Yazar arşivleri: emre

Zühdün Hakikati

Zühdün hakikati:

Zühd; kişinin rağbet ettiği bir şeyden yüz çevirerek, onun yerine daha iyi ve güzeline dönmesidir. Yüz çevirdiği şeyin kendisinde heves edilecek bir şey bulunması lâzımdır. Meselâ taş, toprak, çakılda heves edilecek bir şey olmadığı için, bunlardan yüz çevirene zahit denmez. Ama altın, gümüş ve her türlü beğenilen şeyden yüz çevirmeye zühd denir. Bunu yapana da zahit denir. Zühdün bir diğer şartı da; yüz çevrilen şeye nazaran, rağbet ettiği şeyin, zahidin kendi anlayışı ile, daha hayırlı olmasıdır.

Meselâ; dünyayı satıp ahireti alan kişi dünyaya nispetle zahittir. Ahireti satıp dünyayı alan kişi de ahirete nispetle zahittir. Fakat adet olarak, dünyadan yüz çevirene zahit denir. Mutlak zahitlik ise, hem dünyayı ve hem de ahireti terk ederek, Allah-ü Tealâ’ya yönelerek, tercih etmektir.  Zühdün en yüksek derecesi de budur.

Tasavvufta zahitlik deyince, sadece yasakları değil, mübah olanları da terk etmek anlaşılır. Zahitlikte esas olan, kişinin terk edeceği şeye karşı terk edecek gücünün olmasıdır. Meselâ, bir şeyi terk etmesi gerekiyorken, terk edemiyorsa, kendisi için zahit olduğunu düşünmesi, hayaldir.  Bir de terk edeceği şey elinde olmalıdır. Meselâ, malı olmayan birisi “malı terk ettim” diyemez.

Zühd; her konuda olduğu gibi, ilim, hal ve amelden meydana gelir. Bir insanın dünyayı terki zordur. Zira bütün insanlar dünyayı ellerine geçirmek için uğraşırlar. Ayrıca kuvvet ve nüfuzları da ellerinde bulundurdukları ile ölçülür. Bu bakımdan dünya, her şeyi ile tatlı gelir. Dünya sevgisi deyince, mal, mülk, para, zinet, kadın, evlât, dünyevi makamlar, manevi makamlar, baş olma hevesi gibi şeyler akla gelir. İşte bunların her biri insanı var eden şeylerdir. Bu bakımdan tatlı gelir. Kimse de bunlardan sıyrılmayı istemez. Ancak ilimlenme sonucu; Allah(c.c.)’ın dünyayı kerih gördüğüne dair deliller öğrenilince, dünya hayatının kısa ve geçici olduğu öğrenilince, dünyayı terk etmekle ahiret saadetine ulaşılacağı bilinirse, o zaman kişi dünyayı terk etmeyi isteyebilir. Yakîn ile, ahiretin de terk edilerek, Allah’ın Cemaline ulaşılabileceği öğrenilince ve bu arzu kişide kuvvetlenince zühd de üst seviyeye çıkmış olur.

İlimlendikten sonra, kalbinden dünya sevgisini çıkarmaya çalışır. Dünyadan uzaklaşırken, elbette kendisine gelmiş olan dünyadan uzaklaşmaya çalışır. Eğer kişi, dünyadan mahrum ise, terk edecek bir şeyi yok demektir. Ama insan nefsi, neye sahipse o şeyi büyütür. Meselâ; birinin sahip olduğu ibriği öylesine gönlüne girmiştir ki, belki senelerce uğraşsa bu alâkayı kalbinden çıkaramayacaktır. Zengin birinin büyük olan servetini kalbine soktuğu kadar büyük bir sevgidir. İşte nefis böyle hilelerde bulunur. Kalbine sokar, çıkarır ve böylece yıllar geçer. Bu uğraşmaya da hal denir.

Hallerin gereği olarak, âzalarına yansıyan işler yapar ki buna da zühde uygun ameller denir. Aklı olan ve ilim ile öğrenen kişi, bilir ki hayırlı olan için, hayırlı olmayan terk edilmelidir. Her terk ediş ile, kalbe taat sevgisi yerleşir. Önce kalpten çıkmalıdır. Kalp taate kavuşunca, diğer azalar da itaate yönelir.

Dünyadan meselâ malı vardır ama malı gönlüne girmemiştir. Lâkin gönüllerde taht kurmak, gönlüne girmiştir. Malını harcayıp, gönülleri kendine bağlar. Sonra da “zühd adına malımı dağıttım” diyemez. Malı gönlünde değildir. Bu sebepten elinden çıkarması önemli değildir. Ama gönüllere sahip olmak, gönlündedir. Malını dağıtıp, gönüllere sahip olmuştur, sevgi kazanmıştır. Zaten istediği de budur. Dünyadan uzaklaşmamış, aksine dünyayı avucuna almıştır.

Yani zahitlik sadece mal ile olmaz. Bir de malın azlığı çokluğu ile olmaz. Kalbe dünyadan ne girmiş ve yer etmişse, ondan uzaklaşmak zahitliktir.

Öyle kişiler vardır ki, dünyanın her türlü varlığı ile iç içedir. Lâkin, sahip olduğu her şeyin asıl sahibi olduğunu bilir ve unutmaz. Sahip olduğu hiçbir şeye kıymet vermez. Elinde varlığı ile yokluğu birdir.

Ele geçmemiş olan şeyler için zühdden bahsedilmez. Çoğu insan meselâ malı olanı görüp, “bu mal benim elimde olsa terk ederdim, hayır yapardım” derse de; böyle söyleyerek, kendini aldatmamalıdır. Zira mal elinde olsa ne yapacağı belli değildir. Çoğu insan eline fırsat geçmediği için kötülük yapmaz. Fırsat geçince de her kötülüğe bulaşabilir.

Mala önem vermeyerek elden çıkarış, malı koruyamadığı için vazgeçiş, övülmek adına, anılmak adına elden çıkarış zahitlik değildir. Asıl zühd, kalbinde Allah(c.c.) sevgisine ortak bir sevgi barındırmamak üzere, ahiret mükâfatı umarak, dünya kendisine tam olarak yönelmiş olduğu halde ve dünyadan istifade edecek her imkâna da sahip olduğu halde, onu terk etmektir.

İnsanlar, dünyanın fani, ahiretin ise daimi olduğunu bildikleri halde; bazıları dünyayı terk edemezler. Bunun sebepleri şunlardır:

1)İlim ve yakînleri zayıftır.

2)Şehvetlerinin kendilerini istilâ etmiş olması söz konusudur.

3)Şeytana uyarlar. Şeytan: “İlerde tevbe edersin. Şimdi dünya senin için ve sana verilmiştir” diye iğva verir.

Zühd

ZÜHD

“Onu değersiz bahaya, birkaç dirheme sattılar. Onlar bunun hakkında rağbetsizdirler”                                       Yusuf/ 20

“Şüphesiz Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldı”. “Yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinin”                                                                    Tevbe/111

“De ki; dünyanın faydası pek azdır”                       Nisa/ 77

“Kendilerine ilim verilenler de, dedi; yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı daha hayırlıdır”                                    Kasas/80

“İçinizden kimi dünyayı istiyor, kimi de ahireti diliyordu”

Âl-i İmran/ 152

“Siz bütün zevkleri dünya hayatı içinde bitirdiniz”

                                                                             Ahkâf/20

“Hakikat biz onlara, kendinizi öldürün, yahut yurtlarınızdan çıkın diye yazsaydık, içlerinden birazı müstesna olmak üzere, bunu yapmazlardı”                                              Nisâ/ 66

“İşte bunlara sabrettiklerinden dolayı, mükâfatları iki kat verilecektir”                                                                  Kasas/54

“Kim ahiret ekimi dilerse, onun ekimini arttırırız. Kim de dünya ekimini isterse, ona da bundan veririz. Ahirette ise onun hiçbir nasibi yoktur”                                                                   Şûra/20

“Onlardan bir sınıfa; kendilerini fitneye düşürmemiz için, faydalandırdığımız dünya hayatına ait zînetlere ve debdebelere sakın iki gözünü dikme. Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir”                                            Tâ-hâ/131

“Ki onlar dünya hayatını, ahiretten üstün(tutarak) severler”                                                                               İbrahim/3

“Allah kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse,onun göğsünü İslâm için açar”                       En’âm/125

“Bilin ki; dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir öğünüştür. Mallarda ve evlâtlarda bir çoğalıştır”                                                                  Hadid/ 20

“Kim Rabbinin makamından korktu, nefsini hevâ ve hevesinden alıkoyduysa, işte muhakkak ki Cennet onun varacağı yerin ta kendisidir”                                                   Nazi’at/40, 41

“Dünya hayatına razı olan ve onunla sükûna dalan kimselerle, bunca ayetlerimizden gafil olanlar yok mu?”

                                                  Yunus/7

“Kalbine bizi anmaktan gaflet verdiğimiz, hevâ ve hevesine uymuş, işinde haddi aşmış kimselere boyun eğme”

Kehf/28

“Bizim zikrimize arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir. Onların ilimden erebildikleri işte budur”                                            Necm/29,30

Şiir-Dilencinim

DİLENCİNİM

Kapındayım yarım asır, hiç bu tenden bıkmaz mısın?

İstiyorum, diliyorum; gafletime kızmaz mısın?

 

Başka yer yok, kime gitsem?Sözüm bitti ne söylesem?

Dünyayı versen, istemem; rahmetine atmaz mısın?

 

Dilenenler gam içinde, vermeyenler hûr içinde,

Ateş yaktın, kor içimde; sönse ateş, kızmaz mısın?

 

Elim açtım, fırsat verdin; secde ettim, hasat verdin,

Boyun eğdim, kanat verdin; emanetin almaz mısın?

 

Hem kusurlu, hem noksanım; içimde yoktur feryadım.

Sen Azizsin, hem de tamam; kusuruma bakmaz mısın?

 

Muradımı Sende saçtım; kapımı herkese açtım;

Gelenlere ballar sundum; bal hakkını sorar mısın?

 

Efendimsin, bense köle; gidemedim hiçbir yöne,

İradene girdim çoktan; iradesiz sayar mısın?

 

Elleri sana çevirdim, yüzleri de hep döndürdüm.

Kalpleri çeviremez isem; neden, diye sormaz mısın?

 

Dilenciyim, dilenirim; kapı bekler, direnirim,

Cevap gelse, sevinirim; kulum diye bakmaz mısın?

Dua-Fakr

DUA

Bizler acizler ve muhtaçlarız. Sana muhtaç, Sana ihtiyaçlı olmak bakımından, belki de yeryüzünün en ihtiyaçlılarıyız. Hem günahkârız, hem isyan ederiz. Ama yine gelip hiç utanmadan Senden isteriz. Eğer yüzümüze bakmasan ve bizde de Senden çalacak, gasp edecek kuvvet olsa, Allahımız olduğuna bakmadan, Senden arzu ettiğimiz her şeyi alırız. Cenneti de alırız. İyilikleri de çalarız. Hem de iyilik adına…

Böylece; en az kendi adıma söylüyorum ki, biz de dilenenler güruhuyuz. Bizi Senden başkasından isteme gafletine düşürme ve buna sahip olamayanları da affet, Seni bilmelerine yardımcı ol.

Kapımıza geleni kovdurma. Kapımız nereden bizim kapımızdır ki? Talep edeni reddettirme, biz kimiz ki bizden talep ediliyor? O garipler bizden talep ederek, bizi talep edilen makama yüceltmiş olmuyorlar mı? Bizden almakla bizi sevapkâr kılmıyorlar mı? Bir de dua edip, Senin razı olman için, bizi Sana havale etmiyorlar mı? Belki de o anda hoş ve boş olan gönülleri ile duaları, bizim dualarımızdan daha çabuk kabul olmaz mı? Seni bilmenin, gaflete mani olan kudreti ile, Sana yalvarıyorum. Ne olur, gafletimizden sıyrılmış bir anlayışla görmemizi, bilmemizi nasib et. Ya! Erham-ür Rahimîn, Ya! Raûf-ür Rahîm, Ya!Zül celâl-i ve’l İkram, Ya! Birr, Ya! Birr, Ya! Birr…

Ehlullah’ın Durumu

Ehlullah’ın durumu:

Çoğu konuyu anlayabilmek için, Allah ehlinin ne yaptığına bakmak lâzımdır. Müttakiler kimseden bir şey istememiş ve almamışlardır. Ancak dostlarından istemişlerdir. Meselâ Bişr-i Hâfi, Seriyyü’s-Sakatî’den almış ve: “Onun gönül hoşluğu ile verdiğini bilirim. Ben ondan almakla, ona yardımcı olurum” demiştir.

Bir kısmı dostlarından almış, hatta izinsiz bile almışlardır. Bu alışları ile dostlarının gönüllerinin ferahlamasına sebep olmuşlardır.

Bir kısmı gelen hediyeyi bazısından alır, bazısından almazdı. Elbet basiretleri ile, kiminin helâl,  kimin de helâl olmayan mallarını bilirler, ona göre davranırlardı. Bazısı içten arzu ederek getirir, bazısı da gösteriş için ve en iyisini getirdi densin diye getirir. Bu sebepten bazısından kabul eder, bazısından etmezlerdi.

Bir kısmı gelenin külfetsiz olanını alır, ağır olanını iade ederdi.

Bir kısmı gelen hediyeyi, hemen bulundukları yerde başkalarına verirlerdi.

Çoğu yalnız dostlarından alırdı. Belki gönül kırıklığı olmasın diye, bazen gelenin içinden az bir şey alınır, gerisi güzellikle iade edilirdi.

Bir kısmı, halini belli etmeyen zaruret sahipleri için ister, onların ihtiyaçlarını görürdü. Ebû İshak en- Nuri böyle olanlardan idi. Başkaları için olduğunu söylemeden, elini açardı.

Bazıları nefislerinin kibrine mani olmak için; birinden aleni alır, diğerine gizlice verirdi.

Bizi, bu güzel insanların yolunda yürüt ve kıyamet günü, lüzumsuz şeylerin hesabını vermeyi gerektirecek hallerden koru, Ya! Rab…

Dilenciliği Haram Kılan Zenginlik

Dilenciliği haram kılan zenginlik

Dilenen, o andaki hali için zaruret olanı istiyorsa, dilenmesi helâl kılınmıştır. Yukarıda anlatılan dilenmenin şartlarına uymak üzere. Bu  konuda ihtilâf yoktur.

Ama gelecekteki mümkün olan ihtiyaçları için dileniyorsa, burada üç hal vardır:

1)Yarınki ihtiyacı.

2)Kırk veya elli günlük ihtiyacı.

3)Bir yıllık ihtiyacı.

Bir kimsenin kendisi ve ailesi için bir yıllık ihtiyacı kenarında mevcut olduğu halde dileniyorsa, bu, zenginlik halidir ve çok büyük bir haramdır. Böyle bir hal; iman zayıflığından, şeytanın geleceğe ait endişe vermesinden, dünya sevgisinden, uzun emelden ve Allah-ü Tealâ’nın fazlına güvensizlikten doğar. Baş tehlikedir.

“Onlardan korkmayın, Benden korkun, eğer iman etmişlerseniz”                                                               Âl-i İmran/ 175

“ Şeytan sizi fakir olacaksınız, diye korkutur. Size cimriliği emreder. Allah ise, kendisinden bir yarlıgama ve bir fazl vaad ediyor”                                                                Bakara/ 268

Ben Şöyle Derim

Ben şöyle derim:

Dilenciyi kapıya göndereni görürüm. Hak eden veya değil diye düşünmeden önce, kendimin de böyle bir durumda olabileceğimi farz ederek, dilenmenin zorluğunu hissederim. Sonra, gelene biraz bir şey vermekle hiçbir şeyin eksilmeyeceğini de düşünürüm. Sonra o kişinin de nefsinin olduğunu, isteklerinin olabileceğini kabul ederim. Hele ki isteyen “Allah rızası için” deyince, canımı dahi verebilecek hale gelirim. Velev ki beni aldatmış olsun, velev ki yalan söylemiş olsun. Allah’ın adı ile ve O’nun için kandırılmaktan da memnun olurum. Eğer kandırıldı isem, hakkımı helâl ederim ve sevinirim. Olur ya belki bir başkası kandırıldığını hissedecek ve hakkını helâl etmeyecekti. İyi oldu da bana rastladı, ben helâl etmekle, verdiğim bir lokmanın boğazından rahat geçmesini temin etmiş olurum.

Eğer yalan söylediğini hissedersem, hasta ise reçetesini görüp, yardım ederim. Değil de iş bulamıyorsa iş teklif ederim. Bildiğim bir yardım yerine gönderir, dilenmesinin kötülüğünü anlatırım. Bazıları da dilencilikten vazgeçmeye söz verip, yardım alarak, şereflerine kavuşurlar.

Bazıları dilenene verirsek, alıştırmış oluruz, diyerek vermeme özgürlüklerini kullanıyorlar. Ben böyle de düşünmem. Büyük şehirlerde insanların çevrelerinden kopuk yaşamaları; insanları, ihtiyaçlı insan bulamayacak hale getirmiştir. Bu kopukluk, dilencinin utanarak isteme halini de ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla, dilenenler alıştırılmasın diye reddedilirken, gaspçılar, kapkaççılar, hırsızlar sayıca artmışlardır. Yoksulluk kaderlerine öfkelenip, böyle intikam almaktadırlar. Belki dilenciliğe alıştırmamak adına, bu kişilerin sayıları azalırken, gaspçıların sayısı artmıştır. Bence dilenciye az bir isteğini vermekle, kendimizden eksiltmeyen bir miktarla, onları daha büyük tehlikelerden de korumuş oluruz. Çevremizle ilgilenmekle, belki dilenmenin önemli bir kısmına mani olmuş oluruz. Dilenene istediği, nazikâne verildikten sonra, dilenmenin kötülüğü anlatılabilir, derdi dinlenip merhamet duygusu ile yaklaşarak, utanarak istemesi devam ettirilebilir. Dilenen aileler ile varlıklı dostlarımız arasında köprü olarak, yardımlaşmaları sağlanabilir. Belki de böylece dilenmeleri de kontrolde tutulabilir.

Kendi bakış açımdan işin en önemli kısmı ise şudur: Allah(c.c.) her şeyi biliyor, görüyor. Niyetler amellerin esası. Niyetim her zaman şöyle olmuştur: “Ya! Rab. Ben günde en az beş kere ellerimi açıp, Senden istemekteyim. Bana, Senden başkasından istenmeyeceğini, Sen öğrettin. Dilenene ise öğretmediğin için, sebeplere sarılıyorlar. Onlar bana el açmakta, ben de Sana el açmaktayım. El açmak bakımından aramızda fark yok. Fakat ben, Keremi yüce olan asıl makama el açmaktayım. Hiç kızmadın, kapından kovmadın. Senden istedikten sonra, sanki hemen vermişsin gibi gönlümü ferahlattın. Bütün yarattıklarının hepsi Sana el açmakta. Halbuki benden dilenen, ayda kaç kere istemekte ki? Nasıl reddederim? Nasıl kapıdan kovalarım? Nasıl isteğine cevap olamam? Sen hiç kimseyi kapından kovmazsın. “Talep edene veririm” vaadinde bulunuyorsun. Bizim ahlâkımızın da, Senin ahlâkın gibi olmasını emrediyorsun. Kur’anda “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanın” buyuruyorsun. Ben de bu şuur içinde; geleni geri çevirmemeye, seneler öncesinden söz vermiş bulunuyorum.  Artık gerçek ihtiyaçlıdır veya değildir. Bilemem. Sen de gerçek ihtiyaçlı olmayana vermemezlik etmiyorsun. Zengin de Senden daha zengin olmak üzere istiyor. Kızmıyorsun, “elindeki sana yeter” demiyorsun. Niyetimde iyiliğe sebep olma arzusu var. Bu niyet içinde gelene git, diyemem. Aldansam, Senin için aldanmış olacağım ve ben bundan da memnunum. Artık takdir, Sana kalmış”…

Veren için de düşünülmesi gerekenler, bunlardır.

Alan için düşünülmesi gereken ise; Hakk’a sığınmak, zaruretsiz almamak ve zenginin malına göz dikmemektir. Vereni vermeye mecbur etmemeli, gönül rızası ile vermesi için, Rabbinden yardım istemelidir.

“Verenin nasıl verdiğini nereden bilelim. Mutlaka gönül hoşluğu ile verirler” derlerse de, böyle kaçış yolu ile kimseyi kandıramazlar. Yukarıda anlatılana uygun olarak dilenirlerse, kendi bilecekleri iştir. Peygamberimiz(s.a.v.): “ Kişinin yediğinin helâl ve temizi, kendi kazancından olandır” Şerefli Hadisi ile gerekli olanı az ve öz söz ile söylemişlerdir.

Dilenmeye Mecbur Olanın Adabı

Dilenmeye mecbur olanın adabı:

Dilenen kişi, eğer biraz bilgilenmiş, fakat dilenmekten kendini alamıyorsa; üstelik yaptığının Allah(c.c.) için hoş olmadığını biliyorsa; şikâyet, zillet ve eziyet etmekten kurtulmak için; şunları yapmalıdır:

Meselâ; “Bende olan bana yeter ama, nefsim yeni bir şey giymek istiyor” diyerek isterse, şikâyet etmemiş olur.

Meselâ; kendini hakir görmeyeceğinden emin olduğu yakınlarından, cömert dostlarından isteyerek, zilletten korunmuş olur.

Meselâ; istediğine eziyet etmemek için, birkaç kişinin olduğu yerde, belli birine yönelerek değil, ortaya söyleyerek isterse; veren verir. Vermeyen vermez. Kimse de eziyete girmemiş olur. Eğer belli bir şahıstan isteyecekse de; karşısındakinin dilerse duymazlıktan gelebileceği şekilde söylemeli, açık kapı bırakmalıdır. Böylece, karşısındaki arzu etmezse duymamış gibi davranarak vermeyebilir. Yine karşısındaki isteyeceği kişiyi seçerken; vermediği taktirde kendisine karşı utanç duygusu duymayacak biri olmasına dikkat etmelidir. Eğer karşısındaki kişi dilenciden utanarak veya yanında olanlardan utanarak verirse bu mal kesinlikle haramdır. Çünkü karşısındakinin malını, adeta mecbur ederek zorla almış gibi olur.

Zaruret hali, açlık sebebiyle ölmekten korkma neticesi hasıl olur. Halbuki iman sahibi, hem ölümden korkmaz; hem de rızkına Rabbinin kefil olduğunu bilir.

Belki esas mesele şudur: Kişi eğer kendi başına olsa, belki de dilenmeyecek, sabredecek, ölümden korkmayacak, Rabbine sığınacaktır. Lâkin, dilenen aciz, hasta, işsiz olmakla beraber; üzerinde bakmak zorunda olduğu yine aciz, hasta ve açlar varsa, onlar için dilenmiş olabilir. Burada artık caizdir demek icab eder. Veya öksüz, yetim çocukları ile kimsesiz kalmış kadınlar veya yalnız kalmış çocuklar olabilir. Bu insanlara konu komşunun, vicdanlı inanan kesimin bakması, ilgilenmesi lâzımdır. Komşusu aç olan kişinin, tok olarak sabahlamasının nasıl bir afet olduğunu bilmekteyiz. Konuya bu açıdan da bakılırsa;  dilenene veren insanlar da ne yapmalarının daha doğru olduğunu düşüneceklerdir.

Dilencilikle İlgili Dört Hal Vardır

Dilencilikle ilgili dört hal vardır:

Zaruretinden dolayı istemek: Açtır veya çıplaktır. Çalışmaktan aciz haldedir veya iş bulamamaktadır. Yahut çalışamayacak kadar hastadır. Veya okumakta olduğu için çalışamamaktadır. Bütün bu şartlarda, dilenebilir. Karşısındakinin helâl olan parasını istemelidir. Karşısındaki de eziyet duymadan gönül hoşluğu ile veriyorsa, helâldir, alabilir, yiyebilir.

Önemli ihtiyacı için istemek: Sonunda ölüm tehlikesi olmayan bir hastalıktan tedavisi için, elbisesi varsa bile soğuktan muhafaza edemediği için, yürüyebiliyorsa da yol parası için dilenmesine dinen müsaade edilirse de, dilenmeyip sabretmesi tavsiye edilir. Fakat isteme sebeplerini yalan katmadan, doğru olarak ifade etmişse, bu doğruluğu, dilense bile, dilenciliğine kefaret olabilir diye umulur.

Hafif ihtiyacı için istemek: Meselâ gömleği var, fakat yırtık. Toplum içine bu gömlekle çıkmaktan utanıp, isterse; açlıktan koruyacak ekmeği var, fakat yanına katık isterse ve bu durumlarını açıklıkla söylerse, kerih olmasına rağmen dilenmesi caizdir. Lâkin; istediği insana eziyet ediyorsa, zillete düşüyorsa ve alacağı para haram ise kesinlikle dilenciliği haramdır.

İhtiyacı olmayanın istemesi: Haramdır. Elinde var iken istemesi, ihtiyacının olmaması demektir. Kesinlikle haram olur.

Dilencilik

Dilencilik:

Zaruretsiz dilenciliğin haram oluşu:

“İnsanlardan dilenmek, fahiş günahlardandır. Fahiş günahlarda bundan başkası helâl olmuş değildir”

“Müstagni olduğu halde dilencilik eden, Cehennem korlarını çoğaltmış olur”

“Geçinecek kadar malı olduğu halde dilenen kimse, kıyamet günü yüzünde hiç eti olmadığı halde ve yüzünün kemikleri birbirine değerek, ses çıkardıkları halde mahşer yerine gelir”

“İnsanlardan bir şey istemeyin”

“Bizden isteyene veririz, müstagni olanı Allah zenginleştirir. Bizden istemeyen ise, bizim için daha sevimlidir”

“İnsanlardan müstagni olun. Dilenciliğin azı çoğundan hayırlıdır”

Zaruret olmaksızın dilencilik haramdır. Zaruret varsa veya zarurete yakın bir hal varsa değildir. Peygamberimiz(s.a.v.) ise, dilenciye az da olsa yardım edilmesini tavsiye etmiştir. Dilencilik eğer tam manasıyla haram olsaydı, ona yapılacak yardım da caiz olmazdı. Bu bakımdan zaruret şartı koyulmuştur. Dilenen, dilenmesi yüzünden Allah’a yaklaştıracak olan hali yakalayamadığı gibi; şu üç kötü ahlâktan da kurtulamaz:

1)Şikâyet etmiş olur: Yoksulluğunu umuma açıklamakla, Allah(c.c.)’ın kendisine nimeti eksik verdiğini söylemiş olur. Yani Hakk’ı halka şikâyet etmiş olur. Halini Allah’a arz etmesi başkadır. Halinden Allah(c.c.)’a şikâyet etmesi başkadır. Halini insanlara anlatması başkadır. Böylece, kendisine nimet verilmediğini söyleyerek; Allah vermiyor, bari siz verin, demiş olur. Bu bakımdan, insanların yokluğa sabretmelerinin zor olduğunu bilen Yaradanımız,  zaruret halinde dilenmeye müsaade etmiştir.

2)Zillet haline şahit tutar: İnsanların karşısında kendini küçük düşürmüş olur. Muhtaçlığını göstermiş olur. Halbuki, muhtaç olan sadece kendisi değildir. İnsanların hepsi kendisi gibi Allah(c.c.)’a muhtaçtır. Zillete düştüğünü yani zilletini Rabbine göstermiş olsaydı, izzet sahibi olacaktı. İnsanlara göstermiş olmakla, övülmeyen zillet sahibi olmuş olur. İnsanın şahsiyeti, Allah(c.c.) indinde çok kıymetlidir. Kimsenin kimseye küçük düşmesine razı olamaz, kimsenin kimseye muhtaç olmasını istemez. Bu kişi, eğer Allah’dan istemeyi bilseydi, belki bir sebeple  istediği kendisine gönderilecekti. Böylece hem Rabbi yanında, sabreden fakir olacak, hem de insanların yanında zillet sahibi olmayacaktı.

3)Karşısındaki insana eziyet vermiş olur: Dilenen, dilendiği insana ya istemese de vermesine sebep olacak, yahut riya yapmasına sebep olacak ya da eziyet duyarak vermesine sebep olacaktır. Bazı zamanlarda insanlar vermeyi istemeyebilir. O zaman etrafa karşı mahcup olmamak için ya da utanarak verir ki, bu da dilenci için haram olur. hem kendisine, hem karşısındakine dönen bir günahtır. Müslüman’a eziyet vermiş olur.

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), İslâm’a girenlerden biat alırken; önce itaati şart koşar, sonra insanlardan bir şey istememelerini tavsiye buyururlardı.

İnsanlar çoğu zaman, cahillikleri sebebiyle dilenirler. Dilenciliğin bu kadar yasaklanmış olduğunu bilmezler. Bunların bir kısmı ise din hakkında ilgisizdir. Sadece dünyaya önem vererek, dilenmektedirler. Bu sebepten, yalan da söyleyebilirler. Kendilerini, istedikleri insanın haline uygun gösterebilirler. Dindar olanların bile çoğu, tevhid-i ef’al hakkında bilgi sahibi değildirler. Nerde kaldı ki, hayat şartları sebebiyle, din diyanet ile meşgul olmamış bir dilenci, bütün bunları bilsin. Zenginlerin sahip olduklarına sahip olmak isterler. Belki de kendilerinde istemeyi hak olarak görürler. Bilmezler ki sabreden fakirin Allah(c.c.) yanında değeri ne kadar yüksektir. Belki de ahiret hakkında sağlam bir bilgiye de sahip değillerdir. İşte en çok bu sebeplerle dilenirler. Az bir kısmı ise, zaruret bile olmasa dilenmeyi, iş edinmiştir. Ahlâkındaki harislik ve kanaatsizlik sebebiyle dilenir.