Sıdkın hakikati:
Sıdktan bahsedilirken, altı derecede sadakatten söz edilmiş olunur. Yani sadık olmanın altı derecesi vardır:
1)Lisanın sadakati: Doğru sözlü olmak.
2)Niyet ve iradede sadakat: İhlâslı olmaktır.
3)Azimde sadakat: Doğrulukta azmetmeye kesin kararlı olmak.
4)Azimde vefalı olmaya sadakat: Verdiği sözde durmaktır.
5)Amelde sadakat: Amelde cehd ve gayret gösterirken, gizli ve aşikâre içini dışını bir etmektir.
6)Dinin makamlarında sadakat: Dinin, bütün kurtuluşa vesile olan makamlarında, sadakatli olmak.
1)Doğru sözlü olmak:
Dil azası ile sadık olmaktır. Doğru sözlü olmak, geçmişe ait bir bilginin veya haberin aktarılması sırasında olur. Doğru sözlü olan kişi, kendisine zor gelse de, menfaatlerini engellese de doğruyu anlatır. Geleceğe ait durumda ise verdiği sözde durmak veya durmamaktan söz edilir.
Lisanın sadakatinde, iki türlü kemal derecesi vardır:
A)Tarizlerden sakınmak: Tariz demek, bir şey anlatılırken, sonucunda kişinin kendisine dokunacak zararlar olacağı ihtimali içinde, konuyu kendisine zarar getirmeyecek veya itibarını sarsmayacak şekilde üstü kapalı ya da sadece ima yoluyla anlatmasıdır. Tariz tam yalan değildir. Kaçamaklı yalandır, denebilir. Çocuk terbiyesi için, zulümden korunmak için, düşmanla savaş sırasında, devlet sırrı vermemek için, dolayısıyla Allah rızası gözetildiğinden dolayı, tarizli yalana müsaade vardır.
Dinimizde üç yerde aleni yalana da müsaade edilmiştir. Bunlar: İki kişinin arasını bulmak için, iki ailesi olanın aileleri arasında geçimlerinin kolay gitmesi için ve savaş konularındadır. Bu üç konuda sıdk, sözde değil, özde yani niyette aranır. Eğer niyetinde hayrı murad ediyorsa, sözündeki yalana bakılmaz, sadık kabul edilir. Yine de özel olan tavsiye, buralarda bile rahatlıkla tam bir yalan ile değil, mümkün olduğu kadar tariz yoluyla veya ima yoluyla konuşmaktır.
Hz.Peygamberimiz(s.a.v.), cihada çıkarlarken düşmanın hareketleri hakkında bilgilenmesini önlemek için, gideceği istikameti değil, başka bir istikameti işaret ederlerdi. “İki kişi arasını bulmak için, hayır söyleyip, hayrı ima eden yalancı değildir” Buhari ve Müslim
İşte kişinin doğru sözlü yani lisanında sadık olması için ilk kemal mertebesi; yalanlardan kaçınması ve mümkün olduğu kadar da tariz yollu konuşmalardan kaçınması gereğidir.
B) Kişinin Allah(c.c.)’ı ile arasındaki sözlerinde sadık oluşu: Bu daha da önemlidir. Zira konuştuğu Rabbidir. Ve eğer yalan söylüyor ise, Rabbini şahit tutmaktadır. Allah-ü Tealâ kalpteki bütün gizlilikleri bilir. O’nu yok gibi görmekle, O’na karşı yalan söylenmiş olunur. Meselâ; nefsinin esiri, kulu olan biri nasıl olur da “Rabbim, ben Senin kulunum” diyebilir? Şehveti, arzuları, nefsinin hevası önde ise, bu sözünde sadık değildir. İnsan ne ile kayıtlı ise onun kuludur. Gerçekten Allah’ın kulu ise, hiçbir kayda girmez, hiçbir arzusunu veya şehvetini, Rabbinin önüne geçirmez. Böylece kişilerin kaydından kurtulduktan sonra, kendi iradesi ile hevasını değil de Allah’ı tercih ederek, O’nun iradesinin hükmüne girer. Hür olur. Bu hürriyet ile ancak kul olunur. Bu iradenin hükmüne giren, tam tâbi olur. Artık yaklaşmak veya uzaklaşmak olsun, kendi için fark etmez. Kendi için güzellik veya kemalât düşünemez bile. Sadece bu Yüce iradenin hükmüne uymayı bilir. Allah hareket ettirirse eder, durdurursa durur. İbtilâ ederse razı olur. Kendi için özel bir ikram beklemez. Daha doğrusu kendisini özel ve önemli görmez. Hiçbir şeye itiraz etmek aklından bile geçmez. İşte bilenler için ve yukarıda anlatılanlardan sonra anlayanlar için söylüyorum ki; henüz kendi iradesi ile hareket eden, “ben Senin kulunum” diyemez. Belki “beni kulluk makamına getir” diye dua edebilir. Kulluk makamı, kişinin sadakatinin son haddidir. Burası SIDDIKLAR derecesidir. Gerçek kulluk ise buradan sonra başlar.
2)Niyet ve iradede sadakat:
Bu ihlâs demektir. Kişiyi harekete getiren kuvvet, sadece Allah rızası olmalıdır. Şayet davranışlarına, nefsin arzularından bir şey de karışırsa, bu kişiye yalancı denir, sadık denemez. Sadakat için niyette ihlâs şarttır.
“ Allah iki yüzlülerin, yalancı olduklarını da bilir”
Münafikûn/1
Münafıklar, Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)’e, “Sen Allah’ın Resûlüsün” demişlerdir. Burada kalpleri bu dediklerine uymamaktadır. Çünkü kalpleri buna inanmamaktadır. Dilleri ile söyledikleri, hakikate uygun olduğu halde, yani yalan olmadığı halde, sözleri özlerine uygun haber vermediği için, yani inanmadıklarını söyledikleri için, yalancı oldukları âyetler ile bildirilmiştir. Kısaca, doğru olan bir şeyi doğru olduğuna inanmayarak, doğru imiş gibi söylemek de yalancılıktır. Münafıklık olarak adlandırılmıştır. İçi dışına uymayanlardır.
Sadakat, niyet ve iradede tevhidin sıhhatidir. Yani kul iradede tevhide ulaşmışsa, sadıklardandır. İradede tevhid, külli iradede kendi iradesini kaybetmektir. Niyette tevhid ise, Allah(c.c.)’ın muradından ayrı olmayan bir niyet içinde olmaktır.
3) Azimde sadakat:
Bir konuya yönelmede, hiç şüphe ve tereddüt olmaksızın, doğrudan içten gelen bir kuvvet ile, azmetmek, azimde sadakattir. Bu azim her zaman içten doğmaz ve kuvvetli olmaz. O zaman sadakatten söz edilemez. Sadakat veya sıddıkıyet; hiç tereddüt olmaksızın, zaafsız olarak bütün iyi olan şeylere tam bir kuvvet ile ve kesin bir azimle karar vermeğe denir.
Meselâ; Hz. Ömer(r.a.), “Ebû Bekir varken benim hilâfete geçmemden, boynumun vurulması benim için daha sevimli olur” demesi böyledir. Burada Hz. Ömer (r.a.) bunu söylerken kesin bir azim ile söylemiş, hatta boynunun vurulmasını bile göze almıştır. Azim ve kararda sıddıkların mertebeleri birbirinden farklı olur.
4) Azimde vefakârlılıkta sadakat:
“Mü’minler içinde, Allah’a verdikleri sözlerinde duran nice erler vardır….” Ahzâb/23. âyetinde azimde vefakârlık anlatılmaktadır. Bazı kişiler hemen azmederler fakat zamanı geldiğinde, azmettikleri konunun bağları gevşer ve azmettiklerine vefa gösteremezler. Bunun sebebi; nefsin ahlâkıdır. Nefis peşin olarak hemen söz verir. Ama zamanı geldiğinde sözünde durması zor olur. Buna ahde vefasızlık veya azme vefasızlık denir. Vefasızlığının sebebi ise, söz verdikten sonra, şehvetlerinin istek kuvvetleri araya girer, vefa zor gelir.
Azimde sadakat daha kolaydır, azimde vefa göstermekte sadakat daha zordur. Anlatılır ki; iki kişi aralarında konuşuyorlarmış. “Allah-ü Tealâ bize mal verirse, biz infak ederiz” demişler. Sonradan hakikaten zengin olmuşlar, fakat cimriliğe düşüp, infaktan kaçınmışlardır. Bunların hakkında:
“Aralarında, Allah bize bol nimetten verecek olursa, andolsun ki sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız, diye and verenler vardır. Allah onlara verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Zaten dönektirler. Allah’a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O’nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu” Tevbe/75,76,77
5) Amelde sadakat:
Amelde cehd ve gayret göstermektir. Ve de dışını içine, içini dışına uydurmaktır. Yani her ameli içinden gelerek yapmaktır. İçinden gelmiyor diye ameli terk etmek değildir. Dış halini, iç alemine uydurmaya çalışmaktır. Şöyle örnek verebiliriz: Meselâ; kişinin kalbinde huşû yok iken, zahirinde huşû ile namaz kılıyorsa ve etraftan görülerek, “zahiri böyle ise, kim bilir batını ne kadar huşû içindedir” diye bir kanaat hasıl oluyorsa, bu kişi derhal huşû’u ya terk etmelidir ya da kalbine de indirecek telkini kendi kendine yapmalıdır. Hatta batınını zahirinden daha iyi duruma getirmeli ve batınından kimseye haber vermemelidir. Yoksa hem Hakk’ı, hem halkı ve hem de kendini aldatması söz konusudur.
Kişinin zahirinin batınına uymaması maksatlı olursa, yani etraf beğensin diye zahirine dikkat ediyorsa, bu riyadır. Böyle kast etmiyor ve fakat zahiri ile batınını bir edemiyorsa yalancıdır, sadık değildir.
“Mü’minin içi dışına uyduğu vakit; Allah-ü Tealâ meleklerine (işte bu gerçek kulumdur) buyurur”
Atıyye b. Abdülgafir
“Beni gece ağlamaya, gündüz de gülmeye alıştıracak biri yok mu?” Muaviye b. Kurre
“Sıdk, doğruluk; gizli ve aşikârede Hakk’a uymaktır”
Ebû Yakub
Hz.Peygamberimiz(s.a.v.) bu sebepten: “Allah’ım, gizli hallerimi görünen hallerimden daha iyi et. Görülen hallerimi de daha salih kıl” diye dua buyurmuştur.
6) Dinin makamlarında sadakat:
Sıdk konusunda en aziz ve üstün derece budur. Sıdkın en üstün ve aziz derecesidir. Dinin bir ilk başlangıcı vardır. Bir de dinin her öğretisinin hakikati vardır. Dinde her öğrenilen bilginin hakikatine varmak, her zaman mümkün olmayabilir. Kişi hidayete erdikten sonra, yavaş yavaş bilgilenmeye başladıkça, bu bilgileri hayatına geçirir. Böylece dininin inanması gereken kısmını yaşamaya başlar. Yaşadıklarında sağlam olarak devam etmek ile, amellerinde sadık olmaya başlar. Kötü ahlâkından kurtulurken, tekrar aynı hatalara dönmemek üzere sebat eder. Fakat kemalâta ilgi duyana, bütün bunlar yetmeyebilir. Bu kişi daha da ilerleyip, her konunun hakikatine varmayı isteyebilir. İnsan; dünyevi ve uhrevi makamlardan, Allah(c.c.)’a yakınlık makamına yükseltecek olan makamları tanımak, buraların gereğini yapmak ister. İşte bu makamlar, insanı ahiret saadetine götürmeye ve Cemalullah’a ulaştırmaya vesile olan makamlardır. İnsanı kendinden yani benliğinden kurtaracak olan kurtuluş makamlarıdır.
Bu makamlar hem başlangıçta, İslâm’a girme ile karşılaşılabilen makamlardır, hem de kemalinde olarak yaşandığında, hakikatine varıldığında, tam kurtuluşa vesile olan makamlardır. Meselâ; tevbe müptedi olanın İslâm ile şereflenmesi ile ilk adım olarak şart olduğu halde, tevbenin aslını yapmak, belki çok sonra mümkün olacak veya hiç mümkün olmayacaktır.
İşte dinin makamlarında sadakat dediğimiz zaman, bu makamların başlangıcından sonra, bir kenara bırakmayarak, üzerinde sebat edip, hakikatine varmayı anlarız. Böylece tevbe ile başlayan “adımlar 1”, bu elinizdeki kitap “adımlar2” ve daha sonra çıkacak olan “adımlar 3” adlı kitaplarımızın içinde olan konular, kurtuluşa vesile olan konular olup; bunlar meselâ rıza, tevekkül, havf, reca, zühd, niyet, sabır, şükür, muhabbet gibi konulardır. İşte bu sayılan ve diğer hepsinde sadakat ve doğruluk, dinin makamlarında sadakati anlatır.
Her birinin başlangıç değil, belki sonunda varılan hakikatleri, sadık olan içindir. Yani bu makamların hakikatine ulaşabilen kişi, gerçek sadık olmuş olur. Bu bakımdan çok zordur, dedik. Bu makamların hepsinin hakikatine varmayı tamamlayabilen çok azdır. Bir kısım insanlar bazı hususlarda sadık olabilir, çoğunda olamaz. Hepsinde sadık olan, sadıktır ve sayıları çok azdır.
Meselâ; korku(havf) konusunda, insanlar korktuklarını söylerler, Cehennem hakkında bilgileri olduğu için ondan da korktuklarını söylerler. Lâkin günah işlerlerken, korkmazlar. Günah işlemeleri sırasında ne Allah(c.c.) korkuları ne de Cehennem korkuları kalır. Demek ki korkunun hakikatinden haberli değillerdir. Bu kişi hakkında havf konusunda sadıktır denilemez. Korkar denilebilir. Veya korku hakkında uzak bir bilgi sahibidir denilebilir. Bunu anlatmak üzere Hz. Peygamberimiz (s.a.v.): “Cehennem gibi kaçıcısının ve Cennet gibi arayıcısının uykuda olduğu gibisini hiç görmedim” buyurmuştur.
Abdullah İbn Ömer(r.a.) “Allah’ın dininde insanların hepsini ahmak olarak görmedikçe, imanın hakikatine ulaşamazsın” demiştir. Mıtraf da “Herkes kendisi ile Allah arasında ahmaktır” demiştir. Bunu söylemelerinin sebebi, Allah’ı tanımak, bilmek çok zor olduğu içindir. Bir de kul kendini O’ndan uzağa atmıştır da onun için. Marifet arttıkça, yakine yaklaştıkça, ahmaklık azalır.
Ebû Bekir el- Verrak, sıdkı şöyle anlatmıştır: “Sıdk üçtür: Tevhide sadakat, taatte sadakat, marifette sadakat”.
“Onlar ki, Allah ve Resûlüne iman ettiler, sıddıkların ta kendileri onlardır” Hadid/19
Bu âyet ile bildirildiği üzere, tevhidde sadakat bütün mü’minler içindir. Yani Allah ve Resûlüne iman etmek ve bu imanı devam ettirmek, tevhidin hakikatine varılmasa bile tevhidde sadakat demek oluyor. Taatte sadakat ilim ve vera erbabı içindir. Marifette sadakat ise, velâyet erbabı içindir. Yani evliyaullah içindir.
Sa’ad b. Muaz(r.a.) : “ Ben üç şeyde kuvvetli olmakla, diğerlerinde zayıfım. Namaz, cenaze teşyii, Hz.Resûl(s.a.v.)’ün söylediği her şeyin Hak olduğunu kabul etme konusunda kuvvetliyim” demiştir. Bu sözü rivayet eden İbn Müseyyeb ise: “Bu hasletlerin peygamberlerden başkasında bulunacağını sanmazdım” demiştir. Sahabe-i Kiram’ın ileri gelenlerinden nice zâtlar; namazda ve cenaze teşyiinde sadık oldukları halde, bu makama ulaşamamışlardır.
Cafer-i Sadık da: “Sıdk mücahede demektir ve başkasını kendi üzerine, Allah’ı da her şeyin üzerine tercih etmek demektir” demiştir.
Allah-ü Tealâ Hacc/22.âyette: “O sizi ictiba etti” yani seçti buyurmuştur. Yani sıddıklar Allah(c.c.)’ın seçtikleridir. Nitekim Musa (a.s.)’a “ Ben bir kulumu sevdiğim vakit, ona sadakatini görmek için dağların bile dayanamayacağı belâlar veririm. Şayet sabrederse onu kendime velî ve dost edinirim. Şayet acziyet gösterirse, feryad ederse onu perişan ederim” diye vahyetmiştir.
Anlıyoruz ki sadakatin alâmetlerinden biri de, taatleri gizlediği gibi, felâketleri de gizlemek ve bunları halkın duymasından hoşlanmamaktır.