BAİS ( el- Bâis) (50)
Ölümden sonra dirilten
Kur’an-ı Kerim’de:
1) Allah’ın nesneleri, cins ve türleri yoktan var etmesi: En’am 122 /Lokman 28
2) Kıyamet günü, ölüleri diriltmesi: Nûh 17-18/ Hacc 7 / Yâsîn 78-79/ Kaf 4
3) Yeniden dirilişi haber vermek üzere: Bakara 72-73-259-260. âyetlerde ölmüş ve parçalara ayrılmış canlıların yeniden nasıl diriltildiği, yani Allah’ın kudreti anlatılır.
4) Vâkıa 61’ de: “…ve bilmediğiniz durumlarda da sizi yeniden inşa ederek yaratırız.”
Fâtır 22’ de : Ölüm gibi kabul edilen bilgisizlikten kurtuluş ile yeniden yaratılmış olmak, hayat bulmak söz konusudur. Bu yaratışlar kalplerin diriltilmesidir.
5) İlk yaratılış ve kıyamet günü olan yeniden dirilişi beraber zikreden; Tâhâ 55
Kelime manâsı ölümden sonraki diriliş demektir. Allah mahşer günü mahlûkatının hepsini diriltecektir. İmanın hakikatinde ahiret gününe ve yeniden dirilişe iman, böyledir. Bu diriliş dünyaya ilk gelişteki gibi bir diriliş değildir. Ve ölümden sonraki durum bir yokluk durumu da değildir. Bazıları için ölüm bir kavuşma, bahtiyar olma durumudur. Şöyle ki:
“ Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar Rableri yanında diridirler. Öyle ki Allah’ın lûtfundan kendilerine verdiği şehidlik mertebesi ile, hepsi de mesrûr olarak Cennet nimetleri ile rızıklanırlar. Peşlerinden henüz onlara katılmamış olan şehid kardeşleri hakkında da (O’nlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir)diye müjde vermek isterler .” Âl-i İmrân 169,170
Bazıları için ise bedbaht bir durumdur. Yine bunlar da diridirler. Lâkin Hadis-i Şerif’te buyurulduğu gibi “ Kabir ya Cehennem çukurlarından bir çukur, veya Cennet bahçelerinden bir bahçedir.”
Basîret sahipleri insanın ebediyet için yaratıldığını ve yokluğun olmadığını basîretleri ile, yani bâtıni müşahedeleri ile bilirler. Esas olarak anlatmak istediğimiz, ölüm cesed ile ilgilidir. Ruh asla ölmez, ebedidir.
Ölümden sonraki diriliş, yani ba’s dünyaya ilk gelişteki diriliş gibi değildir,yani insan için pek çok dirilişler vardır:
“ Bilmediğiniz yerde sizi yaratırız.” Vâkıa 61
“ Yemin olsun ki biz insanı çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yaratmışızdır.Sonra onu sarp ve metin bir karargahta bir meni yaptık. Sonra bu meniyi kan pıhtısı haline getirdik. Derken o kan pıhtısını bir lokma et yaptık. O bir lokma eti de kemiklere dönderdik de o kemiklere de et giydirdik. BİLÂHARE ONU BAŞKA YARADILIŞLA İNŞA ETTİK.” Mü’minûn 12,13,14
“Sizi,ondan (topraktan) yarattık. Sizi yine ona döndüreceğiz. (Ba’s zamanında da) sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.” Tâ-hâ 55
“Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda her hangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki biz sizi topraktan, sonra insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bir kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık. Size apaçık gösterelim diye. Sizi dileyeceğimiz muayyen bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, daha sonra da kuvvetinize ermeniz için (büyütüyoruz). Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de (evvelki ) bilgi(sin)den sonra hiçbir şey bilmemek üzere ömrün en fena (devresine)doğru gerisin geri itiliyor. Sen yer(yüzünü)kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman o harekete gelir, kabarır, her güzel çiftten nice nebat bitirir.” Hacc 5
Kabirde geçen süre, kabir hayatı diye adlandırılır. İnanan insanın tekâmülü kabirde devam eder. Lâkin yaşarken olduğu gibi sür’atli olmaz. Kabirdeki diriliş insanın hakikatle karşılaşması demektir. Meselâ biriktirdiği malı, mülkü, parayı bırakıp kabre girmiştir. Senelerce koruduğu, kimseye istifade ettirmediği servetini bırakmış gelmiş ve şu anda işine yaramaz haldedir. Belki de pek çok kulun haklarını gasp ederek sahip olduğu her şeyin hesabı ile uğraşmakta, dışarıdakiler ise, rahatça harcayıp, savurmaktadır. Yaşarken öğrendiklerinin hakikatini hiç düşünmemiş ya da tam olarak inanmamış olduğunu artık anlar. Ama yapacak bir şey kalmamıştır. Her iş zamanında uyarılar ile yapılmalıdır.
“Günahkarların, Rableri huzurunda:(Ey Rabbimiz!Gördük,işittik. Şimdi bizi dünyaya geri çevir de güzel amelde bulunalım. Çünkü kat’i surette inananlarız)diye yalvarır olacakları zaman sen görsen onları.” Secde 12
“O halde, şu gününüze kavuşmayı unuttuğunuza mukabil tadın azabı! Doğrusu biz de sizi unuttuk! Yapmakta ısrar ettiğiniz kötülükler yüzünden tadın o ardı arası kesilmeyen azabı!” Secde 14
Peygamberimiz (s.a.v.) “ Ölmeden evvel ölünüz” demekle bu hakikati, yaşarken görünüz demek istemişlerdir. İnsanlar dünyadaki lûtfedilmiş nimetler ile oyalanırken, Allah’tan uzak kalmışlardır. Ölmeden evvel ölmekten murad edilen nefsin bütün musallatlarından kurtulmaktır. Bu pek kolay bir şey değildir. İnsanlara nimetler ve hatta ilim de verilirken, esastan uzaklaşmış oluyoruz. Fakat bu da Rabbimizin bir Rahmeti olup, hakikate karşı kuvvetli olanlar için hakikat verilmiş oluyor. İlim ile, sanat ile uğraşanlarda yine de diğer dünya zevkini tercih edenlere göre bir fark vardır ki, uğraştıkları şeyler insanı diğer kötü ahlaktan nisbeten korumuş olur. Meselâ bu türlü kimseler arasında ihtiras, haklara tecavüz, hatta gasp etme görülmez denebilir. Bunun gibi daha pek çok kötü huy yer etmez. Dünyaya düşkün olup, canavar haline gelen gibi asla olmaz. İlim ve sanat bu bakımdan tavsiye edilen önemli bir şeydir.
Bais isminden kulun nasibine gelince; insanların bu isimden nasibi, nefislerinin kötü ve fahiş isteklerinden kurtuldukları kadardır. Alimlerin çoğu, insanlara Allah yolunu gösterdikleri için bu isimden nasiptardırlar. Fakat nefislerinin etkisinden kurtuldukları kadar sözleri etkili olur. Eğer tavsiye ettiği, kendinin yapmadığı bir şey ise sözü etkili olmaz, yani kalbe işlemez. Bu bakımdan alimlerimize çok iş düşmektedir. Önce onlar ilimleri ile amel etmeliler, sonra halka bunu tavsiye etmeliler. Bu bakımdan sorumlulukları da diğer insanlara göre daha fazladır. Meselâ, aslında eli sıkı olan bir alim cömertliği ne derece tavsiye edebilir?
Bais isminden gerçekten nasibini almış olan kişi; ölü kalpleri diriltir. Ölü kalp demek, içi dünya sevgisi ve ihtirası ile dolu olan kalp demektir. İnsanların yaşama sevinçleri ihtiras ve hırs ile olur. Görünüşte canlılık arz eden bu durum aslında kalbin ölmüş olmasının delilidir. İşte bu ölmüş olan kalbin diriltilmesi demek, kalpten olumsuz her şeyin çıkarılması demektir. İnsanlara ölmeden evvel ölmek Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından ısrarla tavsiye edilmiştir. Yani kalp tasfiye edilince insanlar görünüşte ölüler gibi olurlar. Bu bakımdan bazılarına göre din, miskinlik gibi addedilmiştir. Fakat esas orta yol yolcularının hali, yarın ölecekmiş gibi hazırlıklı olmak, hiç ölmeyecekmiş gibi de çalışmaktır. İşte bu orta yolu tutturabilmek çok zordur. İnsanlara dünya nimetlerinden kopmak, ayrılmak çok zor gelir. Halbuki “dünyayı terk edin” emri vardır. Hem dünya nimetlerinin içinde yaşamak hem de onları değersiz görüp, sıyrılmak insanda yaşam zevkini ve dünya şevkini yok eder. Kalpten boşalan bu zevklerin yerini Allah ile beraber olma zevki alıncaya kadar bu böyle devam eder. Ne zaman ki kalbi Allah doldurur, o zaman kişi dünya nimetlerinden alınan zevkin bir oyalanma olduğunu anlamış olur. Gözünde bütün dünya zevkleri değerini kaybeder. Ve dünyanın terki artık zorla, çalışarak değil; tabii olarak oluşursa, o zaman huzurda olmanın huzuruna kavuşulmuş olarak yaşanmaya başlanır. İşte bu ölmeden evvel ölmenin hakikatidir.
Kalbin malâ yani ile yani Allah’tan başka şeylerle meşguliyeti, aklın meşguliyetini getirir ve bedeni de yorar. Bu sebeple namaz ve zikir tavsiye edilmiştir. Namazın kendisi zikirdir.Yani Allah’ı hatırlama, anmadır. Burada, hiç değilse belli zamanlarda, olumsuzluklardan uzaklaşmak ve mümkün olursa Allah’ı hatırlamak, anmak için kalbin dirilmesi söz konusudur. Kısaca şöyle denebilir. Kim ki Allah’ı tanıyor, sık hatırlıyor, yaptığı her işten haberdar olduğunu biliyor, o kişi diridir. Allah’dan uzak olan, anmayan, hiç yokmuş gibi davranan ise ölüdür. İşte Bâis isminin kemal ile yansıdığı kişi, kullara bildiği, tanıdığı Allah’ı anlatır ve onların Allah ile yakınlaşmasına vesile olur. Günahları ve tevbenin hakikatini anlatır. Önce kalpte pişmanlığın doğmasına sebep olur. Pişmanlık doğması kalbin ölü halden çıkacağına delildir. Çünkü ölü bir kalpte asla pişmanlık olmaz, günahlarına ve etrafına verdiği zararlara devam eder, hatta kendisini hep haklı görecek sebepleri de hazırdır.
Bais olan kişiler taleb edene verirler, konuşur, anlatır, kalpleri aydınlatırlar. Bu isim böylesine bir kemal ile herkese nasib olmaz. İsa (a.s.) da bu isim şiddetle vardı. Ölü kalpleri dirilttiği gibi, (o günün insanlarından kalplerin dirilişini anlamayanlar için) ölüleri diriltme özelliği de verilmişti. Bu ismin sahipleri ölmeden evvel ölme sırrına erişmiş velilerdir. Onlar verilen ya da verilmeyen her şeyden razı hatta memnundurlar. Dünya bütün saltanatı ile kendini sunsa ,onlar için önem taşımaz, hatta fark edemezler bile. Ne dünyanın ne de ahiretin güzellikleri ile değil, güzelin kendisi ile meşgul olurlar. Yaşama sevinçleri, bir kişi de olsa kurtuluşuna vesile olmaktır. Kendinden başka herkes için duacıdırlar, onların iki cihanda saadetlerini isterler. Kendileri için ise ne verilmişse memnun ve razıdırlar. Düşmanları yoktur. Ayırım yapmazlar, zengin ve ünlüler ile işleri olmaz. Ne makam, ne ün, ne de dünya metaı onları ilgilendirmez. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaz ve çekinmezler. Ne geçmiş, ne gelecek hiçbir düşünce onları hak ve adaletten ayırmaz. Allah ile dolu bir kalbin sahibi sürurdadır, sıkıntı bilmez. İnsanlar da onun yanında bütün dertlerini, dünya gailelerini unuturlar. Allah’tan uzak olanda ise, kasvet ve sıkıntı olur. İnsanlar yanında sıkılır, durmak istemez. Kalpte öfke varsa Allah olmaz. Ya da Allah’ın olduğu kalpte öfke, hased, haksızlık, kin nefret olmaz.
İnsanların bazen ibadet yaparken bile Allah’sız oluşu mümkündür. Meselâ oruçlu iken kızan, öfkelenen, kötü söz söyleyen, Allah’sız olarak yani kalbinde Allah olmadan oruç tutmaktadır. Bunu söylerken insanların bu ibadetlerden uzaklaşmasına sebep olmak değil, kendilerini, nefislerini murâkabe edebilmeleri için söylemekteyim. İbadetler elbette çok önemlidir. Ama geçerli olan kulluğa sadece bununla varamayız, kendimizi gözetlemeliyiz ve nefsimizden haberli olarak ibadetlere ve iyi işlere yönelmeliyiz.