Kategori arşivi: ORUÇ

DUA

  • DUA

 

Allah’ım,

Bu yıl, öğrendiklerimiz sebebiyle belki de ilk defa samimi ve çok ciddi olarak oruca niyet ediyoruz. Kabul ve makbul et. Bu sene eğer çıkmak nasip olursa, Ramazan’ın sonunda, tüm azalarımız ile oruç tutmuş olarak, böylece onların bize veriliş sebeplerine uygun hareket etmiş olarak, bütün azalarımızın bir daha eski haline dönmeden, ebedi oruca yönelmiş olarak; günaha uzak, Sana yakın, Bayram nasip et. Bu sene Kadir gününü ve gecesini idrak etmeyi nasip et. Bu sene Bayram’ı hak etmeyi nasip et. Bir daha arkaya dönüp bakmadan, gözlerimizi sadece Sana çevirmeyi, kalbimize Senden başka hiçbir şeyi sokmamayı, bütün azalarımızı temizleyip, bundan sonra da temiz tutmayı nasip et.

Belki bu temizlenmeyi sağlamak üzere, önümüzdeki Ramazan son imkân. Belki bu yıl olduğu gibi istekli olamayız. Belki ağır imtihanlara uğrar da isyana gireriz. Bütün bunları önlemek üzere, bu yıl Ramazan’ı ve Kadir’i bize idrak ettir. Bu Ramazan kalplerimiz dirilsin. Bu Ramazan belki de en son Ramazanımız. İhya et, Ya! Rab! Biz acizler, biz kimsesizler olarak, Senden mahrum olmak istemiyoruz. Seni gördür, Seni bildir, Senle doldur,Ya! Rab!

Biliyorum; gözümü kötü şeylerden korursam, gören gözün olurum. Kulağımı korursam, işiten kulağın olurum. Elimi korursam, tutan elin olurum. Ayağımı korursam, yürüyen ayağın olurum. Daha niceleri…

Bütün bunları biliyorum ama yine nefis, bir anda hepsini unutturuyor. Seni unutturuyor. Yaradılış sebebimi unutturuyor. Ama seneler evvel bana söylenmiş olan kötü bir sözü, hareketi asla unutturmuyor. Kalbime nazar kıldığında, biliyorum orada hoş olmayan şeyleri buluyorsun. Ben nasıl insan olacağım, Ya! Rab? Kalbimin çevresinde, hakikatimin tam olarak uçup gitmemesi için sımsıkı perçin yaptığın letaiflerime rağmen; ben nasıl bu hale geliyorum? Yüce merhametine sığınarak, yalvarıyorum. Bu yıl fırsatımın kıymetini bileyim. Bu yıl Sana yaklaşmanın yollarını yürüyeyim.

Bir adım gelirsem, biliyorum koşarak gelirsin. Yaklaştırıcı sebeplerini kullanacak akıl ve iradeyi ver. Nefsimle mücadele edecek güç ve kudreti ver. Seni aramak ve Sana ulaşmaktan daha önemli hiç bir şeyin olmadığını anlayacak ilim ver. Kur’an ahlâkını benimseyecek idrak ver. Ve ahirete yönelecek iman ver.

Allah’ım; yetersizlikten ve aşırılıktan Sana sığınırım. Kendi varlığımı büyütmekten, Sana sığınırım. Kendi önemimi, Senin öneminin önüne geçirmekten Sana sığınırım. Kalbimin Sen olmadan bir kere bile olsa çarpmasından Sana sığınırım. Ya! Rab! Gadabından rahmetine sığınırım.

Ya! Merhametlilerin en merhametlisi, kapında gece gündüz daim eyle, amin. Ya! Rabb-i Rahim!

 

Ayşegül Erdoğ

Konya  7 Eylül 2005 (Şaban/ 3)

 

Çocukların Orucu

  • ÇOCUKLARIN ORUCU:

 

Çocuklarımıza zamanı geldiğinde oruç tutmalarını söylemeden önce; kendimiz örnek olmalıyız. Aklı ermeye başladığında; orucun kıymetini, Allah’ın oruç tutanları nasıl sevdiğini, Peygamberimiz(s.a.v.)’in ahlâkını, oruç tutuşunu anlatmalıyız. Yedi yaşından sonra, Ramazan’larda meselâ Kadir günü önemi anlatılarak, çocuğun heves etmesi durumunda, yarım günlük oruç tutmasına izin verilebilir. Yarım günlük oruç diye bir şey yoktur. Lâkin çocuğun alışması ve alâka kurması için, bir yaklaşımdır. Genelde, iftar sofraları ve sahur  zamanı çocukların ilgisini çeker. Oruç, farz olduktan sonra ise, çocuk teşvik edilmelidir. Oruç tutan çocuk ödüllendirilmeli, esas âlemde oruç tutmanın mükâfatını Allah’ın vereceği anlatılmalıdır. İftar sofrasında, sevdiği ve özendiği yemekleri hazırlamalı, bunun da oruç tuttuğu için ikram olduğunu söylemeliyiz. Onların dualarını istemeli, bu küçücük yaşta oruç tuttuğu için, orucunun bizlerin orucundan makbul olduğunu söyleyerek, bize de dua etmesini istemeliyiz.

 

Çocuklarımıza, oruç tutamasalar bile, başkalarının yanında aleni olarak yememelerini, içmemelerini anlatıp; oruca karşı saygı duyulmasını telkin etmeliyiz. Edep, bunu gerektirir.

 

Orucun sabırla ilgisini, anlatmalı; ileride zorluklarla karşılaştığında, kuvvetli olması için, sabra oruçla alışabileceğini anlatmalıyız.

 

Orucun Hakikatı

  • Orucun hakikati:

 

Oruç üç gurup inanan tarafından tutulmaktadır:

 

1)AVAMIN ORUCU: Umumun tuttuğu oruçtur. Bu oruçta sadece iki uzuv şehvetten korunur. Biri midedir ki yemek ve içmekten uzak durularak korunur. Diğeri ise tenasül uzvudur ki, cinsi münasebetten korunur. En alt derecede sevabı olan oruçtur. Bir hayvan bir yere bağlandığında, çaresiz yemez, içmez ve çiftleşmez. Bu bakımdan:

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan açlık ve susuzluktan başka kârları yoktur”   Nesei ve İbn-i Mâce/ Ebû Hureyre’den buyurulmuştur.

 

Avamın orucu, oruçlu olması gereken zaman içinde; yiyip, içmek ve cinsi münasebette bulunmak ile bozulur. Kasten bunları yaparsa, kefaret konusunda anlatıldığı üzere, kefaret ile, bozduğu orucu öder.

 

2)HAVASIN ORUCU (SALİHLERİN ORUCU):

Yukarıda ki asıla uymakla beraber, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer uzuvlarını da günahtan koruyarak oruç tutmaktır. Bu oruç oldukça zordur. İnsanın nefsi, dilini korusa, kulağından; kulağını korusa başka azalarından günaha sürükler. Bu orucu, ancak az da olsa gaflet batağından sıyrılmış olanlar veya, günaha girdiğinde samimi olarak pişman olup af dileyenler tutabilir. Çünkü günaha girdiğini hemen akabinde görebilmek veya fark edebilmek de gafletsizliğe götüren iyi bir durumdur.

 

Havasın orucu, Avamın orucunu bozan sebeplerle bozulduğu gibi, uzuvları ile girdiği günahlarla da bozulur. Burada uzuvları ile girdiği günahlar sebebiyle bozulur demekten maksat, sevabını kaybeder. Kefaret icap etmez, bazı alimlere göre ise, gününe gün kaza gerekir, denmiştir. Yalan, gıybet, kovuculuk, yalan yemin, şehvetle bakmanın orucu bozduğu hakkında Hadis-i Şerif vardır.

3)HASSÜ’L-HAVASIN ORUCU:

(Aydınların orucu)

Allah’ın nuru ile aydınlanmış olan, Allah dostlarının tuttuğu oruçtur. Bu kişiler, avam ve havasın oruçlarında uydukları şartlara uymakla beraber, kalplerini de her türlü kötülük ve yanlışlıklardan koruyarak oruç tutarlar.

 

Kalp, hem Allah’ın nazar ettiği bir yerdir, hem de her türlü kötü düşüncenin geçtiği yerdir. İşte bu zıdlığın içinde, kalbin Allah’dan başka hiçbir şeyle meşgul olmaması, ancak onu korur. Bu ise zorlama ile olmaz. İnsan kalbini temizlediğini sanarak, kalbinde kötü bir şey olmadığını düşünüp, yanılabilir. Kalbin ne halde olduğunu ise ancak, Allah-ü Tealâ bilir. Bu bakımdan ancak nefislerini terbiye ile özel olarak uğraşmış olanlar, belki bu afetlerden korunabilir. Bu ise ancak Peygamberler, sıdıklar ve mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) için mümkündür. Bu kişilerin kalbi, Allah dışındaki her şeyden alâkayı kesmiştir. Dünya onlar için bir külfettir. Yani herkesin arzu ettiği, peşinden koştuğu şeyler; bu kişiler için külfet olur. Kalplerinde dünya sevgisi, uzak emeller, insanların halleri ile uğraşmak, artık kendiliğinden yoktur. Sadece Allah ve O’nun rızasına ulaşmak duygusu ile hareket ederler. Bu ise ancak, varlığını Yüce varlıkta yok etmekle mümkün olan bir haldir. İsteyerek elde edilmez. “Bu Allah’ın lûtf-u keremindendir. Onu dilediğine verir” âyeti gereğidir. Kalplerinde insanlar ile ilgili bir şey olsa bile; ya onlara yardım için veya ihtiyaçları için ya da aralarında adaleti tesis etmek için olur ki; bu da Allah’ın rızasına aykırı olmayan hislerdir. Kendi menfaatleri ile ilgili bir düşünceye girerlerse veya bir şey arzu ederlerse, bu kişilerin oruçları da bozulur.

 

Bu kişilerde Allah-ü Tealâ’ya sonsuz tevekkül vardır. Tevekküllerini,  akşam ne yiyeceğini düşünmesi bile bozar. Günah olarak defterine yazılır. Bu kişilerin orucu, himmetlerini her şeyden kesip, bütün mevcudiyetleri ile sadece Allah’a yönelmek üzere olur.

 

“Allah de, sonra onları bırak kendi daldıkları bataklıkta oynayadursunlar”                                           En’am/91

 

Azaları günahtan korumak:

 

1)Gözün korunması: Gözü Allah’ın kurallarına göre, bakılması yasaklanmış olan şeylere bakmaktan ve kalbini meşgul edecek ve Allah’ı hatırlamaya mani olacak olan şeylere bakmaktan korumaktır.

 

“Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla onu terk eder, yani şehvet gözü ile bakmazsa, Allah-ü Tealâ ona öyle bir iman nasip eder ki, zevkini kalbinde duyar”     Huzeyfe

 

“Beş şey orucu bozar: yalan konuşmak, gıybet etmek, kovuculuk yapmak, yalan yere yemin etmek, şehvetle bakmak”                                                             El-Ezdî

 

2)Dilin korunması: Dili; yalan, gıybet, koğuculuk, ağız bozukluğu, öfkeli söz, mücadeleden korumakla olur. Bu da ancak dili; zikir, tesbih ve Kur’an ile meşgul etmekle olur.

“Oruç bütün fenalıklardan ve Cehennemden bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip, kötü söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmaya kalkışırsa; ben oruçluyum, ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun”

Buhari ve Müslim

 

“Resûl-i Ekrem(s.a.v.) zamanında oruç tutan iki kadın akşama doğru açlık ve susuzluktan helâk olacak vaziyete geldiler; oruçlarını bozmak için, müsaade almak üzere Resul-i Ekrem(s.a.v.)’e bir kişi gönderdiler. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bir bardak verdi ve onlara yediklerini bu bardağa kusmalarını söylemelerini buyurdu. Onlardan biri safi et ve kan kusarak bardağı yarıya kadar doldurdu, diğeri de aynı şekilde kusarak bardağı doldurdu. Bu vaziyetten her kes şaşırmıştı. Peygamber Efendimiz(s.a.v.): < Bunlar Allah-ü Tealâ’nın kendilerine helâl kıldığı şeyden oruç tuttu ve fakat haram ettiği şey ile iftar ettiler. Birisi diğerinin yanına sokularak halkın gıybetini yaptılar. İşte şu gördüğünüz yedikleri, insan etleridir> buyurdu”.

İmam Ahmed

 

3)Kulağı korumak: Kulağı dinlemesi yasak olan her şeyden korumaktır. Konuşulması yasak olan her şey, dinlemesi de yasak olandır. Allah-ü Tealâ; böyle yasak olan sözleri dinleyenler ile haram yiyenleri bir seviyede tutarak;

 

“Onlar;yalanı dinleyenler,haram yiyenlerdir” Maide/42 buyurmuştur.

 

“Uleması, fukahası onlara günah söylemekten, haram mal yemekten men etmeli idi”                        Maide/63

 

Gıybete susmak, seyirci kalmak, sessizce dinlemek haramdır. Zira;

 

“Siz de günahta onlar gibi olursunuz”             Nisa/140 buyrulmuştur.

 

Hz.Peygamberimiz(s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

“Gıybet eden ve dinleyen, günahta ortaktırlar”                                                                                   Taberani

Gerçekten, eğer dinleyen olmasa, söyleyen de susar.

 

4)Diğer uzuvları korumak: El ve ayak gibi uzuvları kötü işlerden korumak ve iftarda mideyi helâl olmasından şüphe edilen gıdadan korumaktır. Helâl lokma bile miktarı çok olduğu zaman, haram olur. Yani hem bünyeye zarar verir, hem de manen nefsi azgınlığa götürür. Haramdan mideyi korumaktan maksat; hem çok yemekten, hem  gerçekten haram olan gıdalardan ve hem de haram olan gelir ile elde edilmiş gıdalardan korumaktır.

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan açlık ve susuzluktan başka kârları yoktur”  Ebû Hureyre hadisi ile ilgili olarak; bazı ulema haram ile oruç açanların  kast edildiğini söylerken, diğer bazıları da uzuvlarını haramdan korumayanların tuttukları orucun kast edildiğini söylemişlerdir.

 

Bizce; oruç tutanlar bunların hepsinden sakınmalıdır. Çünkü oruç; nefsi terbiye etmek, aşırılıklara ve her türlü şehvete mani olmak, Allah’a yaklaşmak için çok önemli bir vesiledir. Allah-ü Tealâ, rahmetinden ve cömertliğinden dolayı bu kıymetli vesile ile kullarının Zât’ına yaklaşmasını murad ederken, bu hayrı kıymetli ibadet olarak kabul etmekle; kullarını yaklaştırma lutfu içinde, ibadet sevabı ile de ihya etmektedir. Orucun mükâfatını, Zât’ın vermesi ile, oruç sevabının ne kadar olduğu gizli kalmaktadır. Fakat Allah’ın Gani ve Rahman isimlerinin manalarına erenler bilirler ki, verilecek olan karşılık, hazinelerle ölçülemez. Bu sebepten, Hak Tealâ(C.C.), bu hazineyi kaybetmeyelim diye, bu hazineye ulaşma yollarında orucu muhafaza etmemizi şart koşmuştur. Akıllı olan, bu hazineye ulaşmak niyetiyle, orucunu tutarken; bütün azaları ile tutar. Hazineyi kazanmak üzere, gayret ederek orucunu düzgün tutan kişi de böylece, hiç değilse senede bir ay nefsini denetiminde tutmuş olur. Bir ay; bazı alışkanlıkların başlaması için tam kararında bir süredir. Zira bilinir ki, Bayram’da bile oruca alışmamız sebebiyle, adeta Ramazan’daymışız gibi olmaz mı? Önemli olan, Ramazan’da elde edilmiş olan bu iyilikleri, daha sonra da devam ettirmektir. Böylece umulur ki; Salihler ve daha sonra da Sıddık’lar yolu açılır.

 

5)İftar vakti az yemek: Oruçtan murad edilen, Şeytanı kahretmek ve nefis mücadelesini yapmaktır. Bu mücadele içinde, bir gün içinde yiyemediklerini toplayıp, akşam yemek uygun düşmez. Helâl bile olsa, rahatsızlık duymayacak kadar yemek uygundur. İftar sofralarında, her zamankinden farklı olarak çeşitlilik olmamalıdır. Midenin az doldurulması, kalbin cilâlanması için, sebeplerden biridir. Kalbin cilâlanması ise, insanı Allah’a yakın eder.

 

6)İftardan sonra korku ile ümit arasında olmaktır: Kişi tutmuş olduğu orucunun mutlak kabul göreceğini düşünmemelidir. Diğer ibadetlerde de böyle düşünmelidir. Oruç ibadetini yaptığı günün muhasebesini yapmalı, acaba kabul mü yoksa red mi olunacağını düşünmelidir.

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki oruçsuzdurlar. Nice yiyenler de vardır ki oruçludurlar” sözü bir alime aittir. Oruç tuttuğu halde, kalp kıranlar, günah işleyenler, kendi varlıklarını büyük görenler kast edilerek, “oruçsuzdurlar” denmiştir. Ve oruç tutamadığı halde gönül yapanlar, günahtan sakınanlara da “oruçludurlar” denmiştir.

 

Eğer kişi bunların farkında ise,  oruç tutmayanları küçümsemeyecek, kendi orucunun ne derece kabul edileceğini bilemediğinden korku ve ümit arasında olacaktır. İbadetlerin hakikatine ulaşmak, irfan sahiplerine aittir. Onlar işin özünü fark etmişlerdir.

 

 

“Savm-ı salât ü hac ile, sanma biter zahit işin.

İnsan-ı Kâmil olmaya, lâzım gelen irfan imiş…”

Niyazi Mısrî

 

Yani: “Ey zahit kişi; oruç, namaz ve hac ile sanma ki işin biter(belki yeni başlar…). İnsan-ı Kâmil olmak için  irfan lâzım imiş…”

Bütün ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetinde de maksat; Allah-ü Tealâ’ya yaklaşmaktır. Allah’a yaklaşmak, O’nun isimlerini kavrayıp, bu isimler ile isimlenmek ve sıfatları ile sıfatlanmaktır. Kısaca; Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır.

 

İnsanda şehvetler, tutkular ve aşırı isteklerle beslenen nefis olduğu sürece, bu güzel ahlâkı benimsemek zordur. Çünkü âyet ile belirtildiği üzere; nefis daima kötülüğü emreder. O halde güzel ahlâka sahip olabilmenin ilk adımı; nefsi tanımak, onun isteklerinden ve aldatmalarından haberdar olmak ile başlar. İşte oruç, nefsi bir kenara sindiren, mecalsiz bırakan en büyük etkendir. Zira nefis, açlıktan korkar. Açlıkla terbiye edilince zayıflayacağını bilir. Bu sebepten, oruçtan hiç hoşlanmaz. Ama akıl sahiplerinin orucundan hoşlanmaz. Avamın orucundan çok rahatsız olmaz. Avam;yemeyi, içmeyi kesse bile; yalan, dedikodu,v.s., gibi kötü ahlâkla beslendiği diğer damarları açıktır.  Esas, Salihlerin orucundan rahatsız olur. Zira onlar azalarını koruyarak oruç tutmaya gayret gösterirler.

 

Sıdıklar ve mukarrebler ise, nefislerini kendi denetimleri altına aldıkları için ve nefis bu kişilerde, artık ses çıkarıp, akıl verecek halde olmadığı için; nefisleri oruç için  rahatsızlık duymaz. Hatta nefis ile ruh bir olmuş gibidir. Bunlar emin olunan nefis sahipleridir.

 

Şu halde, Allah yolunda ilerlemeye çalışan ve ibadetlerini bilinçli olarak yapan kişilerde, imtihanlar daha ağırdır. Kişi, nefsin hilelerinden haberdar olarak, her an gaflette olup olmadığını gözetmelidir. Yani Salihler yolunda, nefsin hileleri daha fazla olup, nefis; en önemsiz konuları, önemli gibi ortaya çıkarıp, sahibini günahkâr kılmada ve Allah yolunda yürümesini aksatmada yeteneklidir.

 

İşte Ramazan orucu art arda otuz gün, nefse imkân tanımadan tutulduğu için; inananlara  büyük bir fırsattır. Nefsin terbiyesi için, ganimettir. Oruçla ilgili anlayış, böyle olmalıdır. Allah’a yaklaşma ve ateşten uzaklaşma sebebidir. Elbette, azaları ve kalbi oruca dahil ettikçe, yakınlaşma sebepleri hasıl olur. Bütün bunları düşünmek, ölçmek ise akıl ile mümkündür. Ebû Derdâ: “Akıllı adamların uykuları da, yemeleri de ne güzeldir. Ahmakların oruç ve uykusuzluklarına nasıl şaşmazlar? Yakîn ve takva sahiplerinin bir zerre ibadetleri, ahmakların dağlar gibi ibadetlerinden efdal ve üstündür” demiştir.

 

İtikaf

  • İtikâf:

 

“Ramazan’ın yirmisi geldiği vakit yatağı dürer, izarını bağlar, ibadete hazırlanır ve ehl-i beyt’ini de ibadete hazırlardı”                     Buhari ve Müslim,Hz.Aişe’den

 

 

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), her Ramazan-ı Şerif’in son on gününde, itikâfa girerlerdi. İtikâf, halktan çekilerek, Allah rızasını talep ederek, kimse ile çok önemli bir zaruret olmadan konuşmayarak, kendi iç âlemi ile baş başa kalmak, kendi içine yolculuk etmek ve bu süreyi, farz olan namaz ve oruç ibadetlerinin yanı sıra, nafile ibadetler, tesbih, istiğfar ve zikir ile geçirmek demektir.

 

İtikâf, Müslümanlar üzerinde farz-ı kifaye dediğimiz bir ibadettir. Aynı zamanda sünnet-i müekkede, yani kuvvetli olan sünnetlerdendir. Kuvvetli sünnet oluşu, Peygamberimiz(s.a.v.)’in neredeyse, her yıl yaptığı ibadet oluşu sebebiyledir. Bu sebeple, Müslüman olan bu sünneti mutlaka yapmak isteyecektir. İşte, yapılması pek kolay olmadığı için, halkın bir kısmının yapması ile diğer Müslümanlar üzerinden sorumluluk kalkacağına dair, ulemanın fikir ortaklığı vardır. Bu sebepten Farz-ı kifaye ibadet olarak anılır. Yani; bir beldede halkın arasından bir tek kişi bu ibadeti yaptığı zaman, diğerlerinin üzerinden yükümlülüğün kalktığı bir ibadettir. Müslüman ülkelerde, her beldeden en az bir kişi itikâfa niyet ederek, girer. Diğer insanlar da bu farz-ı kifayenin yapılıp, yapılmadığını araştırarak, kendilerine sorumluluğun düşüp, düşmediğini öğrenirler.

İtikâf, ister bir cami veya mescitte; ister evinin daha sakin olan bir bölümünde yapılabilir. Kadın için en uygun yer evinin bir odasıdır.

 

Hanefi mezhebine göre; itikâfa giren biri, iki ihtiyacı için dışarı çıkabilir: Birisi Şer’i sebep olup, Cuma Namazı için çıkmasıdır.  Bulunduğu yerde veya mescitte Cuma kılınmıyor ve başka yerde kılınıyorsa, oraya gitmek üzere çıkar. Diğeri tabii ihtiyacı için çıkmasıdır ki bu da, def-i tabii için veya gusul gerekmesi durumunda gusul alıp hemen dönmek üzere çıkmasıdır. Bunların dışında bulunduğu yer yıkılıyorsa veya hayati bir tehlike olmuşsa, çıkabilir. Ama hemen ya geri dönerek veya başka bir yere naklolarak, mümkün olduğunca aralık vermeden itikâfa devam etmelidir.

 

 

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), itikâfı hiç terk etmemiştir. Bir defa bir sebepten itikâftan çıkmışlar ve Ramazan’ı  takip eden Şevval ayında kaza etmişlerdir. Alimlerce Farz-ı Kifaye kabul edilmesinin sebebi budur. İtikâfa niyet edip, girdikten sonra; özürsüz terk etmek, beş vakit namazın sünnetlerini özürsüz terk etmek gibidir. İtikâf on gün süre ile ve kesintisiz olur. Hasta ziyareti, baş sağlığı için taziye, cenaze ve cenaze namazı için, icap etmediği halde mazeret olmaksızın yıkanmak üzere, mescidden veya itikâf mahallinden çıkmak, itikâfı bozar. Oruçlu olunan zaman dışında; yemek, içmek itikâfı bozmaz. Cinsel münasebet bozar. Zaruret olmaksızın konuşmak itikâfı bozar. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.),zaruret olursa, hastaların halini sormak üzere, alelacele konuşurlardı. Öpmek bozmaz. İtikâf mahallinden başını veya ayağını çıkarmak bozmaz.

 

“Resûl-i Ekrem(s.a.v.) itikâfta iken başını mescidin kapısından dışarı çıkarır ve Hz. Aişe hücresinde iken yıkar ve tarardı”                                 Buhari ve Müslim

 

İtikâf mahallinden yukarıda sayılan mutlak zaruri olan sebeplerle dışarı çıkan kişi, tekrar içeri girerken itikâfa niyet ederek girer ve bıraktığı yerden ibadet ve sığınmasına başlar.

 

İtikâfın manası şöyledir: Sanki itikâfa giren kişi, Kudretli Rabbi’nin kapısında duran ve “işim  görülmeden, dualarım kabul edilmeden bu kapının önünden ayrılmam” diyen kişi gibidir. Rabb’ine yalvarır, tövbe ve istiğfar eder, dileğini O’na bildirir. Sadece dua eder. Mübarek isimleri ile yalvarır. Dünya ile bütün ilgisini koparmış gibidir. Bu süre içinde dış dünyada her ne olursa olsun, ilgilenmez.

 

Kadir gecesi

  • Kadir gecesi:(Leyle-i Kadr)

 

“Kadr” kelimesi mâna itibariyle; kudret, takdir, şeref, iyilik, tazyik, hüküm kaza gibi güzel anlamları toplar.

Hüküm gecesi denmesindeki mâna; Duhan Sûresinde: “(O bir gecedir ki) her hikmetli iş nezdimizden bir emir ile, o zaman ayrılır” buyurulması sebebiyledir. Bu âyette geçen “leyle-i mübareke” nin Kadir gecesi olduğunda, müfessirler ortak görüş sahibidirler. Hüküm gecesidir, çünkü hikmet gecesidir. Buradaki en önemli hikmet ise; emir ve yasak hükümleri içeren Kur’an, artık daha sonra Peygamber gönderilmeyeceği kesin olan ahir zaman ümmetine , bulundukları devre en uygun ve en gerekli şekli ile bu gece indirilmiş olmasıdır. Hüküm gecesidir, çünkü her İlâhi hüküm bir hikmete bağlı olarak bu gecede, insanlara lâzım olacak en uygun şekli ile, Lehv-i Mahfuz’dan dünya semalarına inmiştir.

 

Şeref ve azamet gecesidir, çünkü; “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır” şeklinde, Allah-ü Tealâ tarafından bildirilmiştir.

 

Tazyik gecesidir, çünkü; “Onda melekler ve Ruh Rablerinin izni ile iner de iner” diye bildirilmiştir. Bu tazyik:

 

-Kur’an-ı Kerimin ilk inmesi, Cebrail a.s.ın, Hz. Peygamber(s.a.v.)’i sıkıştırması, tazyiki ile başlamıştır.

-O gece meleklere gökyüzü dar gelir ve birbirini sıkıştırırlar.

 

-Kur’anın inişi, o kadar şerefli bir olaydır ki, bundan çok büyük bir hayır ve selâmet oluşur. Bu hayır ve selâmet de güzel olmayan şeyler üzerinde galip gelerek, tazyik yapar. (Rahmetim, gadabımı geçti).

İşte ancak bir kısmını sayabildiğimiz yukarıdaki sebepler dolayısıyla bu gece; kadri, kıymeti çok büyük bir fırsatlar gecesidir.

 

Bu gecenin kıymeti; bu gecede kıyamete kadar Zât’ı tarafından korunacak ve hükümleri asla değiştirilemeyecek olan, Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasıdır(indirilmesidir). İnsanlığın doğru olarak yol almasında, kıyamete kadar baki olacak olan rehber, yani Kur’an-ı mübin, emin ve kutsal olan Cebrail a.s. vasıtasıyla nazil olmuştur.

 

İbn-i Abbas(r.a.);

“Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında, Kadir gecesinde, tüm olarak Lehv-i Mahfuz’dan dünya sema’ına indirildi. Sonra Cebrail a.s. yirmi üç senede olaylara göre, sûre sûre, âyet âyet Hz. Muhammed (s.a.v.)’e arz etmiştir. Allah-ü Tealâ, bunu Vakıa sûresinin 75. âyetinde bildiriyor” demiştir.

 

“İbrahim a.s.’ın suhufu, Ramazan’dan üç gece sonra; Davud a.s.’ın Zebur’u, Ramazan’ın 18. gecesinden sonra; İsa a.s.’ın İncil’i, Ramazan’dan 13 gece geçince indirildi. Kur’an-ı Kerim, Ramazan’ın 24. gecesinde indirildi”                                          Ebû Zer Gıfarî(r.a.)

 

Allah-ü Tealâ, Kur’an-ı Kerim’deki “Kadr” suresini, Kadir gecesi hakkında indirmiştir.

 

“Biz, O’nu Kadir gecesinde indirdik” (1)

“Kadir gecesini sana idrak ettiren nedir?” (2)

“Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır”    (3)

“Melekler ve Ruh(Cebrail), Rablerinin izni ile, her bir iş için nüzûl eder(iner)ler” (4)

“O gece tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır” (5)

 

Kadir gecesi, gündüz başlayıp, gece devam eden ve fecre(tan yeri ağarana) kadar devam eden bir selâm gecesidir. Bu gün ve gecede melekler Mü’minlere selâm ve dua ederler. Bu gece her türlü kötülük ve afetten, şeytanın vesvese ve şerrinden selâmet vardır. Böylece anlamaktayız ki, bu gecede her zamankinden daha bol olmak üzere, Allah-ü Zü-l Celâl’in rahmet deryası coşup, taşmaktadır. Bu gecenin özel hayrı, bu gecede ibadet, iyilik ve gayretini arttırabilenler, seksen üç yıl(bin ay), ibadet yapmış olanlardan daha fazla rahmete gark olacaklardır. Çünkü; âyette bildirildiği üzere: “Kadir gecesi; (içinde Kadir gecesi olmayan) bin aydan daha hayırlıdır”.

 

Eski kavimlerde yaşayan insanların ömrü daha uzundu. Ahir zaman ümmetinin ömrü ise, evvel gelenlere göre daha kısadır. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), kıymetli eshabına, daha önce gelmiş olanlardan, Allah yolunda seksen yıl, niyetini bozmayıp, günah işlemeden durabilenlerden haber verdiklerinde, eshab mahzun olmuşlar, böyle uzun bir ömre sahip olup, Allah yolunda sağlam durup duramayacaklarını düşünmüşlerdir. Bunun üzerine bu sûrenin nazil olduğu rivayeti vardır. Müfessirler de( H.Yazır) ömrün az olup, ibadetin ve taatin geçmiş ümmetler kadar yapılamayacağı endişesine karşılık, bin aydan daha hayırlı olan Kadir günü ve gecesi lûtfedilmiştir, demişlerdir. Gerçekten, ömrün uzunluğu, Allah’a ulaşmak ve yakini elde etmek için gerekli değil midir? Allah-ü Tealâ, biz son devir ümmetine her yıl tekrar elimize geçen bir imkân vermekle, sonsuz lûtfetmiş olmuyor mu?

 

“Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Kadir gecesini ihya eden kişinin, geçmiş günahları mağfiret olunur” Hadis-i Şerif’i büyük bir müjdedir.

 

Kadir gecesi, Ramazan-ı Şerif’in son on günündedir. Kesin olan gün belirtilmemiştir. Lâkin kuvvetli olan ihtimal, 27. gecedir.

 

Hz.Peygamber(s.a.v.);

“Ben size, Kadir Gecesini aramak isteyene, Ramazan-ı Şerif’in son on gününde aramanızı, 27. gecesine başvurmanızı söylerim” buyurmuştur.

 

“Kadir Gecesini, Ramazan’ın son yedisinde arayın”

Müslim/Ebû Davud

 

“Kadir Gecesini arayın. Kim onu arayacaksa (Ramazan’ın) yirmi yedisinde arasın”                 İmam Ahmed

 

“Kadir Gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın”

Tirmızi

“Kadir Gecesini Ramazan’ın yirmi üçüncü gecesinde arayın”                                                               Taberani

 

“Kadir Gecesini Ramazan’ın son on gününde veya son yedi gününde arayın”                                        Müslim

 

“İçinizden bazı insanların rüyalarında Kadir gecesi ilk yedide gösterildi. Siz onu son onda arayın”        Buhari

 

“Kadir Gecesi, Ramazan ayının son yedi gününün ortalarındadır. O gecenin sabahında güneş berrak doğar. Baktım, öyle gördüm”.                  Müsned/A.b.Hambel

 

İmam Âzam’a göre de, daha ziyade Ramazan’ın 27. gecesi olduğuna işaret vardır.

 

Kadir Gecesinin kullara açık olarak bildirilmeyip, saklanmasındaki hikmet; bu gece çokça ibadet eden kulların, ibadetlerine güvenip, azabdan emin olmalarını ve fazla ümitli olarak, taşkınlık yapmalarını engellemek içindir, denmektedir.

 

Bu gecenin alâmetleri hakkında, müfessirler;

 

“Leyle-i Kadr gecesinde hava ne soğuk, ne de sıcaktır. O gecede tam bir suhûlet ve rahatlık vardır.Güneş yakıcı bir halde değildir. Bu belirtiler ise, Kadir Gece’sinin alâmetleridir”                                        Kurtubî

 

 

Kadir gecesinin ihya edilmesi:

 

Hz.Aişe Validemiz, Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’e: “Yâ Resulullah! Bir gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsam o geceyi nasıl ihya edeyim?” diye sorarlar. Cevaben: “ Yâ Aişe! Bir gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsan şu duaya  devam et: Allahım! Şüphesiz Sen affedicisin. Günahları bağışlamayı seversin. Benim günahlarımı da bağışla” buyurmuşlardır.

 

Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) bu geceyi ihya etmek üzere:

 

-Diğer zamanlara göre, bilhassa Ramazan’ın son on gününde ibadetlerini arttırırlardı.

-Tevbe, dua ve niyazlarını daha çok yaparlardı ve ev halkına da bunu tavsiye ederlerdi.

-Bu gecelerde daha çok namaz kılarlar ve daha çok Kur’an okurlardı.

-Her Ramazan’da son on gününde itikâfa çekilirlerdi.

 

Ömer Nasuhi Bilmen’e göre; özel bir Kadir Gecesi namazı olmadığı halde, şöyle namaz kılınabilir:

 

“Kadir Gecesinde namaz kılarken en az iki rekât olmalıdır ve her rekâtında iki yüz âyet okumalıdır. Bu en az ölçüdür. Orta karar olanı yüz rekâttır. En çoğu da bin rekâttır. İki rekâttan çok kılındığında her rekâtta Fatiha’dan sonra Kadr Sûresi ve üç adet İhlâs sûresi okunup, iki rekâtta bir selâm verilir. Her halde tekellüften kaçınmalıdır”.

 

Tesbih namazı:

 

Makbul olan bir nafile namazdır. İnsan hiç olmazsa hayatında bir defa kılmalıdır, diye tavsiye edilmiştir. Mübarek gecelerde kılınabilir. Buraya, Kadir Gecesi de kılınabileceğini düşünerek, tarifini aldık. Dört rekâtlık bir namazdır. İstenirse iki rekâtta selâm verilerek, ama hiç konuşmadan iki bölümde kılınır. Veya dört rekât tek bir bölüm halinde kılınır. Bu namazda şu tesbih tekrarlanır:

 

“Sübhanallahi ve’l-hamdulillahi ve lâ İlâhe İllallah-ü vallahü ekber”

 

Niyet edilir ve:

 

1.Rekât:

“Sübhaneke” okunur,

15 defa tesbih okunur.(Yukarıdaki tesbih)

Eûzü besmele ile Fatiha ve bir sûre okunur.

10 defa tesbih okunur.

Rükû yapılır, rükûda üç defa “sübhane Rabbiye’l-azim” dedikten sonra

10 defa tesbih okunur.

Rükûdan “semiallahü…”diyerek kalkılır ve ayakta

10 defa tesbih okunur.

Allah-ü Ekber diyerek secdeye varılır ve secdede üç defa “sübhane Rabbiye’l a’lâ” denir.

Sonra 10 defa tesbih okunur.

Allah-ü Ekber diye doğrulunca yine;

10 defa tesbih okunur.

Allah-ü Ekber diyerek tekrar secdeye varılır. Önce secde tesbihi ardından

10 defa bu tesbih okunur. Böylece birinci rekât tamamlanmış olur. Her rekâtta 75 adet olmak üzere toplam 300 adet tesbih okunmuş olur. 2.rekât, aynen birinci rekât gibi kılınır. Oturulduğunda, ikindi veya yatsının sünnetleri gibi “salli ve barik” duaları okunur. Sonra kalkarak üçüncü ve dördüncü rekâtlar tamamlanır.

 

Bize düşen görev:

Bizlere düşen ise, ömrümüzdeki her geceyi Kadir Gecesi bilerek, kulluğa devam etmektir. Esasen, Marifetullah’a erişildiğinde, o gece o kul için Kadir Gecesi demek değil midir? Bu gece aynen Kadr Sûresinde söylendiği gibi, İlâhi vahyin anlaşıldığı, idrak edildiği, ruhdaki ezeli bilginin karanlık bir gizlilikten, fecre, aydınlığa doğuşu , kalbe vahyin tenezzül edişi ise; bu gece Kadir Gecesi değil midir? İşte içinde Vahyin kalbe işlediği, nüfuz ettiği bir gece olan Kadir Gecesi bulunan Ramazan Ayı, bin aydan hayırlı olmaz mı? Bin ay yaklaşık seksen üç yıldır. Ömrün Kadre vakıf olmadan geçen seksen yılı, elbette bu vukufiyetin yanında, söz edilemez önemdedir.

 

Bu gece, dargınlarla barışmalı, mahzun olanların gönlü hoş edilmeli, aile büyükleri aranmalı, halleri sorulmalı, ihtiyaçları temin edilmelidir. Çevremizde yoksul olanlar varsa, zekâtımızı, fitremizi ayırdık diye, bunlara uzak kalmamalı, Allah-ü Tealâ’nın hesapsız olarak, rahmetini dağıtmasını göz önüne alarak; biz de hesapsız yardımda bulunmalıyız. Kendi kudretimizi biraz da olsa aşmalı, burada ileri gitmeyi göze almalıyız.

 

Kur’an okumalıyız ve bilhassa anlamı üzerinde tefekkür etmeliyiz. Bu gece, Kur’anın idrak edilmesi gereken gecedir. Sanki vahyin olduğu zamanda, o mekândaymışız gibi, içimizde hissetmeliyiz. Vahyin kalbimizde algılanmasına, idrak edilmesine sahip olamasak bile, vahyin nüzulüne sanki şahit olmuşuz gibi olmalıyız. Bu, Allah-ü Tealâ’nın ne kadar bizimle olduğunun bilincine varıştır. Bu beraberlik veya yakınlık içinde, elbette bizi her saniye gördüğünü, duyduğunu, kalplerimize vakıf olduğunu bilme şuurudur. İşte bu şuura ulaşan kişi, artık bundan sonra aşikâre veya gizlide hangi günahı işleyebilir? Bu yakîn şuuru içinde, fecrin aydınlığına ulaşan selâmet ehli, artık bir daha karanlığa dönemez. Böylece de Kadir gecesi idrak edilmiş olur.

 

Biz aciz kulları için, Rabbimiz mübarek kandil (aydınlanma) gecelerini, Arefe gecesini, Perşembeyi Cumaya bağlayan Cuma gecelerini, Pazarı Pazartesiye bağlayan Pazartesi gecelerini lûtfetmiştir. Bunu yeterli görmemiş, ezan saatlerini, sabah vakitlerini ayrıca lûtfetmiştir. Böylece, sanki her an tövbe etmemizi beklerken, affetmek için pek çok vesileler yaratmıştır. İşte Kadir günü ve gecesi böyle önemli, hatta bin aydan daha hayırlı olma önemini taşıyan bir gecedir. Bir defa Kadre uğrayan, bir daha Kadirsiz olmaz. Kadri, kıymeti bilinen olur. İnsanlar için de selâmet olur.

 

Rabbim, bizlere Kadir Gecesini idrak etmeyi, nasip et. İdrak edemeyenlere de merhamet ve anlayış nazarı ile bakmayı nasip et. Seni coşturup, rahmetini taşıran, bize olan aşkını anlamayı ve bizim de çevremize karşı böyle bir aşkla yaşamamızı nasip et. Amin, Elhamdü lillahi Rabbi’l Âlemin…

 

Adak

  • Adak:

 

Adak başlı başına ibadet olup, sadece Allah için adak yapılır. Adanan oruç, vacip oruçlardandır. Namaz, oruç, hac, köle azâd etmek ve diğer ibadetler ile adak yapıldığından, adak doğrudan ibadet olmuş olur. Adağın yerine getirilmesi için, adanan şeyin beş şarta uygun olması lâzımdır:

 

A)Adanan şey, başlı başına bir ibadet olmalıdır.

 

B)Ya da  farz veya vacip olan bir ibadete benzemesi lâzımdır. Meselâ; abdest almak, gusl etmek, cenaze kefenlemek, hasta ziyaret etmek, Kur’an-ı Kerîm tutmak gibi, başlı başına ibadet olmayan bir şey adanamaz. Farz olan namaz, oruç, hac gibi ibadetler ve vacip olan kurban ve sadaka ibadeti adanır, adaktır. Malını vakfetmek ve umum adına vakıf kurmayı adamak da farz veya vacip olmadığı halde adaktır. Umumun menfaatleneceği, pek çok  hacetin giderileceği vakıfları kurmak, birilerinin yapması ile diğerlerini sorumluluktan kurtardığı için farz-ı kifaye ibadetlerden kabul edilir. Bu sebepten adak olur. İtikâfa girmek de böyledir, adanır. Adağın yerine getirilmesini dinimiz emreder.

 

  1. C) Kendisi günah olmamalıdır. Haram bir şeyi adamak yemindir, adak değildir. Meselâ biri “falancayı öldürmek, Allah için adağım olsun” deyip, sonradan öldürmeyince, burada yemin olmuş ve yeminini bozmuş olur. Yemin kefareti vermelidir. Kurban Bayramı günü oruç tutmak yasak olduğu halde, bu gün için oruç adamak günah değildir. Adaktır. Çünkü orucun kendisi günah değildir. Fakat başka gün tutularak, adak ödenmiş olur.

 

  1. D) Kişinin yapması zaten kendisine farz olan bir şeyi adaması sahih olmaz. Meselâ ; hiç Hac yapmamış olan ve kendisine de Hac farz olmuş olan bir zenginin, “Hac yapacağım” diye adaması, Hac yapacağını haber vermesi demektir. Hac yapar, farzı yerine getirmiş olur. Ayrıca adadığı için Hac yapmaz. Ama, adarken, eğer farz olan Hac yapmayı kast etmemişse, iki defa Hac yapması lâzımdır. Kurban Bayramı günleri için bir zengin kurban adasa, bir tane vacip olan, bir tane de adak olan olmak üzere iki kurban keser.

 

  1. E) Adanan şey elindekinden çok olmamalıdır ve başkasının malı olmamalıdır. Meselâ yedeğinde yüz lirası olan, bin lira sadaka adasa, yanında olanı verir. Daha fazla olmadığı için yüz liranın üzerindeki adak, üzerinden kalkar.

 

İki türlü adak vardır:

1)Mutlak adak: Bir şarta bağlı olmayıp, niyetsiz olarak ağızdan çıksa bile, adaktır. Meselâ; “Allah için bir gün oruç tutacağım” diyeceği yerde, yanlışlıkla “bir ay” dese, bir ay oruç tutmak üzerine vacip olur.

 

Bir kimse “Allah rızası için oruç tutayım” dese, kaç gün olduğu aklına gelmemiş olsa, niyet de etmemiş olsa, sadece adak olarak düşünmüş olsa, yemin olarak adadığı aklına bile gelmemiş olsa, bu oruç, adak olur ve üç gün oruç tutar. Bunu söylerken, adak aklına gelmemiş olsa ve sadece yemin olarak söylese, yemin olur, adak olmaz. Orucunu bozarsa de yemin kefareti ödemesi gerekir. Hem adak, hem yemin olarak niyet ederse, bu oruç hem yemin, hem adak olur. Bozduğu takdirde, oruç adağı için kaza etmesi, yemin için de kefaret yapması lâzım gelir.

 

Şarta bağlı olmayan adak, fakir de olsa hemen yerine getirilmesi iyi olur. Lâkin, özürsüz olarak geciktirilebilir de.

 

Sadaka adandığında, şartlar değişmiş ise, kişi adadığı şartlardan vazgeçebilir. Fakat adak olarak tayin ettiği miktarı değiştiremez.  (Falancaya şu kadar  vereyim) diye niyet etti ise, o kişiye adadığı miktar kadar vermesi gerekir, kişiyi de, miktarı da değiştiremez.

 

2) Şarta bağlı olan adak: Murad edilen, hasıl olunca, adak yerine getirilmelidir. Bu adak şükür secdesi gibidir. Allah’a şükretmek için yerine getirilir. Yoksa, (istediğim oldu) diye bir karşılık olarak yapılmamalıdır.

 

 

Bâtıl olan adaklar:

 

Toplumumuzda en sık rastlanan bâtıl(geçersiz) adak türlerinden biri, horoz adamaktır. Böyle bir niyet, adak olmaz. Ancak: “Bir horoz kesip, fakire dağıtacağım” demek adak olabilir. Burada horoz kesmek değil, fakiri sevindirmek, sadakalandırmak adaktır.

 

Toplumumuzda diğer rastladığımız adak ise, bir türbede yatan yatır için mum, ekmek, şeker, tel, yağ gibi şeyler adamaktır. Bunlar da adak değildir, olmaz. Ancak; “Burada yatan veli kişinin hatırı hürmetine, fakire bir şeyler verilmesi” adanabilir. Hasıl olan sevaptan, bu yatan kişiye de gönderilebilir. Eğer bu kişinin hatırının varlığına inanılıyorsa -ki bu, bu kişi hakkında eksik düşünmekten daha iyidir-bu kişiden imdat istemek değil, O’nun yüzü suyu hürmetine, Allah’dan dileğini istemek doğru olandır. Bu sebepten adak türbelere olmaz.

 

Oruç Çeşitleri

  • Oruç çeşitleri:

 

FARZ ORUÇLAR:

 

1)Ramazan orucu: Yukarı bölümde sayılmış olan engeli olanlar dışında aklı başında olan, ergenliğe ulaşmış her Müslüman için; senede bir defa olmak üzere, Ramazan ayı hilâli görülünce başlayıp, Bayram hilâli görülünceye kadar tutulması Kur’an ile emrolunan oruçtur. Hem Ramazan ayında eda etmek farzdır, hem de kazaya kalan günleri eda etmek farzdır.

 

2)Yemin orucu: Bir kimse yemin ederek, kendi kendine veya bir başkasına söz verip de tutamadığı zaman; yani yeminine sadık kalamadığı zaman, bu yeminin kefareti kişinin üzerine farz olur. Bu kefaret Maide sûresinde bildirildiği gibi; kişinin kendisinin ve ailesinin yediklerinden ve giydiklerinden  10 fakiri yedirmek, giydirmek veya bir köle azad etmektir. Bunu yapmaya kudreti yetemeyen ise üç gün oruç tutar. Bu oruç üzerine farz olmuş olan oruçtur.

 

“Allah lâğv yeminlerinizden değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden size hesap sorar. Yemin kefareti; ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek, giydirmek veya bir köle azad etmektir. Bunu yapamayan üç gün oruç tutar. İşte yeminlerinizin kefareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun”.

Maide/ 89

 

3)Zıhar orucu: Önceden bir erkeğin, eşini artık annesi gibi görmesi ile, uzuvlarını annesininmiş gibi hissetmesi ve bunu eşine ifade etmesi ile, boşanma sebebi hasıl oluyordu. Artık bu kişinin eşine yaklaşması kesinlikle haram oluyordu. Böyle bir olay Huveyle b. Sa’lebe r.a.’ın başına geldiğinde; Mücadele sûresi/2-4 âyetleri vahyolundu:

 

“Eşlerini zıhar yoluyla boşamak isteyip, sonra sözünden dönenlerin aileleriyle temastan önce bir köle azad etmeleri gerekir. Azad edecek köle bulamayanların, hanımıyla temastan önce iki ay sürekli oruç tutmaları gerekir. Buna gücü yetmeyen 60 fakiri doyurur. Bu kolaylık Allah ve  Peygamberine inandığınız içindir…”

 

Zıhar olayı ile karşılaşan kişinin, kefaret orucunu iki ay aralıksız tuttuktan sonra, eşine yaklaşması helâl olacaktır. Aksi takdirde yaklaşması haram kılınmıştır.

 

 

4)Hata ile adam öldürmek sonucu: Yine hiç aralıksız iki ay oruç tutması farzdır. Burada kişi, istemeyerek, öldürmeye kast etmeyerek, öldürmüştür. Diğer insanların bilip, bilmemesi de önemli değildir. Meselâ bir doktor hastasını iyileştirmek üzere tedavi ederken, istemeyerek yaptığı bir hata ile ölümüne sebep olabilir. Bir tokat atıp, öldürme olabilir. Bu mesele hukukun takibine kapalı kalsa bile, Allah-ü Tealâ’dan hiçbir şey gizlenemeyeceğinden dolayı, sebep olan kişiye bu oruç farz olur.

 

“Bir Mü’minin, bir Mü’mini hata dışında öldürmesi asla caiz değildir. Hata ile bir Mü’mini öldüren bir kimsenin, Mü’min bir köle azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça diyet ödemesi gerekir. Öldürülen Mü’min düşmanınız olan bir topluluktan ise; Mü’min bir köle azad etmeniz icap eder. Şayet öldürülen kimse aranızda anlaşma bulunan bir milletten ise,o zaman ailesine diyet ödenmesi ve bir Mü’min köle azad edilmesi gerekir. Bunları yerine getiremeyenin, Allah’ın kendisini affetmesi için peşpeşe iki ay oruç tutması icab eder”                                                            Nisa/92

SÜNNET ORUÇ:

(Aşure orucu, Muharrem orucu)

 

“Ramazan’dan sonra en makbul ay, Muharrem ayıdır”                                                Müslim(Ebû Hureyre)

 

Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’in mutlak tuttuğu oruçtur. Bu oruç Muharrem ayı orucudur. Aşure günü orucu olup, diğer ümmetler de tutmuşlardır. Yeni yıla girerken, iman ve bereket ümidi ile Allah rızası için tutulur.

 

Yahudiler de aşure orucu tutarlardı. Onlar onuncu gün tuttukları için, diğer ümmetlere benzememek ve onlarla beraber haşr olmamak için Müslümanlar ya 9-10. günlerde, ya 10-11. günlerde ya da 9-10-11. günlerde tutarlar. Hz. Peygamberimiz 9. günden itibaren tutardı.

 

Aşure orucu geçmiş günahlara kefarettir. Bu sebepten tavsiye edilmiştir.

 

“Aşure günü oruç tutanın tevbesi kabul olur”                                                                                       Tirmızi

MENDUP ORUÇ:

(yapılması veya yapılmaması tavsiye edilmediği halde, yapılması beğenilen oruçlar)

 

 

1)Davud a.s.’ın orucu mendup oruçlardandır. O, bir gün yer bir gün tutardı.

 

2)Her ayın 13-14-15. günlerinde oruç tutmak: Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) böyle yaparlardı.

 

“Her ay üç gün oruç tutan kimse, devamlı oruç tutmuş demektir”                                                      İbn-i Mace

 

3)Zilhicce orucu: Zilhicce ayının dokuzuncu günü veya ilk dokuz günü tutulan oruçtur. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) bazen tutmuştur.

4)Pazartesi ve Perşembe orucu: Her yeni giren ayın ilk Pazartesi ve Perşembe günü, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) oruç tutarlardı.

 

5)Şevval orucu: Ramazan Bayramının sonunda Şevval içinde altı gün tutmak, menduptur.

 

Faziletli aylar; Zilhicce, Muharrem, Recep ve Şaban’dır.

 

İçindeyken, muharebenin haram olduğu muhterem aylar ise; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep’tir. Hem faziletli, hem de muhterem aylardan olan Zilhicce, en mübarek aylardandır.

 

“Allah katında yapılan amellerden hiçbiri, Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan amellerden daha faziletli ve sevimli değildir. Bu on günden bir gün oruç tutmak, bir senelik oruca; bir gecelik ibadet etmek de Kadir gecesine muadildir”                            Tirmızi ve İbn-i Mâce

 

Fazilet ve mübareklik bakımından bu konuyla ilgili bilgi verirken, Ramazan-ı Şerif’i hariç tuttuk. Elbette Ramazan kendi başına o kadar özel bir aydır ki, bu ayın bereket ve feyzinden her kes istifade etsin diye, inananlara farz kılınmıştır.

 

Nefsinin selâmetini oruçta bulanlar için, bu oruçlar vardır. Öyle azgın nefisler olur ki, onu ancak daha büyük serkeşlikten, oruç kurtarır. Bazılarına ise çok oruç tutmak, büyüklenme ve kibir getirir. Allah-ü Tealâ hepimizi ifrat ve tefritten korusun, amin!

VACİP ORUÇLAR:

 

Kişinin üzerine mutlaka tutması borç olmuş oruçlardır.

 

1)Başlanıp, tutulmaya başlanmış nafile orucun kazası, vacip oruçlardandır. Nafile oruç tutan kimse, orucunu bozabilir. Bu bozulan oruç, başka bir gün kaza edilmelidir. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), nafile orucunu bozmuşlardır.

 

2)Adanan oruç mutlaka tutulmalıdır. Hacc sûresi/29. âyette: “ Adaklarını yerine getirsinler” buyrulmuştur.

MEKRUH ORUÇLAR:

(tutulması hoş olmayan, kerih karşılanan oruçlar)

 

1)Tenzihen mekruh oruçlar:

(Harama yakın olmayan mekruh oruçlar):

 

1)Yalnız Cuma günü oruç tutmak yasaklanmıştır.

 

“Sizden biriniz, bir gün önce veya sonra tutmadıkça, yalnız Cuma günü sakın oruç tutmasın”              Buhari

 

Zira Cuma günü Mü’minin bayramıdır. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), yalnız Cuma günü oruç tutan Cüveyriye b. Haris’e orucunu bozmayı emretmişlerdir.

 

2)Yalnız Cumartesi oruç tutulmaz. Cumartesi günü Yahudi’lerin kutsal günüdür. Yahudi’lere benzememek için, Hz. Peygamber(s.a.v.); yalnız Cumartesi günü oruç tutmamayı buyurmuştur.

 

“Sizden biriniz, farz oruç dışında, yalnız Cumartesi günü oruç tutmasın”                           Ahmed b. Hambel

 

3)Muharrem ayında, yalnızca 10. gün oruç tutulmaz. Hristiyan ve Yahudiler de bu günde oruç tutarlardı.

 

4)Nevruz(20 Mart) ve Mihrican(20 Eylül) günlerinde oruç tutulmaz.

 

 

2)Tahrimen mekruh oruçlar:

 (Harama yakın mekruh oruçlar)

 

1)Ramazan Bayramı birinci günü tutulmaz.

 

2)Kurban Bayramının dört günü yasaktır.

 

3)Bir yıl boyunca, her gün tutulmaz.

 

4)Konuşmadan oruç tutmak yasaktır.

 

5)İftar etmeden, aralıksız iki gün veya üç gün tutmak yasaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle, iftar etmeden oruç tutmuşlardır. Fakat ümmetine yasaklamışlardır.

 

“Ben sizin gibi değilim ki, bana Allah yedirir, içirir”

Buhari

 

Oruç borcu ile ölüm

  • Oruç borcu ile ölüm:

 

1)Farz olan oruç borcu ile ölüm olursa:

           

            Ergenlik çağı ile birlikte, her Müslüman’a oruç farz edilmiştir. Bu sebepten bu konuyu sonradan öğrenen kişiler veya İslâm ile yeni tanışan kimseler, eski borçlarını hesaplayarak, ne kadar oruç borcu olduğunu tespit eder. Ve Allah-ü Tealâ’ya samimi bir niyet içinde, bu borçlarını tutmak üzere söz verir. Borçlarını ister her yıl olan borcu için bir ay olmak üzere; ister takatinin müsaade ettiği nisbette kesintili olarak tutmaya başlar. Meselâ; her ayın 13-14-15. günlerinde tutulsa, on ayda bir yıllık borç ödenmiş olur. Veya takati varsa, Pazartesi- Perşembe günleri de tutabilir. Sadece haftada iki gün tutma ile üç yıllık oruç borcu ödenmiş olur. Bu hal içinde iken, daha borcu bitmemişken eceli gelse ve ölse, Allah-ü Tealâ umulur ki, samimi niyetinin içinde iken öldüğünden dolayı, bu kişinin borcunu ödediğini kabul eder.

 

Buhari’de: “ Bir kimse üzerinde oruç borcu ile ölürse, onun adına velisi oruç tutar” Hadis-i Şerifi vardır. Lâkin İmam Ebû Hanife’ye göre; bir kimse başkasının yerine oruç tutamaz. Ancak vasiyeti varsa, ihtiyaçlı kimselere, ölenin orucu niyeti ile fidye verilir.

 

2)Adak olan oruç borcu ile, ölüm olursa:

 

Kişi, adak(nezir) orucu vaad edip, tutamadan ölmüşse, yakın ailesinin de bundan haberi varsa, yakınları, ölenin yerine adak orucunu tutabilirler. Ölen, adağını yerine getiremediği için de bir miktar, yoksula yardım etmenin  çok büyük yararı olur.

 

Orucu Bozmayan Durumlar

  • Orucu bozmayan durumlar:

 

1)Unutarak yemek, içmek ve hatta cinsi münasebette bulunmak, Ramazan orucunu bozmaz. Kaza icap etmez. Bu kimse o günkü  orucuna devam ederek, tutar. Ramazanda unutanı doyuran Allah’dır. Nafile orucu ise, bozar. Kaza icap eder.

 

2)Kan aldırmak, iradesiz kusmak, oruca zarar vermez. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) oruçlu iken kan aldırmıştır.

 

3)Erkeklerin kendiliğinden boşalmaları(ihtilâm) ve bakarak boşalmaları orucu bozmaz.

 

“Bakmakla inzal olursa oruç bozulmaz”.             Buhari

 

4)Boğaza kaçırmamak ve yutmamak şartı ile, su ile serinlenmek orucu bozmaz.

 

“Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) oruçlu iken su ile serinlemek üzere, başlarına su dökerlerdi”              Ebû Davud

 

“Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) oruçlu iken, dişlerini fırçalarlardı”                                                                Buhari

“Oruçlunun en mühim özelliği, dişlerini fırçalamasıdır”

İbn-i Mace

 

5)Eşlerin birbirini öpmesi orucu bozmaz. Allah-ü Tealâ’nın yasaklarından en çok sakınan, Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)dir.

 

“Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) oruçlu iken, hanımlarını öperdi, okşardı”                                                   Buhari

 

6)Sürme: Orucu bozmaz. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.) oruçlu iken gözlerine sürme çekmiştir.

 

7)Cünupluk:

 

Ebû Hureyre, cünup olarak sabahlamanın orucu bozacağına dair yanlış fetva vermiş ve bu fetva Ümmü Seleme ve Aişe r.a. tarafından düzeltilmiştir.

Müslim

 

“Cünup olarak sabahlayan, sabah yıkanır, oruca devam eder ve kaza etmez”                                            Müslim

 

“Ayrıca Ramazan dışında da cünup olarak sabahlanabilir”.                                                                 İbn-i Mace

 

8)Yalan ve gıybet: Orucun sevabını alır. Bazı alimlere göre ise orucu bozar. Biz deriz ki; avamın orucu bozulmaz, kaza gerekmez ama sevabı azalır. Gayret ederek aç durduğu için biraz sevap alır. Havasın orucu bozulmaz ama hiç sevap alamaz. Yani kaza icap etmez ama istiğfar gerekir. Has-ül hasın ise orucu bozulur. Kaza etmek icap eder.

 

Orucu Bozan durumlar

  • Orucu bozan durumlar:

 

Kasten bozma:Ramazan orucuna niyet etmiş olduğu halde, oruçlu iken, yukarıda sayılan hiçbir sebep olmadığı halde, orucunu kasten bozan kimseye kefaret farz olur. Kefaret; bir köle azad etmek(o günün şartları için) veya iki ay(60 gün) oruç tutarak kaza etmek, ya da 60 fakiri doyurmaktır.

 

Ramazan’da oruçlu iken, cinsi münasebette bulunan kimse, kasten oruç bozmuş gibidir. Kefaret gerekir. Kefaret de köle azad etmek, 60 gün oruç tutmak veya 60 fakiri doyurmaktır.

 

Kendi arzusu ile zorla kusan kimsenin orucu bozulur, o gün kaza edilir.

 

Yanlışlıkla, oruç erken açılırsa (iftar olmadan), sonraki bir günde kaza gerekir.

 

İlâçlardan, göz damlası, burun damlası orucu bozar. Zira bu organlara koyulan  bu ilâçlar doğrudan yutağa akar. Kulak damlası da dolaylı olarak yutak ile alâkalıdır. Tedbir olarak oruçlu iken kullanmamakta fayda vardır. Eğer mutlak kullanılması gerekiyorsa, oruca niyet etmemeli, sonradan o gün kaza edilmelidir.

 

Yine ilâçlardan hiçbir fitil kullanılmamalıdır. Vücudun iç boşluğuna giden her şey, orucu bozar. Kas yolu ile iğne ile tedavi yapılamaz. Lâvman yapılamaz. Damardan iğne ile tedavi yapılamaz ve serum verilemez. Hepsi de orucu bozar.  Eğer bunları yapmak gerekiyorsa, kişi hasta demektir ve oruca niyet etmemelidir. Burada orucun bozulması hakkında kesin hükmün oluş sebebi, yine İlâhi Rahmettendir. Zira bu ilâçları kullanacak olan kimseye Allah-ü Tealâ Rahmet nazarıyla bakmakta ve iyileşmesi için tedavi olması yolunu açmaktadır.