. Biz, Seni idrak etmekle kusurdan uzak olamayız. Bundan sonra da hata ve kusurlarımız olacaktır. Ama niyetimizde samimi olarak sana dönme arzusu kuvvetle var.  Sen, bizi bizden iyi bilen Yaradanımız olarak; yaptığımız ve bilmeyerek veya nefsimize yenilerek yapacak olduğumuz günahlarımızı peşinen affet. Biz, Senden gelenler ve Sana dönecekler olarak, Sana dönüşün tadını, huzurunu hissedemesek bile verilen haberlerle bilmekteyiz. Bizi bize bırakmayan, nefsimizle dost olmamıza mani olacak sebepleri diliyoruz. Sen her şeye gücü, kudreti yetensin. Bizler ise acizler güruhuyuz. Her zaman acziyetimizi bilemeyiz. Bildiğimiz zamanlarımızı çoğalt. Bilemediğimiz zamanlarımızı ise rahmet deryanda kaybet.

Bizler dünyanın albenisine kapılıp giderken, çok kıymetli olan Seni unutuverdik. Merhametin ve Azametinle görmeyiver, affediver Rabbim. Sonunda biliyoruz ki bütün dönüşler Sana’dır. Yaratmış olduğun her şey, esasen Senin’dir. Hem bizim, hem mülkün sahibisin. Senin verdiğin izin ile kendimizi padişah görmekten, Sen var iken, nefsimizi İlâh edinmekten Sana sığınırız.

Ben mücrim, ben eksik, ben kusurlu bu âlemde ve başka âlemlerde gidecek yerim mi var? Senden başka nereye sığınılır? Senin has kulların vardır ki biz bilemeyiz. Onların haslığının hatırına bizleri de affet.

Elimizle, dilimizle, gözümüzle, kulağımızla, ayaklarımızla ve en mühimi kalbimizle yaptıklarımızı affet. Bir daha yapmamayı nasip et. Bütün âzalarımızı yaradılış hikmetine uygun kullanmamızı nasip et. Kötü hallerimizle, o en zor olan günde, bulunacağımız yerin zahmet ve meşakkati yanı sıra, Senin azarlamana dayanamayız. Rezil ve mahcup olmaya katlanamayız. Bütün günahlarımızı kendimizin izhar edeceği günde, ya “kulum” demezsen diye, perişanız. Lutfederek, o zor günü kolay geçirmemizi dua ediyoruz. Bağışla, esirge, en mükemmel olarak yarattığın,  Habibin’in hatırı için bu ahir zamanın acizlerini affet, yüzümüze merhametle bak.

Eğer Sen murad etmesen, biz bunları bilemezdik. Eğer Sen dilemesen, bu duayı bile yapamayacak bir gaflet içinde olurduk. Biliyoruz ki her şeyi yapan, yaptıransın.

Sen yarattıklarına zulmetmezsin, biliyoruz. Lâkin biz bize zulmettik. Geldiğimiz yeri unuttuk. Şehvetlerimizi Senin önüne geçirdik. Biliyoruz ki yaşadığımız süre içinde, her türlü imtihanımız asla bitmeyecek. Biz acizler olarak bütün bu imtihanların üstesinden nasıl geliriz? Sonumuzun hüsran olmasından korkuyoruz. İmanı veren Sendin. Son nefesteki zor hâlimizde, iman ile Sana gelmeyi nasip et.

Dünyada yaşarken öğrendik de ayıpları örttük, Sen örtersin diye. Öğrendik de merhamet ettik, Sen edersin diye. Öğrendik de affettik, Sen affedersin diye. Öğrendik de lûtfettik, Lûtfedersin diye. İsyan ettik, sonra tevbe ettik, tevbe edeni seversin diye.

Şimdi biliyoruz ki, Kerem’in sonsuz; Fazl’ın bereketli; İkram’ın  hiçbir şeyle ölçülemez. Kapında serapa günah, hata ve kusur ile bekleyenlerden de vazgeçmezsin.

Kabrimize girince geri dönmek için çok geç olacak. Bizlere ölmeden evvel ölümü yaşat ki, bedenin ölümü ile, acı sona ulaşmayalım. Toprak olmadan önce toprak gibi olalım. Yaşarken yağmur gibi cihanı sulayalım. Susuz kalmışların şiddetle arzu ettikleri su gibi olalım. Senin hepimize dost olduğun  gibi, cihana  dost olalım.

Kalplerimize muhabbetinin tadından koy ki birbirimizi sevelim. Böylece Seni sevme yolunu seçmiş olalım. Seni öyle sevelim, öyle sevelim ki Senden gelen her ne olursa olsun, sevinip, coşalım. Sana itaatten başka bir itaati unutalım. Senin yoluna her neyimiz varsa feda edebilelim. Hiç düşünmeden, tereddüt etmeden.

Affet ki korkularımız kaybolsun. Affet ki ümidimiz artsın. Affet ki kalbimiz sükûnet bulsun. Affet ki ruhumuz hapsinden kurtulsun.

Varlığımızı, Zâtında erit, kaybet. Öyle ki, Senin için, Senin muradın için yok olmanın inanılmayan mucizesini yaşayalım. Böylece varlık günahından, şöhret âfetinden, Cennet özleminden, Cehennem korkusundan kurtulalım. Senin katında rızıklanıp, Senin tevhidini yaşayalım.

Sen vaadinde sâdık olansın. Dualara icabet ederim, diyorsun. Şimdi yaptığımız şu eksik duaya icabetini bekliyoruz. İcabet ettiğini veya edeceğini bilerek, umuyoruz. Bu duaya, başta annemiz, babamız olmak üzere, vermiş olduğun emanetlerini ve tanıdığımız cümle insanları, yaratılmışların en şereflisi olan Habibin yüzü suyu hürmetine dahil etmeni, baş vererek, boyun keserek niyaz ediyoruz. Kabul et, makbul et. Şânı Yüce olan Rabbim…

Sabır

SABIR

Konu ile ilgili Âyet-i Kerimeler:

Bakara: 45,153,155,177      Lûkman: 17

Âl-i İmran: 17,200               Mü’min: 55

Nahl: 126,127                      Kâf: 39

Tâhâ: 130                             Müzzemmil: 10

Enbiyâ: 85                            İnsan: 24

Hacc: 35                                Beled: 17

Kasas: 54,80                         Asr: 3

Ankebut: 59

Sabrın Fazileti

“İçlerinden de sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek rehberler tayin etmiştik”        Secde/ 24

“Rabbinin İsrail oğullarına olan o güzel vaadi, sabrettikleri sebebiyle tam yerine geldi”                  A’raf/ 137

“Muhakkak biz sabredenlerin mükâfatını, yapmakta olduklarının daha güzeli ile vereceğiz”             Neml/96

“İşte bunlara sabrettiklerinden dolayı, mükâfatları iki defa verilecektir”                                            Kasas/54

“Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir”

Zümer/10

“Sabredin,çünkü Allah sabredenlerle beraberdir”                                                                                 Enfâl/46

“Evet, siz sabreder sakınırsanız, bunlar(düşmanlar) ansızın üzerinize gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle imdad edecektir”                                                                                                       Âl-iİmran/ 125

Konuyla ilgili Hadis-i şerifler:

“Sabır imanın yarısıdır”                       İbn Mes’ud (r.a.)

 

“İman, sabır ve cömertliktir”                 Taberani (r.a.)

 

“İman sabırdır”                   Ebû Mansur Deylemî(r.a.)

 

“İmanın belirtisi; genişlikte şükretmek, darlıkta sabretmek, kazaya rıza göstermektir”             Taberani (r.a.)

“Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük hayır vardır”                                                                            Tirmizi(r.a.)

Sabrın Hakikati ve Manası

SABRIN HAKİKATİ VE MANÂSI

Sabır, Allah Yolunda yolculuk edenlerin, mutlaka karşılaştıkları bir konaklama yeridir. Bu konu sadece insanı ilgilendirir. Hayvanlar noksan olduğundan, sabır onlar için düşünülemez. Melekler de kâmil olduklarından, onlar için de düşünülemez.

Sabır; şehvetin arzularına, nefsin hevasına dinin emir ve yasaklarından, Peygamberimiz (s.a.v.)’in tavsiyelerinden, kuvvet alarak dayanmaktır. Bu kuvvet Kiramen Kâtibin Melekleri ile verilir. İbn Mes’ud tarafından bildirilen “Sabır imanın yarısıdır” Hadis-i Şerif’i ile nefsin hevasına ait olan şehvet ve gadap yollarının tıkanması anlaşılır.

Yakîn; insanın kendisine fayda verecek her şeyi yapması, zarar verecek her şeyden uzaklaşması demektir. Fayda verecek her şeyi yapması şükür, zarar verecek her şeyden uzaklaşması da sabırdır. Böylece sabır ile, yakinin yarısı elde edilmiş olur. Yakînden maksat ise imanın hakikatine vasıl olmaktır. Bu bakımdan sabır imanın yarısıdır.

Sabrın Aldığı İsimler

SABREDİLMESİ İCAP EDEN DURUMLARA GÖRE SABRIN ALDIĞI İSİMLER:

“Sıkıntıda, hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr-ü metanet gösterenler, onlar sadık olanlardır ve onlar takvaya erenlerin ta kendileridir”            Bakara/177

Allah-ü Tealâ, aşağıda maddelendireceğimiz bölümlerin hepsini bir araya toplayarak, hepsine sabır adını vermiştir.

1)   Bedenin sabrı: Aşırı çalışma, dövülmek, hastalanmak gibi zorluklara tahammüldür. Bu ya kişinin kendi teşebbüsü ile olur veya dışardan gelene tahammüldür.

2)   Nefsin heva ve arzularına sabır: Esas makbul olan sabırdır. Bu sabır:

–      Mide ve ferc şehvetine karşı olursa İFFET denir.

–      Bir felâkete karşı olursa doğrudan sabır denir.

–      Zenginliğe karşı olursa, yani zenginliği hazmederse ZABT-I NEFS denir. (Aksi olan kibirlenmeye ve böbürlenmeye BATAR denir)

–      Savaşta gösterilen metanete ise ŞECAAT denir. Zıddına korkaklık denir.

–      Hiddetini yenmekte olursa HİLM, VAKAR, TEENNİ denir. Zıddına saldırganlık denir.

–      İçinde bulunulan zamanın müsibetine karşı olursa GÖNÜL GENİŞLİĞİ denir. Aksi gönül darlığıdır.

–      Görüp, duyulanı muhafaza etmeye sabır olursa, SIR TUTMAK denir.

–      Geçim sıkıntısına olursa ZÜHD denir. Aksi hırstır.

Aza sabretmeye olursa KANAAT denir. Zıddı aşırı istektir.

Kuvvet ve Zaaf Bakımından Sabır

KUVVET VE ZAAF BAKIMINDAN SABIR:

1)   Sıddık ve mukarreblerin sabrı: Bu kişiler “Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikamet edenler” dir. Bu kişiler hevalarını tamamen terk edecek kuvvette olanlardır. Daha doğrusu imanlarının kuvveti ile, kuvvetlidirler. Bu kişiler şek ve şüphe olmaksızın iman etmişlerdir. Allah’ın fiil tecelliyatına, isim tecelliyatına muhakkak uğramış olan Nefs-i Mutmain sahipleridir. Fecr Sûresinin son dört âyetinde: “ Ey! Mutmain olan nefsin sahibi! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak, Rabbine dön. İtaat eden kullarımın arasına karış. Cennetime gir” diye hitabedilen zümredir. Sayıları çok değildir.

2)   Gafiller sayıları çok olanlardır. Bu kişiler az bir şey karşılığında, ahiretlerini vererek, dünyayı alanlardır. Nefisleri ve hevaları kuvvetli, imanları zayıftır. Bu kişiler Allah’ın Rahmetinden cehaletleri sebebiyle ümit kesenler ve yine cehaletleri sebebiyle Allah Kerim’dir diyenlerdir. Bu kişileri bulundukları halden döndürmek üzere tevbeye davet edenlere ya “ Artık benim ümidim kalmamıştır” der veya “Allah’ın benim tevbeme ihtiyacı yoktur, O Kerîmdir, affeder” der. Halbuki tevbe etmeye elbette kendisinin ihtiyacı vardır. Ve eğer Allah herkesi affetse, adaleti nerde olacaktı? Bunları düşünemez. Bu sebepten ahmak oldukları hakkında da haber vardır. Hz.Peygamberimiz (s.a.v.): “ Akıllı olan, kendisini hesaba çekip, ölüm sonrası için çalışandır. Ahmak da nefsinin arzularına uyarak, Allah’a ümit bağlayandır” buyurmuştur.

Allah-ü Tealâ, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e, bu gurupta olan gafilleri kast ederek, şöyle buyurmuştur:

“ Onun için sen bizim zikrimize arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir”                                                        Necm/ 29

3)   Akılları ile şehvetleri arasında kalanlar. Bu kişiler, bazen akıllarına uyarak iyi amele yönelirler. Bazen de şehvetleri ile mücadeleyi terk ederek, hayvanlardan aşağı derekeye düşerler.

“Onlar iyi bir ameli, başka bir kötü ile karıştırmışlardır”                                                                         Tevbe/102

Zorluk ve Kolaylık Bakımından Sabır

ZORLUK VE KOLAYLIK BAKIMINDAN SABIR:

1)   Nefse ağır gelen şeylere zor sabredenler. Buna zor sabır (tasabbur) denir. Nefse güç gelişi ile cehd ve gayret ile sabretmeye çalışır. Burada kişi Cennet hakkında kesin bir kanaate sahip olmadığından ve müttakilerden olmaya niyeti olmadığından sabretmekte zorlanır.

2)   Kişi, Allah’a yaklaşıp, sakınması (takvası) arttıkça ve imanı kuvvetlenip, Cennet ve Cehennem hakkındaki kanaati kesinleştikçe sabrı kolaylaşır. Kolay olan sabra, sadece sabır denir. Belki zor olan sabrın adı tahammüldür. Kolay olan, sabırdır.

“ Kim verir ve sakınırsa, o en güzeli (Cennet’i) de tasdik           ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız”        Leyl/5

Sabır, uzun mücadelelerden sonra kolaylaşabilir. Sabırda hoşa gitmeyen bir şeylere sabır vardır. Her işin Allah’dan geldiğini bilmek, o işe kolay sabretmeye sebep olmaz. Ancak yakîn arttıkça, O’ndan gelen her şey tat verdikçe, kahrı ve lutfu bir görmeye başladıktan sonra, sabır kendiliğinden gayretsiz olarak oluşur. Buna rıza denir. İşte sabır, bir müddet sonra, kendiliğinden olur. Rıza da kendi içinde çok makamlar barındırır. Zahitlerin rızası, razı olmanın kıymetini bilerek, kazaya razı olmaya çalışmaktır. Gerçek rıza ise, ancak muhabbetullah ile olur ki sıddıkların derecesidir. Gayret olmaksızın, gelen her şeyden hoşlanarak kabul ve razı oluştur. Yani sabrın son dereceleri, rızanın ilk dereceleri ile birbirine girmiş durum arz eder.

“Allah-ü Tealâ’ya rızan ile ibadet eyle. Buna güç yetiremiyorsan, kerih olan şeylere sabırda da büyük hayır vardır”                                                                         Tirmizi

Elbette rıza, sabırdan üstün bir makamdır. Bu makama çıkmaya ve burada durmaya herkesin gücü yetmez. Büyüklerimizin söylediği, “sabrın sonu selâmettir” sözünün manâsı da böylece anlaşılmış olur. Gerçek selâmet, hiç değilse rıza makamına ulaşmakla elde edilir.

Fakat her yerde sabır göstermek de doğru değildir. Burada da yoldan sapmamak için şeriat ölçüsünü elde tutmak lâzımdır.

-Yasak ve haramlara sabır farzdır.

-Mekruhlara sabır nafiledir.

-Tehlikeli şeylere ve eziyete sabır haramdır.

Kişinin Kurtulamadığı Sabırlar

KİŞİNİN KURTULAMADIĞI SABIRLAR:

1)  Hoşuna giden şeylerin bolluğu  karşısındaki sabır:

“Ey! İman edenler! Sizi ne mallarınız, ne de evlâtlarınız, Allah’ı anmaktan alıkoysun”              Münafikun/9

“Ey!İman edenler! Eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde size hakikaten düşman olanlar da vardır”    Tegabün/14

“Muhakkak mallarınız ve çocuklarınız fitnedir”

Tegabün/15

 

Varlıkta sabır, yoklukta sabırdan daha zordur. Varlık sebebi olan her şey mübah olmasına rağmen, bunlara meşrudur diyerek fazla dalış, nefse azgınlık getirir.

Ariflerden birisi: “Felâket ve müsibetlere her Mü’min sabredebilir. Afiyet ve bolluğa ise ancak sıddıklar sabredebilir” demiştir.

Sehl b. Tusteri ise: “ Afiyete sabır, müsibete sabırdan daha zordur” demiştir.

Ashab-ı Kiram : “ Darlık ve sıkıntılarla karşılaştık. Bunlara karşı sabretmeyi bildik. Şimdi bollukla karşılaştık, buna sabredemiyoruz” demişlerdir.

Afiyet ve bollukta sabretmek için, elinde bol olan imkânlara güvenmemeli, hepsinin emanet olduğunu iyi bilmelidir. Sahip olduklarının bir anda elinden gidebileceğini  düşünmeli, onların kendisine emanet edilme haklarını, muhtaç olanlara vermelidir. Bedeni ile genişlikte ise, bedenini hizmet için kullanmalıdır. Diğer azaları için de durum aynıdır. Bollukta olan sabrın, yine kişinin kendisine dönmesi mümkündür. Elindekiler daralıp, yokluğa düştüğü zaman, emanet olduklarını bildiğinden, onların yokluğu ile kılı kıpırdamaz. Bu sebepten bolluğa sabır, ancak sıddıkların işidir. Yokluğa sabretmek ise, mecburiyetten dolayı sabretmektir.

2)  Hoşuna gitmeyen şeylere sabır:

A)Hoşuna gitmeyen şeyler kendi iradesi ile olanlar: Taat ve Masiyetlerdir.

TAAT(itaat): Kul taatin ağırlığına sabretmek   durumundadır. İnsanın nefsi, taat ve ibadetlere karşıdır. Bunlardan nefret eder. Nefis İlâh olmaktan hoşlanır. Etrafındaki diğer insanlar üzerinde hüküm kurmaktan, onları emri altına almaktan, övülmekten, yüceltilmekten hoşlanır. Halbuki kul olmada, Allah’ın hükmüne girmek, önünde eğilmek, şanını yüce bilmek vardır. Nefis dünyaya ait bir şeydir ve hoşlandıkları da dünya ile ilgilidir. Sahiplenme arzusu, efendilik iddiası, başkalarını küçük görme tabiatı hep bu sebeptendir.

Taatlerin hem farz olanları hem de nafile olanları için sabra ihtiyaç vardır. Taate sabır için üç hale ihtiyaç vardır:

Önce sağlam bir niyette bulunulur. Niyette ihlâs şarttır. Niyette ve taatte riya tehlikesinden korunmalıdır.

“Ameller niyetlere göredir” Hadis’i niyetin önemini anlatır.

“Sabredenler ve Salih amel işleyenler hariç”                                                                                          Hûd/11

Sonra ameller gelir. Amel sırasında, Allah’dan gaflet etmeden, amelin edep ve sünnetlerine riayet ederek, tembelleşmeyerek devam etmek, sabırdandır.

“Amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir ki, onlar sabretmişlerdir”                                                     Ankebut/58

Son hal ise, ameli bitirdikten sonra, amelini riyadan saklamak için sabra olan ihtiyaçtır. İnsanın nefsinde Allah’ın bilmesinden daha önemli olan, kulların bilmesi arzusu vardır. Bu sebepten yaptığı bir iyi ameli illâ ki duyurmak, fark ettirmek arzusu olur. Bundan korunabilmek için, her ne yaptı ise Allah-ü Tealâ’nın bildiğini nefsine hatırlatmalı ve diğerlerinin bilmesi ile bir kazancının olmayacağını düşünmelidir.

“Amellerinizi iptal etmeyiniz”             Muhammed/33

MASİYET(Allah’ın gayrı): İnsanların en muhtaç olduğu sabır, isyana sabırdır. İsyan nefsin arzularına uymak olduğundan, nefsin arzularına uymamak için gösterilen sabır da denir. İnsanın en çok zorlandığı sabır, adet haline gelmiş olan günahlara sabırdır. Adet, nefsin arzularına eklenince, günahı işlemek daha kolay olur. Meselâ yalan, gıybet, riyakârlık, yağcılık, şakacılık ve hakaret için anlatılan hikâyeler gibi… Sohbetlerde bunlarla konuşulur. Alışkanlık haline geldiği için, kimse bunları konuşmakta veya dinlemekte bir sakınca görmez. Meselâ ipek giyen bir erkek eleştirildiği halde, bunları konuşanlara bir şey denilmez. Halbuki gıybetin, zinadan daha ağır olduğuna dair, haber vardır. İşte bunlara sabretmek gerçekten zordur. Bu konuşmalardan kendini alamayanlara, yalnızlık ve uzlet tavsiye edilir. Yalnızlığa sabır, diline hakim olma konusundaki sabırdan daha kolaydır. Böyle günaha girilen toplantılarda, günaha orada bulunan herkes ortak edildiği ve yaygınlaşmasına sebep olunduğu için, günah daha da ağır olacaktır.

B)Karşılaştıkları, kendi iradesinin dışında olanlar: Bunlar kişiye hakaret gibi veya canına sataşmak  gibi durumlardır. Her ne kadar bu olaylar kendi iradesinin dışında gelişse bile, kendi iradesi ile bunları def edebilir. Bu gibi eziyetlere sabır bazen vacip, bazen de fazilet olur. Sahabeden bazıları, eziyetlere sabretmeyen Mü’minlerin imanlarına kıymet vermediklerini söylemişlerdir.

“Onların ezalarına aldırış etme. Allah’a güvenip, dayan”                                                                             Ahzâb/48

“Onlar ne derlerse katlan. Onlardan sızıltısızca ayrıl”

Müzzemmil/10

“And olsun, biliyoruz ki, onların söyleyip durduklarından göğsün cidden daralıyor. Sen hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol”                 Hicr/ 97,98

“Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a eş tanıyanlardan da her halde incitici birçok lâflar işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu hadiselere karşı bir azimdendir”                                                                                                                         Âl-i İmran/186

“Eğer her hangi bir ceza ile mukabele edecek olursanız, ancak size reva görülen ukubetin misillemesiyle ceza yapın. Sabrederseniz, and olsun ki bu, tahammül edenler için elbet daha hayırlıdır”                                 Nahl/ 126

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.):

“Gelmeyene git, vermeyene ver, sana kötülük edeni affet” buyurmuştur.

Eziyet verene sabır, eziyet vermemekten daha önemlidir. Peygamberimiz (s.a.v.)’e Kureyş’ten çok eziyet edilmiştir. Bir bakıma eziyete katlanmak, sünnettir de.

C)   Kişinin ne gelişi ne de gidişi iradesiyle olan şeylerde sabrı: Bunlar müsibet ve felâketlerdir. Kişinin servetinin kaybolması, şiddetli hastalığa düşmesi, aza kaybı, evlâtlarının kaybı gibi büyük acılar, felâketlerdir. Bunlara sabır en yüksek sabırdır. Belâ gibi olanlara sabretmek ancak sıddıkların işidir. Ancak Peygamberlerin güç getireceği bir şeydir.

“Allah’ım, dünya müsibetlerini bana kolaylaştıracak olan yakîni, Senden isterim”                                   Tirmizi

“Sabırla kurtuluşu beklemek, ibadettir”           Tirmizi

“Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak sen bizim gözlerimizdesin”                                                    Tûr/ 48

“Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir”

Zümer/10

“Acıya uğrayıp,kimseye duyurmaman ve şikâyette bulunmaman; Allah’ı tazim ve O’nu hakkıyla bilmendendir”                                                                     Hadis-i Şerif

Davud a.s. “Ya  Rabbi! Senin rızan uğrunda müsibetlere sabreden kederli adamın mükâfatı nedir?” diye sorunca, Allah-ü Tealâ “Ondan asla soymayacağım iman kisvesini ona giydirmemdir” buyurmuştur.

Fuzayl’a sabırdan sorulduğunda, Allah’ın kazasına rızadır, demiştir. “Bu nasıl olur?” dendiğinde ise: “Razı olan kimse, bulunduğu halden daha üstününü istemez” demiştir.

Davud a.s., Süleyman a.s.’a “Mü’minin takvasına üç şey ile delil çekilir. Ulaşamadığı şeye tevekkül, eline geçene rıza ve kaybolana da sabır ile” demiştir.

SABR-I CEMİL: Bir felâkete uğrayanın, o felâkete uğramayanlar gibi bir tutum içinde olmasıdır. İçinden acı duyması, gözünden yaş akması sabrın değerini düşürmez. Nitekim, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), oğlu İbrahim öldüğünde gözlerinde yaşlanma olmuştur. Bu, Allah’ın kalplere yerleştirdiği merhamet sebebiyledir.

Sonuç olarak fakirlik başta olmak üzere müsibet ve felâketleri gizlemek, sabrın kemalindendir.

Sabrın İlacı

SABRIN İLÂCI:

Sabrın ilâcı, ilim ve amelin karışımı iledir. Bu karışım kullanılarak nefsin aşırı istekleri engellenebilir. Bunun için:

–      Az yemek, az içmek.

–      Uzlet

–      Nefsin meylettiğinden meşru olanı, az miktarda ona vermek. Böylece nefsi iyice sıkıştırmadan, belki nefes alacak bir yer bırakarak, nefsin daha beter serkeşliğe düşmesi önlenmiş olur.

Sabrın en zor olan kısmı, kişi uzlete bile çekilse, kalbindeki vesveselerden, hatıralardan kurtulamamasıdır. Bunun da tek çaresi, kalpte Allah sevgisinin yerleşmiş olmasıdır. Hattâ Allah’dan başka bir şeyin kalmamış olması lâzımdır.

Kuran’ı Kerim’de insan için “ne kadar acelecidir” diye geçer. Bu sabırsızlık demek olup, insanın ahlâkındaki tabii olan halidir. Kişi Allah yoluna girince, önce sıkıntılara, müsibetlere sabretmesi gerektiği hakkında bilgilenir. Sonra bunu yaşayarak, hayatına geçirmeye çalışır. İşte tam burada kalbine Allah sevgisinin yerleşmeye başlaması gerekir. Haberler ile bildirilen mükâfatlar ve Ahiret hakkında bilgilenmek bir süre için, sabrı temin edebilir. Ama uzun olan hayatta sabrın devamını sağlamak önemlidir. Sabır devam edecektir ki, rızaya ulaşılabilme imkânı açılsın.

İnsan varlığından kurtulamadığı için sabretmesi de zordur. Zira var oluş, sabra mani olur. İnsan bir yandan nefsinin musallat olan hallerinden kurtulmaya çalışacak, diğer yandan bu hallerden kurtulmayı sabır ile destekleyecektir. Meselâ; dünyaya düşkünlüğünden kurtulmak için, belki tenhaya çekilecek fakat  tenhada oturmaya sabretmeye çalışacaktır. Yine meselâ; riyaset sevgisinden kurtulmaya çalışacak, fakat riyasetten vazgeçmek için mücadele verirken, riyasetsiz yaşamaya sabredecektir. Elbette yaşamanın en kolay yolu, önüne çıkana razı olarak yaşamaktır. Razı olmak ise isteksiz olmayı getirir. Veya isteksizlik(talepsizlik) rızaya yol açacaktır. Bu noktaya gelinceye kadarki kısımlar için zorluk vardır.

Hz.Cüneyt “Mü’min için dünyadan ahirete yolculuk kolay, fakat Hakk’ı sevmek ve halkı terk etmek zordur. Nefsinden ayrılıp Allah’a yönelmek daha zordur. Allah ile beraber olup, nefsinin arzularına dönmemek üzere gösterdiği sabır ise hepsinden zor” demiştir.

Bütün dertlerin devası, işlerin sahibini, bütün isimleri ve sıfatları ile hiç olmazsa ilmen tanımaya bağlıdır. İsimleri ile tanınan Hakk, kalpte bir muhabbet ateşi yanmasını sağlar. İsimlerinden özellikleri öğrenildikçe, O’nu sevmemek, O’na yaklaşma arzusu duymamak mümkün olmaz. İlme’l yakîn denen bu halden sonra, öğrenilen her bilgi hayata geçirilerek, yaşanmaya başlanır. Bu yaşama, giderek alışkanlık haline gelmeye başlar. Böylece belki de bir gün kişi kendini ayn-el yakînden Hakk-el yakîne geçmiş bulabilir. Bu sırada mutlaka bir mürşit desteği icap eder.

Şeyh Şibli ile bir Arif’in konuşmalarından sabrın zorluk dereceleri şöyle tarif edilmiştir:

Allah için sabır: Allah’tan kalbe gelen her şeye sabretmek, rıza göstermektir. Bu, meşakkat ve külfettir.

Allah’da sabır: Kötü huyları atıp, güzel ahlâk ile ahlâklanmak ve ibadet etmek sabrıdır. Bu  konuda  O’ndan yardım dilemektir.

Allah ile sabır: Her şeyden ayrılarak, Allah ile kalmaya sabretmektir. Bu, O’nun imtihanına vefa göstermektir.

Allah’dan sabır: Kulun Allah’a yaklaştıktan sonra, uzaklaştırılmasına sabretmesidir. En zor sabırdır. Bu, cefadır.

Senden sabrın sonu mezmum(kötü), fakat senden başka her şeyden sabır makbuldür.