Fakirliğin zenginlik üzerine fazileti:
Mukayesenin adalet ile yapılabilmesi için, denk durumlar ile olması lâzımdır. Bu sebeple:
1)Haris olmayıp, servetini hayır ve hasenata harcayan zengin ile; yine haris olmayıp, kanaat eden ve haline razı olup sabreden fakir mukayese edilirse:
Buradaki zengin ile fakirin faziletleri, gönüllerinin mala meyilleri nisbetindedir. Nice fakirler vardır ki, bir ibriklerinin derdine düşerler. Nice zenginler de vardır ki, malları gönüllerine girmemiştir. Yalnız nefis aldatmaya meyilli olduğundan, burada “malı gönlüme sokmadım” diyen zengine dikkat düşer, ola ki nefsi aldatabilir.
Umumi olarak, herkes hakkında fakirlik daha hayırlıdır. Çünkü mal sevgisini gönülden çıkarmak zordur. Zengin malı ile meşgul iken, fakir sadece günlük nafakasını düşünür. Mal ve servet insanın kalbine girmese, bile meşgul eder. Hesabı, dağıtması bile meşguliyettir. Fakirde ise mal mülk olmadığından kalbi dünya sevgisinden, mal mülk hesabından uzaktır. Olsa bile ufak tefek istekler olur. Bunlar da gönlü Hakk’dan ayrı kılmaz. Kalb boş olduğu için, çektiği tesbihat bile direk kalbe iner. Bu sebeple fakirin çektiği tesbihin sevabı, zengininkinden üstündür.
Ebû Süleyman: “ Fakirin canı çekip de alamadığı şeyin ardından soluması, zenginin bin senelik ibadetinden makbuldür” demiştir.
Dahhak ise: “ Bir kimse pazarda canının çektiği bir şeyi görüp de alamadığı ve bunun mükâfatını Allah’dan beklediği vakit; onun bu durumu, Allah yolunda bin altın infak etmesinden daha makbuldür” demiştir.
Eskiler marifet ilmini zenginlerin ağzından duymak istemezlerdi. Çünkü zenginlik ile marifet ancak çok zor bir araya gelebilir, diye düşünürlerdi. Zenginliğin en zor hali, fakirlerin halini yaşamadıkları için bilmemeleri idi. Dıştan müşahede etmekle bu acı bilinmez. Anlatma ile de bilinmez. İllâ ki yaşanması lâzımdır. Zenginlik, başlı başına varlık sebebidir. Fakirin ise, insanların arasında fakirliği sebebiyle, varlığı un ufak olmuştur.
Cüneyt-i Bağdadî ve Süfyan-ı Servî, fakirliği her türlü hal içinde üstün görmüşlerdir. Servî der ki: “Fakirler rahatlığı, hesap azlığını ve kalp huzurunu; zenginler ise yorgunluğu, hesap zorluğunu ve gönül meşgalesini tercih etmişlerdir”.
Sonuç olarak belki şöyle denebilir: Malın varlığı ile yokluğu kendisinde eşit olan kişi; ister zengin, ister fakir olsun; Allah-ü Tealâ’nın Gani vasfına uyduğundan, faziletlidir.
2) Haris olan fakir ile, haris olan zengin karşılaştırılırsa:
Haris olan zengin, dünyalık elinde olduğu için, bir mahrumiyeti de olmadığı için, dünyayı daha çok sevmiş olur. Fakir ise haris bile olsa, elinde dünyalık olmadığı için, dünyayı sevmez. Yani fakirlik zenginlikten daha efdal ve şereflidir. Zaruret miktarını aşan bütün ihtiyaçların, insanı küfre götürme ihtimali vardır. İnsanın arzularının tükenmesi ise mümkün değildir. Eğer kişi aç olarak ölürse, günahı da daha az olur. Yalnız burada bir hakkı yerine koymak lâzımdır. O da şudur: Kişinin nazarında malın varlığı ile yokluğu müsavi olur ve malının kaybı ile, tüyü kıpırdamaz ise, bu zengin elbette daha faziletli olur. Hz. Aişe’ye bir para gelmiş, O da acele dağıtmıştır. Akşama yemek için bile ayırmamıştır. Hizmetlisi bunu söylediğinde ise: “ Aklıma gelmedi, söyleseydin ayırırdım” demiştir.