Yazar arşivleri: emre

Hayy

HAYY   (el-Hayy)  (63)

Ebedi hayatla daima diri olan 

Kur’an-ı Kerim’de: Beş âyette geçer.

1)    “  ölümsüz” sıfatıyla nitelenerek : Furkân 58

 

2)    “  hasr” ifadesiyle : Mü’min 65

 

3)    “ kayyum” ismi ile beraber kullanılarak: Bakara 255/ Âl-i İmrân2 / Tâ-hâ 111

 

Allah-ü Teâlâ mutlak Hayy’dır. Daima diri oluşu, mutlak ve tam idraki sebebiyle ve mutlak ve tam fail oluşu sebebiyledir. İdrakin en alt seviyesi, idrak edenin kendi zâtını bilmesidir.  Kendi varlığının hakikatini bilmeyen, cansız ve ölü demektir. Allah, öyle bir idrak edicidir ki, idrak edilen her şey, O’nun idraki içindedir. İlâve olarak, bütün işler, O’nun işlerinin (fiilinin) altındadır. Yani hiçbir iş, O’nun bilgisinin dışında olamaz. Allah’ın dışındaki bütün hayyların, hayy oluşları; idrakleri ve fiilleri kadardır. Bunlar ise sınırlı idrakler ve sınırlı işlerdir.

Hay ismi, Allah’ın Ahlâkı olunca hayat sıfatını nitelemiş olur. Hayat sıfatı ise, yaratılmış olanlarda olduğu gibi geçici bir hayat olmayıp, ebedi bir hayattır. Bu hayat bütün hayatların kaynağı olan bir hayattır. Allah’ın sübuti sıfatlarından olan hayat sıfatı, ilim, kudret, irade gibi sıfatlarla sıfatlanabilmekten daha evvel, Hayy olmayı şart olarak koşar. Yani insan idrakinde kemalâtı temsil eden, ilim, irade, kudret sıfatlarından önce, mutlaka hayat sıfatı ile vasıflanmak gerekir. Bunun için de kişide “Hayy” ismi tecelli ettiğinde, o kişi önce kendini idrak etmiş olur. Bundan sonra diğer sıfatlar ile vasıflanmaya kapı açılır.

Bu ismin insana yansıması:  İnsan Hayy ismi ile isimlendiğinde, kendini idrak etmiş demektir. Kendi nefsini bilme ile, kendi yaratılış sebebini de bilmiş olur. Kalbini Allah’ın hoşlanmadığı ve rızası olmadığı her şeyden temizler. Azalarını, lisanını da aynı şekilde temizlemiş olur. Böylece hem kalbi, hem de bedeni Allah ile, yani hakikat ile dolmuş, diğer her türlü illetten kurtulmuş olur. Her işte Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu aramak, adalet üzere olmak gibi düşüncelerden  başka bir derdi kalmaz. İşte bu kişiler, yaşarken de öldükten sonra da diri olarak müjdelenenlerdir. Bu isimden insanın kendine ait fayda budur.

 

Daha da ötesi diğer insanlara fayda vermektir ki, ölü kalpleri diriltmektir. İnsanın fıtratına uygun olan yaşamaya geçiş, Hayy ismi ile olur. Bu yaşam tarzı, kendi Yaradanını bilip, sadece O’na kul olmaktır. Halbuki, insanlar dünya hayatını ebedi imiş gibi kabul ederek, asırlarca yaşayacaklarmış gibi kazanıp, biriktirerek; bu uğurda tehlikelere, risklere girmekte, hırs ve tamah sahibi olmakta, bu yüzden de yiyemeyecekleri servetlerinin bekçisi, hatta kulu, kölesi olmakta ve yaradılış sebebini unutmaktadırlar. Hayy ismi kalbi doldurunca, orada eski bulunanları tarumar eder, böylece kalp dirilince , yani boşalınca yeniden mamur edilir. Bu ismin sahipleri, hiçbir şeyin sahibi olmayıp, Allah onların sahibi olur. Dünya ehli onlara uzak, onlar da dünya ehline uzaktırlar.

 

Hayy isminin insana yansımasında bir diğer özellik de; fiillerinin yani işlerinin, Allah’ın  muradına uygun olarak ortaya çıkmasıdır. İşlerin meydana gelişinde, nefsin payı olmadığından, fiiller hak ve adalete uygun olarak ortaya çıkar

Muhyî-Mümît

MUHYİ(el-Muhyî)/MÜMİT (el-Mümît) (61,62)

Can Veren Ecel vakti canlıları öldüren

Kur’an-ı Kerim’de:

 

MUHYİ:  Can vermek, yaşatmak, diriltmek manâsına gelen “ihya” fiili 49 yerde geçer:

1)    “ muhyi’l-mevta” yani ölüleri dirilten şeklinde: Rûm50 / Fussilet 39

 

2)    Ölü topraktan canlı bitkilerin çıkarılması mahiyetinde: Yâsîn33 / En’âm95

 

3)    Öldükten sonra dirileceğimize dair ibret almamızda, ölü toprağın, yağmur ile canlanışı ve hayat bulması bakımından örnek oluşu : Nahl 65

 

4)    Bir âyette diriltme işi Hz.İsa (a.s.)’a izafe edilmiştir. Burada da gerçek fail elbette Allah-ü Teâlâ’dır. Bu Âyet Âl-i İmrân 49.Âyettir.

 

MÜMİT: Kur’anda Allah’ın ismi olarak, Allah hakkında Mümît ismi geçmez. Lâkin:

1)    Her canlının öleceği hakkında :  Âl-i İmrân 185

 

2)    Her şeyin helâk olacağı hakkında : Kasas 88

 

3)    Ölümü yaratıp, gerçekleştirenin Allah olduğunun ifade edilişi, meselâ: Bakara 258/Âl-i İmrân 156/ A’râf 158/Hicr 23/ Mü’minûn 80/Rûm 40/Kaf 43

 

4)    Ölümün zıddı olan “bekâ”nın yalnız Allah’a mahsus olduğunun bildirilişi, meselâ: Tâhâ 73/ Rahmân 27.âyetlerde geçer.

 

Muhyi ve Mümit olarak:

1)    Hayatı da, ölümü de yaratanın Allah olduğu : Mülk 2

 

2)    “Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz” âyeti ile hayat buluş ve ölümün Allah’ta olduğu  Bakara  156

 

3)    Muhyi ve Mümit isminin, Allah’tan başkalarına ait geçtiğini ise:

 

Hz.İbrahim (a.s.)’a karşı Nemrud  “ ..ben de diriltir,öldürürüm” demişti. Bakara258

 

“ Kim bir can öldürürse  (kasas olarak veya fesadı sebebiyle olmayarak) bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de kurtarırsa bütün insanları   diriltmiş gibi olur.” Mâide 32.Âyette görüyoruz.

 

Muhyî de icat manâsındadır. Fakat icat edilen şey hayat (ihya) ise, o zaman icat işini yapana, ihya eden (yani dirilten) manâsında Muhyî denir.

Eğer vücuda getirilen şey ölüm (imate) ise, bu ölüm işini yapana imate eden (yani öldüren) manâsında Mümît denir. Şüphesiz ki ölümü de,hayatı da yaradan Allah-ü Teâlâ’dır.

 

Muhyî ismi ile insanın hayat buluşu ile birlikte, toplumun hayat buluşu da söz konusudur. İnsanın hayat buluşu hem zahiri olarak hayata doğuştur, hem de manen Allah’ın kurallarına uygun yaşayış ile hayat buluştur. Her insan bu kurallara uyduğu kadar diridir. Her toplum da bu kurallar ile yaşayanlarının çokluğu kadar diridir. Allah kurallarını koyarken, insanların en iyi şartlarda yaşamalarını sağlamak üzere koyar. Bu kuralların yaşanmasında elbette Allah’a ait bir fayda yoktur. Bu kurallar Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’ler ile desteklenmişlerdir. Kendine faydalı, çevresine, doğaya faydalı bir insan yavaş yavaş hem kendini, hem toplumu, hem de doğayı ihya etmekte, yani hayat  bulmakta ve hayat vermektedir.

 

Mümît ismi ile insanın ölüşü ile birlikte, toplumun ölüşü , yok oluşu da söz konusu olur. Bu ölüş hem zahiren ölüştür, hem de manen Allah’ın kurallarına uyulmadığı için ölüştür. Ve yine her insan bu kurallara uymadığı sürece hem bedenine zarar vererek,  yavaş yavaş ölüme gidecektir, hem de etrafına, doğaya zarar vererek, toplumun giderek yok oluşuna sebep olacaktır. Çevrenin  diğer insanlara yararına engel olacak, doğanın da ölmesine sebep olacaktır.

 

            Bu isimlerden insana yansıma: Elbette vardır. İnsan dünya hayatını idrak  ederek yaşamalıdır. Ve en önemli şey ahiret hayatının varlığına iman etmektir. Eğer Kur’an inandığımız  sağlam ve temel bir kaynak ise, oradan bize gelen bilgiler ışığında, ahiret kavramına inanıyoruz. Ve yine dünya hayatının geçici bir süre olduğunu, ahiret hayatının da ebedi olduğunu Kur’an kaynağından öğreniyoruz. Bu inanç doğrultusunda ölümün yok oluş olmadığını biliyoruz. İnsanların yaşarken, Allah’ın kurallarını dikkate almayışlarının önemli bir sebebi, ölümden sonraki hayat hakkında sağlam bir inançlarının olmayışıdır.

İşte bu isimlerden yansımaya uğrayış; Allah inancı ile birlikte ahiret inancının da sağlam mevcudiyeti kadardır. İmanda azlık-çokluk olmamasına rağmen; kuvvetlilik ve zayıflık vardır. Bu isimlerle isimlenen kişi, insanlara kendinde mevcut olan inancı aşılayabilir. Kendinde ne kadar ise o kadar verebilir. Kendinde  yok ise, ciltler ile kitaplar yazsa, bunu yaşamadığından, karşısındakine vermesi mümkün olmaz.

 

Muhyi ismi kendisine yansımış olan kişi; ölü kalbleri diriltir ve bu kalbin sahibi ihya olur, hayat bulur. Böylece hayat bulan kişinin bu hali çevresine de yansıyacağından, hem çevresine, hem de doğaya faydalı olur, hayat bulmasına da sebep olmuş olur.

 

Mümit ismi yansımış olan kişi, bu ismin gereği olarak nefislerin kötü arzularının ölmesine sebep olarak, nefisleri kahreder, ruhun ise ihyasını temin etmiş olur.

Mu’îd

MÜBDİ(el-Mübdî)/MUİD(el-Mu’îd)  (59,60)

Varlıkları ilk yaratan  Ölümden sonra tekrar yaratan

Kur’an-ı Kerim’de: “Mübdî” ismi mübdî olarak geçmez. Yarattı ve yaratır manâsında fiil olarak 11 defa geçer.

 

1)         Yaratma kavramı ile alâkalı:Yunus 4 / Enbiyâ 104 / Ankebût 19-20 / Secde7

 

2)         “De ki : Allah’a ortak koştuklarınız arasında birini yok iken ilk defa yaratacak , onu ölümünden sonra hayata yeniden döndürecek var mı?” Sorusu Yunus 34 / Neml 64. Âyetlerinde sorulurken, esasen böyle bir sorunun cevabı Allah’dır.

 

3)         “Bilin ki O, kâinatı yok iken ilk olarak yaratan; ölümden sonra da hayatı geri getirendir.”yukarıdaki sorunun cevabıdır. Bürûc 13 / Yunus 34 / Rûm 11,27 / Enbiyâ 104.

 

“Mu’îd” ismi de, mu’îd olarak geçmez. “iade eder, iade ederiz” anlamına gelen fiil halinde 11 defa geçer.

 

Mübdî, mucid manâsınadır. Fakat icad,kendisinden önce benzeri bir icad bulunmadığı zaman ibdâ adını alır. Bu manâda mübdî ve mucid yaratan manâsınadır. Mübdî daha önce benzer bir yaratma olmadan yaratıştır. Mucid ise daha evvelden bir benzeri olarak yaratıştır. Eğer daha önceden icadın benzeri varsa, bu ikinci yaratışa iade denir. İadeyi yapana da Muid denir.

 

Allah’ın insanları hiç yoktan yaratması Mübdî ismindendir. Sonra da onları iade etmesi, yani ölümden sonra tekrar diriltmesi ise Muîd ismi iledir.

 

“Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nûr verdiğimiz kimse; içinden çıkamaz halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Kâfirlerin yapmakta olduğu şeyler kendilerine öyle süslü göründü.”                                                         En’âm 122

 

“Sizi Allah yarattı. Sizi yine O öldürecek……”                                                              Nahl 70

 

“ Dediler ki: (Biz bir sürü kemik, kırıntı ve döküntü halinde bir toprak olduğumuz vakit mi, hakikat biz mi yeni bir yaradılışla diriltileceğiz?.” İsrâ  49

 

“Söyle: ( Gerek bir taş gibi çetin, gerek bir demir gibi kuvvetli olun; yahut göğüslerinizde büyüyen her hangi bir halk olun, mutlaka diriltileceksiniz). (O halde bizi kim dirilterek geri çevirecek?) diyecekler. Sen de, de ki: (Sizi ilk defa yaratmış olan kudret sahibi diriltecektir). O vakit sana başlarını sallayacaklar da, (ne vakit o?) diyecekler. Söyle ki (yakın olması me’muldür)” İsrâ 50,51

 

“ Sizi ondan yarattık. Sizi yine ona döndüreceğiz. Ba’s zamanında da sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.”  Tâ-hâ  55

 

“  O günü ki, biz göğü, kitapların sahifesini dürüp, büker gibi düreceğiz. İlk yaradılışta nasıl başladıksa, üzerimizde hak bir vaad olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler biziz.”                                  Enbiyâ  104

Muhsî

MUHSİ (el-Muhsî)     (58)

Herşeyi bütün ayrıntılarıyla bilen

 

Kur’an-ı Kerim’de :  “Muhsî” ismi, muhsî olarak geçmiyor;

1)    “Allah her şeyi teker teker saydı”: Cin 28/ Meryem 94 / Yâsîn 12 / Nebe’ 29. Âyetleriyle Allah, her şeyi tek tek ayrıntılı bildiğini buyuruyor.

 

2)    İnsanların dünyada yapıp, unuttuğu işlerin, ahirette kendilerine tek tek sayılıp hatırlatılacağını Kehf 49 / Mücadele 6. Âyetlerde bildirir.

 

“Vay halimize! Bu nasıl kitap? Büyük, küçük yaptığımız her şeyi sayıp dökmüş” Kehf 49

 

Kelime ihsa (sayma) kökenlidir. Allah; ilminde her bilinen şeyin hududu, sayısı ve kapladığı yer olarak her bilginin, mevcut olanlar kadar var olduğu Zât’tır. Yani Allah ilmi ile,  malûmatın bütün teferruatlı bilgisine sahiptir. Kul böyle değildir. Ne kadar saysa da eksiği kalır. Sonra bilemediği pek  çok malûmat da vardır.

 

Bu isimden insana yansıma zayıftır.

Hamîd

HAMİD (el- Hamîd)      (57)

Her bakımdan övgüye layık

Kur’an-ı Kerim’de: 17 defa geçer:

 

1)    Sadece Hacc 24. Âyette, tek başına “Hamîd” olarak geçer.

 

2)    Pek çok Âyette (hiçbir şeye muhtaç olmayan) anlamındaki “Ganî” ismine bitişmiş olarak geçer: Bakara 267  / İbrahim 8/ Hacc 64 / Lokman 12,26 / Fâtır 15 / Hadîd 24 / Mümtehine 6 / Tegâbün 6.

 

3)    “azîzü’l-hamîd” olarak: İbrahim 1 / Sebe’ 6 / Burûc 8

 

4)    “hamîd mecîd” olarak : Hûd 73

 

5)    “velî  hamîd” olarak:  Şûrâ 28

 

6)   “ hakîm hamîd” olarak: Fussilet 42

 

Kelime olarak övülen demektir. Allah senâ edilmeye, övülmeye tek lâyık olandır. Tek lâyık olan demekle,övülenin mutlak ve tek kusursuz oluşunu söylemek istedik. İnsanlardan da övülmeye lâyık olanlar vardır. Ama mutlak kusursuz diye övemeyiz, zira insanda kusur olabilir.

Allah, hamdin Zâtına yönelik olması gerektiğini bildirir. (İsrâ 111 / İbrahim 39) Ve insanlar anlamasalar bile bütün varlıkların istisnasız olarak O’na hamd ettiklerini beyan buyurur.(İsrâ 44)

 

Bu ismin insana yansıması oldukça mümkündür. Ahlâkca, dince, amelce, hayırca övülecek insanlar vardır. Bunların hepsini kendisinde toplayan en çok övülmesi gerekendir. Bu vasıflara ilâveten; yerli yerince söz söyleme,tavır ve hareketleri de kendisinde toplama ile övülenin Hamîd isminden aldığı pay çoğalır. Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) bütün özellikleri şahsında toplamıştı. Diğer peygamberler, ashab-ı kiram, veliler ve alimler de bu vasıfları taşırlar. Bu kıymetli kişilerin hepsi de sayılan güzellikleri kendilerinde topladıkları kadar bu isim ile isimlenmişlerdir.

 

Kur’an-ı Kerim hamd ile başlar. Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) bir Hadislerinde: “Din, güzel ahlâktır.” buyurmuşlardır. Yani her bakımdan övülen bir ahlâk sahibi olmaktır.

 

“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphe yok ki Allah, O ganidir, her hamde layıktır.”  Lokman  26

Velî

VELİY (el- Velî) (56)

Yardımcı ve Dost

                       

Kur’an-ı Kerim’de:  Veli ismi; veli, mevlâ ve vâli olmak üzere, Allah’ı vasıflandırmış olarak 11 defa geçer.

                       

1)    Yardımcı anlamında kullanılır: “Mü’min erkekler ile mü’min kadınlar birbirinin velileridir.” Tevbe 71. Burada yardımcı anlamında geçer. Gerçek yardımcının Allah olduğu: Fussilet 31,32

 

2)    Seven, dost anlamında kullanılışı: Bakara 257 / Al-i İmran 68 / Maide 55 / Casiye 19

 

3)    Bir tek Şûrâ 28’de, “hamîd” ismine bitişmiş olarak geçer.

 

4)    Pek çok âyette “nasir” vasfı ile beraber geçer: Bakara 107, 120 / Nisa 45, 123, 173 / Tevbe 74, 116 /Ankebut 22 / Ahzâb 17, 65 / Şûrâ 31

 

5)    Diğer yerlerde tek olarak : Bakara 257 / Âl-i İmrân 68 / A’râf 155, 196 /Yusuf 101 / Sebe’ 41 / Şûrâ 9/ Câsiye 19.

 

6)    Mevlâ olarak:

“mevlâ” ve “nasir” beraberliğinde Enfâl 40

“mevlâhümü’l-hak” şeklinde En’âm 62 / Yunus 30

 

7)   Pek çok âyette tek olarak geçer: Bakara 286 / Âl-i İmrân 150 / Tevbe 51 /  Muhammed 11/ Tahrîm 2,4.

 

Kelime manâsı dost olup, seven, birinin işini üstlenen, yardım eden, manâlarını da taşır. Allah yarattıklarına muhabbetini, sevgisini ihtiyaç anında ve ihtiyaç olmadan da yardım eden olarak gösterir. Yardım etmesi sevgisindendir. Yaratmış olduklarının doğru yolda giderek Zâtına ulaşmasına mani olanları, yani dine düşmanlık edenleri de kahredendir. Veliy kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçerken, Allah, yarattıklarından kendine dost edindiğini belirtmiş oluyor. Bu kul için büyük bir şereftir.

 

“ Allah,iman edenlerin dostudur,onları zulmetlerden nûra çıkarır; küfr içinde  olanların dostu ise şeytandır, onları nûrdan zulmetlere götürür; bunlar Cehennem ehlidir, orada kalırlar.”

Bakara  257

“”Onlar yeryüzünde gezerek kendilerinden öncekilerin akıbetinin ne olduğuna bakmadılar mı? Allah onları tepeledi. İmansızlar için o akıbetin örnekleri vardır. Bunun sebebi Allah’ın mutlaka  iman edenlerin dostu oluşu ve imansızların ise dostunun bulunmayışıdır.” Muhammed  10,11

 

Allah’a    dost olmak,  âyetlerden  anlaşıldığı gibi, iman ile ilgilidir. İmandan anlaşılan hakiki imandır. İmanın hakikatinde aslolan ise yakîndir. Kim Allah’ı şah damarından yakîn olarak biliyor, buna böylece iman ediyor, yaptığı işleri bu yakınlığı dikkate alarak yapıyorsa, yakîni elde etmiş demektir. Yani yakîn, o kişinin bütün hallerine, işlerine, hayatına ve ahiret düşüncesine yansımalıdır.

 

Bu isim ile isimlenen kişi, yakîn sahibidir. İmanın hakikatine ulaşmış, kendisine dost olarak Allah’ı seçmiş, O’nun dostlarını dost edinmiş, düşmanlarını düşman edinmiştir. Bu hali ile Allah’ın yarattıklarına olan sevgi ve muhabbetini bilerek, O’nun sevdiklerine yardım etmeyi ve sevmeyi başarmıştır. Böylece Veliy adını almaya hak kazanmıştır.

Kavî-Metîn

KAVİY(el-Kavî)/METİN(el-Metîn)  (54, 55)

Çok Kuvvetli   Kudretli 

Kur’an-ı Kerim’de,  Kavî ismi dokuz  defa geçmektedir:

 

1)    Fizikî ve manevî kuvvet manâsında: Fussilet 15/ Meryem 12

 

2)    Harici destek manâsında :  Hûd 80 / Neml 33

 

3)    İlâhi kudret manâsında: Bakara 165 / Kehf 39 / Fussilet 15

 

4)    “zü’l-kuvve” olarak Allah’ın kuvvet sahibi olduğu : Zariyat 58

 

Bu sayılan dört maddedeki kullanılış biçimlerinin hepsinde de, “kavi, aziz” beraberliğinde kullanılır. Tek başına kullanılmaz.

 

5)    “şedîdü’l-ikab” yani ( cezası pek şiddetli) manâsında:

Enfal 52 / Mü’min 22

 

6)    Enfal 60. Âyette :  “…düşman için kuvvet hazırlayınız” buyruğu insana hitaptır.

 

Kur’an-ı Kerîm’de  Metin ismi:

1)    “Şüphesiz ki rezzak, kuvvet sahibi ve metin olan ancak Allah’tır” mealindeki Zariyat 58. Âyette Allah, Metin ismi ile nitelenmektedir.

 

2)    Daha çok; kâfirlerin hakka mani olmak üzere kurdukları düzenlerin, Allah tarafından mutlaka imha edileceğini bildiren Âyetlerde kullanılan “keyd” terimi, bazı âyetlerde “Metin” olarak geçer. A’raf 183 / Kalem 45.

 

Kaviy isminin kelime manâsı tam bir kudrettir. Metin isminin kelime manâsı ise, metanet yani kuvvetin şiddetli oluşudur. Allah kudretinin tam olması bakımından Kaviy, kuvvetinin şiddeti bakımından ise Metîn’dir.  Kudret ile metanet arasındaki ilgi şöyledir: kudret arttıkça dayanıklılık yani metanet o kadar büyük olur. Zayıflarda ise metanet yok gibidir.

 

İnsanların, Allah’tan başka şeylerle; meselâ para, mal, makam gibi şeylerle kudretlenmeleri, hakiki kudret değildir. Çünkü ,  bu kudretli gibi görünen zayıflar, sahip oldukları ellerinden gittiğinde kudretsiz kalırlar. Yani kudretlerinin kaynağı sağlam ve sabit değildir. Hakiki kudrete sahip olmayan bu kişiler, imkanları nisbetinde karşısındakileri ezerler. Bu sebeple sanal olan bu kudrete, esaret kudreti denebilir. İnsan neye esir olursa, sanki bu esarete karşılık, esir olduğu şeyle, diğer şeyleri hükmüne almış gibi olur. Gerçek kudrette, bu asla olmaz. Aksine karşısındakinin menfaatini yükseltme vardır.

Bu isimlerin insana yansıması ise, yine Allah’ın kudret sıfatının yansımasıyla beraber olur. Kişinin kudreti yalnız Allah’dan beklemek, korkmak, istemek ve O’nun yakınında olduğunu bilmektir. Zayıflık ise, etrafa, geleneklere, sahiplendiği her şeye bağlanmak yani esaretten gelir.

 

Bu isimlerle isimlenmiş kişiler ise hiçbir şeye esir olmadıklarından dolayı sadece Allah’ın kulu olup, O’nun kudret helvasını yiyenlerdir.

Vekîl

VEKİL (el-Vekîl)       (53)

Kendisine güvenilip, dayanılan

Kur’an-ı Kerim’de   14 Âyette kullanılır:

 

1)    12 Âyette tek başına ve “vekil” manâsında kullanılır: Âl-i İmrân 173/ Nisâ 81,132,171 / Hûd 12 / Yusuf 67 / İsrâ 2, 65/ Ahzâb 3,48 / Zümer 62 / Müzzemmil 9/ En’âm 102

 

2)    İki Âyette tek başına ve “şehid” manâsında kullanılır: Yusuf 66 / Kasas 28

 

3)    Müminlerin gerekeni yapıp, sonra işlerini Allah’a havale etmesi: Mü’min 44’de: “…ben işlerimi Allah’a havale ediyorum” şeklinde geçer.

 

4)    Allah’ın “vekîl-i mutlak” olduğunu ve O’na dayanmayı bildiren Furkan 58  / Talâk 3

 

5)    İnsanlar hakkında kullanılmamış; sadece bu vekil ismini alamayacakları hakkında kullanılmıştır: Nisa 109. Âyette: “Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz, peki ya kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacak, onlara kim vekil olacak?”

 

Kelime manâsı , bir işin birine havale edilmesi anlamındadır. Allah bütün işler kendisine havale edilendir.

 

“ Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine (insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun) dedi de, bu onların imanını arttırdı ve (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) dediler.”  Âl-i İmrân 173

 

“Benden başkasını vekil edinmeyin” İsrâ 2

 

“ Hem biz ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım ki bize dosdoğru yolları O göstermiştir. Bize yaptığınız eziyetlere elbette katlanacağız. Tevekkül edenler dahi yalnız Allah’a güvenip,dayanmakta sebat etmelidir.” İbrahim  12

 

“   Allah bana yeter, O ne güzel vekil” Âl-i İmrân 173

 

“ Allah’a güvenip dayan. Vekil olarak Allah kâfidir.”                                                 Ahzâb  3

 

“ Allah kuluna kâfi değil mi? Seni (Habibim), O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa, onun yolunu bir doğrultucu yoktur.”  Zümer  36

 

“ Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a ısmarlıyorum.     (havale ediyorum). Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir.” Mü’min  44

 

“ Allah O’dur ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. Onun için iman edenler ancak Allah’a tevekkül edip, dayansınlar.”                                                                        Teğabün  13

 

“….Kim Allah’a tevekkül edip, dayanırsa ; O kendisine kâfidir….”  Talâk  3

 

“ De ki: O rahmeti bütün yarattıklarını kapsayan Allah’tır ki biz O’na iman ettik ve ancak O’na güvenip,dayandık (tevekkül ettik)….”  Mülk  29

 

“ Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip, dayan!….” Furkan 58

 

Allah her işte güvenilecek, sığınılacak , yardım istenecek tek mercidir. Bu isim ile, hem kullarının işlerini eksiksiz ve tam olarak görür, hem de Zâtı itibariyle, kalplerin O’na mütevekkil olmasına tek lâyık olandır.

 

Bu isimden kula düşen pay ise iki türlüdür: Birincisi kendi işlerinde Allah’tan başka bir vekil bilmez. Her iş için tek müracaat yerinin O olduğunu bilir. Kimseye ricacı olmaz, kimseden beklemez. Diğeri kendisine havale edilen işleri kendi işleri gibi kabul ederek samimiyetle ve büyük bir alâka ile uğraşır. Kendi işlerini esas yere havale ettiği gibi, başkalarının işlerini de aynı mercie havale eder. Bu arada gerekli sebepleri de kullanır. Bütün bunları yaparken de hiçbir menfaat beklemez. Karşılıksız ve menfaatsiz yapar.

Hakk

HAK (el- Hakk)        (52)

Mevcudiyeti ve ilahlığı gerçek olan

Kuran’ı Kerim’de:     10 defa, Allah’a izafe edilerek geçer. Ayrıca, (doğru, hak, hisse, adalet, gerçek) anlamında 218 defa geçer.

1)    Tek olarak ve Allah’ı niteleyerek, meselâ: Kehf 44 / Hacc 6 / Nûr 25 / Lokmân 30 / Fussilet 53

 

2)    Esmâ-i Hüsnâ’dan bir isimle beraber olarak: “Melîkü’l- Hakk”, “mevlâhümü’l-Hakk”, “rabbükümü’l-hakk” En’âm 62 / Yunus 30,32 / Tâ-hâ 114

 

3)    “Hakku’l-mübîn” yani apaçık bir gerçek manâsında: Nûr 25

 

4)    Hak olan Allah’ın sözü de haktır. “Doğruyu ben söylerim” :  Sâd 84

 

5)    Fiillerinin de “Hak” oluşu; Yunus 5,82/Lokman 33

 

6)    Kulların, Allah’ın hakkını hakkıyla ölçemeyişleri: Hacc 74.

 

7)    Kuran’ı hakkıyla okuyanların iman edenler olduğu : Bakara 121

 

8)    Hak ve adaletle hükmetmek konusu : Sâd 26

 

9)    Hak sahiplerine  haklarını vermek konusu :  En’âm 141

 

10) Hacc 78. Âyette “ Allah uğrunda hakkıyla cihad edin…”diye, gerektiği şekilde manâsı verilmiştir.

 

Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’in dualarında “Allah’ım! Hak sensin , vaadin de hak, sözün de hak , sana kavuşmak da hak” şeklinde niyazda bulunduğu bilinir. Buharî    “Da’avât”9 Müslim”Mûsafirin”199

 

Kelime manâsı  hakikattir. Sözlükte “bâtıl”ın zıddıdır. Hakk kendi Zâtı ile var olan hakiki mevcuttur. Bu öyle mevcud oluştur ki, ezelden ebede hiç sonlanmayacak olan bir mevcud oluştur. Her Hakk olan mevcud da hakikatini O’ndan alır. Bir şeyin mevcudiyetinin hakikati, o şeyin varlığının devamınca olur. O şeyin varlığı sona erince, onun mevcudiyeti hakkında bilinen bilgi artık hakikat olmaz, bâtıl olur. Böylece sonu olan her şey asıl manâda hakikat değildir. Allah’ın Zâtı’ndan başka her şey fani olduğu için gerçek manâda Hakk, yüce Allah-ü Teâlâ’dır.

 

Bir de sözlerin hakk olanı vardır ki bu bakımdan incelenirse, en hak olan yani en doğru olan söz “Lâ ilâhe illallah” dır. Çünkü bu söz ezelden ebede doğru ve hak sözdür.

 

“ De ki Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şüphesiz ki bâtıl daim zeval bulucudur.” İsrâ  81

 

“ Hem göklerle yerde ve hem de kendilerinde âyetlerimizi yakından onlara göstereceğiz.  Nihâyet O’nun Hakk olduğu şüphesiz kendileri için de sabit olacaktır. Rabbinin her şeye şahid olması sana kâfi değilmi?”  Fussilet  53

 

“ Onlar, göklerdeki ve yerdeki o muazzam mülk ve saltanata, Allah’ın yaratmış olduğu her hangi bir şeye hatta ecellerin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi söze iman edecekler ki?” Â’raf  185

 

Bu ismin tecellisine uğramış olan kişi, kendi fâniliğini ve bu sebeple bâtıl oluşunu kabul eder. Asıl Hak olarak sadece Allah’ı görür. Kulda Hak ismi zuhur etse bile, kendiliğinden hak değildir, Allah’ın varlığı ile haktır. Bu ismin yansıdığı kişi, kendi dışındaki her şeyi hak bilebilir. Meselâ, karşısındakinden bir söz duysa Allah söyletiyor diye düşünür. Başına gelen iyi ve iyi olmayan her şeyi Allah’ın verdiğini bilir. Elde ettiklerinin, başarılarının, her şeyin sahibi olarak Hakk’ı görür. Bu kişilerde bazen merhametsiz gibi görülen bir adalet anlayışı olabilir. Bu durum zamanla belki anlaşılır, belki de anlaşılmayabilir. Yani insanın aklı ile değerlendiremediği bir durum olabilir. İnsanda bu ismin yansıması azdır. Bu kişileri de daha çok “Hak” bilir. İnsanlar bilemeyebilirler. Asıl Zâti tecelliyat ile bu isim tam olarak, kemali ile tecelli eder.

 

Kendi arzuları, beklentileri, menfaatleri, emelleri ile var olan için Hakk isminin zuhuru söz konusu değildir. İnsanın kendini fâni olan şeylerle var edişi, esas var oluştan çok farklıdır. Dolayısıyla bu fâni ölçüler ile var oluş, sanal bir ortamdır, kişiyi hak ve hakikatten uzaklaştırır. Yani Allah’tan uzaklaştırır. Bu uzaklık aslında azap verir. Kendi varlığı önde olarak yapılan, yani Allah’ın gölgesinde değil de kendi var oluşu ile kendinden bilerek yapılan her şey insana sıkıntı verir, zulüm gibidir. Uzaklık getirir. Her uzaklık tekrar bir uzaklık getirerek böylece Allah’ı unutmak hasıl olabilir. Fâni olan şeylerle var oluştan kastedilen meselâ: Serveti, kazandığı her şey, yükseldiği dünyevi makamlar, şöhreti… İşte bunlar hep bitebilecek şeyler olup, o anda varsa bile bir gün bitecektir,yani fânidir. Böyle fâni olana ne derece sarılınır ve bunlarla ne derecede kuvvet bulunabilir? Ne zaman sonu geleceği belli olmayan bütün bu şeyler bir hayal hüviyetinde değil midir?

 

ENE-L HAKK meselesi: Burada konu icabı bu meseleden bahsetmek gerekir. Ene-l Hakk demek lûgat manâsı ile (ben Hakk’ım ) demektir. Lâkin bunu (ben Hakk ile beraberim) diye anlamak daha doğrudur. Bu sözler bazı manevi kendinden geçme hallerinde gayri iradî olarak söylenmişse olabilir. Bu da kişinin kendini Hakk ile kuşatılmış olarak ve kendinde Hakk’dan başka bir şeyin kalmadığını, müşahede etmesi ile ve bu müşahedenin de aklı ile çözümleyemediği bir şey olarak söylenmiş olabilir.Daha da doğrusu kendi fâni ve önemsiz varlığını, Hakk’ın yanında âdeta gölge gibi ya da hayal gibi gördüğünden söylenmiştir. Aslında bu sözü söyleyen sanki büyüklenme göstermiş gibi  sanıldığı halde, hakikatte kendini söz edilecek bir şey gibi görmemek, hatta kendini bir nevi küçümsemek vardır. Hakk’ın hakkı verilmiş gibi olduğundan bu söz bu açıdan hakikattir. Aslında manen yüksek bir makam olan tevhid makamlarında böylesi zor anlaşılan meseleler vardır. Ene-l Hak hali tevhidin başlangıç yerlerinde belki yer alır. Zira tevhid teklik halidir. Orada Hakk’dan başka bir şey yoktur. Ama ben Hakk’ım diyen ikiliktedir. Zira bir kendi bir de Allah vardır. Tevhidin bir ileri aşamasında “sen ve her şey Hak” vardır. En zirvede ise (Allah var, başka da bir şey yok. Ezelde, şu anda ve ebediyyen böyledir) kavramı vardır. Hz.Ali (r.a.) böyle bilmiş, böyle demiştir.

Tasavvuf ehlinin ileri gelenleri bu konuyu bilir. Kendi Zâtlarının yönünden fâniliklerini bilir, bâki olanı anarlar. Anmaya, konuşmaya değer olarak sadece Hakk’ı bilirler. Tevhide heves etmez, tevhidin bilgisinin tevhidin aslına zıt olduğunu bilerek, bu konuyu yaşamadan dillerine dolamazlar, böylece günahtan da sakınmış olurlar.

 

Kelâmcılar ise, kelâm ile meşgul olup, kelâmın sahibinden uzak düşmüşlerdir. Çoğu Allah’dan başka her şeyi görür ve gördüklerini Allah’ın varlığına ve kudretine şahid ve delil gösterirler.

 

Sıddıklar ise, O’ndan başka bir şey görmezler. O’nun varlığına  ve kudretine delil olarak yine O’nu şahid ve delil gösterirler. O’nlar yukarıda yazılmış olan Fussilet suresinin muhataplarıdır.

Şehîd

ŞEHİD (el-Şehîd)     (51)

Her şeyi gözleyip bilen

Kur’an-ı Kerim’de :  (20’ si Allah’ı nitelemek üzere) 35 defa geçer.

1)    “kefâ billâhi şehîda” yani “şahid olarak Allah yeter” mealinde : Nisâ 79,166/Yunus 29/Ra’d 43/ İsrâ 96/ Ankebût 52 /Fetih 28

 

2)    “İnnallahe alâ külli şey’in şehîd” yani “Allah herşeyin üzerinde şahittir”: Nisâ 33/ Mâide 117/ Hacc 17 / Sebe’ 47 / Fussilet 47 / Ahzâb 55 / Mücâdele 6 / Burûc 9.

 

3)    Enbiyâ suresi  78. Âyette ise “şahidin” şeklinde çoğul olarak geçer.

 

4)    Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’e  Tûr suresi 48. Âyette : “Rabbinin hükmüne sabret! Şüphesiz sen gözlerimizin önündesin” buyurarak, “şahid” olduğunu bildirmiştir.

 

Şehid isminin manâsı, biliş, şahid oluş, müşahede ediştir. Tanık manâsındaki “şahid” kelimesinin mübalâgalı ifadesidir. Allah’ın her yerde hazır ve nâzır oluşu, şehid ismini açıklar. O her şeye aynı yakınlıktadır. Allah Şehid’dir.

 

Alîm ismine benzerse de Şehid ismi ile Allah hem gaybı hem şehadeti bilir. Her şeye şahiddir, müşahiddir.

 

Alîm ismi, mutlak ilim göz önüne alındığında kullanılır. Allah Alîm’dir. Gaybin ve bâtının bilinmesi göz önüne alınırsa, Allah Habîr’dir. Gayb ve şehadete izafe edildiği zaman ise Şehid’dir. Böylece insanların dünyada iken yaptıkları şeylere şahid olduğu için ,kıyamet günü şehadet edecektir.

Bu ismin tecelli ettiği kişiler, şahid oldukları olaylarda, olayı gizlemez, hatır için susmaz, yani Hakk’ı korur, yerine koyar, tavsiye eder. Az yansıyanlar ise nefsini korur, Hakk’ı yerine koyamaz.